‘’Zafer Kayseri'nin‘’
Ligin ilk yarısının flaş takımlarından Kayserispor için ikinci yarı sıkıntılı başlamıştı. Oynadığı son 5 maçtan sadece bir galibiyet çıkarabilen Sarı-Kırmızılı takımın karşısında ne zaman ne yapacağı belli olmayan Kasımpaşa vardı. İki takımın temel özelliği ise bir oyun karakterlerinin olmasıydı. Ve bu karakterlerini dün de sahaya yansıttılar. Kayserispor topa daha fazla sahip olan, daha çok pas yapan, hücum aksiyonlarında her iki kanadı da etkili kullanan taraftı. Ev sahibi ekipte topu iyi kullanan Mendes ve Deniz Türüç skora direkt katkı yaptılar.
Trezeguet yetmedi
Kasımpaşa ise klasik oyun anlayışıyla sahaya yayıldı. Topu rakibe bırakarak oyunu kendi sahalarında kabul ettiler. Kaptıkları toplarla hızlı ve çabuk ataklar geliştirerek rakip kalede tehlikeler yarattılar. Konuk takımda da Trezeguet yaptığı şık hareketlerle beğeni topladı. Karşılaşma tempolu başladı. Bu tempo maç boyunca da devam etti. Bunda avantaj kurallarını iyi uygulayan ve az düdük çalan hakem Halil Umut Meler’in de katkısı vardı.
Paşa için kırılma anı
2’de kullanılan köşe vuruşunda Diagne kafayla topu ağlara gönderdi: 0-1. Kasımpaşa 13’de maçı koparıyordu. Rakiplerini çalımlayan Trezeguet şut açısını bulduğu anda topu kaleye gönderdi ancak direğe takıldı. 20’de sol kanattan Erkan Kaş’ın ortasında bu kez Deniz şık bir kafayla durumlu eşitledi: 1-1. İkinci yarıda da karşılıklı ataklar vardı. 66’da Veysel’in ikinci sarıdan kırmızı görmesiyle denge bir anda değişti. 74’te Mendes’in taşıdığı topta kaleciden seken topu Badji ağlara gönderdi: 2-1. 76’da Mendes’in düşürülmesi sonucu kazanılan penaltıyı Umut kullandı: 3-1. 90+3’te bu kez Trezeguet düşürüldü. Atışı aynı oyuncu kullandı: 3-2.
‘’Ellerinden gelen bu!‘’
2018 PyeongChang Kış Olimpiyat Oyunları’nda kayaklı koşu branşında piste çıkan Hamza Dursun ile Ömer Ayçiçek klasik sprintte son sıralarda kalarak elendiler. Dursun 3.36.53 ile 80 sporcu arasında 71’inci olurken, Ömer Ayçiçek de 3.57.91 ile 77. sırayı elde etti. Bu sonuçlar elbette üzücü. Ama ülkemiz sporu adına! Zira bu konuda en az suçlu olan sporculardır.
80 milyonluk ülkeden 8 sporcu!
80 milyonluk Türkiye’den oyunlara katılan sporcu sayımız sadece sekiz! Ve tamamının bundan sonra elde edeceği sonuçlar da üç aşağı beş yukarı aynı olacak. Belki buz dansında ilk 20’ye girebiliriz. Çünkü, kış sporlarında dünyadaki yerimiz bu! Ülkenin yarısı yılın 6-8 ayı boyunca karlar altında. Sayıları giderek artan kış sporları merkezlerimiz, genç bir nüfus ve önemli bir potansiyelimiz var. Gelgelelim, bu potansiyeli harekete geçirecek organizasyondan yoksunuz.
Business classta uçan yöneticiler!
Ben Güney Kore’ye giderken şahit oldum. Federasyon yöneticileri uçaktaydı. Sayıları aşağı yukarı sporcular kadardı. Ve business class uçuyorlardı! Masraflarını kendi ceplerinden karşılıyorlarsa sözüm yok. O zaman onlardan özür dilerim! Bu örneği şunun için verdim. Yıllardır ülkemizde federasyonlar bu kafayla yönetilir. Aslolan seyahatler ve devletten alınacak harcırahlardır! İşin seçim hileleri, delege oyunları, mahkemeler tarafından iptal edilen kongreler, malzeme alımı, ihale vs. gibi boyutlarına girmiyorum bile. Girersek çıkamayız!
