‘’Okan Hoca kalpten yiyorsun‘’
Az ömür tüketmedik Mecidiyeköy'deki Ali Sami Yen Stadı'nın çevresinde, içinde, dışında... Bugün ikisi de hayatta olmayan rahmetli babam ile yıllarca avuç içi kadar transistörlü radyosundan maçları birlikte dinlediğimiz yine rahmetli İsmail dayımın anlattığı Metin Oktay efsaneleriyle Galatasaraylı olmuştum. Yıl 1973'tü. O sene Galatasaray Brian Birch ile 3. kez üst üste şampiyon olmuştu. Ben henüz 8 yaşındaydım. Hem Metin Oktay'a hem Cim Bom'un üç kez şampiyon olmasında çok büyük emeği olan Metin Kurt'a hem de o efsane takıma sevdalanmıştım. Nereden bilecektim ki, o takımın hocasıyla, kadrosuyla, yönetimiyle dağılacağını, 1987 yılına kadar toparlanamayacağını ve benim çocukluğum, ergenliğim ile gençliğimin heba olduğu 14 yıl boyunca Galatasaray'ın şampiyonluk yüzü göremeyeceğini... Gazetecilik mesleğime başladığımda ise Galatasaray ile olan taraftar ilişkim bitti ve profesyonellik başladı.
Şu gruptan kart sayısıyla çıkmak!
Bunu neden anlattım? Galatasaray-Konyaspor arasında oynanan sıradan bir kupa maçına böylesine kişisel bir girizgâh yapma ihtiyacını niçin hissettim? Çünkü dün gece kameralara ve fotoğraf makinelerinin vizörüne yansıyan bir Okan Buruk görüntüsü vardı; maçın son bir iki dakikasında Eyüp-Başakşehir maçının golsüz berabere devam ettiğini sahadaki oyunculara iki elinin parmaklarıyla sıfıra sıfır işareti yaparak belirtiyordu!
Okan Buruk... Koskoca Galatasaray'ın teknik direktörü... Son iki yılın şampiyonu olan takımın hocası... Konya, Başakşehir, Eyüp, Çorum ve Bolu'nun olduğu grupta 7 puanlı Konya'nın ardından 5 puan toplamış ve Başakşehir'le her türlü puantajda eşit iken kaderi sarı ve kırmızı kartlara kalmış. Eyüp ile Başakşehir takımlarından birinin gol atması halinde kupaya veda edecek hale gelmiş ve sahadaki oyuncularına, 'relaks olun diğer maçta da gol yok, biz çıkıyoruz' anlamında direktif verebiliyor! Takımının sergilediği utanç verici futboldan hiç gocunmadan... Bu, Galatasaray teknik direktörüne yakışmayacak bir harekettir. Galatasaray'ın 14 yıl boyunca şampiyon olamadığı yıllarda bile böyle acziyet içinde bir teknik direktör görüntüsüne ben şahit olmadım. Üstelik, Galatasaray kalibresinde olmayan birçok teknik adamın yönetimler tarafından kulübede oturtulmasına rağmen!
Galatasaray futbol oynamıyor
Galatasaray son iki aydır futbol oynamıyor. Ligde oynadığı son dört maçta dört gol attı. Biri penaltıdan olmak üzere 3'ü Osimhen'den, biri de Ahmet Kutucu'dan. Avrupa Ligi'nden ve Türkiye Kupası'ndan ise hiç bahsetmeyeyim diyeceğim ama kupadan yukarıda az da olsa bahsettik. Biraz daha bilgi verip kapatayım bu Türkiye Kupası bahsini! Konya maçı öncesi şöyle bir tablo vardı: Galatasaray kazanmak zorunda. Grup birincisi olup, en azından kendi sahasında oynayacağı daha kolay bir eşleşmeyi hedeflemesi gerekiyordu. Gelgelelim Okan Hoca öyle bir rotasyon yaptı ki, sahaya sürdüğü 11 sabaha kadar oynasa gol atamazdı. Zaten atamadı da...
Yedekler, bu takımın yedeği olamaz!
Ama işin asıl üzücü olan yanı, kupa maçında şans bulan oyuncuların inanılmaz derecede kötü oynamaları ve amatör kümede bile görülmeyecek ölçüde hatalar yapmalarıydı. Ben iddia ediyorum, ilk 11'de sahaya çıkan oyuncuların en az 7-8 tanesi Galatasaray formasına layık değil. Şimdi bu oyuncuların hazır olmaması Okan Buruk'un mu kabahati, yoksa kendilerinin mi? Oyuncuların da suçu var elbette ama kabahatin büyüğü bence Okan Hoca'nın...
Galatasaray’ın altıda biri takım!
Ayrıca şunu da belirtmeliyim: Galatasaray iki üç oyuncu hariç yedeklerle sahaya çıktı. Konya da yarı yarıya öyle... Gelin iki takımın futbol piyasasındaki değerine bir bakalım. Galatasaray'ın yedekleri 46 Milyon 500 Bin Euro, Konyaspor'un yedekleri 8 Milyon 450 Bin Euro! Yani, Galatasaray'ın değeri rakibinin 6 katına yakın! Ama Sarı-Kırmızılı takımın sahadaki en iyi oyuncusu kaleci Günay! Burada bir yanlışlık yok mu Sayın Okan Buruk! İki şampiyonluğun yüzü hürmetine bütün taraftarlar yanlışlarınıza hoş görüyle yaklaşıyor ve Avrupa başarısızlığı ile cepten yediniz. Dün geceki maçla doruk noktasına ulaşan ümit kırıcı futbolla kalpten yiyeceğinizi de bilmeniz lazım sevgili Okan Buruk...
‘’Galatasaray'dan Pirus zaferi!‘’
Kazanırken ne kaybediyoruz ya da kaybederken ne kazanıyoruz! Bütün spor karşılaşmalarının özünde aslında bu paradoks vardır. Spor felsefesinin, sosyolojisinin, psikolojisinin alanına giren bir konudur ve her türlü spor müsabakasında karşımıza çıkan bir çelişkidir bu... Ama kazanırken kaybedilenin ya da kaybederken kazanılanın ne olduğu sorusu kolay kolay cevap bulamaz. Özellikle de bizim gibi ilkesellik, objektiflik, hak-hukuk, adalet vb gibi konularda standardı olmayan ülkelerde...
Her türlü alanda onca problemi olan Türkiye, son bir aydır neredeyse Galatasaray-Fenerbahçe derbisiyle yatıp kalktı.
Futbol nedeniyle kutuplaşma yaratıldı
On yıllardır oynanan ve bundan sonra da muhtemelen yüz yıllardır oynanacak olan bir futbol müsabakası koca bir ülke için hayat memat meselesi haline geldi. Zaten ideolojik, ırksal, mezhepsel, bölgesel, zengin, yoksul ayrımında kıvrım kıvrım kıvranan ve her bir toplumsal katmanın bıçaklarını bilediği bir ortamda halkın bir de futbol nedeniyle kutuplaştırılması kanımca bu ülkeye karşı ihanetin en büyüğüdür. Sanki bu konu, çok daha vahim sonuçları olacak başka bir amaca hizmet eden bir aparata dönüşmüş gibi geliyor bana!
