‘’Galatasaray neden kaybetti?‘’
Türk Telekom Stadı’nda tam 41 maç yenilmeyen Galatasaray bu serisini Başakşehir karşısında aldığı mağlubiyetle noktalamış oldu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi olarak zirve mücadelesi verdiği günlerden, Başakşehir’e geçiş yaptığı dönem arasında en çok Galatasaray’a yenilen, buna rağmen İstanbul’un diğer büyükleri karşısında daha başarılı olan Başakşehir bu yıl da ligin çetin cevizlerinden biri olacak gibi.
Başakşehir’in, Abdullah Avcı ile başlattığı pas oyununa dayalı gelenek Okan Buruk ile de devam ediyor. Hatta Buruk, eski bir forvet olarak rakip savunma arasına nasıl sızılacağının deneyimini de takımına aktarmış gibi. Çok atak yapmaktansa yapılacak atakların kalitesine ve sonuç alıcı olmasına dikkat ediyor Buruk.
Böyle bir takıma karşı Galatasaray birçok eksikle alana çıktı. Her ne kadar özellikle büyük takımların hocaları “sahaya çıkan her oyuncu takımını gereği gibi temsil eder” deseler de, futbolun pratiğinde durum böyle olmuyor. Oyuncularınızı antrenmanlar da, ne kadar maç formunda hazırlarsanız hazırlayın “gerçek maç” gibi olamaz. Eskiden beri söylenegelen ve bugünde geçerli olan “maç formu” yedekten gelen oyuncuların en önemli sorunudur.
Yedekten gelen oyuncuların içinde Ömer Bayram gibi olağanüstü bir çıkış yakalayan oyuncular olabilir. Ama o da o kadar özveriyle koştu ki, altmışıncı dakikadan sonra oyundan düştü. Ahmet Çalık’ta kötü oynamıyor. Ancak toplamda maçın 11’inde yedekten gelen dört oyuncu, Emre Mor’da katılınca beş oyuncu sahada olursa Başakşehir gibi zorlu rakiplerin üstesinden gelemezsiniz. Yedekten gelen oyuncularla ligin ortalarına oynayan ya da düşmeme mücadelesi veren takımları rahat yenebilirsiniz ancak şampiyonluğa oynayanların karşısında bocalarsınız.
Maçın normal süresinin bitimine 5-6 dakika kala oyuna Belhanda’yı alıp ondan ne beklenebilirsiniz? Kendi başına topla oynamaktan başka bir şey yapmayan, değişik şeyler denemeye hiç yanaşmayan Emre Mor’u Feghouli’nin yerine oyuna almak da sorunlu bir değişiklik olsa gerek. Söz gelimi, Feghouli sahada kalsa, Belhanda da biraz erken sahaya sürülse bu maçı en azından kaybetmezdi Galatasaray. Çünkü Belhanda kötü oynasa da bir tehdit unsuru olabilirdi. Asıl yerinde oynamayan Babel’in de oyunda pek görünmediği, bana kalırsa Beşiktaş’taki oyununa asla ulaşamayacak olan Hollandalının da yetersiz performansı Galatasaray’ın 41 maçlık yenilmezliğini ortadan kaldıran nedenlerden biriydi.
‘’Türk Duvarı Avrupa'da‘’
“Şekil ve renkleri gözlerimiz ile görürken, fikir ve genel kanunları aklımız ile görürüz.” Antikçağ filozoflarının düşünme yöntemlerini belirleyip günümüzde de olaylar ve görüntüler arasındaki bağlantıları saptamaya yarayan bu önerme İzlanda maçından aldığımız bir puandan sonra gelip karşımıza dikiliverdi.
Sigthorsson’un kalemize girmek üzere olan kafa vuruşunu Merih’in çizgiden çıkarması ve edinilen bir puanın bu şekilde kazanıldığını savunmak renkler ve şekillerle ilgilidir. Başta Merih Demiral ve Çağlar Söyüncü’nün ortaya koyduğu modern savunma oyunu ve Ulusal takımın genel takım savunması ise fikir ve genel kanunları aklı ile görme yerine geçer.
Şenol Güneş başlarda Çağlar’ı Merih’in yanına pek uygun görmedi ancak zaman içinde aklın yolu izlenince ortaya bir “Türk Duvarı” çıktı. Ulusal takımın Fransa ile oynayıp deplasmanda berabere kaldığı maçtan sonra da bu ikili hakkında yazmıştım. Bundan sonra büyük olasılıkla adı “Türk Duvarı” olarak özelleştirilecek bu ikilinin oyunu finallerde de en çok dikkat çeken unsur olacaktır.
