‘’Biraz da Futbol…mu?‘’
Bayram ve gündem sebepli belli bir süredir futbola ara verdikten sonra, bayramın hemen sonrasında Türkiye bir derbi yaşadı. Açıkçası maçtan sonra yaşananlardan gördük ki, futbola belli bir süreliğine ara veren sadece vatandaş değilmiş. Maçın kendisinden çok, çıkan kavgalar, edilen küfürler, sıkılan bir burun, koridorlarda ne oldu gibi konular konuşuldu. Geçmişte olsa çok daha fazla üzülür, dert ederdim, buradan bunun isyanını yapardım. Gündemden bağımsız olarak, artık kabullendim ki, Türk futbolunun ürünü bu. Talep edilen, reyting alan, etkileşim alan düzen tam olarak Fenerbahçe – Galatasaray maç sonunda yaşananlar olduğu gerçeğiyle mücadele etmeyi bıraktım. Tüm bu düşüncelerle, dün akşam yarın ne yazsam diye düşünürken, umudumu arttıran, çok güzel bir içeriğe denk geldim.
Mertens, daha önce Türkiye’de futbol oynamış John Obi Mikel’in podcastine konuk olmuş. Ne konuşmuşlar diye hem işim hem de merak ettiğimden dolayı biraz dinlemeye başladım. İletişimde en çok gerçekleştirilmeye çalışılan şey, sizin adınıza, yani markaların, kurumların ya da kişilerin adına, başka insanların olumlu konuşması, önermesi, övmesi diyebiliriz. Sizin yerinize, tamamen kendi görüşleriyle insanlar olumlu konuşmaya başladığında iletişimde birçok şeyi başarmışsınız demektir. Mertens’in kariyerine ve kazandıklarına baktığımızda, Türk futbolseverlere ve Türkiye’ye şirin gözükmek gibi bir derdi olmayacağını tahmin etmek zor değil. Mertens’i dinlerken hem eleştirdiğimiz kadar kötü olmadığımıza inancım arttı, hem de gelecek adına umudum.
Olumluyu konuşmanın gücü de olumsuzu konuşmanın fersah fersah önünde olduğu için, buradan artık çok daha fazla ülke sporu için iyi, güzel ve umutlu şeylerden bahsedeceğim. Tabi ki futbolu da hararetli tartışmaları da konuşacağız, konuşalım. Ama ülkece bence haklarının çok daha fazla teslim etmemiz gereken Trabzonspor U-19 takımı gibi konuları da en az derbi kadar konuşalım. Ülke sporunda gençlere ışık tutan, Mustafa Kemal Atatürk’ün sporcu tanımına ve hayaline uyan her şeyi, herkesi örnek olması adına daha çok gündeme taşımamız lazım. Gitmemiz, gidebileceğimiz tek yol bu gibi duruyor.
Ama artık geldik son 8 maça. Galatasaray’ın ekstra kupada oynayacağı veya oynayabileceği maçlar dışında iki takım da tamamen lige odaklanabileceği, maç maç gidebileceği bir döneme girdi. Psikolojik ya da algılasal üstünlüğün her hafta değişebileceği, duygu durum değişikliklerinin fazlasıyla yaşanabileceği bir periyot bu. Geçen hafta derbi öncesi Fenerbahçe’den yana olan enerji, şu an Galatasaray’dan yana gibi dursa da bunun hiçbir önemi yok çünkü iki takımın da yapacağı ilk puan kaybı, aynı anda ve aynı dakika yaşanmadığı sürece havayı tekrar değiştirecektir.
Bu köprünün altından çok olmasa da daha sular akar. Umarım kimsenin burun sıkmadığı, birbirine herkesin içinde açık ve aleni şekilde küfretmediği, sahada yer almayan oyuncuların provokasyon için sahaya atlamadığı, top oynanmaya çalışılan ve kıran kırana bir futbol mücadelesini konuşabildiğimiz bir son düzlük olur. Göztepe, Samsunspor, Eyüpsor gibi takımların da Avrupa vize aldığını da görürüz umarım.
‘’Ara kime iyi gelecek?‘’
Milli ara zamanları, futbolseverler için çoğunlukla can sıkıcıdır. 2 hafta boyunca bir an evvel maçlar başlasın diye gün sayılır. Bu sefer durum biraz farklı, öncelikle milli takımımıza Uluslar Ligi’nde grup yükselme maçı için başarılar dileyelim. Çok formda bir milli takım havuzumuz olmasa bile, üstüne rakibin zorluğunu da katarsak, ne olursa olsun ben A Grubu’na yükseleceğimizi düşünüyorum…
Bu milli aranın farkı aslında geçmiş aralara göre çok değerli! Ligde son düzlüğe girilirken, son hafta oynanan maçlardan sonra, psikolojiyi doğru yönlendiren camia, belki de bir maç galibiyeti kadar avantaj sağlamış olacak. Rangers’a karşı yorucu ve yıpratıcı bir maçtan sonra Avrupa’ya veda eden Fenerbahçe, dün hem fiziken hem de mental olarak ciddi bir şekilde yorgun gözüktü ve bu da önce oyuna sonra da maç sonu gelen baskıdaki bitiricilik kalitesine yansıdı. Perşembe – Pazar oynanan iki maç bütün havayı olumlu yönde değiştirebilecekken, şu an Fenerbahçe camiasına ters etki yapmış durumda. Bir yandan Galatasaray, maça kötü bir başlangıçtan sonra sanki haftaların tutukluğunu açmış gibi bir 20-25 dakikalık sekansla uzun zaman sonra çok rahat bir galibiyet aldı ve umutsuz, olumsuz havayı biraz olsun dağıttı. Fenerbahçe de puan kaybedince, hava tamamen Galatasaray’a döndü.
