‘’Neden Olmasın?‘’
Futbolda her hafta bir maç olmasına, rakip takımların karşılıklı maç yapmasına çok uzun zamandır alışığız. Artık bu yeteri kadar tat vermemeye başladı, o yüzden buradan bir öneri ve çağrı yapmak istiyorum. Çok eskiden, PAF takımları hayattayken, lav edilmemişken, o hafta maç yapan takımların PAF takımları da aynı hafta birbirleriyle oynardı. Bu düzeni geri getirelim ama bu sefer PAF takımları değil, yöneticiler birbirleriyle diyalog mücadelesine girsin. Sezonun ilk yarısı birinin ofisinde, ikinci yarısı da diğerinin ofisinde bir tartışma programı yayınlansın. Bunun futbolumuzun marka değerine çok ciddi katkısı olacağı gibi, yayın paketleri satılarak ekstra gelir kaynağı da yaratılabilir. Hatta baktık sistem oturdu, kim haklı kim haksız diye seyircilerden telefonla SMS istenip, o gecenin tartışmasını kazanana yarım puan ya da bir puan verilebilir. Bu öneriyi tüm samimiyetimle Türk futboluna sunarken, gerçekten neden olmasın diyorum. Hem bu durumda düzensiz bir şekilde sürekli ekrana çıkıp konuşan yöneticiler sebepli, kanalların normal yayın akışları da sekteye uğramaz, hem de bu kavgadan, atışmadan faydalanan medyanın da malzemesi artar. Zamanla reyting olarak diğer maçların önüne geçeceği, belki de 3 puanlı sistemi direkt buna uygulamaya başlarız. Bence bir düşünün…
Manevra Doğru Ancak Geç!
Naçizane olması gereken oldu ve Beşiktaş seçime gitme kararı aldı. Eleştirilerin odağında yer alan Hüseyin Yücel ve yönetimi, demokrasiye ve seçim sisteminin tabiatına uygun bir şekilde, herkesin içine sinen bir seçim kararı aldı diye düşünüyorum. Bu kararı çok daha erken duyurmalılardı ve özellikle Mayıs’a kadar mevcut yönetim ile devam açıklamasını yapmamak gerekirdi diye düşünüyorum. Sonuç olarak, eşyanın tabiatına uygun bir şekilde seçilmiş başkan, bıraktığı durumda Beşiktaş seçime gidiyor. Kim seçilir bilmem ama Beşiktaş’ın ya da diğer kulüplerimizin artık sürdürülebilir yönetim yapılarına geçmesi gerekiyor. Bu cümleden kulüplerin satılması anlamı çıkabilir, tek yöntem bu olmasa da başka bir çare yoksa bu artık konuşulmalıdır. Yaptıkları borçlardan ve yanlışlardan sorumlu olmayan herhangi bir anlayışın sürdürülebilir olma şansı yoktur. Günümüz dünyasında rekabet tavan yapmışken ve ülkemizde her şey ekonomik anlamda çok zor durumdayken, tüm seçenekler tüm kulüplerimiz için masada olmalıdır, olabilmelidir. Camialar gerisine karar verecektir, ancak ihtimallerin önü açılmalıdır diye düşünüyorum.
Kısa Kısa…
-> NBA en rekabetçi yıllarından birini yaşıyor. Yürüyedur Alperen Şengün.
-> Premier Lig’de Arne Slot ve Liverpool fırtınasına Newcastle dur dedi.
-> Şampiyonlar Ligi’nin yeni formatı, rekabeti arttırmış gibi. Real, PSG, Bayern, Juventus, Atletico Madrid, Milan, Manchester City gibi devler ilk 8’in dışında.
-> Formula 1’de Verstappen dominasyonu tüm hızıyla devam ediyor.
-> Lig takımı 52 Ordu, ligimizin en flaş ekibi Samsunpor’u eledi.
‘’Yeterli, Gerekli, Dertli‘’
Dün oynanan Avrupa maçlarından sonra 3 büyük takımımız için durumlar az çok şekillenmeye başladı. Bir takımımız yeterli, bir takımımız gerekli, bir takımımız da dertli sonuçlara imza attılar.