Kifayetsiz yöneticilerin sorumsuzluğu
Bu minvalde, şampiyonluk yarışını etkileyecek bir maç oynandı dün gece Ali Sami Yen Stadı'nda... Ben oynandı diyorum ama aslında bir şey oynanmadı! Ezeli rakipler -devamında ebedi dostlar diyecektim ama diyemiyorum- çıktılar sahaya ve birbirlerini yenmemek, bir başka deyişle yenilmemek için kora kor mücadele verdiler. Karşılaşma mücadele açısından seyre değerdi ama bir futbol müsabakasında görmek istediğimiz pek çok şeyi göremedik. Tabii buna futbolun meyvesi gol de dahil.
Bunda elbette maç öncesi yaratılan atmosferin çok önemli etkisi vardı. İki takım futbolcuları da bu gerilim filminin bir parçası olmaktan dolayı çok huzursuzlardı. Özellikle de yabancı oyuncular. Dün gece Rams Park'ta sahaya çıkan ilk 11'lerde Fenerbahçe'nin 7, Galatasaray'ın 8 futbolcusunun yabancı olduğunu göz önüne alırsak ne demek istediğim daha iyi anlaşılır. Zira, bu adamlar dünyanın çeşitli ülkelerinden buraya sadece futbol oynamak ve ekmek paralarını kazanmak için geliyorlar; manasız bir kavganın bir parçası olmak için değil! Lakin zaman içinde bazılarını kendimize uydurduğumuz da bir gerçek! Kifayetsiz ve muhteris birtakım yöneticilerin başlattığı yangını körükleyen karakter yoksunu bazı yerli futbolcuların da bunda katkısı elbette çok büyük.
Fenerbahçe kazanmak için çok çabaladı
Kazanmaya ihtiyacı olan taraf Fenerbahçe'ydi. Rakibini yenerek puan farkını azaltmak ve fikstür avantajıyla da şampiyonluk şansını yüzde 50'nin üzerine çıkarmak için çok çaba sarf etti Sarı-Lacivertli takım. Daha fazla pozisyona girdiler, daha fazla şut çektiler, daha fazla gole yaklaştılar. Ancak bu kez karşılarında risk almayan bir Galatasaray vardı. Yenilmemeyi öncelikli hedef olarak gören Sarı-Kırmızılı takım, geçmiş maçlara oranla takım savunmasını çok daha iyi yapınca Fenerbahçeli forvetler istedikleri boşlukları bulamadılar. Savunmayı geçtikleri pozisyonlarda ise yılların tecrübesi Muslera'ya takıldılar. Galatasaray'ın bu savunma başarısında aslan payı hiç kuşkusuz sahanın yıldızı Lemina ile Davinson'undu...
Galatasaray korner atamadan bitirdi!
Galatasaray alışılmışın dışında kontrollü bir oyunu tercih etti. Savunma ile orta alanda geçmiş maçlara oranla daha agresif ve yardımlaşma içindeydiler. Topa daha fazla sahip oldular, ancak üretkenlikten yoksundular. Kanatlarda oynayan Sallai ve Barış Alper ile forvet arkasında görev alan Sara beklentilerin altında kaldılar. Bu üç futbolcunun kendi standartlarını tutturamaması ise Fenerbahçe savunmasını tek başına bir hayli zorlayan Osimhen'i ileride yalnız bıraktı. Yapılan oyuncu değişiklikleri de buna çare olmadı ve Galatasaray bu sezon kendi sahasında hücum zenginliği açısından en utanç verici maçlarından birini oynadı. Öyle ki, rakip kaleye atılan ve biri kaleyi bulan toplam 4 şut, 0 korner ve 0,12 gol beklentisi, rakip ceza sahasında 7 topla buluşma... Neden bu kadar kibirlendiğini anlayamadığım Okan Hoca rakip teknik direktör ve yöneticilerle, hakemlerle, kendisine sorulması gereken sorular soran gazetecilerle dalaşacağına bu tabloya bir çözüm bulmalı! Aksi takdirde bu maçta elde ettiği avantajı rakibine nazaran daha zorlu bir fikstüre sahip olduğu için kaybetme ihtimali yüksek. Zaten hiçbir Galatasaraylıyı tatmin etmeyen dün geceki oyunla elde ettiği avantaja güveniyorsa, bu bir Pirus Zaferi'dir!
Sloven hakem Vincic tedirgindi
Bu maça atanarak ligin kaderini belirleyecek derbinin önüne geçen Sloven hakem Slavko Vincic ise genel itibariyle komplo teorilerini boşa çıkaran bir yönetim gösterdi. Ancak şunu da belirtmeden geçemeyeceğim; Avrupa kupalarında göstermiş olduğu standardın altındaydı bu maçta. Belli ki, yapılan spekülasyonlar bunca yıllık tecrübesine rağmen onu da olumsuz etkilemişti. Maçta çok sık faul düdüğü çalması (GS:20, FB:15, Toplam: 35), Galatasaray'a 5, Fenerbahçe'ye 2 olmak üzere toplam 7 sarı kart göstermesi Vincic'in kariyerine yakışmayacak düzeydeydi. O da bizim yerli hakemler gibi çok sık faul düdüğü ve bol kartla otorite sağlama yoluna gitti. Oysa misal olarak vereceğim; Şampiyonlar Ligi'ndeki Arsenal-PSG maçında 8'er olmak üzere toplam 16 faul düdüğü çalmış ve toplam 2 sarı kart çıkarmış. Diğer Avrupa maçları da pek farklı değil. Ayrıca Osimhen'e ceza alanı içinde yapılan hareketi penaltı ile değerlendirebilirdi ama VAR'daki meslektaşıyla birlikte bu pozisyonu es geçti. Belli ki maçın berabere bitmesi onun için de en ideal skordu!
O meşaleler stada nasıl sokuldu?
Maç sonunda Mourinho'nun hakem odasına girmesine, her iki taraftan verilen çirkin demeçlere, hakaretlere, yakıştırmalara ise hiç değinmek istemiyorum. Zaten TFF denen bir otorite olsa, hiç kimse ortada bu kadar at oynatamaz. Maçın bitimine yakın Fenerbahçe tribünlerinden Galatasaray tribünlerine atılan meşaleleri de İstanbul Valiliği'nin ve spor savcılarının takdirine bırakıyorum! O meşaleler nasıl girmiş stada? O vahşiler çoluk çocuğun da olduğu tribünlere yangın çıkarabilecek ve insan hayatına mal olabilecek o meşaleleri nasıl atmışlar? 32 bin güvenlik görevlisi nasıl engel olamamış bu olaya? Biliyorum, bu soruların cevabı olmayacak ama biz yine de soralım.
‘’Galatasaray bir his takımıdır!‘’
UEFA Avrupa Ligi'nde AZ Alkmaar gibi Hollanda'nın sıradan bir takımına karşı alınan ağır bir mağlubiyet sonrası Türkiye Süper Ligi'nde çıkılabilecek en kötü deplasman hiç kuşkusuz İlhan Palut'un çalıştırdığı Çaykur Rizespor'du... Böyle olduğu da zaten maçın genel gidişatında ortaya çıktı! Bu maçın bir başka özelliği de ligin kırılma maçlarından biri olmasıydı. Yani Galatasaray açısından bir bakıma, 'Ligin En Kritik Eşiğiydi.’ Sarı-Kırmızılı takım hiç umulmadık bir şekilde bu eşiği yara almadan geçti.