Tam da burada bu milli ara çok farklı… Çünkü hiçbir şey bitmiş değil ve bir sonraki maç sekansları çok şeye gebe. Ne Galatasaray bu iş bitti gözüyle bakmalı, ne de Fenerbahçe… Galatasaray’ın önündeki 3 resmi maçı; kırılma maçı olabilecek Beşiktaş deplasmanı, Türkiye Kupası’nda oynanacak ve psikolojik açıdan 3-4 maça bedel bir Fenerbahçe deplasmanı ve son olarak BAY geçerek Samsunspor deplasmanı. Fenerbahçe’nin ise; ligde son 6 haftadır gol bile yemeyen Bodrum FK deplasmanı, benzer şekilde bir Galatasaray maçı ve rakibinin BAY geçtiği hafta evinde Trabzonspor maçı. Bu sürecin sonunda hem maçlar eşitlenecek, hem de yorucu ve yıpratıcı maçlar kısmen geride kalacak. Bu süreci iyi geçirmek isteyen camia milli arada psikolojisini iyi yönetmek zorunda. Birinin ayakları yere basmalı, biri de umudunu korumalı. Bence ikisi de zor, ikisinin de duygusal tuzaklara düşmeye müsait olduğunu düşünüyorum. İletişim burada her zaman olduğu gibi çok kritik. Açık, şeffaf ve saha odaklı iletişim bu dönem herkese lazım.
Gelelim işin saha boyutuna…
Dün Fenerbahçe’nin maçı, atamadığı için kazanamadığı pratikte doğru olsa da sadece buradan okumak artık bazı şeylerin üstünü örtmek gibi geliyor. Genele baktığımızda dün psikolojik anlamda iyi gözüken bir Fenerbahçe yoktu ve açıkçası Cihan Aydın’ın, bana kalırsa baskı sebepli verdiği kırmızı kart olmasa, son dakikalardaki yaşanan yüklenmenin de olacağını düşünmüyorum. Bunlar çok doğal… Rangers maçını yukarıda zaten konuştuk ancak bence çok daha fazlasını, en azından istek olarak göstermeliydi Fenerbahçe. Şimdi Galatasaray’ın Beşiktaş maçı biraz şampiyonluk maçına dönüştü… Maç berabere biter ya da Beşiktaş kazanırsa her şey yeniden başlayabilir ama Galatasaray kazandığı an bu ligi kapatır.
Helal Olsun Kızlar!
Boks Dünya Şampiyonası’nda Busenaz Sürmeneli altın, Busenaz Çakıroğlu, Hatica Akbaş ve Büşra Işıldar da gümüş madalya kazandılar. Hepsi de final oynadı, 1 altın 3 gümüş madalya çok değerli. Tebrik ediyoruz, 2028’de henüz yer almayacağı kesin değil, bu yönde bir açıklama yapıldı ama nihai karar 2025 yılında verilecek. En azından son bilgiler bu şekilde. Umarım en başarılı olduğumuz branşlardan biri olan boksta, 2028’de hem yer alırız hem de madalyalar ile döneriz. Konuyla ilgili en son Ağustos 2024’te çıkan haber şu şekilde;
Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC), boks sporunun 2028 Los Angeles Olimpiyatları'nda yer almayacağını resmi olarak duyurdu. Türkiye'nin en fazla madalya kazandığı boks branşının olimpiyatlardan kaldırılması spor camiasında büyük bir yankı uyandırırken IOC, organizasyonun talep ettiği standartlara uyulması halinde boks sporunun yeniden olimpiyat takvimine dahil edileceğini açıkladı. Boks sporunun programa dahil edilip edilmeyeceğine dair nihai karar ise 2025 yılında verilecek.
