‘’'Bitti' demedik ama yine bitti!‘’
Başlarken, şampiyonanın bir yıl gecikmesinin sakatların dönüşü açısından avantaj olduğunu vaaz eden sayısı az değildi. Görüldü ki öyle değilmiş... Yine şampiyona öncesi hazırlık maçlarının, 'Güçlü takımlar’la yapılması gerektiğini söyleyenler de az değildi. Görüldü ki bu da yetersiz bir veriymiş. Meğer kimsenin başlarda adını anmadığı İsviçre bile denklemdeymiş! En temel sorun şu; ülkenin futbolda bulamadığı ritim çocuklarını da olumsuz etkiledi. İki, bu oyun, ’Türk duvarı’ benzeri sloganlarla yükseltilebilecek kadar durağan bir oyun değilmiş. Evet, mevcut durumdan birinci derece sorumlu kuşkusuz ki, Şenol Güneş ve teknik ekip...
Üç maçta da Uğurcan dışında gösteriye katkı veren oyuncu olmaması düşündürücü. Bu çocukların çoğu bu seviye oyunlarla baş edemeyecek çocuklar değil. Bu sorun, ’Şunun yerinden bu, diğerinin yerinde de şu oynasaydı’ gibi basit çözümlemelerle de halledilemez. Öyleyse sorun gerçekten nerede? Yanıtlanması gereken ilk soru bu. Yanıtı başta Şenol Güneş olmak üzere federasyon ilgilileri verecek kuşkusuz. İkincisi, bu sorun nasıl çözülecek? Burada da yanıt, ’Motivasyon’, 'Konsantrasyon’’ olamaz. Daha elle tutulur ve hayata geçirilir plan ve projeler duymamız gerek!
‘’Sakin & Güvenli‘’
"Sırf onları görmezden geldiğimiz için hakikatler ortadan kalkmaz". Aldous Huxley'in bu sözü en çok da bizim futbol iklimimiz için geçerli duruyor! Gözümüzü kapatıyor ve hep iyi şeylerin olacağını hayal ediyoruz. Geçmişin periyodik olmayan dilimlerinde birkaç işin üstesinden geldik ya, yaşamın hep o mutluluk anları gibi akacağını var sayıyoruz. "Hayal kurma" ile "umut etme" birbirine karışınca da bugün yaşadığımız öfkeli, travmatik tutumlar kaplıyor ortalığı. Son iki maçta skorlardan öte "oyunsuzluğun" getirdiği şaşkınlık Şenol Güneş'e olan öfkeyi patlattı. Fark ediliyorsa, oyuncular üzerinde o denli yıpratıcı spekülasyonlar yapılmıyor. Bu durum iyi...
Sanırım fazla güvendi
Eleştiriler doğrudan oyuncu tercihi ve oyun planlarına bağlı olarak Güneş'e yönelik görünüyor. Bence en büyük kayıp skorlardan çok, turnuvanın en genç takımının şimdiye kadar yaratamadığı sempati ve Avrupa piyasasına "oyuncu gösterememesi" oldu!.. İsviçre maçı bu etaptaki fırsatlardan biri olarak önümüzde. Bizi zor bir maçın daha beklediği aşikar. Teknik heyet savunma dörtlüsünün "yurt dışı" özelliğine fazlaca güvendi sanırım! Ancak orta saha organizasyonu beklentinin çok altında kalınca da olanlar oldu!..
Diyelim eve döndük...
Şimdi... Oyun süresini doğru bölümleyerek sakin, temkinli ve mümkün olduğunca güvenli bir oyunla sonuca gitmeye çalışmak... Bir maç kazanımı bir maç kazanımıdır. Her galibiyet onarım için elzem adımdır. Bugüne dair birikmişleri değerlendirip orta saha savunmasını sertleştirmek ve oyunu hücum için kurgulayacak Hakan Çalhanoğlu'nun işini kolaylaştırmak önceliktir. Gerisi, bekleyip görmektir. Diyelim olmadı, eve döndük... İki üç gün dinlenip Dünya Kupası çalışmalarına aralık vermeden başlamak önceliktir.. Ve elbette onlarca yapısal sorun için kolları sıvamak da..