‘’Spor asla spor değildir!‘’
Spora atfedilen en ulvi kavramlara baktığımızda, dostluk, barış, dayanışma öne çıkar. Ki, gerçekten de öyledir. Dopinge karşı sıfır töleransla başlatılan mücadelenin yanı sıra fair play ilkesinin her geçen gün sporun özü haline gelmesi, toplumlararası ilişkilerde sporu, siyasetin insan ırkına vermiş olduğu hasarı onarmada en önemli araç haline getirdi.
Tarihin en anlamlı anı!
Dün PyeongChang 2018 Kış Oyunları’nın açılış töreninde sporun aynı ırka mensup iki düşman toplumu nasıl birbirine yaklaştırdığına bir kez daha tanık olduk. -17 derecelerde Olimpiyat Stadı’nı dolduran yaklaşık 45 bin kişinin içini ısıtan ve dakikalarca alkışlanan geçit töreninde Güney Kore ve Kuzey Koreli sporcuların ‘Birleşik Kore’ bayrağı altında birlikte yürümesi, sadece gecenin değil, spor tarihinin en anlamlı olaylarından biriydi. İki ülkenin lider ve yönetimdeki isimlerin birlikte protokol tribününde yer alması, birleşme yönünde irade koyacağının ilk işaretleriydi. Bu, 1950-53 yılları arasında Güney ve Kuzey Kore arasındaki savaş sonrası birbirlerine yaptıkları en üst düzey ziyaretti ve bunu gerçekleştiren de sporun ta kendisiydi. Güney Koreli milliyetçi grupların stad önünde yaptığı gösteriler bile bu tarihi buluşmayı engelleyemedi.
Honduras-El Salvador’dan sonra
Eduardo Galleano’nun yıllar önce söylediği “Futbol asla futbol değildir” klişesi kanımca günümüz dünyasında “Spor asla spor değildir” sözüne evrimleşti. Honduras ve El Salvador’un 1969’da futbol nedeniyle birbirleriyle savaştığı günlerden bir başka iki ülkenin spor nedeniyle barıştığı günlere geldik çok şükür! Açılışta dikkat çeken konulardan biri de, 2015 Soçi Oyunları sonrası ortaya çıkan doping skandalı nedeniyle oyunlardan men edilen Rusya’nın 168 sporcuyla geçit törenine katılmasıydı. Rus sporcuları geçişi sırasında bizim bulunduğumuz bölümde oturan 40-50 kişilik Rus seyirci dışında alkışlayan olmadı!
8 sporcuya karşılık business sınıf!
Çok kısa bizden bahsedecek olursak, yarısı altı ay karla kaplı olan ülkemizden Kış Oyunları’na neden sadece 8 sporcuyla, buna mukabil business sınıfta uçan bir o kadar yöneticiyle gidiyoruz, sorusunu sorayım ve bahsi kapatayım!
‘’Şampiyonun dramı!‘’
Bu ülkede her şey değişiyor. Ama hızlı ama yavaş... Değişmeyen bir şey var: İnsan hayatının ucuzluğu! Ben kendimi bildim bileli insan hayatına verilen değer konusunda bu toplum, bu devlet bir milim kımıldamıyor. İnsan yaşamına verilen değerin en başat ölçeği ise elbette trafik kazaları. Her yıl yaklaşık 5 bin insanımızı trafik kazalarına kurban veriyoruz. Kurtuluş Savaşımız’ın finali olarak nitelendirebileceğimiz Büyük Taaruz’da verdiğimiz şehit sayısının 15 bin olduğunu hesaba katarsak rakamın ne kadar vahim olduğu kendiliğinden ortaya çıkar. Durum bu kadar önem arz ettiği halde trafik kazalarında kusurlu olan sürücülere verilen-verilmeyen cezaların hafifliği insanın aklını oynatıyor. Daha da acısı, bu hazin manzara karşısında ülkeyi yönetenlerin önleyici cezai tedbirleri bir türlü almaması ve meydanın direksiyon başına oturan psikopatlara, vicdansızlara kalması.
Aile hasretine dayanamayıp dönmüş
Trafik magandası diye adlandırdığımız katil bir sürücünün son kurbanı Milli bir bisikletçi. Adı Deniz Deniz. 17 yaşında. Hem dağ bisikleti hem de yol bisikletinde yarışıyor. Dağ bisikletinde geçen yılın Genç Erkekler Türkiye Şampiyonu. Daha yolun başında. Büyük hayalleri, umutları var. Önümüzdeki yıl koşulacak Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu’nda yarışmak için şimdiden kolları sıvamış. Hedefi uluslararası arenada şampiyonluklar, kupalar kazanmak. Sakarya Büyükşehir Belediyesi sporcusuyken bir ay önce hasrete dayanamamış ve ailesinin yaşadığı izmir’e dönerek İZGEM Spor Kulubü’nde sporculuk hayatını sürdürmeye başlamış. Lise son sınıf öğrencisi olan ve üniversite sınavlarına hazırlanan Deniz, antrenman için oturduğu Güzelbahçe’den Urla’ya her gün kilometrelerce yol kat ederek antrenman yapıyormuş. Her şey güllük gülistanlıkmış. Gelgelelim 12 Ocak akşamı antrenman dönüşünde hayatı bir anda alt üst olmuş.