‘’Stresli ama galip!‘’
Dün akşam bence sezonun en kritik maçlarından biri geride kaldı. Galatasaray için kırılma noktası olabilecek bir maçtı ve biraz ikinci yarıdaki kıpırdanma, biraz Alanyaspor’un beceriksizliği, biraz da şans ile bir şekilde 3 puan alındı. Böyle bir maç bekliyorduk aslında, Galatasaray’da ciddi bir stres var. Bu da oyuna yansıyor ama bence stresten de fazlası var. Okan Buruk ve teknik heyet ile ilgili geçen hafta yeterince yazdık çizdik. Zaten olanlar herkesin malumu, sahada her şey gözüküyor. Kafası karışık oyuncular, sürekli maç içi değişen formasyonlar, oyuncu rolleri… 10 Mart sabahında konuşulacak konular olmamasına rağmen, Galatasaray hala arayışta. Yakın tarihte hatırladığım en plansız futbol takımı 2024-2025 sezonundaki Galatasaray diyebilirim. Bunun sebeplerini, buralara nasıl gelindiğini konuştuk, herkes konuşuyor. Konuşmaya da devam edecektir. Ancak bir gerçek var ki, Galatasaray’ın 10 maçı kaldı ve bu artık bir 200 metre ya da 400 metre koşu yarışı gibi. 4 puan ve ikili averaj avantajı demek, 2 kez berabere kalabilmek demek. Bir de şu anki fikstüre bakarsak; Galatasaray Cuma günü Antalyaspor’u yenmeyi başarabilirse Fenerbahçe, Perşembe günü İskoçya’da alınacak sonuçtan bağımsız tahminen çok yorucu bir maç oynayacak, Pazar günü Samsunspor maçına 2 maç eksik ile 10 puan geride çıkacak. Sonrasında da milli araya giriyoruz ve o araya kaç puan farkla gidileceği, son düzlüğün psikolojisini direkt etkileyecek. Bence bir kırılma sekansı daha olabilir. Milli ara dönüşü Galatasaray, Beşiktaş deplasmanına gidiyor. Aynı hafta Fenerbahçe son dönemde ciddi çıkış yakalayan ve kümede kalma mücadelesi veren Bodrum deplasmanına gidiyor, sonrasında Galatasaray BAY geçiyor ve Fenerbahçe o hafta evinde Trabzonsporla oynuyor. Tüm bunlar ışığında Nisan başı geldiğinde resim az çok belli olacaktır diye düşünüyorum. Hala aynı noktadayım, Galatasaray dün biraz daha zorlu bir takımla oynasaydı, şu an taş taş üstünde kalmamıştı. Antalyaspor maçı evde olmasına rağmen çok daha zor bir maç.
Tepeyi Bırak Aşağıya Bak
Kayserispor, Sergey Jakirovic ile anlaştıktan sonra 6 maçta 1 mağlubiyet aldı. O da deplasmanda Beşiktaş’a karşı. Direkt rakipleri Konya’yı yendiler. Göztepe ve Eyüpspor maçlarından 4 puan kazandılar. En son bu hafta Başakşehir’i de yendiler.
Bodrumspor, Jose Morais ile anlaştıktan sonra ligde 5 maçta 3 galibiyet aldı. Bu 5 maçın en çarpıcı istatistiği ise hiç gol yemediler.
Net düşme adayı gözüken Bodrumspor ve küme düşme adaylarından Kayserispor ciddi anlamda toparladı. Dün Alanyaspor da hem oynadığı oyun hem de kadrosuyla bence düşme adayıyım diye ilan etti. Hatayspor da dün kazanarak umutlandı. Düşecek son 2 ya da Hatayspor’un formuna göre son 3 takım şampiyonluk yarışından daha heyecanlı sonlanabilir.
‘’Direksiyon Artık Fenerbahçe’nin! ‘’
22 Ocak 2025’te şu başlığı atmışım; “Çanlar Kimin için Çalıyor”. 14 Şubat 2025’te ise “Baskının Terazisi Değişti”. Bugün geldiğimiz noktada ise artık şampiyonluk yarışının direksiyonunda Fenerbahçe oturuyor. Bugünden sonra olacaklara, Galatasaray taraftarları kusura bakmasın ama Fenerbahçe takımı, hocası ve oyuncuları karar verecek. Çünkü dün, önce sahada (Osimhen’i ayrı tutuyorum) sonra saha dışında Galatasaray’ı temsil eden oyuncuların ve kenar yönetiminin herhangi bir iradesi, azmi, hevesi ya da motivasyonu olmadığını gördük. Yeteneklerini kaybetmiş, birlikte oynamayı unutmuş oyuncular gibi davranan futbolcular, maçtan sonra sahanın akustiğine, atmosferine bahane bulan ve şampiyonluğun kırılma anı denebilecek bir maçta puan kaybettikten sonra “100.galibiyeti Okan Hoca’ya bıraktık” diyecek kadar şu anki atmosferden gidişattan kopuk bir teknik heyet. Büyük resimde ise Tottenham maçından sonra Avrupa Ligi’nde final hayal eden takımdan, hiçbir maç için garanti 3 puan alırız diyemeyen bir takıma dönüşmek (!). Tüm bunları yan yana getirdiğinizde gördüğüm tek bir şey var; o da sonunda şampiyon olamama serisini sonlandıracak, yaklaşık 2-3 hafta önce de şampiyonluğunu ilan edecek bir Fenerbahçe. Çünkü konu detaylar, sakatlıklar, cezalar değil. Galatasaray’da mental bir kopuş yaşanıyor.
Hocanın takımı hiçbir şeye ikna edecek gücü kalmamış gibi görünüyor. Okan Buruk’un da ikna edecek bir oyun planı ve hedefi olduğunu düşünmüyorum. Yönetim desen zaten ortada yok, gerçi ortaya çıktıklarında daha kötü şeyler yaşanıyor. Son 2 ayda Galatasaray’ın içine bir Fenerbahçe ajanı sızsaydı, bu saçmalıkları, yönetimsizliği, yanlış tercihleri, o bile hayal edemezdi. Devre arası geldiğinde 8 puan fark, yapılacak nokta transferlerle gemi limana çok rahat yanaşabilecekken, şu an kendi kendine geçilmesi gereken bir okyanus var Galatasaray’ın önünde. Kendi kendine diyorum çünkü Galatasaray’ın ne idari, ne sportif anlamda dümene geçip bu camiayı yönlendirecek, aklı selim açıklamalarla gündeme doğru yön verecek, sahada da bunun karşılığını gösterecek bir yöneticisi veya bir hocası yok. Çok üzülerek bu satırları yazıyorum ama maalesef gerçek bu. Bazen bazı ilişkiler kopar ve hiçbir şey eskisi gibi olmaz.