Yine daha önce yazdığım, son otuz yıl içerisinde hiçbir geçerliliği olmayan ama söylendiği zaman kulağa hoş gene hücum futbolunun yerini savunma futbolu çoktan aldı bile. Eğer Ulusal takım 2020 finallerinde başarılı olursa bu genel takım savunması içerisinde Merih ve Çağlar’ın özgün defansif davranışları ile olacaktır. Güçlü ve devamlılığı gelişmiş olan İzlandalıların hiçbiri bu ikiliyi koşu ile geçemediler.
Savunma ağırlıklı futbolun özellikle Avrupa’da oynanan şekline bakıldığında ülkelerin birbirlerine çok yaklaştığını görmekteyiz. 15-20 sene önce İzlanda, Arnavutluk, Moldova ve Andrra ile aynı gruba düştüğümüzde bayram ederdik. Şimdilerde İzlanda ve Arnavutluk’a “çetin ceviz” diyoruz. Son Dünya Şampiyonu Fransa evinde Moldova’yı sadece bir gol farkla yenebiliyor. Eğer Merih topu çizgiden çıkarmasaydı Andorra gibi bir ülkeye kara kara düşünerek gidecektik.
Artık iyi bir defans hattınız ve genel kurguda savunma sağlamlığı varsa santrforlarınızın gol atması çok da önemli değildir. İyi bir hücum hattına bel bağlayıp maçları kazanmaya çalışmak takımları zafere ulaştırmaya yetmiyor. İşte İzlanda maçı… Böyle maçları kazanmaktan önce kaybetmemeyi bilmek gerekir. Kuşkusuz futbolda gol çok önemlidir ancak, belki de kalesinin önünde önlediği gol durumları daha da önemlidir.
Futbolda iyi hücum yapmak eskilerin sloganıydı bugünlerde futbolda artık iyi savunma organizasyonu söz konusu. Bu anlamda futbol, bugün için gri bir zemine oturmuş gibi duruyor. Ulusal takım iyi savunma ile Fransa’ya üstünlük sağlayıp başarılı bir şekilde finallere gidiyor. Ne var ki, başarı deniz suyu içmek gibidir, içtikçe daha çok susarsınız…
‘’Süper Lig'in genel görünümü‘’
11. hafta karşılaşmaları oynandıktan sonra yaklaşık olarak ligin üçte birlik kısmı geride kaldı. Ne yazık ki ligin futbol düzeyi on bir hafta sonra bile beklenilen kaliteye ulaşamadı. Topun oyunda kaldığı süre hemen hemen Avrupa’nın büyük liglerindeki ortalamayla benzer. Uzatma dakikaları bir yana bırakılırsa, doksan dakikalık maç süresince top 56 dakika oyunda kalmaktadır. Ligimiz bu ortalamayı yakalayabiliyor. Ancak ligimizde görev yapan oyuncular ülke insanımızın görmek istediği göze hoş gelen oyunu ortaya koyamıyorlar, buna karşılık hemen hemen tüm futbolseverlerin görmek istemediği sert, kırıcı, sakatlayıcı, toplamda çirkinlik içeren hareketleri ise daha fazla yapıyorlar.
VAR hakemi neden var?
Bu hafta oynanan maçların çoğunda bazı futbolcular meslektaşlarının sezonu kapatmasına neden olacak kadar sağlıksız davranışlarda bulundular. Pazar günü arka arkaya oynanan Trabzonspor-Alanyaspor ve Beşiktaş-Denizlispor karşılaşmalarındaki sert hareketleri bir daha hiçbir futbolseverin görmek isteyeceğini sanmıyorum. Beşiktaş-Denizlispor maçında konuk ekibin oyuncusu Sackey’in Beşiktaşlı Diaby’in aşil tendonuna yaptığı hareket acımasız ve şiddet içerikliydi. Maçın hakemi Özgür Yankaya bu acımasız girişimi sarı kart ile geçiştirdi. VAR hakemi ise pozisyonu defalarca izleme olanağına sahipken o da Yankaya’yı uyarmadı. VAR’ın yararları var kuşkusuz. Ancak giderek sahada görev yapan hakemlerin sorumluluktan kaçmasına da neden oluyor, VAR hakeminin ise ne düşündüğünü kimse bilemiyor. Bu pozisyonda kırmızı kart göstermek için ne hakem olmaya ne de VAR’a gerek var.