Rize ligin en iyi takımlarından...
Umulmadık derken, gerçekten öyleydi. Zira Çaykur Rizespor ligin en iyi takımlarından biriydi. İyi olmasını destekleyen istatistiki veriler vardı. Kendi sahasında 5 aydır yenilmiyordu. 120 kilometre ortalamasıyla ligin en çok koşan takımlarındandı. En fazla geçiş hücumları yapan ve bunlardan sonuç alan ekiplerinden biriydi aynı zamanda. Hücum hattında çok etkili oyunculara sahipti vs. Tabii bu arada geleneksel Çaykur Rizespor-Galatasaray rekabetini de unutmamak gerekir!
İlk yarı çok kötü bir Galatasaray
Ligin kaderini belirleyecek çapta olan bu kritik karşılaşmada iki ayrı devreye şahit olduk. İlk yarı Galatasaray açısından kâbus gibiydi. Tabii, Rize cephesinden bakacak olursak da Karadeniz ekibi için fevkalade bir ilk 45 dakika yaşandı. Lakin Rizespor eline geçen fırsatları cömertçe harcadı. Rakibinin ise bulduğu fırsatlar -tabii adına fırsat denirse- bir elin parmaklarını bile geçmedi!
İkinci yarı bambaşka bir görüntü
İkinci yarıda ise bambaşka bir formata büründü bu kritik karşılaşma... Galatasaray daha dominant olan taraftı. Son haftaların en çok tartışılan isimlerinden biri olan ve bu maçın ilk yarısındaki kötü futbolun müsebbiplerinden Mertens ile 8 Milyon euro maliyetle bu takıma neden transfer olduğunu hiç kimsenin aklının almadığı ve sebebini de asla öğrenemeyeceği Cuesta'nın yerine Sallai ve Eren Elmalı oyuna dahil oldu.
Frankowski-Osimhen çok gol üretir
Bu değişiklikler aynı zamanda Galatasaray'da sistem değişikliği anlamına geliyordu. Yani, üçlü defanstan dörtlü defansa geçmişti misafir takım. Bunun meyvesini çok kısa zamanda aldı Galatasaray. İstanbul temsilcisinin dünya standartlarındaki santraforu Osimhen, Polonyalı Frankowski'nin servisinde sahneye çıktı ve dengeyi bozdu. Bu ikilinin ilerleyen haftalarda Galatasaray'a çok maç kazandıracağını söylemem kehanet değildir, emin olun! Ancak ne var ki, Galatasaray'ın kronikleşmiş defans hatalarından biri yine nüksetti ve yediği çok basit bir golle maç tekrar başa sardı. Ta ki eski dost Lemina oyuna girene kadar...
Lemina-Torreira-Sara; ideal üçlü
Premier League'in en efektif oyuncularından biri olan Lemina'nın oyuna girmesiyle Galatasaray ideal orta saha üçlüsüne kavuştu (Torreira-Sara-Lemina) ve Çaykur Rizespor'u adeta sahasına hapsettiler. Bu, eninde sonunda konuk takımın bir golü atması anlamına geliyordu ve öyle de oldu. Sara'nın, Mertens'in yokluğunda özgürlüğüne kavuşup kullandığı bir kornerde Lemina'nın arka direğe aşırdığı topta Osimhen tam bir santrafor dokunuşu yaparak Galatasaray'ı Fenerbahçe karşısına 6 puan farktan oluşan psikolojik bir üstünlükle çıkaracak golü attı.
Aynı zamanda santrafor takımıdır!
Elbette bu galibiyette başrol Osimhen'e ait. Yanı sıra çok iyi oynayan oyuncular da vardı. Başta Frankowski, Lemina, Adülkerim, Muslera ve Sara olmak üzere... Ama Galatasaray en başta bir santrafor takımıdır. Lig tarihinde en büyük santraforlar hep Galatasaray'da olmuştur. Metin Oktay’dan başlayarak isimlerini saymaya kalksak sayfalar yetmez!
Aidiyet hissi, başarının sırrıdır
Ayrıca, Galatasaray bir aidiyet takımıdır ve bir his takımıdır. Dünyanın en büyük forvetlerinden biri olan Osimhen'in bütün enerjisini ligin en özel deplasmanlarından birinde tüketmesi ve sadece gol sevinçleriyle sesinin kısılması boşuna değildir! Bunu aidiyet hissetmeyen biri anlayamaz. Galiba Galatasaray'ın Süper Lig'deki iki yıllık ve bu sezon şu ana kadar olan başarısının sırrı da budur. Yoksa 99 puan alan bir takımın şampiyon olamadığı dünyanın neresinde görülmüştür!
‘’Okan Buruk için tarihi fırsat!‘’
Bu yazı bir bakıma Okan Buruk'a açık mektup niteliğinde. Okur mu okumaz mı bilemem! Tahminim okumayacağı yönünde ama önemli değil. Onu ve Galatasaray'ı sevenlerin okuması yeter. Ben görevimi yapayım.
Sevgili Okan Buruk...
Tarih 7 Mayıs 1993. Stat Şenlikköy. Bakırköyspor ile Galatasaray lig maçında karşılaşıyor. O zamanki Galatasaray Teknik Direktörü Mustafa Denizli sizi ilk kez sahaya sürüyor. Yaşınız 19. Bence daha gençsiniz ama neyse!.. Size verilen bu fırsatı çok iyi değerlendiriyorsunuz ve 5-3 Galatasaray lehine biten maçta iki gol atıyorsunuz. Ben de o dönemde sizi tribünde izleyen genç bir taraftardım. Yeteneğinizle ve enerjinizle bende öylesine büyük bir heyecan yarattınız ki, aynı heyecanı sizden 11 yıl sonra, 2004 yılında 17 yaşındayken AEK ile oynanan bir hazırlık maçında Hagi tarafından sahaya sürülen Arda Turan'da hissetmiştim. Arda ve sizden sonra bir daha alt yapıdan çıkan hiçbir oyuncuda böylesi bir heyecanım olmadı! Buna Emre Belözoğlu da dahil!
Yeni bir Neuchatel zaferi neden olmasın?
Bunu size hatırlatmamın nedeni şudur: Dün gece Hollanda'nın sıradan bir takımına, AZ Alkmaar'a karşı rezalet bir futbolla maçı 4-1 kaybettiniz. Aslında maçın gerçek skorunun çok daha utanç verici düzeyde olması gerekiyordu ama şansınızla bu tarihi hezimetten kurtuldunuz. Ve hatta, sizi Türk futboluna kazandıran Mustafa Denizli'nin bu ülke futbolunun tarihine altın harflerle yazdırdığı ikinci bir Neuchatel Xamax zaferi kazanma fırsatı elinize geçti!