Ben sonrasında duyacağımız yönetim – teknik heyet – oyuncular üçgeni arasında bir sorun yaşandığını düşünüyorum. Maaş sorunu mudur, kavga mıdır, hedeflerde anlaşamamak mıdır inanın hiçbir bir fikrim yok ama bu toplu iflası ben gerekçelendiremedim. En büyük sorumluluk başkan ve yönetimindir ama Okan hoca da net bir şekilde sorumludur. Eğer saha dışından saha içine etki eden, bu akıl dışı kararların ve oynanan, hatta oynanmayan futbolun sebebi varsa bunu kamuoyu ile paylaşması gerekir. Yönetimi koruyorsa bunun hiçbir manası yok, çünkü sonunda yönetimle birlikte gider! Yok eğer yönetimden veya saha dışından etki eden bir faktörden bağımsız, Galatasaray’ın oyunu ve oyuncuların performansı buraya gerilediyse, o zaman da sezon sonu değişim olacak demektir… Çünkü iki yolun sonunda Galatasaray şampiyonluğu kaybedecektir. Zaten kaybetti de! Bir mucize olur camia, yönetim, teknik heyet ve oyuncular buradan döndürebilirse, belki sonrasını konuşabiliriz. O durumda bile ben hayırlı olanın Galatasaray’da bir paradigma değişimi yaşanması olduğunu düşünüyorum.
Özetle, birçok detay tartışabiliriz bu konuyla alakalı. Okan hoca yıprandı, Erden Timur önemliydi, takım rehavete girdi, transferler geç geldi, yanlıştı vs. vs. vs. Bunların hepsi bahane ve bunlar ikincilerin, kazanamayanların cümleler... Galatasaray hala çok avantajlı, 4 puan önde ve ikili averaja sahip. Ama bu avantaj kelimesi oyun ve kulüp olarak iyi durumda anlamını kazanan bir kelime. Kimse kusura bakmasın ama Galatasaray ne Alanya’yı ne de Antalya’yı yenebilecek durumda. Acı ama gerçek bu. Ondan sonra gelen iki maç ise Beşiktaş ve Samsun deplasmanları. Fenerbahçe’nin de zor maçları var ancak bu iş hava işidir, momentum işidir ve dün itibariyle artık direksiyonun başında havaya giren bir Fenerbahçe var. Nisan başında Fenerbahçe’yi lider görürsek kimse şaşırmasın. Böyle bir şey yaşanırsa, Galatasaray belki de sene başından beri bağıra çağıra gelen yönetim beceriksizliğinden, teknik heyet kibirinden ve oyuncu rehavetinden kurtulmuş olur.
‘’Dağ Fare Doğurdu‘’
Haftalardır konuşulan, beklenen derbi, hepimizin hayatından başıyla sonuyla 2 saat çaldı desek yalan olmaz. İki korkak hoca, gergin tribünler, hata yapmaktan korkan futbolcular… Futbol kalitesi çok düşük, mücadele ve fizik gücü de fena olmayan bir maç izledik. Aslında hafta başından beraberliği kendi açımdan garanti görüyordum ama bu kadar kısır futbolu kimse tahmin edemezdi. Ligin gerginliğinin geldiği boyut, kaybedenin çok zor duruma düşeceği maçta kısmen anlaşılabilir diyelim ve geçelim. Ama bu kadrolara, bu hocalara, bu statlara, taraftarlara bu futbol yakışmıyor. En önemli vitrin maçımızda, 5 kıtada, 100’den fazla ülkede bu maç yayınlanıyorken çok daha iyi bir ürün sunmamız gerekirdi. Olması gerekenlerden bahsettikten sonra gerçekte neler olduğuna bir göz atalım.
Okan Buruk yönetimindeki Galatasaray en aciz, en kötü derbi maçını oynadı. Galatasaray takımı evinde hiçbir derbiyi korner atmadan, rakip cezasına 7 kez girerek, 1 tane cılız isabetli şut ile bitiremez. Okan Buruk’un skandal maç sonu açıklamalarını da tamamen bunu örtmeye çalışmak ile bağdaştırıyorum. Avrupa rezaletinden sonra taraftarla barışma şansını çöpe attığın yetmiyormuş gibi, hakeme şu maçtan sonra bu kadar yüklenmek Okan Buruk’un içinde bulunduğu buhranı net bir şekilde gözler önüne seriyor. Hakem eleştirilerini adrenaline bağlasak bile, Mourinho ne kadar çirkin açıklamalar yapmış olursa olsun, basın toplantısında Galatasaray teknik direktörüne yakışmayan cümleler kurmamalı. Okan Buruk’un mental durumu aynı oyun gibi alarm veriyor.