Futbolcular zamanlama hatası yapıyor
Rakibin ayağına, ayak bileğine ya da vücudunun herhangi bir yerine ayakkabının altındaki demir kramponlarla vurmanın hafifletici nedeni topla oynamak isteği olamaz. Gerçek profesyonel oyuncular bunun zamanlamasını çok iyi yapar. Topa dokunsalar bile Abdulkadir Parmak örneğinde olduğu gibi bileğe basmak kırmızı karttır. Ne var ki, bilge yöneticilerimizin(!) yaptığı yabancı futbolcu transferleri sonucu ligimiz Avrupa’nın en yaşlı ligidir.
Lig yaşlı yabancılardan oluşmaktadır
Süper Lig’deki her dört futbolcudan üçü yani yüzde 73,1’i başka bir ülkeden transfer edilmiştir ve ligin yaş ortalaması 2017 verilerine g öre 28,7’dir. Yaşlı yabancı futbolculardan oluşan ligimizde, İngiltere Ligi’ne göre yüzde 50 daha fazla faul yapılmaktadır ki, bunların belli bir kısmının rakibini sakatlayacak, sakat bırakacak boyutlarda olması normaldir. Yine bu kuraldışı davranışların bir sonucu olarak İngiltere Ligi’nden yüzde 30 daha fazla penaltı yapılmaktadır. Bu verdiğimiz oranlar diğer Avrupa liglerinden daha da fazladır.
Bu verilerin yanı sıra ligimizde alt yapıdan yetişen oyuncu sayısı sadece yüzde 3,2’dir. Almanya Ligi’nde oynayan oyuncuların yarısından çoğu Alman pasaportu taşır. Fransa ve Almanya liglerinde altyapıdan yetişen oyuncu sayısı yüzde 13,5, İspanya’da ise yüzde 21,5 tur.
Altı yerli oyuncuyla sahaya çıkan Sivasspor
Bu denli kötümser bir durumdan sonra zoraki de olsa tebessüm etmemizi sağlayan görüntüler de vardı geçen hafta sonu oynanan maçlarda. Lig lideri Sivasspor’un başlangıçtaki 11’inde altı Türk oyuncu görev yaptı. Bunlardan Emre Kılınç, Fenerbahçe’de futbol oynayıp sonrasında Sivasspor’un çalıştırıcılığını yapan Brezilyalı Roberto Carlos benzeri bir gol attı. İkinci gol de bu kez yine çok uzaktan Hakan Arslan’dan geldi. Kayserisporlu Emre Demir ise henüz 15 yaşında ve attığı gol ile lig tarihinin en genç golcüsü unvanını aldı. Oynatırsanız oluyor demek ki. Kalite devamlılık ister. Kulübede oturtulup olması beklenen futbolcu kaybolur.
Atatürk ülkeyi neden gençlere emanet etti?
2000’li yılların başında Fanatik’te yazdığımda sık sık şu yargımı dile getirdim, bir kez daha yineleyeyim: Büyük Atatürk kos koca bir ülkeyi gençlere emanet etti ancak korkak antrenör ve yöneticiler takımlarının hiç olmazsa birkaç mevkisini gençlere bırakamıyorlar…
‘’Galatasaray'dan görüntüler‘’
Rizespor karşılaşması iki dakika içerisinde atılan, daha çok rakip hatalarına dayalı iki gol ile kazanıldı. Maç programı olarak zor bir dönemden geçen Galatasaray için bu üç puan önemliydi. Ancak maç içerisinde öyle görüntüler vardı ki, izleyenlerin gördükleri bu olumsuz görüntüler ile Real Madrid karşısında Galatasaray’ın zor anlar yaşayacağını kestirmek bir bilmece olmasa gerek.
Önce iyi tarafından yani Ömer Bayram’dan başlayalım. Fatih Terim’in Ömer’e neden az şans verdiğini bir türlü anlamış değilim. Ömer Bayram Galatasaray’ın en iyi oyuncularından biri... Rizespor karşısında büyük bir hayranlıkla izledim. Verdiği paslar, gerçek anlamda bir orta alan oyuncusunun verebileceği kalitede, fazla rakibi oyundan düşüren paslar… Ortaları ise rakip savunmayı öylesine zorluyor ki, kendi kalelerine bile atabiliyorlar.