‘’Asıl şimdi başlıyor‘’
Topun İtalya’da olduğu ilk devre boyunca ceza alanı içine sıkışık bir oyun oynadıysak da penaltı riskleri dışında rakibe ‘’Gol olurdu’’ dedirtecek türden fazlaca pozisyon bırakmadık. Elbette bazı İnsigne ya da İmmobile pozisyonları gol de olabilirdi ama etkileri hep düşük kaldı. Bizim için sorun hücum organize edemeyişimizdi daha çok. Burak’ın ofsayta düşme problemleri nedeniyle bazı ataklar olgunlaşamazken Hakan ile Yusuf’u devreye sokacak orta saha organizasyonları bir türlü mümkün olamadı. Ofansif tehditler oluşmayınca da ev sahibi güvenle hücum etmeyi sürdürdü.
İyice gerildik
Ozan/Okay orta saha savunması İtalya temposuna karşı koyamıyordu ve bu durumda yük iyice savunma göbeğine bindi. Ve ikinci devrenin hemen başında pozisyon hataları zincirine Merih’in de pozisyon hatası eklenince rakip takım golü buldu. Onlar rahatladı ama zaten çok şey yapamayan biz iyice gerildik!.. O golün anlattığı futbolda rakibi hataya en çok da ‘’tempo’’nun sürüklediğiydi. Uğurcan’ın oyun başlangıç pasını kapan İtalyan futbolcuların otomatiğe bağlı paslarla Insigne’ye golü attırmaları da aynı şeyi anlatıyordu.
Tehdit oluşturmadık
Savunmayı kuramadık çünkü düşük tempoyla oynadığımızdan hücumda tehdit oluşturamadık. Sonuçta iyi başlamadık ama maç önündeki anlatıdan da anlaşılıyordu ki çok az insan tersi sonucu bekliyordu! O zaman şöyle diyelim; şampiyona bizim için şimdi başlıyor… Peki, savunmaya dokunamayacağımız için öncelikle ne yapacağız? İlk elden forvet kurgusunu değiştirip ön tarafa çözüm üretmek gerekiyor. Ve bunu yapacak yeterince genç de var kadromuzda…
‘’Havası yerinde‘’
Üç farklı oyun kültürüyle yapılan üç hazırlık maçı. Moldova karşısına ideal sayılabilecek kadrosuyla çıktı Türkiye. İlk devre boyunca ritmi yükseltmeye gayret eden Milliler, sürekli arayış içindeydi ve gereği kadar gol pozisyonu da buldu, ancak golü bulamadı. İşleyen orta saha ön alanı sürekli sıcak tutarken handikap, tamamlanmayan hücum dönüşlerinde rakibe bırakılan pozisyonlardı. Bunlarda da kaleci Uğurcan Çakır'ın, kupaya hazır olduğunu gösterdi. İkinci devreye stoper ve bir kanat değişikliğiyle başlayınca oyuna yeni giren Cengiz Ünder’in maça adaptasyonu gecikince ilk devre sonuna doğru yakalanan ritim de bozuldu.
Pozisyon vermedik
Ancak doğru gezdirilen top baştan beri orta sahada kendisine en iyi yerleri bulup topları olumlu kullanan Hakan Çalhanoğlu’na indirilince Burak’ın da golü geldi. Akabinde Uğurcan/Cengiz ikilisinden son derece pratik bir gol daha geldi. İkinci arayış düzeyi epey düşük kalsa da rakibe pozisyon verilmemesi olumluydu. Kanımca iyi bir prova oldu. Kazandığımız için değil diğer maçlara göre ciddi anlamda olgun oynadığımız için. Bu olgunlaşma süreci şampiyonaya kadar antrenmanlarla yükseltilecektir. Özetle bu karşılaşma sonuç ne olur bilinmez ama İtalya maçına havası yerinde bir takımla çıkacağımızı gösterdi.