Mourinho ise kazanmak için oynadık dedi fakat Fenerbahçe de maçın kendi açılarından önemine göre cesaret anlamında çok geride kaldı diye düşünüyorum. Talisca hariç yapılan her hamle temkinliydi. Talisca’yı da sahaya atmak için cesaret hapı almaya gerek yok. Djiku’nun korner pozisyonu ve Fred’in Abdülkerim’in hatasından doğan pozisyon hariç maçta heyecanlanacak hiçbir şey olmadı. Maçta kazanmaya yakın taraf tabi ki Fenerbahçe’ydi ve dün top biraz sevse belki olabilirdi. Ama Fenerbahçe’nin kazanmaya geldiğini ve öyle oynadığını kesinlikle düşünmüyorum.
Gelelim maç sonuna… Sonda söyleyeceğimi hemen söyleyeyim; Mourinho’nun ırkıçılık yaptığını düşünmüyorum. Fakat, önce stada orman demek, sonra da yedek kulübesi maymunlar gibi zıpladı demek dünyanın her yerinde çok büyük saygısızlık ve terbiyesizliktir. Böyle bir hadsizliğin geleceği sezon başından beri belliydi. Mourinho’nun sene başından beri yaptığı ve bugüne kadar gelen nezaketsizliklerine hiç ses çıkmadığı için bugün bu seviyesizlik yaşandı. Ama’sız karşısında durmak lazım. Her şeyin bir sınırı var.
Hakemin yabancı olması ise, maçın tek güzel yanıydı. Futbolcular tabiri caizse kediye dönmüş bir şekilde, müthiş bir saygıyla hakeme yaklaştılar. Maça tesir edecek hiçbir hata yapmadı, 5-6 tane tartışmalı faul kararı var ama o da olur. Dünkü maçı bir de Türk hakemlerinin yönettiğini gerçekten düşünemiyorum. Maalesef burada Mourinho’ya hak vermek durumundayım. Bunu Vincic’in yanında Kadir Sağlam’a söylemek yanlıştır, fakat maalesef fark çok net görüldü. Bundan sonra derbilerin ve düşme hattı için son 5 haftanın yabancı hakemler tarafından yönetilmesi şarttır, elzemdir, aksi adaletsizlik olur.
Son olarak maç sonu gördüğüm bir görüntü beni çok yaraladı. Maç sonunda orta sahanın çizgisine polis koridoru…Ne oldu bize? Nasıl bu hale geldik? Sınırlandırılması gereken hayvanlar mıyız biz? Maç sonunda sakin duramayacak vahşi yaratıklar mıyız? O görsel bir utanç tablosudur. Ülkenin sosyolojik ve psikolojik olarak geldiği durumu, futbolumuzun geldiği rezilliği daha net anlatan başka bir görsel daha bulamayız.
Okan Buruk maçtan sonra kendi yetersizliğini örtmek için hakeme, Mourinho maçtan sonra kendi cesaretsizliğini örtmek için Galatasaray teknik heyetine, Acun Ilıcalı Galatasaray’a, Eray Yazgan Mourinho’ya… Herkes birilerine sallıyor. Dönüp cesurca, sorumluluk alabilen çıkmadıkça devam eder durur bu tatava. Çünkü mevzu her zaman üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek….
‘’Gerçekleri Tarih Yazar(!)‘’
Kurumlar, kuruluşlar, markalar, STK’lar…Bunların hepsinin bir vizyonu vardır. Tüm çalışanların veya birlikte çalışılan partnerlerin ilgili kurumun vizyonuna uyması gerekir. Aksi takdirde hedefe giden yolda sapmalar, hatalar olur. Galatasaray’ın da vizyonu en başından net bir şekilde belirlenmiştir. “Maksadımız, İngilizler gibi toplu bir halde oynamak, bir renge ve bir isme malik olmak ve Türk olmayan takımları yenmektir” diyerek Ali Sami Yen rotayı çizmiştir. Buna taraftar da çoğu zaman ayak uydurmuştur. Uzun zaman sonra gelen şampiyonluklardan hemen sonra ya da herhangi bir şampiyonluktan sonra bile ilk olarak şu pankart açılır; “Yetmez bize bir kupa, şimdi hedef Avrupa diye”. Bu vizyona uyum sağlayan futbolcular da gelmiştir, hocalar da gelmiştir. Artık Okan Buruk’un da bu minvalde değerlendirilmesi gerekmektedir. Üzülerek de olsa söylemeliyiz ki, gerçekleri tarih yazar, tarihi de Galatasaray kelimelerine sahip marşı olan camianın 2 senedir Avrupa’da yazdığı tarih şu; çok iyi oynanan ve kaybedilen iki tane Bayern maçı, bir tane Manchester United deplasman galibiyeti, bu sene de üç tane sadece Rams Park’ta kazanılan Avrupa Ligi maçı...