Galatasaray bir santrfor takımıdır. Gündüz Kılıç, Metin Oktay, Gökmen Özdenak, Tarik Hosic, Tanju Çolak ve diğerleri… Benzer sıralamayı Fenerbahçe ve Beşiktaş için yapamıyoruz. Ancak Galatasaray’ın santrforu Andone, Rizespor maçının neredeyse 70. dakikasına kadar top görmedi. O da bunu anlayıp kenarlara çıkarak iki kez topla buluştu, oyunun sonlarına doğru ise bir iki pozisyon yakalayabildi. Geçen yıl santrforu rekor sayılabilecek gol ile kral olurken bu sezon ortalarda santrfor yok, olsa bile ona göre bir oyun planı geliştirilemiyor…
Emre Mor ise başlı başına bir sorun. Fatih Terim onu kazanmak için uğraşıyor. Bunu anlayabiliyorum. Ancak Galatasaray, topla oynamayı marifet zanneden bir oyuncuyla uğraşacak kadar zamana sahip değil. Kaldı ki Emre Mor’un topla oynama isteği kronik bir hastalık gibi. Topu her aldığında üç dört rakip oyuncunun içine dalıp kaybediyor. Birileri ona bu tür futbolun yüz elli yıl kadar eskide kaldığını anlatmalı. Eğer o dönemlerde oynamış olsaydı eminim ki çok başarılı olurdu. Çünkü yüz elli yıl önce İngiltere’de oynanan futbol, şişirilmiş hayvan bağırsağını köyden köye taşımaya dayalıydı. Benzetmede hata olmaz, Emre Mor’u da üzmek istemem ama oyunu bunu andırıyor.
Fatih Terim Emre Mor’a bugünün futbolunun çabuk pas ve boş alana koşmaya dayalı oynandığına ikna ederek anlatmalı. Uygulaması için de sahada belli bir zaman vermeli. Eğer söylediklerini yapmıyorsa hemen oyundan almalı. Bunu denerse yaşı genç olan Emre Mor’u zaman içerisinde kazanabilir…
‘’Altay Bayındır ve Emre Belözoğlu‘’
Önce Altay Bayındır ile başlamamın nedeni onun büyük bir kaleci olacağına ilişkin inancım ve dolayısıyla Fenerbahçe’nin geleceğinde yer alacağını düşünmemdendir. Çok değil, bir hafta önce yazdığım maç eleştirisinde Altay’a duyduğum güveni dile getirmiştim. Ama insan öylesine ilginç bir canlı ve futbol da bir o kadar değişken doğası gereği bazen yazdıklarımız suratımızda tokat etkisi yaratıyor. Bu bağlamda insan ve futbol söz konusu olduğunda yanılmamak neredeyse olanaksız...
İşte o çok beğenerek izlediğimiz ve Fenerbahçe’nin geleceği olarak nitelediğimiz Altay, Kayserispor maçının son dakikalarında rakibine öyle bir hareket yaptı ki, maçı izlerken hakkında yazdıklarım için utandım. Çünkü bir futbolcunun kasığına kasıtlı bir şekilde vurmanın ne demek olduğunu iyi bilirim. Ben oynarken bir arkadaşım Altay’ın yaptığı hareketin bir benzeriyle yere yığılmış, iç kanamadan dolayı ölümle burun buruna gelmiş, birkaç ameliyat sonunda hayatı kurtulmuş ama genç yaşta futbola veda etmişti. O zor dönemi atlatan İzmirspor’lu arkadaşım Nebil Canik, ne yazık ki 9 yıl sonra 1999 depreminde, Sakarya’da yaşamını yitirdi.
Altay Bayındır’ın ne denli geleceği olsa ve başarılı görünse de, daha kendini kanıtlamış, “Fenerbahçe kalecisi” olmuş değil. O kalenin henüz adayıyken böylesi kasıtlı, yaralayıcı ve meslektaşının yaşamına mal olacak bir hareket yapması Altay’dan Fenerbahçe’ye taşıdığı bir altyapı eksikliği mi yoksa geldiği noktada kabadayılığa özenen ağabeylerinden gördükleri midir? Nereden bakarsanız bakın Altay Bayındır’a yakışmadı.
Emre Belözoğlu’nu biliyoruz. Başta Fenerbahçe Başkanı Ali Koç olmak üzere onu Fenerbahçe’nin yakın gelecekteki lideri olarak sunmalarına karşın Emre’nin iki yakasına yapışmış şiddete yatkınlık ve siyasi kimlik kolay kolay sökülüp atılacak gibi değil. Eski defterleri fazla karıştırmadan ve bu sezon başından beri kendisine her daim övgüler yağdırıldığı sırada Kayserispor’lu rakibi Abdennour’a İngilizce küfretmesini televizyon başındaki çoğunluk duydu. Öyleyse fazla söz gerek yok! Kırk yıllık Kani olur mu yani…
‘’Top rakibe bırakılır mı?‘’
Beşiktaş-Galatasaray maçından sonra medyamız futbola ilişkin yeni bir saptama yaptı! Yazılanlara ve yorumlara bakılırsa Beşiktaş Galatasaray’ı topu rakibine bırakarak yenmiş oldu. Bu olası mıdır?