Turnuva başındaki kura şansı ile hedefini ilk 8’e koyan Galatasaray ilk yarı bittiğinde skorun beraber olduğuna sevinirken, ikinci yarı bittiğinde ise üzülür hale geldi. Olası bir galibiyet neredeyse ilk 8’i büyük oranda garantilemek gibi gözükse de, AZ deplasmanından alınan bir beraberlik fazlasıyla yeterli. Malmö deplasmanından ve Kiev maçından alınacak 3 puanlarla, Galatasaray son Ajax maçına sıralama belirlemek için Amsterdam’a uçabilir. İlk 8’e girmenin ülke puanı kat sayısı, ekonomik gelir ve sonraki turlar için çok büyük avantaj sağlayacağını düşünürsek, hele de bir tur az oynamayı da hesaba katarsak, Galatasaray’ın Sivas maçını mutlaka ikinci plana atması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü Malmö maçı kazanıldığında, iç sahadaki Kiev maçı ilk 8 garantileme maçına dönüşecektir.
Dün akşamın en zorlu maçı tartışmasız Fenerin maçıydı. Slavia Prag çok iyi yapılanmış ve sürdürülebilir futbol ekosisteminin en güzel örneklerinden birini sergiliyor. Müthiş taraftarı ve gelecek vaad eden birçok oyuncusuyla yine tüm kulüplerimizin örnek alması gereken bir kulüp. Fenerbahçe ise Avrupa Ligi’nde en zor kurayı çeken takımımız olarak, turnuvada başını tekrar kaldırması için Prag deplasmanından 3 puan alması gerekliydi. Galatasaray’a benzer ilk yarıda 2-3 farklı geriye düşebilecek konumdan, maçı kazanan konuma gelmesi çok değerliydi. Turnuvadaki iddiasının yanı sıra, mental anlamda da önemli bir maçtı Fenerbahçe için, bu kadar eksikle geldiği Prag deplasmanından, öyle ya da böyle, 3 puan ile dönmek sezonun geri kalanına da çok olumlu tesir edecektir. Fenerbahçe artık Bilbao’yu yendiği takdirde ilk 8 adayı olacaktır.
Son 2-3 gündür kulüp içinde yönetimsel krizlerle boğuşan Beşiktaş, normalde iç sahada oynaması gerektiği maçı çok anlamsız bir şekilde deplasman tadında oynamak zorunda kaldı. Bu sürecin detaylarına girmeyeceğim, burası siyasi bir mecra değil ancak çok kısa belirtmem gerekir ki, bu maçı Macaristan’da oynamayı kim kabul etti, kim teklif etti, inanın bende net bir bilgi ve kesinlik yok. Naçizane görüşüm, Beşiktaş hakkı olan bir iç saha maçını, deplasman gibi Macaristan’da oynuyorsa, bence hem kamu diplomasisi, hem de spor diplomasisi bu anlamda başarısız olmuştur. Maça gelecek olursak, aslında çok fazla söylenecek bir şey yok, her anlamda dertli bir yönetim, takım ve hoca var. Beşiktaş Lyon’u yenip üzerine Malmö’yü de yendiğinde, gelecek adına Fenerbahçe’den çok fazla umudu vardı, şimdi işler tam tersine döndü. Umarım alınması gereken ne karar varsa bir an önce alınır ve Beşiktaş Avrupa Ligi’nde playoff oynar.
‘’Şaka …. Oluyordu!‘’
Milli maç dönüşlerinde genel olarak sorun yaşayan Galatasaray, belli ki çok ciddiye almadığı ve açıkcası hocasından oyuncusuna iyi hazırlanmadığı bir maçta, az kalsın 10 kişi kalan rakibine acayip goller kaçırmasına rağmen 1 puanı Bodrum’da bırakıyordu. Halbuki yaklaşık 1 saat önce, ligdeki en yakın ve en tehditkar rakibi Fenerbahçe de tam tersi, hocasıyla ve oyuncusuyla ligi çok daha ciddiye alarak oynamaya başladığını gösteren bir performans sergilemişti. Oğuz Aydın ve Mert Hakan Yandaş’ı kazanan, Kostic ağırlığını net hissettiğimiz Fenerbahçe, Galatasaray’a da mesajı gönderdi. Hakem konusuna hiç girmeyeceğim çok yanlış kararlar var, ancak maçı izlediğim kadarıyla Fenerbahçe maçı ne olursa olsun kazanırdı diye düşünüyorum. Tabi ki bu hakem performansının kabul edilebilir olduğunu ya da konuşulmaması gerektiğini ortaya koymaz, hep söylediğim ve buradan yazdığım gibi, Türkiye’de belli bir takımı kollayan hakemler yok, çok kötü hakemler var ve yetersizler. Konunun bundan ibaret olduğunu gördüğümüz bir hafta oldu diye düşünüyorum.