Ligde yapılanlar çok değerlidir, ancak bu sadece lokal başarıya odaklanan bir camia için yeterli olabilir. Dönem dönem yazdığım gereklilik ve yeterlilik meselesine geliyor konu. Galatasaray’da ligde başarı gereklidir ama yeterli değildir. Bu sene Galatasaray şampiyon olursa, yine gözünü hemen Avrupa’ya çevirecektir. Okan Buruk’un bir sene daha Avrupa’da işleri rayına sokma kredisi var mıdır, bence vardır ama önce 24 Şubat Pazartesi günü Fenerbahçe maçından sağlam çıkıp, ligi kazanmak zorunda. Ayrıca yine belirtmek gerekir ki, tüm bu Avrupa rezaletinden en az yönetim de Okan Buruk kadar sorumludur. Dün sahaya çıkan ve yedekte bekleyen kadro kalitesinde herkesin payı var. Özetle kötü oyunlarla, bol bol bahane üretilerek, deplasmanda kaybolarak, Avrupa’nın en kolay fikstürüne sahip bir şekilde Şubat bitmeden AZ Alkmaar’a 180 dakikada ezilerek elendi Galatasaray. Toplam skor 15-3 olabilirdi. Bu seneki Avrupa maçlarına baktığımda tek teselli Galatasaray’ın Young Boys’a elenmesi diyebilirim! Şampiyonlar Ligi fikstüründe ne skorlar olurdu hayal bile etmek istemiyorum. Yönetim ve Okan Buruk’un önünde önce bir 90 dakika sonra da limana yanaştırılması gereken bir sezon ve alınması şart olan 5.yıldız var. Yapabilirlerse seneye son bir Avrupa kredisi açılır, yoksa nasıl ki markalar, kurumlar vizyonuyla örtüşmeyen çalışanlarıyla ne olursa olsun yollarını ayırıyorlarsa, benzer bir senaryo, yönetimi ve Okan Buruk’u bekliyor…
Yol Açık!
Sene başında Avrupa Ligi fikstürleri çekildiğinde Mart ayında kim Avrupa maçı oynar diye sorulsaydı, kimse ‘Fenerbahçe’ demezdi diye düşünüyorum. Hem hedef olarak ligin önceliklendirilmesi hem de fikstür olarak Fenerbahçe’nin Avrupa’da devam etmeyeceği veya edemeyeceği kesin gibiydi. Şimdi ise, ülkenin tek temsilcisi olarak, hem de yolu açık bir şekilde devam ediyor. Bugünkü kurada gelebilecek Rangers’ı veya Olympiakos’u da eleyecek gücü var Fenerbahçe’nin ve aynı geçen sene gibi çeyrek finale çıktıktan sonra artık sonunun neresi olacağını bilemezsiniz. Geçen sene bence finali ve hatta kupayı kaçıran Fenerbahçe bu sene sonuna kadar zorlamalı ve bu maçlara önem vermeli. Hepimizin hatırladığı gibi, lig için Avrupa çeyrek final maçında rotasyon yapan İsmail Kartal sene sonu 99 puan toplasa da herkesin ağzında kötü bir tat bırakmıştı. Fenerbahçe’yi yine benzer bir şekilde zor bir karar bekliyor. Hem ligi hem Avrupa’yı birlikte yürütebilirse ne ala, ancak naçizane görüşüm Pazartesi günü istediği sonuçla ayrılamazsa Rams Park’tan, hedef net bir şekilde Avrupa’da yarı final ya da final olmalı. Sonuç odaklı oyunu ve buralarda çok bulunmasından sebep, Mourinho ile bunu hayal etmek mümkün diye düşünüyorum.
‘’Baskının Terazisi Değişti‘’
Haftalardır Galatasaray’ın oyununun iyi olmadığını, ligin kalitesi sebepli yoluna bir şekilde devam ettiğini konuştuk, herkes konuştu, yazdı çizdi. Görünen köy kılavuz istemez de görünen köyün de bu kadar kötü olacağını kimse tahmin edemezdi bence. Eksikler, sakatlar, cezalılar ama ne olursa olsun teslim olan bir Galatasaray takımı hiçbir şekilde açıklanamaz, açıklanmamalı. Takımın ana damarları diyeceğiz Osimhen, Torreira, Sanchez yok, Yunus ve Jakobs sakat. Yazın geçen başarısız transfer dönemi sebepli Ahmet Kutucu, Lemina ve Frankowski yazamıyorsun. Zaten geç gelenler de oldu. Bunların hiçbiri Galatasaray’ın ilk yarı çok sert bir şekilde sürplase olmasına, ikinci yarıda da 10 kişi kalınca tamamen beyaz bayrağı çekmesine neden olmamalı. Galatasaray’ın ve Okan Buruk’un en önemli eksiği de konjonktüre göre, eksikliklere göre hiçbir zaman idare etmek istememesi. Herhangi bir maçı, hedefe yönelik, spesifik bir taktikle, pragmatik yaklaşımla oynamaması. Bunu göreve geldiği ilk senesinde yapıyordu Okan hoca ama uzun süredir yaklaşımını değiştirmiyor. Bu artık zarar vermeye başladı. Dünkü eksik kadroyla çirkin bir futbol akşamı yaşatıp en fazla 1 farkla mağlubiyetle ya da belki şansın yardımıyla beraberliği alıp dönebilirdi.