Spor hayatının devamı belirsiz
Akşam saatlerinde Konak yönünden Güzelbahçe istikametine doğru giden genç sporcuya, hatalı sollama yapan aşırı hızlı bir araç emniyet şeridinde çarpmış. Çarpmanın şiddetiyle havaya fırlayan Deniz, bir kaç metre öteye düşerken, bisikleti de ikiye bölünmüş. Vicdansız sürücü ise arkasına bakmadan kaçmış. Vatandaşların yardımıyla Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne kaldırılan milli bisikletçinin çok şükür hayatı tehlikesi yok. Ancak leğen kemiği kırılmış. Ayrıca vücudunun çeşitli yerlerinde de kırıklar var. Dün el bileğinden ameliyat oldu ve platin takıldı. Ayak baldırından ise yumurta büyüklüğünde bir et parçası kopmuş. Kaburgalarında ve çenesinde de hasar mevcut. Doktorların ifadesine göre Deniz Deniz’i 5-6 aylık uzun bir tedavi süreci bekliyor. Kalıcı bir sakatlık veya spor hayatının devam edip etmeyeceği konusunda ise şu an bir şey söylenemiyor.
Ölmedi diye sürücü serbest kalmış!
17 yaşında gelecek vaat eden genç bir sporcu şimdi loş bir hastane odasında yıkılan hayallerine ağıt yakıyor, vücudundaki kırıklar nedeniyle de acı çekiyor. Onu bu hale getiren sürücü ise, kırılan aynasının seri numarası takip edilerek gece yarısı yakalanıyor ve ifadesi alındıktan sonra savcı tarafından serbest bırakılıyor. Gerekçe ise, ölümlü kaza değilmiş! Allah korusun, Deniz hayatını kaybetseydi, bir kaç ay yatıp çıkacaktı. İşte böyle! Memleketimden insan manzaralarından bir enstantane daha. Baba İlker Deniz, oğlunun yaşadığına şükrediyor ama onu bu hale getiren sürücüye karşı hukuk mücadelesini de sürdüreceğini söylüyor. Ama nereye kadar? Emniyet, sürücünün kimliğini bile vermemiş, başına bir şey gelmesin diye! bir sporcunun, dahası genç bir insanın hayatı kaymış kime ne!
‘’Paspas gibi çiğnediniz!‘’
Evet, aynen öyle yaptınız. Şampiyon bir sporcumuzun onurunu, gururunu paspas gibi çiğnediniz. Hayallerini, umutlarını yerle bir ettiniz. Uluslararası arenada elde ettiği başarılarını hayasızca cezalandırdınız. Sizin neyinize sportif başarı, engelli bir sporcunun haysiyeti! Tek bir amacınız var; sporu kullanarak siyasette sınıf atlamak! Daha üst düzey bir koltuk, makam, mevki sahibi olmak! Avrupa Şampiyonu, Dünya 2.’si, Olimpiyat 3.’sü Seyfullah Karadeniz’in elinde paspasla tuvalet temizlerken çekilen fotoğrafı, aslında sizin utancınızın fotoğrafıdır.
Bu ayıp size yeter mi!
Tabi utanacak yüzünüz varsa! Zaten kızaracak bir yüze sahip olsanız Ay-Yıldızlı mayoyu gururla taşıyan, Avrupa’da, Dünya’da, Olimpiyat’ta defalarca kürsüye çıkan engelli bir güreşçiye bu muameleyi reva görmezsiniz. Bilakis, onu baştacı yaparsınız. Ama ne gezer! Spor sizin umurunuzda değil. Umurunuzda olmadığı içindir ki, “Ne yapıyorsunuz, şampiyon bir sporcuya tuvalet temizlettirilir mi?” diye sizi uyaranlara, “Ne yapalım, şampiyonsa şampiyon, alıp da müdürlük koltuğuna mı oturtacağız!” diye terbiyesizce bir cevap vermezsiniz. Neyse, ağzımı daha fazla bozmadan size sadece yazıklar olsun diyorum ve sizi önce Allah’a, ardından da Gençlik ve Spor Bakanı Osman Aşkın Bak’a havale ediyorum. Umarım müstehakınızı bulursunuz.