Tekrar Galatasaray’a dönecek olursak; bence dün çok gol kaçırsa da, kazanmak için yeterli pozisyonu elde etmiş olsa da, gole kadar 0.11 xG’si olan ve Gökdeniz’in topu direkten dönmese bugün bambaşka bir havada olabilecek Galatasaray, dünkü şımarıklığından ötürü puan kaybetmeyi naçizane hak etmişti. Şans bu sefer onlardan yana, ancak ne olursa olsun ligde kırılmadık rekor bırakmayan Okan Buruk’u 12 haftada aldığı 34 puandan dolayı kutlamak gerekir. Her maç aynı iştah ve tempo tabi ki zor ama bence dün Galatasaray’ın esas sorunu şımarıklık ve bencillikti. Hocanın maç sonu açıklamalarında bunu net bir şekilde söylemesi de sevindirici, tabi yine rüzgar, çim uzunluğu vs. bence yakışmadı. Ancak son haftalarda maç sonu ve öncesi açıklamalarında çok toparladı Okan Buruk, o yüzden diyecek bir şey yok. Bir minik eleştiri de çok iyi mücadele eden Bodrumspor’un hocası Volkan Demirel’e.
Volkan hoca bu kadar iyi mücadeleye puan alamadığı için çok üzülmüş olacak ki, dün maçtan sonra akla mantığa sığmayacak, 14’e 10 oynadık gibi açıklamalarda bulundu. Maçın adrenalinine vererek, Volkan hocadan daha gerçekci değerlendirmeler beklediğimizi, bu geçreklikten uzak değerlendirmelerin kimseye yaramadığını hatırlatmak isterim. Özetle dün iki takım da kolay kolay yenilmeyeceğini lige bir kez daha göstermiş oldular, puan kaybedebilirler ama zor yenilecekleri çok aşikar. Beşiktaş bugün, geçen seneden farklı olarak uzaktan da olsa yukarıya eşlik edip edemeyeceğinin maçına çıkıyor. Ligin en zorlu takımlarından birine karşı milli ara dönüşü bence kırılma maçı diyebileceğimiz bir maça çıkıyor. Zevkle takip edilecek maçlardan biri olacağı kesin. Beşiktaş için kader haftası diyebiliriz.
Osimhen Meselesi…
Bir iletişimci olarak, Galatasaray’ın Osimhen’e ödeceği parayı kat be kat fazla reklam değeri olarak geri alacağını söylemek çok da zor değil. Ancak reklam değeri ve itibar karın doyurmuyor. Galatasaray eğer bonservisini alabiliyorsa 66 milyon euro + yıllık maaşı (yaklaşık 15 civarı olacaktır) Osimhen’e yatırmalı mı, çok zor bir soru. Her sene, en az bir kere “oyuncuların maaş alacakları ödendi” gibi haberlere maruz kalan ya da daha yeni tesislerini zamanında bitiremeyen, kendi basketbol salonunu senelerdir yapamayan bir kulübün Osimhen’e böyle bir yatırım yapması ne kadar mantıklı emin değilim. Bununla ilgili bir söz var aslında, biz sadece başını yazalım, ayranın yok içmeye…
‘’Viraj‘’
28 Ekim sabahı Galatasaray’ın önünde milli ara öncesi üç tane çok kritik maç vardı. Biri ligdeki direkt rakiplerinden biri Beşiktaş, diğeri Avrupa Ligi’nin en ciddi favorisi Tottenham, bir diğeri de bu sene ligin sürprizlerinden ve en iyi top oynayan takımlarından biri Samsun. Galatasaray ve Okan Buruk bu kritik virajı kusursuza yakın bir şekilde döndü. Bu arada Tottenham maçında oynanan oyuna değinmeden geçmek çok büyük ayıp olur. Bilincim yerinde olduğundan beri gördüğüm en net Türk takımı Avrupa maç performanslarına girer. Bu oyun bana 99-00 sezonu Galatasaray’ı, Zico döneminin Fenerbahçe’sini, Şenol Güneş ile namağlup gruptan çıkan Beşiktaş’ı hatırlattı. Hepsi bir hikayeye bağlandı, bu sene de Galatasaray’a Avrupa’da bir hikaye yakışacak gibi, kura ve sakatlıklardan yana şansı olursa neden olmasın