Doğru, takımda birçok eksik futbolcu vardı. Osimhen, Torreira, Davinson ve Yunus bu takımın ana omurgasını oluşturan futbolculardı ve bu maçta yoklardı. Sahaya sürdüğünüz oyunculardan bazılarının, -burada isim vermeyeceğim, çünkü bütün taraftarlar biliyor- asla Galatasaray kalitesinde olmadığını söylemeliyim. Eminim bunu siz de biliyorsunuz! Biliyorsunuz bilmesine de neden yanlışlarınızda bu kadar ısrar ediyorsunuz, onu anlayabilmiş değilim!
Kulübedeki gençlerle bu kadar kötü olmazdı
Kulübede oturan birkaç futbolcuyu yazacağım buraya: Yusuf Demir (21), Efe Akman (18), Berat Luş (17), Çağrı Hakan Balta (16), Furkan Koçak (16). Şimdi olayın sezon başı-ortası planlaması, Galatasaray'ın harcadığı para, buna mukabil Alkmaar'ın kurduğu takımın yaş ortalaması ve maliyeti konularına girmeyeceğim; zaten bu bilgiler meraklısı için internette mevcut. Benim merak ettiğim şu; siz bu oyuncularla tıpkı Türkiye Kupası'nda olduğu gibi sahaya çıksaydınız ne kaybederdiniz? En azından bu kadar kaybeder miydiniz? Mustafa Denizli'nin size güvendiği gibi siz de bu gençlerden, başta Yusuf Demir olmak üzere en az iki-üç tanesine güvenseydiniz daha kötü bir sonuç alır mıydınız?
Hatalar, sezon için taraftarın huzurunu kaçırıyor
Bu kadar transfer yapıp da en kritik Avrupa maçlarından birine yine sol bekte Berkan, ön liberoda Kaan ile çıkmanın, ara transferin en başarılılarından Ahmet Kutucu'yu ve Lemina'yı Avrupa listesine yazdıramamanın, Frankowski'nin yine Avrupa listesine yetiştirilememesinin yönetimle birlikte sorumlularından birisiniz hiç kuşkusuz. Müzmin sakat Jacobs skandalına hiç girmiyorum bile! Bütün bunlar, son derece kötü yapılmış takım planlaması... Buna bir de bazı futbolcuların ezeli rakiple ilgili sosyal medyadaki gereksiz polemikleri ve sanki şampiyonluk kutlaması yapılıyormuş gibi Torreria'nın doğum günü partisindeki rahatsız edici görüntüler de eklenince bu sezon sonu için tüm Galatasaraylıların huzuru kaçıyor!
Dünyada Atatürk'ten sonra en çok bilinen marka
Sayın Okan Buruk… Sakatlanana kadar futbolculuğunuzda çok başarılıydınız. Düzeldikten sonra da eskisi kadar olmasa da başarılı bir futbol hayatınız oldu. Teknik direktörlük yaşamınızda da Türkiye ölçeğinde çok başarılısınız. Rekorlar vs. Ama doymuş gibi davranmaya hiç hakkınız yok Okan Hocam. Hele Galatasaray'ın başındaysanız... Galatasaray demek Avrupa demek, Galatasaray demek Dünya demek, Galatasaray demek evrensel bir marka demek. Ben de şahidim, dünyanın dört bir tarafında Galatasaray, Atatürk’le birlikte bu ülkenin dünyadaki en büyük markası. Bu kulübü Avrupa'nın sıradan takımları karşısında bu kadar küçültmeye hakkınız yok.
Türkiye’de 10 yıldız taksanız bile bana ne!
Biri ezeli rakip Fenerbahçe ile olmak üzere önümüzdeki iki maçı da alırsanız bu sezon Türkiye Ligi'ni de kazanma ihtimaliniz çok yüksek. O zaman beşinci yıldızı takarsınız! Bütün Galatasaraylılar da gönenir! Ama gerçek Galatasaraylılar için bunun bir 'Pirus Zaferi' olduğunu bilmenizi isterim. Avrupa'da böylesine rezil olduktan sonra 10 yıldız taksanız ne fayda! Vakti zamanında Real Madrid, Manchester United, Bayern München, Barcelona gibi takımların, karşısında tir tir titrediği bir Galatasaray'ı Avrupa'da dün gece Az Alkmaar maçındaki kadar aciz bir duruma düşürmenin utancını bundan sonra da yaşamak istemiyorsanız, rövanş maçından işe başlamalısınız.
Alkmaar bize dört atıyorsa biz de beş atabiliriz!
Bunun için de bence önce lider olmanız gerekir. Kabul, zaman zaman hata yapsanız da bence çok iyi teknik direktörsünüz ama liderlik konusunda zafiyetleriniz var. Ayrıca önünüzde, Galatasaray'da hem teknik direktörlük yapmış hem de lider olmuş çok önemli iki figür var: Mustafa Denizli ve Fatih Terim. Tabii, yabancı örnekler de var; Derwall, Feldkamp gibi...
O nedenle 20 Şubat 2025 saat 20:45’te Ali Sami Yen Stadı'nda bir tarih yazmanın arifesindesiniz Sayın Okan Hocam. Nasıl ki, Mustafa Denizli 3-0 kaybedilen Neuchatel maçı sonrası, "Bunlar bizden iyi takım değil, biz bunlara 3-0 yeniliyorsak, biz de rövanşı 5-0 alabiliriz," deyip söylediğini yaptıysa bunu siz de yapabilirsiniz. Hayat sizin de ayağınıza tarihe geçme fırsatı getirdi. Size düşen bu fırsatı değerlendirmeniz. Hayat her zaman iyilere çoklu fırsatlar sunar. Ve siz de bu ülkenin iyi kelimesini hak eden önemli insanlarından birisiniz. Galatasaray camiası da zaten öyle... Haydi o zaman iş başına. Taşan nehri yeniden yatağına döndürmenin tam vaktidir!
‘’Galatasaray'a itibar suikastı‘’
Son söyleyeceğimi ilk baştan söyleyeyim. Adana Demirspor'un patronu Murat Sancak dün gece takımını sahadan çekerek Galatasaray'a itibar suikastı yapmıştır. Dayanak noktası ise hakem Oğuzhan Çakır'ın Mertens'in kendisini yere atmasına çaldığı penaltı düdüğüdür. Evet, o pozisyon penaltı değildir. VAR devreye girmeli ve penaltı iptal olmalıydı, ardından da Mertens hakemi aldatmaya yönelik hareketten dolayı sarı kart görmeliydi. Lakin, bu haksız penaltı Adana Demirspor aleyhine bu ligde ilk kez verilmiyor. Lehine verildiği zamanlar da oluyor. Hatta ligin ilk yarısındaki Galatasaray maçında kendi lehlerine olmayan penaltılar verilmişti! Bunlar futbolun doğasında olan şeylerdir. Aynı maçta Galatasaray lehine ancak VAR müdahalesiyle verilen penaltıda ise Yusuf Demir'in kafası krampon darbesiyle yarılmıştı!