Bir maç sonuç uğruna inandığın futbol doğrularını uygulamamak, momentumu değiştirip, sezonun yönünü etkileyen bir maç oldu diyebiliriz. Hatay beraberliği ile hafif sarsılan momentum, bu maç ile beraber iyice yön değiştirmeye başladı. Rize deplasmanında alınabilecek olası bir beraberlik, Fenerbahçe maçının havasını Galatasaray için mental anlamda bir cehenneme çevirebilir. Fenerbahçe’nin hala çok iyi futbol oynamasa da “pragmatik” sonuçlar ve oyunlarla çok ivme kazanmış şekilde geliyor. Fenerbahçe artık aynaya bakıyor ve orada morali çok yerinde, disiplini yerinde bir takım görüyor. Disiplin demişken, eğer bir takım Avrupa’da play-off maçından 3 gün önce bir doğum günü partisinde eğlenmeyi biliyorsa, çıkıp sonrasında koşmayı, mücadele etmeyi de bilecek. Eğer bunu yapamıyorsan, eleştirileri de alacaksın, kimse kusura bakmasın! Öyle ya da böyle bundan 1-1,5 ay önce zorda ve baskıda olan taraf Fenerbahçe ve Mourinho iken, şu an Galatasaray ve Okan Buruk. Çünkü Avrupa’da iki sene üst üste çok benzer elenmeler soru işaretlerini ister istemez arttırır. Türkiye’de her zaman kendini yeniden kanıtlamak zorundasın. Maalesef burası böyle, buranın acımasızlığını anlamak ve katılmamakla beraber, Avrupa’da 2 senedir yaşananlar bütün olarak bakıldığında endişeye sebep veriyor. Burada ilk sorumluluk tartışmasız Okan Buruk’ta ama yönetimin de kadro planlaması olarak net payı var diyebiliriz. Oyuncular da bu kadar ruhsuz oynayamaz, sorun her ne olursa olsun. Şimdi Galatasaray’ın önünde bence iki maç kaldı. AZ Alkmaar ikinci maçını formalite olarak gördüğümden, şunu net söyleyebilirim ki Rizespor ve Fenerbahçe maçlarını kazanıp ligi rahatlatıp sezon sonu kolayca ipi göğüslemek dışında bir seçenek kalmadı. Rizespor ya da Fenerbahçe maçlarında yapılacak bir puan kaybı sezonun Fenerbahçe’ye doğru kayması demek… Zaten Rams Park’ta derbiyi kaybedersen, lig kupasını rakibine vermiş olursun. Okan Buruk’un ilk senesindeki Beşiktaş – Başakşehir sekansına çok benzetiyorum bu iki haftayı… 2’de 2 yaparsa başka bir sezon sonu yaşanır, aksi taktirde hiç istemesem de, uzun seneler Okan Buruk’un kalması gerektiğini düşünsem de bu Avrupa karnesiyle, Galatasaray’da kalabilmesi için her sene şampiyon olması gerekiyor maalesef.
Fenerbahçe Tam Gaz!
90’ların, 2000’lerin klasik manşetlerinden bir tanesini yazmak istedim Fenerbahçe için. Tam olarak araba ısındı, motor gayet iyi çalışıyor. Engeller bir bir aşılıyor ve taraftar, takım, hoca, yönetim ve camia birleşiyor. Şu an yukarıda da dediğim gibi Fenerbahçe aynadan gözüküyor. İyi futbol oynadığını hala düşünmüyorum ama havası, enerjisi çok pozitif ve tüm transferlerden değerli olan olumluya değişim yaşanıyor gibi. Eskiden bu zamanlarda Fenerbahçe sahanın dışına çıkardı, şimdi öyle ya da böyle rakibi saha dışına çıkmış gözüküyor. Derbiye kaç puan farkla çıkılacak çok fark edecek ama şu an gözüken derbide olası bir Fenerbahçe galibiyeti mental olarak uzak değil, takım motive ve kenetlenmiş durumda. Şunu da kabul etmek lazım ki, aynı geçen sene olduğu gibi, Avrupa’da yolu daha rahat olan Fenerbahçe, ülke puanı için tek tesellimiz ve umudumuz.
‘’Adım Adım Kreşendoya‘’
Mutlaka bu kelimeyi daha önce duymuşsunuzdur. Türk Dil Kurumu sözlüğünde kreşendonun karşılıkları şu şekilde;
- 1. isim, müzik: Porte altında bulunan ve müzik parçası çalınırken sesin hafiften kuvvetliye doğru gideceğini belirten işaret.
- 2. isim, tiyatro: Tiradı daha etkili oynayabilmek için sesin her cümlede veya kelimede daha yüksek şekilde söylenmesi.
- 3. isim, mecaz: Olayların gittikçe büyümesi, daha çok ses getirmesi.
Günlük hayat kullanımında daha önce duyduysanız; bahsedilen konunun, diyaloğun, olayın zirve anına gittiğimizi anladığınız ya da işlerin büyüdüğünü ve büyüyeceğini fark ettiğiniz an duymuş olabilirsiniz. Ben açıkcası geçen sene yaşanan; maçtan çekilme, Trabzon-Fener maçı ve Halil Umut Meler’e yapılan çirkin saldırının, kreşendo anları olduğunu ve o noktadan itibaren her şeyin biraz daha sakinleyeceğini düşünmüştüm. Nitekim yabancı VAR hakemi ile ligin sonu sakin ve gerilim nispeten azalmış bir şekilde tamamlandı. Bu senenin belki de en büyük sıkıntılarından biri yabancı VAR ile başlamamak oldu diyeceğim, ancak dünkü maçın elementlerinden biri yabancı VAR. O zaman sorun yabancı VAR’ın gelmesi, gelmemesi değil. Sorun ne bir bakalım. Dün olan normal bir şey değildi. En ince ayrıntısına kadar ne olduğunu anlamamız şart.