en kötü bir yarı final… Sakatlıklar demişken, bu virajda çok sıkıcı bir olay geldi Galatasaray’ın başına, o da İcardi’nin sakatlığı… Osimhen’in varlığı sebepli henüz tam anlaşılmasa da çok büyük hasar aldı Galatasaray. Bir sonraki virajlarda, İcardi’nin yokluğunun problem yaratacağını hep birlikte göreceğiz. Milli ara öncesi başka virajlarda olan Fenerbahçe’ye gelirsek, Avrupa dışında gayet iyi döndü diyebiliriz. Şahane bir Trabzon deplasman galibiyeti, iyi bir oyunla kazanılan Sivasspor ve Bodrumspor maçlarıyla ligde takibini sürdürüyor. Fakat Avrupa’daki AZ maçı herkesin tadını kaçırdı, kaçırmalı da. Çok ciddi eksikleri olan AZ’yi Fenerbahçe’nin ne olursa olsun yenmesi gerekiyordu. Tabi futbol anlar oyunu, ilk yarıda girilen net pozisyonlardan birini gole çevirebilseydi Fenerbahçe, bu virajı şahane dönmüş olacaklardı. Beşiktaş ise tam tersi Avrupa virajını iyi alıp, ligde biraz geride kalmış durumdalar. Lige iyi başladıktan sonra böyle form düşüşleri olur, karalar bağlamadan aynen devam etmeleri lazım diye düşünüyorum. Daha lig uzun, çok su akar ve akacaktır. Umarım üç takımımızı bahar aylarında Avrupa maçına çıkarken buradan yazma ve değerlendirme fırsatımız olur. Tabi Başakşehir de devam edebilirse ne mutlu, onlar da bir Danimarka destanı yazıyordu ancak maalesef olmadı. Biten bir şey yok ancak işleri pek kolay değil.
Saha içi çok güzel gelsenize…
Dün üç tane büyük maç oynandı. Maalesef yine saha içinden çok saha dışı malzemeler verildi kamuoyuna. Kime ne yarar sağladığını anlamadığım bu alışkanlık, çok değer verdiklerini söyledikleri Türk futboluna o kadar çok zarar veriyor ki. Bunu tek bir kulüp veya yönetici için söylemiyorum. İsim vermeyeceğim çünkü hiçbir yararı yok ama üç takım da benzer davranışları tercih ediyorlar. Kaldı ki ortada kazan kaldıracak, yıkıp yıkacak bir durum da yok. Henüz 12. Hafta oynandı, 12… Ne olacak 28’de, 32’de…Yürüyüşler mi düzenleyecek, maça mı çıkmayacaksınız? Yıldızlardan oluşan takımlarımız, şahane statlarımız, maalesef kötü zeminlerimiz ve hakemlerimiz var. Biz hep bardağın boş tarafındayız. İşimize geldiği için hep bardağın boş kısmını anlatıyoruz, biraz da dolu kısmın tadını çıkarıp, futbol susuzluğumuzu gidermek aklımıza hiç gelmiyor. Son olarak gerçek yapının ne olduğunu merak ediyorsanız, topun oyunda kalma sürelerine bakmanız yeterli. Derdimiz bağcıyı dövmek olduğu için, kimse üzüme bakmıyor maalesef…
‘’Çare Maalesef Tek‘’
Türkiye’de birçok sorun ya da belirsizlikte olduğu gibi, hakem meselelerinde toplumsal bir mutabakatımız olmadığı için huzurlu bir hafta geçirmemiz pek mümkün olmuyor. Bir kesim hakemlerimizin kalitesiz ve yetersiz olduğunu tek neden olarak gösterirken, bir kesim hakemlerin bir takımı şampiyon yapmak istediğini iddia ediyor. Bir kesim de hakemlerimizin tamamen bahis üzerine kararlar verdiğini ve buna göre pozisyon aldıklarını söylüyor. Bu sebepleri arttırabiliriz ama çoğunlukla duyduklarım bunlar. Hakem camiası kamuoyu ile hiçbir zaman iletişim kurmadığı için bu argümanlar hep asimetrik şekilde yaşanıyor. Herhangi bir etki-tepki durumu da söz konusu değil. Ben hep ilk argümanda duruyorum ve düşünüyorum. Diğer ihtimallere inanan bir kişinin ligimizi izlemesini çok anlamsız buluyorum.