Türkiye dışına da yapılan algı operasyonu
Ayrıca dünkü maçta hakem Adana Demirspor'un genç oyuncusu Arda Okan Kurtulan'ın Gabriel Sara'ya attığı dirseği basit bir faul düdüğü ile geçiştirmiş ve sarı kartla dahi cezalandırmamıştı. Oysa, o pozisyonda kırmızı bile çıkarsa kimse itiraz etmezdi. Kaldı ki, aynı oyuncu birkaç dakika sonra sarı kart gördü. En azından çift sarıdan atılabilirdi ama bunların hiçbiri olmadı ve penaltıdan 18 dakika sonra Murat Sancak'tan gelen talimatla takım sahadan çekildi. Verilmek istenen mesaj gayet netti: Haksız bir penaltıyla öne geçen Galatasaray'ın bütün maçlarını bu şekilde kazandığı algısını sadece Türkiye'ye değil, bu olayı haberleştirecek haber ajansları, konvansiyonel ve sosyal medya sayesinde tüm dünyaya vermekti. Ve bu kararın arkasında sadece Murat Sancak'ın olmadığını da düşünüyorum. Sayın Sancak anlık bir öfkeyle bu kararı verecek olsaydı, 18 dakika beklemez, hatta penaltı atılmadan takımı sahadan çekerdi. O 18 dakikada neler oldu da olay bu noktaya geldi, onu ancak Murat Sancak ve muhatapları bilir! Burada görünenin ötesinde, çok daha komplike bir organizasyon olduğuna inanıyorum. Umarım ileride birileri konuşur da öğreniriz bunu. Ya da -hiç ihtimal vermiyorum ama- üzerine vazife edinen bir spor savcısı resen soruşturma açar da belki o şekilde neler döndüğü ortaya çıkar.
Takımı sahadan çekmek emeğe saygısızlık
Oysa sahada çatır çatır mücadele eden bir Adana Demirspor vardı. Futbolcuların büyük bir çoğunluğu da sahada kalmaktan yanaydı. Bu karar, Galatasaraylı oyuncuların yanı sıra Adana Demirsporlu futbolcuların da emeğine ve akıttığı tere saygısızlıktır. Aynı zamanda da stadı dolduran binlerce seyirciye ve televizyon başındaki milyonlarca izleyiciye de... Doğru olan, sahada kalıp, yapılan haksızlığa verilecek mücadeleyle isyan etmekti. Kendilerinden çok da iyi bir takım olmayan Hatayspor üç hafta önce puanı almıştı Galatasaray'dan. Bunu Adana Demirspor da yapabilirdi. Er meydanından kaçmak yakışmadı Güney ekibine.
Ancak şunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Dün geceki olayın baş sorumlusu TFF ve MHK'dır. Bu sezonki kaotik ortamı yaratanlar onlardır. Okan Buruk'un, puan kaybettikleri Kasımpaşa maçı sonrası, "Oğuzhan Çakır'ı maçlarımıza istemiyoruz," sözünün ardından aynı hakemi Galatasaray'ın Eyüp maçına da atamaları ve bu karşılaşmada da puan kaybedilmesinden sonra bu maçta da görevlendirmeleri belki bir güç gösterisi olarak kabul edilebilir. Lakin, Oğuzhan Çakır dışında 24 hakem daha var bu maçta görev verilebilecek. Neden bir hakem üzerinden bir camiayla inatlaşılır ki? Yazık değil mi o hakeme de? Maç öncesi Galatasaray cephesinin vermiş olduğu tepkilerden sonra o hakem üzerindeki baskıyı kaldırabilir mi? Sağlıklı kararlar verebilir mi? Taş olsa çatlar bu baskı karşısında.
Fenerbahçe maçında görev alamayan hakemler
Madem "patron biziz, biz ne dersek o olur" diyorsunuz, Galatasaray'a karşı göç gösterisi yapıyorsunuz, kabul; o halde neden Ali Şansalan'ı 15 Ağustos 2021 tarihinde Adana'da oynanan Adana Demirspor-Fenerbahçe maçından sonra bir daha Fenerbahçe maçlarına atamadınız? Aynı hakemi 7 Kasım 2020 tarihinde Kadıköy'de oynanan ve Fenerbahçe'nin 2-0 kaybettiği Konyaspor maçından sonra bir daha Şükrü Saracoğlu Stadı'nda neden 4,5 yıldır görevlendirmiyorsunuz? Zorbay Küçük'ü 4 Kasım 2023'te Fenerbahçe'nin Trabzon'a 3-2 kaybettiği maçtan sonra neden 1,5 yıldır Sarı-Lacivertli takımın maçlarına vermiyorsunuz? Bir başka örnek; Ümit Öztürk, Saracoğlu Stadı'nda 4 Mart 2021'de Antalya ile 1-1 berabere kalınan maçtan sonra neden bir daha 4 yıldır Fenerbahçe maçlarına atanamıyor? Ayrıca bu yıl 25 klasman hakemi içinde 23 haftada neden sadece 11 hakem -bazıları ikişer, üçer kez olmak üzere- Fenerbahçe maçlarında görev alabilmiş de diğer 14 hakem bu onura erişememiş! Geçmiş yıllarda da Barış Şimşek isimli hakem, sırf Trabzon Bölgesi olduğu için hakemliği bırakana kadar 8 yıl Fenerbahçe maçlarında görev alamamıştı. Gücünüz sadece Galatasaray’a mı yetiyor? Hani Yapı, Yapı deniyor ya, biraz da bu pencereden mi bakılsa Yapı'ya!
Galatasaray çuvaldızı kendine batırmalı
Son olarak Galatasaray camiasının da çuvaldızı kendisine batırması gerektiğini belirtmek istiyorum. Lige havlu atmış bir rakiple oynanacak maç öncesinde Oğuzhan Çakır üzerinde yaygara koparılmasını anlayabilmiş değilim. Evet, Galatasaray bu hakemin yönettiği iki maçta kendi evinde 4 puan kaybetti. Ama nasıl? Kasımpaşa maçında çok kötü bir oyunla 3-0'da maç verildi. Bu skorun en önemli nedeni hakem değil, oyunun üçte ikilik bölümünde takımın tel tel dökülmesiydi. Eyüpspor karşısında da 2-0'dan berabere kalındı. Ancak burada da çok iyi bir oyun ortaya konmasına karşın, girilen pozisyonların cömertçe harcanması ve kaleci Berke'nin başarısı etkendi. Yani öyle ahım şahım hakemlik bir durum yoktu. Ayrıca bu iki maçtaki defans ve kaleci hatalarını da unutmamak lazım. Maç öncesi hakemleri baskı altına almak eski ve bayat bir taktik. Galatasaray'ın böylesine ucuz yollara ihtiyacı yok. Gücünü sahaya yansıtması yeter.
‘’Galatasaray daha sağlam!‘’
Hep yazdım, daima yazacağım, daha fazla yazacağım; bir kişi, tek bir kişi bile beni anlayana kadar yazacağım! Türk futbolundaki kaosun, anarşinin tek nedeni sülfür bulutları kadar kirli ve zehirli futbol iklimidir. Bunun müsebbibi ise, kulüpler üzerinden kendilerine rant ve istikbal sağlayan, özellikle de büyük kulüplere çöreklenmiş ya da ele geçirmiş, yönetici kostümüyle ortalıkta dolaşan oligarkların topluma empoze ettiği barbar, çağ dışı futbol dilidir.