Konuya kısmen bir giriş yaptıktan sonra, dün ile ilgili en çok üzüldüğüm konu, 12 yıl boyunca lisanslı takım sporu yapmış biri olarak söylüyorum, sahadan ne olursa olsun çekilme kararını almak. Oraya gelen, bilet almış, ürün almış, vaktini vermiş taraftar başta olmak üzere, hazırlanan oyunculara, o stadı o gün hazırlayan ekibe, takip etmek için gelen medya mensuplarına, fotoğrafçılara, hayali bir gün o statta oynamak olan top toplayıcı çocuklara, daha da saymaya devam edebilirim, herkese çok büyük saygısızlık ve ayıp. Şimdi bunu ama’sız, fakat’sız söylemeyen kimse samimi değildir, ajandası vardır, bir amacı vardır. Gelelim maçın içine… Mertens’in pozisyonu penaltı değil, Semih Mertens’e koşu yolundayken hamle yapıyor ama bildiğiniz takıyor ayağını Mertens. Futbolda penaltı almak, faul almak diye bir şey vardır. Mertens de oyun tarzı olarak bunu kovalayan biri. Bunu yine denedi, ancak olmadı ve penaltı verilmemeliydi. Ama bu ne Mertens’i seviye olarak düşürür ne de penaltı veren hakemin fahiş hata yaptığını ifade eder. Çünkü futbolda bunlar var, Arda Güler’in meşhur Beşiktaş maçı pozisyonu ilk aklıma gelen, daha çok sayabiliriz bu seneden, geçen seneden. Fenerbahçe, Beşiktaş, Trabzonspor’dan, diğer takımlardan, bunları yapanlar var. Burak Yılmaz’a Beşiktaş taraftarı hırsız diye tezahürat yapıp, sonra bağrına bastı. Bu onu, Türk futbolunun gelmiş geçmiş en büyük 3-4 forvetinden biri olmaktan alıkoymaz. O da penaltıyı, faulü almaya çalışırdı. Konuşmak bile manasız. O yüzden Mertens üzerinden yapılanın bir algı çalışması olduğu çok belli. Hakem ise, o pozisyona penaltı verebilir. Anlık, Semih’in temas etmediğini, Mertens’in kendi ayağını taktığı görmek zor. Peki o zaman burada ana sorumlu kim, yabancı VAR. Şimdi burada bir yerde durmak ve şunu fark etmek zorundayız; bu konuştuklarımız yanlış verilmiş bir penaltı pozisyonunu açıklıyor, maçtan çekilmeyi değil…
Sorun tam burada. Ne hakemler, ne yabancı VAR, ne de başka bir şey. Sorun bizim artık yapılan hiçbir şeye güvenmememiz, inanmamamız. Ne maçtan çekilenler bunun gerçekten bir hata olduğunu düşünüyor, ne de maçtan çekilenler hakkında Galatasaray’lıların başını çektiği kesim, bunun masum ve anlık bir şey olduğuna inanıyor. Bu zihniyetimizi değiştirmediğimiz sürece kralını getirelim yine böyle şeyler yaşayacağız. Dün Murat Sancak Danimarka’lı VAR da yapının parçası dedi. Bu cümle kurulduktan sonra kimi getirseniz getirin ne fayda edebilir. Şubat ayının başında bu hadiseyi yaşadıysak, Mart-Nisan-Mayıs ne bekliyor bizi merakla bekliyorum. Ezcümle, ne olursa olsun Adana Demirspor sahadan çekilmemeliydi. Türkiye’de fahiş VAR hatası ya da orta hakemin görmediği net pozisyon ilk kez olmuyor. Atlanan, verilen, verilmeyen birçok penaltı, kart var bu ligde. Sırf bu sene birçok takımın birçok takıma hakkımız yendi diye gösterebileceği bir ton görüntü var. Hakemler kötü, yerine çağırdığımız yabancı VAR da kötü, eğer yerine çağıracağımız yabancı orta hakem de kötü çıkarsa, bu kaosu kimse toparlayamaz benden söylemesi.
Eğer derdimiz bağcıyı dövmek değil, üzüm yemek ise, naçizane bir önerim var.
Bu sezonu tüm maçlara yabancı orta hakem ve yabancı VAR ile bitirelim. Bu olmazsa olmaz artık. Sene bittiği an, önümüzdeki 3 yıl boyunca hakemlik reformu adı altında bir proje yapalım, açıklayalım. 3 sene boyunca tüm maçlar yine yabancı orta hakem ve yabancı VAR ile yönetilsin. Bu sırada, daha önce belli bir seviyede futbol oynamış, çim zeminin kokusunu almış, toprağını yutmuş 60 tane genç arkadaş belirleyelim. Bunları 3 sene boyunca yurtdışında, yurtiçinde eğitelim. Her şeyin zamanı belli ve net olsun. 3 sene sonunda da tüm bu genç arkadaşlarla hakemlik müessesinin itibarını geri teslim edelim.
Maliyetli bir operasyon ama Türkiye’de bu kadar büyük futbol pazarı, dönen devasa paralar, sporcu sayısı vs. gibi faktörlere baktığımızda, bu paranın harcanmaması yanlış olur. Bu işi düzeltmemiz ve bir an önce yapmamız şart. Hayırlı bir yere gitmiyor, geçen seneki olaylara şükreder hale gelmeyelim…
He bir de yönetemeyen de bir zahmet yönetebilecek kişilere bıraksın…Ülkede birileri çıkıp sorumluluk alsın, bari futbolda bunu yapın…