En son 3 sene üst üste şampiyonun 1999 yılında gerçekleştiğini ve son hafta Bursaspor’un, Beşiktaş’ın, Galatasaray’ın, Fenerbahçe’nin ilan ettiği şampiyonlukları düşünürsek bir takımın şampiyon yapılmaya çalışılması çok manasız bir argüman. Bahis konusunu bilemem, bunun açıklamasını istatistiklerle yapamam, böyle iddiaları araştırma ve netleştirme makamı devletin savcılarıdır.
Özetle, naçizane hakemlerimizin yetersiz olduğu ortada. Ülkede hakemler nezdinde oluşan güvensizlik de ortada. Bu konuyu özellikle geçtiğimiz sezon “hata” kavramı üzerinden yazmıştım. Güya bizde hakemler hata yapmıyor, hep bir art niyet olduğu düşünülüyor. Art niyetli olanlar vardır belki, bunu bilemem ama çoğunluğunun yetersizliğinden hata yaptığı da bence aşikar. Kötü hakemlerimiz var, maalesef. Bu durumu, şu an palyatif çözümlerle huzura kavuşturamayacağımız da kesin. Kaldı ki şu ortamda iyi bir hakem çıkarma şansımız çok düşük. O yüzden maalesef, hakemlik müessesinde devrim ve yetiştirme ortamı sağlayacak sürenin tespit edilip, o sürede yabancı hakemlerle idare etmek dışında şansımız yok gibi gözüküyor. Bunun tek çıkış yolu olduğu da geçen seneden güpegündüz ortada. Geçen sene yabancı VAR hakemi geldikten sonra tartışmalar bir anda kesildi, herkes verilen kararlara saygı duydu (en azından çoğunluk) ve belki de büyük gerginliklerin önüne geçildi. Orta hakem bulunamıyorsa, en azından uzunca bir süre yabancı VAR hakemi ile devam etmemiz gerekiyor, çünkü bu hakem konusu iyiye gitmiyor. Tansiyon ülkemizde zaten kendiliğinden yüksek bir de bunun üzerine barut fıçısı haline gelen ülke futbolu, yöneticiler, antrenörler ve futbolcular da eklenince risk her geçen gün artıyor. Toplum olarak bu konuda duvara çarpmamız bence an meselesi ve bir an önce buraya müdahale edilmesi gerekiyor. Zaten bir gıdım olan özeleştiri kültürümüzü de böyle yok ediyoruz ve hep saha dışına çıkmaya çalışıyoruz. Sonra yabancı takımlar gelip, saha içinde bize dersimizi veriyor. Dönemsel küçük başarılar ve iyi geçen birkaç maç, yanıltıcı oluyor. Bir yol daha var tabi… O da hakemlerimizin kendilerini ifade etmesi ve her maç sonu pozisyonları neden öyle yorumladıklarını anlatmaları. Bunun olabileceğini hiç sanmıyorum o yüzden başlıkta da dediğim gibi maalesef çare tek…
‘’En Büyük Bayramdır…‘’
Sahip çıkmamız gereken belki de tek ve en büyük değer Cumhuriyet’in, 101. Yılı kutlu olsun! Önce, Cumhuriyet kurulacak bir vatanın savunulmasında payı ve emeği olan başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm silah arkadaşlarını ve vatan savunmasında mücadelen herkesi rahmetle anıyorum. Sonrasında, en insani ve doğru yönetim biçimi olan Cumhuriyet’i bu millete armağan eden Atatürk’ü tekrar sevgiyle, minnetle bir kez daha anmak istiyorum. Şu an içinde bulunduğumuz coğrafyada ve karmaşıklıkta bir kez daha net bir şekilde anlıyoruz ki, Cumhuriyet bizi koruyan en önemli değer. Dileğim, Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm vatandaşlarında bu bilinç önce bedenlerde, sonra zihinlerde, sonra da kalplerde en saf haliyle yer alsın. Atam’ın da zamanında dediği gibi “En Büyük Bayramdır, Kutlu Olsun…”
Tebrik Etmeyi Bilmek