‘’Kazanma gayreti‘’
Birçok alanda olduğu gibi futbolda da 'birlikte oynama alışkanlığı'nın kazanılması zamana ihtiyaç duyar. İlk devre boyunca bu handikap apaçık ortadaydı. Beri yandan liglerin bitmesinin ardından gelen yorgunluk ve bir parça da bıkkınlığa gerek defans ortası gerekse orta alandaki pasör nitelikli oyuncuların yokluğu da eklenince oyuna ritm kazandırmakta zorlandı milliler. Öyle ki en nitelikli paslardan biri kalecimiz Mert Günok’un İrfan Can Kahveci’ye gönderdiği uzun toptu! Hal böyle olunca bir tür 'top kapma oyununa' döndü karşılaşma. Nihayet ikinci yarının hemen başında dört beş başarılı pas ile olgun bir hücum organize etti milliler. Ancak tempo sorununu halledemedikleri için bunun da arkası gelmedi. Dahası 55. dakika sularında Gine vitesi yükseltirken Mert üst üste iki kurtarış yaptı. 67’ye kadar yine ‘’top kapma’’ya döndürdük oyunu. O dakikada Kenan önüne indirilen topu ayak içiyle kaleye göndermeye çalışırken zihnimdeki fotoğrafta 2002 Dünya Kupası’nda ‘’gerçek Ronaldo’’nun bize ‘’baba burun’’la attığı gol canlanmadı değil!..
Çıkacak dersler...
Oyun genelinde sıkıcı olsa da özellikle maçın son bölümündeki kazanma gayreti olumluydu. Eksikler hayli fazla... Ben yine de bu maçların işimize yarayacağı kanaatindeyim. Eksikleri görmek ve onları gidermek için buradan çıkacak dersler şampiyonada işimize yarayacaktır. Elbette ‘’ders çıkarmış’’ olmak koşuluyla!..
‘’Bildiğini oynadı ve kazandı‘’
Şampiyon olmasına oldu ama kim bilir ne kadar 'yorgun'du Beşiktaş? Bu maçı bu parametreyi düşünmeden planlamak mümkün değildi elbet. Bir yanda şampiyonluğun rehaveti ve bitkin düşmüş bedenler diğer tarafta dinlenmiş ve 'taktisyen bilinen hoca'nın takımı... İlk devre boyunca topu kullanmış olsa da durgun görünen Antalya yediği gollerin ardından reaksiyon gösteremedikçe, 'Acaba onlar Beşiktaş'tan daha mı yorgun?' diye düşünmeden edemedim. Evet, Beşiktaş bildiğini oynadı ve kazandı. İlk devre boyunca bir yandan da şunu düşündüm; "Galatasaray ve Karagümrük maçlarına Atiba/Josef/Necip ile başlasa iki kaybı yaşamayıp Göztepe maçına şampiyon çıkar mıydı?" Neden mi bu soruyu sordum? Rosier golü kimden ve nasıl başladı bir izleyin. 'Necip neler yaptı ve daha neler yapabilirdi'ye daha iyi örnek olamazdı!..
Mesajını gönderdi sahaya
Maçın en ilginç anlarından biri de Ghezzal'ın uzun mesafeli pasında Atiba topu kontrol edip vuruşunda direğe takılırken Antalya stoperleri ne yapıyordu acaba? Soru şundan önemli... Bizleri 'Takım savunmasını oturtmaya çalışıyoruz' diye oyalayan hocaların çok da ciddi şeyler çalışmadığını göstermesi açısından!... Antalya kolunu kaldıracak gibi görünmeyince Necip/Töre değişikliğini yapan Sergen Yalçın sezon boyu verdiği, 'Kupayı da oynayarak kazanmak istiyoruz' mesajını bir kez daha gönderdi sahaya...
Özel bir örnek oluşturdu
Sergen Yalçın yönetimindeki Beşiktaş, dar ama verimli kullanılan kadrosuyla aynı statta üç gün arayla iki kupa birden kaldırdı. Takdir etmeyip de ne yapar insan? Bu darlıkta, bu bütçeyle, bu kadar problem ve küresel güçlük içinde Beşiktaş'ın yaptıkları futbolun bizim ülkede böyle de organize edilebileceğini göstermesi açısından da özel bir örnek oluşturdu. Pandemi sona erse de yaşayamadığı bir çok şey gibi şu kupaları da dostlarıyla doyasıya yaşasa insanlar...
‘’Sırada kupa var‘’
’Biz kaybettik ama gelecek maçlarda nasılsa onlar da kaybedecek’’! Kazanamayanların teselli ikramiyesinin diğerlerinin kaybetmesi olduğu ligimizde farklı ağızlardan sık sık duyduk buna benzer cümleleri. Son maçların en azından ilk devrelerinde de durum aynen böyle tecelli etti. Örneğin takımları tanımayan birisi, bir yabancı, İzmir’de şampiyonluk adayı takımın sarı kırmızı forma giyen oyunculardan kurulu olduğunu sanabilirdi. Beşiktaş tedirgin miydi yoksa elinden gelenin en iyisi bu muydu? Son maçların anlattığı sanki ikinci soruyu doğruluyordu.