Sahte algılar ile hipnotize!
Bu oyunda ve bu bel altı kavgada hiçbiri masum değil. Ancak bazen ihtirası aklından önde giden, daha şeytani zekaya, daha güçlü sosyo-ekonomik ve politik şartlara sahip olanlar rakipleri üzerinde üstünlük kurabiliyorlar. Bu sezon yaşadığımız tam da budur!
Genelde uzun süre iktidarda kalmak isteyen diktatörlerin kullanmak istediği bir taktiktir; yaratılan sahte algılar ile toplumu hipnotize etmek, yönlendirmek, kendilerine kayıtsız şartsız biat etmiş bir kitle yaratmak... Elbette, buna teşne bir topluluğun varlığına inandıkları ya da böylesi bir toplumun yaratılmasına zemin hazırladıkları zaman gerçekleştirirler bunu.
Algı şampiyonu olan sezonu alır!
Şimdi, Gaziantep-Galatasaray maçının kritiği ile şu yukarıda yazdıklarının ne alakası var, diye bana saldıracak, belki de küfredecek birçok okur olacaktır. Onlara kısaca şunu söylemeliyim; bu sezon Türkiye Süper Ligi'nin şampiyonunu belirleyecek olan en önemli kriter, hangi kulübün algı operasyonlarının başarılı olacağına bağlıdır! Bütün bu konvansiyonel ve sosyal medya savaşlarının asıl nedeni budur: Temel gerçekliği eğip bükmek, hatta mümkünse yok etmek, yerine kendi sanal gerçekliğini idame etmek. Dört Büyük kulüpten ikisi, en azından bu sezon tasfiye edildi. Diğer ikisi ise son derece vahşi ve ölümcül bir savaşın içine girdiler. Bu mücadelede Galatasaray şu an için teknik-taktik, oyun felsefesi ve puantaj açısından avantajlı gözüküyor. Ancak her hafta, tabiri caizse, rakip yönetimin ve paralı askerlerinin salvolarına aynı oranda cevap veremiyor ve bayağı hırpalanıyor!
Hakemleri etkileme stratejisi…
Fenerbahçe-Çaykur Rize maçına girmeyeceğim elbette! O, geçti gitti, istatistik oldu! Lakin, o maç biter bitmez, hatta o maç oynanmadan -belli ki cepte görülüyordu- Gaziantep-Galatasaray maçının hakemi Kadir Sağlam üzerinden koparılan fırtınalar, tüm medyada başlatılan algı operasyonları, ligin orta karar takımlarından biri olan ve sahasında 12 maçtır kaybetmeyen Gaziantep FK önünde Galatasaray'ın puan kaybetmesi üzerine kurgulanmıştı...
Trollerin yürüttüğü kampanya
Burada da onurunu iki paraya satan aşağılık troller tarafından etki altına alınması gereken ilk isim elbette maçın hakemi Kadir Sağlam'dı. İkincisi ise Galatasaray'ın efsanelerinden biri olan Selçuk İnan! İkisi üzerinden de çok iğrenç tezviratlar yapıldı bu maça kadar. Selçuk İnan'ın üzerinde tabi çok fazla etkisi olmadı bütün bu rezil kampanyaların. Gelgelelim Kadir Sağlam, o kadar 'sağlam' duramadı! Üstelik, MHK'nın en güvenilir hakemlerinden biriyken!.. Fahiş hatalar yaptı. Bilhassa faul ve kart standartları konusunda.
Hiçbir ligde yok böyle bir şey!
Gaziantep takımının maçı 11 kişi tamamlaması tamamen Kadir Hoca'nın takdiriydi! Özellikle de Lungoyi-Torreria pozisyonunda... Kadir Bey, bu pozisyonda Antepli oyuncuyu ikinci sarıdan kırmızı kartla atması gerekirken, Torreria'ya çıkardığı sarı kartı bir kez daha seyretsin ve başını yastığa rahat koyup uyuyabiliyorsa, uyusun! Mümkünse sezon sonuna kadar! Hatta, Gaziantep belki 9 kişi bile kalabilirdi bu maçta; Sorescu'nun Sallai'ye yaptığı faul sonrası... Bunu sadece Fanatik (!) Hamit Turhan olarak ben söylemiyorum küfürbazım (!) tüm hakem hocalarının yorumları bu şekilde!.. Kadir Sağlam'ın bu yazıda bu kadar yer almasının tek nedeni, maç öncesi onun hakkında yapılan algı operasyonu ve bu operasyonun başarıya ulaşmasıdır. Ve bu suçtur. Bütün medeni ülkelerde suçtur. Hangi takım yaparsa yapsın. Federasyonlar da bu suçu işleyenleri cezalandırır. Tabii, bizde federasyon diye bir yapı olmadığı için böyle uygulamalara uzaktan bakar ve hayıflanırız.
Nicedir hiç maç yazamıyoruz!
Maça yine gelemedik. Ne zaman geldik ki! Hiçbir zaman bu ülke futbolseverini maçın içine sokmuyorlar ki! Orta zekalı ve vasat insanların oluşturduğu balçık çamurda debelenip duruyoruz! Oysa Galatasaray'ın ne kadar önemli ve psikolojik açıdan kritik bir virajı geçtiğini söylemek isterdim sizlere.
Sarı-Kırmızılı takımın kronikleşmiş stoper, kaleci ve savunmadaki kademe hatalarına, girdiği gol pozisyonlarındaki savrukluğuna rağmen...
Sezonun o görkemli başlangıcında başrol oyuncusu olan İcardi, Barış Alper ve Yunus'un yokluğuna rağmen...
Galatasaray'ın eksikleri çoktu
Gabriel Sara'nın hala sezon başı formunu tutturamamasına rağmen...
Attığı şık golle maçın kahramanı olan Ahmet Kutucu'nun henüz takıma uyum sağlayamamasına ve girdiği ikili mücadelelerin çoğunu kaybetmesine rağmen...
Sallai ve Jelert'in kendilerini ispatlamak için sarf ettiği çabalara karşın, yaşadıkları tedirginliklere rağmen...
Beklenen transferlerin önemli kısmının hala gelmemesine rağmen...
İki takım da çok iyi savaştı
Tabii, bu sezon çok kritik gollere imza atan Batshuayi ile bence gözden çıkarılmaması gereken, son iki şampiyonlukta çok önemli paya sahip Nelsson'un bu maçta transferleri nedeniyle kadroda olmamaları da Sarı-Kırmızılı takım açısından büyük handikaptı. Lakin, her şeye karşın Galatasaray, Ajax yorgunluğu ve moral bozukluğu üzerine ligin en zorlu deplasmanlarından birinde çok iyi mücadele etti, savaştı, dik durdu ve kazandı. Üstelik, oyuna maç boyu ortak olan ve en az kendisi kadar savaşan, mücadele eden ve girdiği çok sayıda pozisyonu cömertçe harcayan diri bir Gaziantep FK takımına karşı...
Ve kendisine karşı oluşturulan gizemli ve tuhaf ittifaka karşı!..