Dün oynanan Galatasaray – Beşiktaş maçından sonra gördük ki, bizim futbolumuzda hiçbir zaman saygılı bir rekabet ortamı, birbirini tebrik ve takdir etmeyi bilmek mümkün olmayacak. Ne kadar yaşarım bilmem ama ortalama bir yaşam süresini düşünürsek, yaşadığım süre boyunca görme umudumdan dün itibariyle vazgeçtim. Hakem üzerinden okunması bence abesle iştigal olan bir maçtan sonra Beşiktaş’lı yöneticiler, oyuncular ve Beşiktaş’ın hocası, tamamen sonucu hakeme yıkarak tepki gösterdiler. Bence de hakem çok kötüydü, futbol oynatmaya gelmemişti. Davinson’un net sarı kartlık pozisyonlarından en az birini es geçti, Barış Alper’i de ikinci yarı atabilirdi. Ama İcardi’ye penaltı da verebilirdi. Pozisyon için VAR’ı bile beklemedi. Art niyetli bir hakem bu pozisyonu çok rahat çalardı, kimse de bir şey demezdi. Şimdi orada Davinson’a sarı kartı bilerek göstermeyip Galatasaray’ı kollayan hakem, İcardi pozisyonunu neden es geçti diye sorması lazım hakem konuşan herkesin. Maçın kaderini etkileyecek ciddi fahiş bir hata olmadığı sürece, hakem konuşmaya devam edersek daha çok marka değeri diye birbirimize ağlarız. Galatasaray’ın ve Beşiktaş’ın paylaşımları da iki tarafa yakışmayan cinstendi. Maçın başında, herhangi bir bestenin içinde dahi olmadan Ali Sami Yen’e direkt hakaret etmeyi, ülkenin en iyi taraftar grubu olduğunu düşündüğüm, Beşiktaş taraftarına hiç yakıştıramadım. Bence fiziki mücadele içinde ve kora kor geçen zevkli bir maçtan sonra kamuoyu olarak konuşulmaması gereken ne varsa konuştuk. İki takım da gümbür gümbür oynamadı, duran toptaki kalite farkı ve biraz da ev sahibi avantajıyla Galatasaray, maç fazlasıyla da olsa hem Fener’e, hem de Beşiktaş’a 8 puan fark atmış konuma geldi. Geçtiğimiz sene zor bir fikstürle sezona başlayıp Fener’in puan farkını açamamasını değerlendirip şampiyon olan Galatasaray, bu sene nispeten avantajlı fikstürün hakkını sonunu kadar kullanmak durumunda. Okan Buruk’un da dediği gibi devreye kadar mümkünse farkı daha da açmalı yoksa geçen sene Fener’in yaşadığı sorunu yaşayabilir, çünkü bu sefer iki rakibi var. Daha ligin başı, çok su akar, yeni yollar belirir. Umarım kazanının yendiği takımı, mücadelesinden dolayı takdir edebildiği, yenilenin de kazanan takımı saygı içerisinde tebrik edebildiği derbiler izleyebilir bizden sonraki nesiller. Bizden umudum dün akşam itibariyle bitti.
Saldırıya uğrayan Emre Kaplan’a da geçmiş olsun dileklerimizi buradan iletmiş olalım. Konuyla ilgili hassasiyet gösteren herkese teşekkürler, basın mensuplarını korumamız ve destek olmamız şart.
Çok kısa Real eleştirisi…
Kulüp olarak herkesin örnek alması gereken belki de dünyanın en büyük kulübü Real Madrid, bence kendilerinin de seneler sonra pişman olacağı bir protesto ile Ballon d’Or ödül törenine katılmadı. Vini Jr. ya da Carvajal’in ödülü alamayacaklarını öğrendiklerinde bu kararı aldıkları söyleniyor. Hem Rodri’ye hem de tüm organizasyona büyük saygısızlık. Seneye ya da ondan sonraki senelerde Vini, Jude ya da Mbappe ödülü alınca katılım göstermeyecekler mi? Ya da bunun havasını atmayacaklar mı? Bu kibir ve ego ile nasıl en iyisi ve en büyüğü biziz diyeceksiniz? Tarihlerinde bir kara leke olarak kalacağını düşündüğüm bu kararı umarım bizim kulüplerimiz yeri ve işlerine geldiklerinde örnek almaz.