‘’Galatasaray'a düşman gerekmez!‘’
Önce bir anıyla başlayayım. Yıllar önce Galatasaray’ın bir Divan Kurulu toplantısını takip etmiştim. Rahmetli Özhan Canaydın’ın sağlık sorunları nedeniyle başkanlığı bıraktığını açıkladığı toplantı!.. Yerine de yardımcısı Adnan Polat’ı önermişti. Canaydın’ın bu kararı bazı üyelerde infial yaratmıştı. Öfke patlaması yaşayanlara şahit olmuştum. Yumruklarını sıkarak bağırıp çağıran bu öfkeli grubu Canaydın yatıştırmaya çalışıyor ve işaret parmağını sallayarak, “Bu dönem Adnan Polat’ı seçeceksiniz!” diye sert bir şekilde talimat veriyordu. Gördüklerim karşısında oldukça şaşırmıştım. Bu adamların neden bu kadar öfkelendiklerini anlayamamıştım. Ta ki Canaydın’ın talimatıyla Başkan olan Adnan Polat’a bir Mali Genel Kurul’da bu söz konusu grup tarafından darbe yapılana kadar!.. Polat’ın suçu, liseli olmaması ve lise tahakkümünü kıracak yeni bir kulüp tüzüğü hazırlamaya kalkmasıydı!
Liseliler, lisesizlerin iki misli!
Bugünkü durum ise, kulüpteki liseli üye sayısının lise dışından olanların iki mislinden fazla olmasıdır. Ağırlık, kulüp tarihinde hiç olmadığı kadar liselilerdedir. 2017 itibarı ile liseli üye sayısı 1965, liseli üyelerin eş ve çocuklarının sayısı 1293’dür. Lisesizlerin sayısı ise 1613! Liseli ve liseli üyelerin eş ve çocuklarının toplamını dikkate aldığımızda karşımıza 3253 gibi bir rakam çıkıyor, ki 1613 olan lisesiz üye sayısının iki katından fazla!
2002 yılından itibaren yapılan üye alımlarında liseli ve lisesizler arasındaki makas her geçen yıl açılarak böylesi bir tablonun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Dolayısıyla liseli oyları kontrol altında tutan ‘liseci’ grubun iradesi dışında hiç kimse ne başkan ne de yönetici olabiliyor. Galatasaray’ın yönetimini, başını 15 yıldır Sicil Disiplin Kurulu Başkanlığı yapan ve yeni dönemde de yapmaya devam edecek olan Serdar Eder’in çektiği ‘liseci’ grup belirliyor. Sicil Disiplin Kurulu demişken, ne işe yaradığını söyleyeyim. Kulübe alınacak yeni üyeleri belirleyen kuruldur Sicil Disiplin Kurulu! O nedenledir ki, liseci Serdar Eder 15 yıldır bu Kurul’un başındadır. Üç buçuk yıl daha başında olacaktır.
Gizli başkan Serdar Eder!
Galatasaray’da herkes, her şey değişiyor, bir tek Serdar Eder değişmiyor! Onunla birlikte, onun belirlediği diğer üyeler de yıllardır aynı kurulun içindeler. Bugünkü Sicil Disiplin Kurulu üyelerinin tamamı 20 Ocak’ta yapılacak seçimde de Dursun Özbek’in listesinde aynı kurulun üyeleri olarak aday gösterildi!
Tüzük gereği lise mezunları zaten kulübün doğal üyesi kabul ediliyor. Lise dışından yapılan başvuruları ise Serder Eder ve ekibi değerlendiriyor. Geçtiğimiz günlerde bir dostum, çok saygın bir profesörün başvurusunun kabul edilmediğinden bahsetmişti. O profesör gibi Sicil Disiplin Kurulu duvarına çarpan daha niceleri vardır muhakkak!
Şimdi böyle bir tablodan sağlıklı bir kulüp yapısı çıkabilir mi? Dışarıya bu kadar kapalı bir kulübün başarma şansı var mı? Dahası, bir dünya markası olan ve milyonlarca taraftarı bulunan Galatasaray’ın dışarıya bu kadar kapalı olmaya hakkı var mı? 300-500 kişinin kontrolünde olan bir kulüp rakipleriyle rekabet edebilir mi? Bu kulüpte yapılan seçimlerin demokratik olduğundan bahsedebilir miyiz?
Böylesi kafatasçı bir zihniyetin elinde oyuncak olan Galatasaray’ın inanın başka düşmana ihtiyacı yok! En büyük düşman olarak görülen Aziz Yıldırım bile bu kadarını yapamazdı!