‘’Ali Samiyen'in ruhu sızladı‘’
Galatasaray Spor Kulübü'nün kurucusu Ali Sami Yen, 'Ellinci Yıl' kitabında kuruluş öyküsünü şöyle anlatır: "1 Teşrin 1905'te mektebin beşinci sınıfında edebiyat muallimimiz merhum Mehmet Ata beyin dersi esnasında birkaç arkadaş baş başa vererek Galatasaray'da bir futbol kulübü kurmaya karar verdik. İlk müteşebbisler oyuna ve mücadeleye meyyal arkadaşlardan Asım Tevfik Sonumut, Reşat Şirvani, Cevdet Kalpakçıoğlu, Abidin Daver, Kâmil... gibi gençlerdi. Mektepte tahsilde bulunan Bulgar ve Sırp talebesinden çevik ve kuvvetli olanlar da bize iltihak etmişlerdi. Asım'ı muhasebeciliğe, Cevdet'i ikinci reisliğe seçmiş, kendim de Reis olmuştum.
Maksadımız, 'İngilizler gibi toplu bir halde oynamak, bir renge ve bir isme malik olmak ve Türk olmayan takımları yenmekti.'
(Kaynak: Galatasaray Resmi İnternet Sitesi)
Amaç; Türk olmayan takımları yenmek
Evet, Galatasaray'ın kuruluş amacını bu şekilde açıklamış Galatasaray'ın kurucusu Ali Sami Yen: "Türk olmayan takımları yenmek." Aslına bakarsanız Sarı-Kırmızılı Takım, kurucusunun amacına yönelik bir tarihsel gelişim gösterdi. UEFA Kupası, Avrupa Süper Kupası, Şampiyon Kulüpler Kupası Yarı Finali, Şampiyonlar Ligi Çeyrek Finali, ilk kez Şampiyonlar Ligi'ne katılan takım olması, Avrupa'da en çok maç yapan, en fazla galibiyet alan, en fazla puan toplayan takım vs. Gerek yöneticileri gerekse göreve getirilen teknik heyetleri hep bu vizyonda ve misyonda oldular ve ona göre planlamalar yaptılar. Ve bu planlamalar genellikle de ufak tefek yol kazalarına rağmen tuttu. Bunun en büyük kanıtı da Galatasaray'ın, Türkiye'nin Atatürk'ten sonra dünyada en çok tanınan markası olması. Yeryüzündeki tüm kıtalarda... Detaya girmeye gerek yok, her şey ortada ve bunu herkes biliyor!
Yönetimin sezon başında yaptığı yanlışlar
Gelgelelim, rekorlar kırarak son iki sezonun Türkiye Süper Ligi Şampiyonluğunu elde eden Galatasaray'ın Avrupa macerası her yıl hüsranla sonuçlanıyor. Şimdi, kimse bana Avrupa Ligi Play-Off'una kaldığını ve buradan çıkma ihtimalinin çok yüksek, hatta hala Kupa'nın favorilerinden biri olduğu masalını anlatmasın. Galatasaray, çektiği kuraya bakarsak şu an Avrupa Ligi'nin ilk 3'ünde olmalıydı; şayet, sezon başında doğru bir planlama yapılsaydı. Her zaman söylerim; bir takımın nasıl bir sezon geçireceği, yaz transfer sezonunda yapılan planlamanın sonucunda belli olur. Teknik direktörün başarısı, bazı oyuncuların kendi performanslarının üstüne çıkması bu gerçeği değiştirmez.
Galatasaray Avrupa'da başarısız oldu
Eleştirim, salt Ajax yenilgisine yönelik değil. Galatasaray'dan daha iyi sezon geçirmediğini bildiğimiz Ajax karşısında maç öncesi galibiyetten emin olan Galatasaray taraftarının yüzde 10 ya da 15'leri geçmeyeceğinden eminim. Zaten grup maçlarında Ajax'ın yarı çapı kadar olmayacak takımlara karşı puanlar kaybetmişsin ve ilk 8 şansını bu maça bırakmışsın. Olmayacağı belliydi ve olmadı da... Tabii burada sağa sola saldırmanın, 18-20 Milyon Euro civarında paralar harcayarak sağ ve sol bek alıp da bu maça yine zavallı Berkan ve Kaan'la çıkmanın anlamsızlığından bahsetmenin, öyle olsaydı böyle olurdu, şunu yapsaydılar daha farklı sonuç elde edilirdi gibi farazi işlere girmenin de bir anlamı yok. Galatasaray bu sezon Avrupa Ligi'nde başarısız olmuştur. Net. Somut gerçek bu. Sonra ne olur bilemeyiz. Umarım geceyi gündüze çevirirler!
Ücret skalası Barış Alper Yılmaz’a hakarettir!
Ajax maçının istatistiklerine ve detaylarına burada girmemin bir anlamı olmadığını düşünüyorum. Zaten internet çağında bu bilgilerin detaylarına benden daha çabuk ve daha fazla ulaşan, özellikle genç Galatasaray taraftarları, benim burada tekrarlayacağım bilgilere itibar etmeyecektir! Ancak benim bu maça özgü söyleyeceğim bir iki kelam olacak: Galatasaray, Batshuai'den kesinlikle çıkmalı; zira Ziyech'den çok da farklı bir haleti ruhiye içerisinde değil ve bu temposuyla, olmayan aidiyet duygusuyla bundan daha fazla katkısı olmaz takıma. Ajax maçında altı pastan tribünlere yolladığı top, aslında Galatasaray Yönetimi’ne atılmış bir goldü! Bunlar tüccar topçular ve Galatasaray bu tuzağa düştü. Bu adamların Galatasaray'dan eşek yüküyle para kazanmaları, Barış Alper Yılmaz’a büyük ayıptır, haksızlıktır, hatta hakarettir. Galatasaray'ın, Yunus'tan sonra yakında bu çocuğu da kaybetme ihtimali yüksektir. Muslera'nın çok güçlü bir alternatifini, hatta onu yedekleyecek bir ismi sağ bek, sol bekten önce bulmalı yönetim. Yunus Akgün bugüne kadar çok katkı verdi ama istikrarsız ve menacer kuklası bu Karadeniz çocuğuyla bahar olmayacağı bilinmeli ve kesinlikle onunla rekabet edecek bir oyuncu daha getirilmeli.
Victor Nelsson mutlaka kazanılmalı
Davinson’a Beckenbauer muamelesi çekmekten bir an önce vaz geçilmeli ve son iki sezon elde edilen şampiyonluklarda çok büyük katkısı olan Nelsson bir an önce takıma bir şekilde monte edilmeli. Hele hele, onun yerine asla stoper alınmamalı ve Metehan'a da kesinlikle kurban edilmemeli. Artık 3'lü defans mı olur, başka bir format mı olur, onu teknik heyet bilir tabii! Eğer doğruysa Morata çok önemli bir hamle, özellikle İcardi'nin yokluğunda. Çünkü şu anda Galatasaray'ın en büyük eksiği İcardi. Morata'nın İcardi'nin boşluğunu bir nebze de olsa dolduracağı ve Galatasaray'ın hücum zenginliğini artıracağı ortada. Ancak, pek sevmediğim bir tabirle yorumlayacağım: Yetmez ama evet! Galatasaray yönetimi ve teknik heyeti sezon başında yapılan yanlış planlamayı umarım devre arası transfer döneminde doğruya çevirir. Morata'nın dışında en az üç üst düzey oyuncuya daha ihtiyacı var bu takımın. Mevkileri ben biliyorum ama ukalalık yapmamak için söylemiyorum!