‘’Çekirge‘’
Başlığı hocanın tabiriyle check-up mı yapsam yoksa çekirge mi karar veremedim. Sonra hocanın tabirini hocaya bırakalım diye düşündüm. Dünkü maçtan sonra kazanmanın verdiği rahatlıkla bu tabiri kullandı ancak henüz Ekim ayı bitmeden maç kapatmayla ilgili artık çanlar değil tüm şehrin kiliselerinin çanları çalıyor. Dün şayet bir kaza yaşansaydı, Beşiktaş maçının psikolojisini ne hoca, ne oyuncular ne de taraftar için hayal dahi edemiyorum. Galatasaray dün iyi oynadı, Kasımpaşa ya da RFS maçları gibi tabi ki değildi ancak ne olursa olsun öne geçilen maçlarda gemiyi limana yanaştırmakla ilgili konsantrasyon problemi olduğu net bir şekilde ortada. Maçtan sonra, basın toplantısında sorulan, maçların son bölümde yenilen goller, son 15 Avrupa maçında da Galatasaray’ın kalesini gole kapatamaması ile ilgili soruya da yine agresif bir şekilde hocanın cevap vermesini anlamlandıramadım. Guardiola bile eleştirilebiliyorken, Galatasaray teknik direktörü hayli hayli eleştirilebilir. Hocanın belli alanlarda haksızlığa uğradığını düşünüyorum ama özellikle son 8-9 ayda oluşan kibrini acil bir kenara bırakması lazım. Takımın bazı bölgelerinin derinliği ve kalitesi çok iyi ve geniş olmasa da Türk futbol tarihinin en iyi forvet rotasyonuna ve personeline sahip bir takımın hocası olarak yarıştığını da unutmamalı. Oyun ve skor olarak dün her şey güzeldi ancak uyarılara da almak gerekir, nitekim bundan sonraki 5 Avrupa maçı şu şekilde; Tottenham (E), AZ Alkmaar (D), Malmö (D), Dynamo Kiev (E) ve Ajax (D). Gözünüz kapalım evde Kiev maçı hariç hiçbirine 3 puan yazamayacağınız bir fikstüre giriyor Galatasaray. Bu periyot kibirle değil, alçakgönüllülük ve eleştiriye açık bir şekilde geçilmeli. Çekirge sıçrama hakkını bu sezon çok erken tüketiyor Galatasaray, ligi bir şekilde idare eder ancak artık Avrupa’da başarı için çekirgenin sıçrama kuvvetine bel bağlamamak lazım.
Bir garip sevk…
Haberi aldığımda önce inanmadım, sonra tedbirli sevk olduğunu öğrendiğimde konunun az çok kamuoyu baskısından kaynaklandığını düşündüm. Ama ne olursa olsun, tribünlerde küfür bile sayılmayacak ve hatta sayılmayan bir tezahüratı, içerik paylaşımının sadece son kısmında istemli ya da istemsiz bir şekilde yer aldı diye, Yunus’u PFDK’ya sevk etmek pek mantıkla açıklanabilecek bir durum değil. Tabi bu gibi tartışmaların hepsi, ülkede hiçbir kuralda ya da uygulamada standart olmamasından kaynaklanıyor. Bu sevkinde kamuoyu baskısıyla yapıldığı çok belli. Fakat buradaki esas tehlike şimdi tüm taraftarlar rakip futbolcuların sosyal medya paylaşımlarını müthiş bir hata ve hakaret/küfür detektörü ile takip edecek. Aynı seneler önce Caner Erkin’in cezasında olduğu gibi, aynı Melo’nun tweetinde olduğu gibi, aynı Batshuayi’nin şapka sevki gibi, bazıları bu hikayede yanacak, bazıları hakem bile dövse elini kolunu sallayarak hayatına devam edecek. Maalesef bu ülke, herkesin adaletini kendi kendine araması ve bulması gereken bir yere dönüştü.
Söylemeden olmaz…
Milli ara sebepli son dönemde yazılara biraz ara girdi. O sırada da ülkede akla mantığa ve en önemlisi vicdana sığmayacak birçok hadise yaşandı, hala da yaşanıyor. Burası bunları konuşacağımız ve tartışacağımız yer değil ancak, tarihe not düşmek adına, bu ülkenin bence tek değeri ve kutbu veya kıblesi ned emek istiyorsanız adına, olması gereken Mustafa Kemal Atatürk’ün Gençliğe Hitabe’sinden bir bölümü hatırlatmak isterim.
“Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”
‘’Avrupa Aynası‘’
Bu hafta Avrupa turnesinde, ligimizle ve takımlarımızla bir kez daha dev bir aynayla karşı karşıya geldik. Tabi 4 takımımızın oynadığı bir tane maçı hepsinden ayırmak gerekir. Hem Başakşehir, Fenerbahçe ve Beşiktaş’a haksızlık olmaması hem de Galatasaray’ın bence tarihine geçen rezilliği net ortaya koymak adına; RFS’ye puan vermeyi hiçbir sonuçla bir tutamayız. Rotasyon maçı olarak belirlenen ve yine büyük hüsranla tamamlanan Kasımpaşa maçından sonra RFS deplasmanına elindeki oyunculara göre tam kadro çıkan Galatasaray, 2-0 öne geçtiği maçta, gerçek anlamda bir köy takımı olan RFS’ye 2 puan bırakarak hem ilk 8 yolunda sahip olduğu acayip bir avantajı kaybetti hem de sezonun geneli için facia kredisini çok erken tüketmiş oldu.
Maçı konuşmanın hiçbir manası yok. Galatasaray’ın yedek takımıyla çıksa yenmesi gereken bir maçta puan kaybetti. Artık şunu net bir şekilde söyleyebiliriz; Galatasaray’da ciddi bir konsantrasyon ve rehavet problemi var. Bunun en temelinde de yönetim ve
teknik heyetin sorumluluğu var. Özellikle 55’te 2-2 olduktan sonra neredeyse pozisyon üretememek çok ciddi bir alarm. Bunların hepsinin kazanılan Fener ve PAOK maçlarında sonra “gerekli ama yeterli değil” başlıklı yazıda belirtmiştim. Savunması büyük alarm veriyordu Galatasaray’ın ve dün akşam RFS gibi bir takımdan 2 gol yiyerek bunu resmen ilan etmiş oldu. Tüm takımlar artık bu zaafın net bir şekilde farkında ve buna çözüm bulunmazsa Okan Buruk’u çok zor günler bekliyor. Hoş gerçi çözüm bulunacak çok sorun var ama her şeyden önce bence, birinci sırada Okan Buruk’un maç sonu açıklamaları geliyor. Belki de artık konuşmamalı çünkü RFS gibi bir takıma puan kaybettikten sonra, Osimhen’i anıyorsanız bazı şeylerin çözümsüz ve geri dönülemez şekilde tamir edilemeyeceğini düşünmeye başlarsınız. Okan Buruk için artık her maç bir sınav, her maç kendini kanıtlama mücadelesi. Durumun bu hale gelmesinde Türk futbolunun toksik eleştiri ortamının katkısından daha çok, Okan Buruk’un performansının ve açıklamalarının payı var. Kimse kusura bakmasın ama Galatasaray’sanız 3-0’dan geriye gelen rakibinize karşı ikinci yarı şut çekemeden maç
bitirip sonra köy takımına 2-0’dan puan veremezsiniz.
Şimdi geçelim biraz daha açıklanabilir ve anlaşılabilir aynaya… Rapid Wien’in Trabzonspor’dan sonra Başakşehir’e de bu kadar üstünlük kurması, Fenerbahçe’nin Hollanda’nın ortalama bir takımına zorlanması ve puan bırakması, Beşiktaş’ın evinde Frankurt’a direnememesi... Hemen belirtmek lazım ki Beşiktaş’ı dün top biraz sevseydi daha farklı olabilirdi. Ama buradaki kritik nokta şu, biz kendimize kupa, final gibi hedefler koysak da sanki artık gerçek rakiplerimizin kim olduğunu kabul edip ona göre yapılanma kurma vakti geldi de geçiyor. Biz Şampiyonlar Ligi’nde boy gösteremeyeceksek, iyi ki bu sene katılmamışız diyeceksek, Frankfurtlara, Twente’lere zorlanacaksak, RFS’lere puan vereceksek, biz niye dünya yıldızları getiriyoruz ve bu kadar para döküyoruz. Yapılanalım, bu ülkenin gençlerine ve yurtdışından gençlere şans verelim. Yetiştirici olalım, en azından gerçekçi hedeflerimiz ve destekleyeceğimiz, umut bağlayacağımız gençlerimiz olur.