Galatasaray'ın üye profili...
‘’Naim'in adı yok!‘’
Vefasız bir millet olduğumuz söylenemez. Sadece ahde vefa konusuda iki yüzlüyüz. Bir çifte standard, bir adamına göre muamele; bazı durumlarda da siyasi saiklerle adam kayırma almış başını gidiyor. Bunun son örneği Naim Süleymanoğlu. Yaşarken değerini bildiğimiz söylenemez. Sporu bıraktıktan sonra nasıl bir kenara itilip, yalnızlığa mahküm edildiğini biliyoruz. Ondan, onun dünya çapındaki şöhretinden, karizmasından, birikiminden faydalanmayı asla düşünmedik. Düşünmek bir yana, onu camianın dışına itmek için elimizden geleni yaptık.
Seçime girse kazanamazdı!
O da zaten istenmediğini görünce elini ayağını çekti herşeyden. Size şu kadarını söyleyeyim, şayet Naim Halter Federasyonu Başkanlığı’na aday olsaydı kazanamazdı! O derece yani! Bununla da kalmadık. Önüne gelenin adını spor salonlarına, sahalarına, caddelere, sokaklara verdik. Naim hariç! Sadece Ankara Çankaya Belediyesi’nin bir çocuk parkına vermiş olduğu Naim Süleymanoğlu ismi ve Beşiktaş Belediyesi’nin Sporcular Parkı’ndaki heykeli mevcut, o kadar! Dopingli çıkan atletlerin adını atletizm salonlarına, pistlerine verdik. Bir tanesinin adı yeni söküldü salondan; üçüncü kez dopingli çıktıktan sonra! Diğerinin adı hala duruyor!
1 yıl sonra unutulur!
Ülkeyi karanlık bir mecraya çekmek için her türlü hainliği yapan FETÖ terör örgütüne mensup Hakan Şükür’ün adını dağa taşa yazdık. Nasıl bir amaca hizmet ettiği ortaya çıktıktan sonra apar topar Hakan Şükür tabelaları indirildi her yerden! Ancak Naim Süleymanoğlu adını taşıyan ne bir spor salonu, ne de bir spor tesisimiz var! Bir okul ya da bir antrenman solunumuz bile yok, onun anısını yaşatacağımız. Naim, iltica aşamasında Türkiye’yi tercih etmeyip ABD’nin teklifini kabul etseydi, Yeni Dünya’nın her yerinde adının yaşatıldığı tesisler, anıtlar olurdu, emin olun. Şimdi kaybettikten sonra ardından ağıtlar yakıyoruz, timsah göz yaşı döküyoruz. Ama Türk spor tarihinin gelmiş geçmiş en büyük sporcusunu hazin sonuna götüren yolun taşlarını biz ellerimizle döşedik. Zaten ağlamamız, sızlanmamız da bir kaç gün sürer, ardından unutur gideriz. Bir yıl sonra iki elin parmaklarını geçmeyecek insan mezarı başında dua okur, olur biter!
‘’Yeryüzünde yalnız gezen yıldız!‘’
O hep yalnızdı. Tekti. Benzersizdi. Podyumdayken de, hayatın içindeyken de... Kazanırken de, kaybederken de... Sadece kendiyle yarışırdı. Kendi kendini geçerdi. Kendi kendine yenilirdi. Karlı dağların zirveleri gibi ıssızdı, sessizdi. Uzayın sonsuz boşluğunda asılı dururken, aniden kayıp yeryüzüne düşmüş bir yıldızdı.
Alıngandı, kırılgandı, içliydi. Ve gururluydu. Biz onu anlamadık, zaten o da anlatmadı. Derdini ummana döktü. Kendisini hazin sonuna sürükleyecek alkole sığınması da belki bundandı.
Yalnız Türk sporunun değil, dünya sporunun da gelmiş geçmiş en önemli sportif figürlerinden biriydi. Çağ kapatıp, çağ açan Fatih Sultan Mehmet gibiydi. Bir varmış, bir yokmuş derler ya... O misal! Kelebek gibi kısacık ömrüne dünyaları sığdırdı ve ansızın havalanıverdi. Geldiği gibi gitti. Ait olduğu yere. Gökyüzüne, yıldızların arasına.
Güle güle Naim Süleymanoğlu. Güle güle büyük şampiyon. Bu dünyada bulamadığın huzuru öte yakada bulacağına eminim! Belki de bunun için o kadar acele ettin! Mekanın cennet olsun.