Galatasaray Avrupa değil, Dünya Fatihi'dir!
Çok uzun yazı oldu biliyorum ama son söz olarak şunu söylemek istiyorum: Galatasaray bir his takımıdır. Galatasaray'ı hissetmeyen ne futbolcu ne teknik heyet ne de yöneticinin bu kulüpte yeri yoktur. Kulübün, takımın içinde bazı ayrık otları var ve onların acilen temizlenmesi gerekir. Galatasaray'ın, kurucusu Ali Sami Yen'in kuruluş manifestosundaki gibi fabrika ayarlarına dönmesi zorunluluktur. Galatasaray, Ali Sami Bey'in de işaret ettiği gibi Avrupa Fatihi'dir ve öyle kalmalıdır. Ben burada el artırıyorum. Galatasaray sadece Avrupa Fatihi değildir, Dünya Fatihi'dir de aynı zamanda. Kulüp, dinamiklerini buna göre güncellemelidir. Ajax bir teferruattır; geçmişten geleceğe uzanan sonsuz yolculukta... Galatasaray'ı yönetenler; yönetim, kongre üyeleri vs. bunu idrak etsinler yeter!
‘’Galatasaray büyüklüğü!‘’
Ligin ortalama takımlarından biri olan Konyaspor karşısında sıradan bir lig müsabakasına çıkan Galatasaray açısından bu maçın hayati önem taşıyan bir karşılaşma olmasının bariz sebepleri vardı. Tek tek açıklayacağım.
Konya maçı psikolojik eşikti
Birincisi; bu maç psikolojik bir eşikti. Zira Galatasaray son iki maçta Türkiye Ligi'nin sondan ikincisi Hatay Spor ile Avrupa Ligi'nin son sırasında yer alan Dinamo Kiev karşısında bariz savunma hatalarından kaynaklanan goller nedeniyle berabere kalmıştı. Dolayısıyla bu sonuçlarla sahip olduğu bazı avantajları yitirmişti. Bu da Sarı-Kırmızılı takımın savunma zaaflarına yönelik birçok eleştiriyi beraberinde getirmişti. Özellikle de takım savunması konusunda... Doğru ve haklı eleştirilerdi bunlar. Ancak bunun takım üzerinde son derece olumsuz ve yıkıcı etkiler yarattığını, hatta özgüven kaybına yol açtığını da burada belirtmek isterim. Bilhassa Muslera'ya yönelik eleştirilerde...
Skor yükünün yüzde 72'si yok!
İkincisi; geçen yıl elde edilen şampiyonlukta katkısı olan oyunculara bir göz atalım:
İcardi: 34 maç, 25 gol, 8 asist.
Zaha: 30 maç, 9 gol, 3 asist.
Ziyech: 18 maç, 6 gol, 3 asist.
Kerem Aktürkoğlu: 37 maç, 12 gol, 6 asist.
Bu dört oyuncu geçen yıl atılan 92 golün yüzde 72'sine direkt katkı yapmış ve bu sezon yoklar! Yerleri de doldurulamamış. Ve buna rağmen Galatasaray, Fenerbahçe'nin 9 puan üzerinde; en azından bu günlük!
Barış ve Yunus sürmenaj oldu
Üçüncüsü; geçen yıl skor açısından şampiyonluğa katkı yapan oyunculara ilaveten, en az onlar kadar şampiyonlukta pay sahibi olan Nelsson, Kerem Demirbay ve Berkan gibi birinci sınıf oyunculardan bu sezon verim alınamaması...
Dördüncüsü; gerek enerjileriyle gerekse skora olan katkılarıyla takımın dinamosu görevini üstlenen Barış Alper ile Yunus Akgün'ün yoğun maç trafiği ve alternatiflerinin olmaması nedeniyle sürmenaj olmaları...
Beşincisi; takımın neredeyse her şeyi Gabriel Sara'nın bir aylık yokluğu (Yukarıdaki eksiklere ilave edilebilir).
Erden Timur'un yeri dolmadı
Altıncısı; kadro planlaması işlerinin bu konuda sıfır bilgiye, görgüye ve vizyona sahip adamlara teslim edilmesi ve onların öngörüsüzlüğünün, kendi aralarındaki iç çekişmelerin takımı dumura uğratması...
Yedincisi; dağılan takımı toparlayacak ve dışarıdan yapılan saldırılara göğsünü siper edecek bir yönetici profilinin olmaması. Bahsettiğim elbette Erden Timur ama bu yönetim kurulu ve başkan var olduğu müddetçe Erden Bey'in olmayacağı kesin! Lakin, en azından onun görevini az da olsa yerine getirebilecek, misal; Adnan Polat, hatta Abdürrahim Albayrak gibi bir figürün olmaması...
Sekizincisi; bu takımın eksiklerinin sezon başından beri belli olmasına rağmen, yönetimin bu konuda en ufak bir hazırlığının dahi olmaması ve hala fırsat transferi gibi safsataların peşinden koşulması...
Dokuzuncusu; iç ve dış olmak üzere bu kadar ağır saldırı altında olan takıma İkinci Başkan Metin Öztürk dışında hiçbir yöneticinin sahip çıkmaması ve takımdan daha fazla dağılma potansiyeli olan Okan Buruk'a bu işlerin havale edilmesi...
Tarihsel bir miras: Büyüklük!
Onuncusu; bütün bu şartlar altında son haftaların en diri takımlarından biri olan Konyaspor karşısında Galatasaray'ın gol yeme sendromunu yaşamasının doğal olması, hatta Okan Buruk'un takımın öz güvenini yeniden kazanması açısından sadece bu olguya önem vermesi...
On birincisi; hakem heyeti diyeceğim ama artık demek istemiyorum! Galatasaray'ın attığı ikinci golün neden iptal edildiğini asla anlayamayacağım. 40 yıllık spor adamlığım ve yazarlığımda böyle skandal bir karar görmedim, bundan sonra da göreceğimi sanmıyorum.
On ikincisi; Galatasaray'ın bu maçtaki bir puan kaybı ligin bundan sonraki haftaları için çok kritik önem taşıyordu. Sarı-Kırmızılı takım açısından telafisi imkânsız sonuçlar doğuracaktı, Fenerbahçe için ise şampiyonluk mücadelesi için itici güç olacaktı.
Lakin Cim Bom buna izin vermedi. Çünkü bu kadar namüsait şartlara rağmen kulübün genlerine kazınmış kazanma alışkanlığı devreye girdi. Büyük kulüplerin en önemli özelliğidir bu! Büyük kulüpleri büyük yapan da budur: Tarihsel geçmişlerinden miras kalan büyüklükleri! Sarı-Kırmızılı kulüp için bunun adı: Galatasaray Büyüklüğü'dür!