Sergen Yalçın ve ekibi...
Maçta ikinci devrenin başında Galatasaray’ın önce beraberliği sağlayıp sonra öne geçtiği haberi geldiğinde de Beşiktaş’ın tempo/yaratıcılık/arayış denkleminde değişiklik gözlenmedi! 60. dakikaya kadar attığı dışında gol kaçıracak pozisyon dahi oluşturamadı. Ancak son maça kaybederek gelen Beşiktaş, Fatih Terim’e mal edilen ‘’kaybedecekler’’ kehanetini bu kez boşa çıkardı ve şampiyon olmayı başardı. Sezonun büyük bölümünde oynadığı ‘’ülkeye yeter oyun’’la çoğu insanın takdirini kazanan Beşiktaş, yarıştaki rakiplerine göre sınırlı sayılabilecek bir kadroyla başardı bu işi. Bu açıdan bakıldığında şampiyonluğun Sergen Yalçın ve teknik ekip açısından anlam ve önemi daha iyi kavranır sanırım. Onlar için şimdi sırada Türkiye Kupası var...
Komplo teorileri...
Beri yandan maçtan önce kaç gol atılacağı hesaplarının yapıldığı iki maç, vasat oyun ve öngörülebilir skorlarla tamamlandı. Bu da spekülasyon hastalığına tutulmuş, komplo teorilerinden beslenmeyi alışkanlık haline getirmiş futbol iklimimizin durumunu net olarak ortaya koyuyor.
‘’Başladığı gibi bitirmeli...‘’
Sahada, oyun açısından yapmak istediğini yapmaya gayret eden rahat bir Beşiktaş var ama yedek kulübesi bir önceki maç gibi rahat değildi! Bir aksilik olsa, ki oldu, kenardan alınacak hücum katkı belirsiz. Yani başladığı ile bitirmek üzere kurulu bir maça daha çıkıyordu Beşiktaş.
N’Sakala’nın ikramları...
Atiba gibi temel oyuncunun yokluğunda; N’Koudou, Ghezzal ve Ljajic ilk devre boyunca ofansif etki koyamayınca, topu tutsa da oyuna etki koyamadı bir türlü. Nihayet Karagümrük ilk çıkışında tedirginliği artıran golü de bulunca işler karıştı... Yetmedi, kısa süre sonra Karagümrük golden daha kolay bir pozisyonu yaratıp, Welinton’a takılınca devre arasına şaşkın girdi Beşiktaş. İkinci devreye ne var ne yok koyacaktı Beşiktaş sahaya. Savunmadan oyun kurma ısrarını çeşitleyemeyen Karagümrük’ün bu yönünü avantaja çevirebilecek miydi? N’Sakala’dan sonra diğer sol bek Balkovec de pozisyon hatası yapınca Beşiktaş muradının ilk adımını atıp golü buldu. İş bundan sonrasındaydı; çünkü maç düzen, tertipten çıkıp tamamen rakibi hataya zorlayan bireysel güç gösterisine döndü.
Gürültü büyük, oyun küçük
Nasıl gol atacağı belirsiz olan Karagümrük aut atışında dahi topu kalesine yakın tuttukça Beşiktaş rakibini iyice ablukaya aldı. Bu ablukada başrol, De Souza yerine Necip Uysal’ındı ama yetmedi. Az adamla efektif çıkan Karagümrük, N’Sakala’nın ikinci yerleşim hatasından ikiyi attı.. Ve Beşiktaş’ın korktuğu oldu...
Bu ‘gürültüsü büyük, oyunu küçük Süper Lig’ en azından belirsizliğin getirdiği heyecanı son maça taşıdı!.. Bakalım ligi kendi zor şartlarında buraya kadar getiren Beşiktaş, tedirginlikten nasıl sıyrılacak ve İzmir’de Göztepe karşısında neler yapacak?









