Eskiden beri teknik direktörler topu kazanmanın, topu rakibe vermemenin, kazanmanın olmazsa olmaz koşulu olduğunu söylerler. Epey bir zamandan beri ben de eski teknik direktörler arasına girdiğimden, takım çalıştırdığım dönemlerde futbolcularıma en çok söylediğim gerçeklerden biri buydu. Hatta derdim ki, top sizdeyken korkmayın, rakibe geçtiği anda telaşlanın ve geri kazanmak için varınızı yoğunuzu ortaya koyun!
Doğaldır ki, futbol oyun prensiplerinin içinde kaybedilen topu kazanmak en önemlilerinden biridir. Ancak taktik açıdan kaybedilen topu kazanmanın iki yolu vardır:
Ya kaybedilen yerde prese dönerek kazanmanın yolu aranır ya da hızlı bir şekilde defansa çekilerek rakibin alanını daraltıp topu yeniden kazanmak planlanır.
Beşiktaş’ın yaptığı bu ikinci uygulamadır. Dolayısıyla Galatasaray’a topla oynaması için zaman bırakıldı. Çünkü kaybedilen yerde baskıya dönmek çok yetkinleşmiş bir takım oyunu gerektirir.
Beşiktaş henüz bu aşamaya gelmiş değil ama zaman zaman presi denemeyi göze aldılar. Çünkü artık Galatasaray’ın karşı atak yapabilecek çabuk ve süratli oyuncuları yok. Ağır oynadığı için baskı da uygulanabilir.
Abdullah Avcı’nın en temel sorunlarından biri, Şenol Güneş’in son iki yılda neredeyse dibe vurdurduğu takımı yeniden ayağa kaldırmak için çabalamasıdır.
Uzakdoğu’da kazandığı dünya üçüncülüğü de, Beşiktaş’ta edindiği iki şampiyonluk da, eline verilen hazır takımlarla gerçekleşti. Avcı ise yenilenmeye, yeniden kurulmaya çalışan bir ekibin içinde buldu kendini.
Sözgelimi Abdullah Hoca sezona hazırlık döneminden bu yana gerçek iki stoperini yan yana çok az oynatabildi. Vida’nın yanında Ruis, Medel, Necip, Rocco ve hatta Gökhan Gönül bile oynadı.
Oysa Galatasaray’da geçen yıldan bu yana stoperde Luindama ve Marcao oynuyor. Takımdan gönderilmesine kesin gözüyle bakılan Quaresma ve Medel ile sezona başladı Abdullah Avcı.
Bugün bile ideal kadrosunu kuramamış olan Beşiktaş’ın en zor dönemde Galatasaray derbisini kayıpsız atlatması siyah beyazlı takımın çıkış yapması için bir fırsat olarak değerlendirilmelidir.
Adriano’dan sonra yeni sol beki Rebocho’da takıma uyum sağladı. Bu sayede Caner sol bek oynamaktan kurtuldu, takım da defansif hatalarını azalttı.
Caner’in orta alandaki etkinliği arttı. Futbol büyük bir endüstri ama bir oyuncunun birçok eksiği kapattığı kadar da basit bir oyun.
Sonuçta, Beşiktaş’ın oynadığı futbolun taktik ayrıntısında şu gerçek vardır: Topu rakibe bırakmak diye bir düşünce olamaz. Taktik gereği alanda nasıl davranılacağına ilişkin bir planlama söz konusudur. Büyük takımlar topu rakibe bırakarak oynayamaz!
‘’Oyun Beşiktaş'ın top Galatasaray'ındı‘’
Ankara’da oynanan Ankaragücü-Beşiktaş karşılaşmasında siyah beyazlıların oyunundaki gelişmeyi gözlemiştik. Son vuruşlar ve final paslarındaki yetersizlik nedeniyle İstanbul’a tek puanla döndüler.
Galatasaray karşısında da benzer bir Beşiktaş izledik. Rakip kale önünde fazla görünen, gol pozisyonu yaratmak da daha üstün olan ama yine finalde eksikleri olan bir takım vardı sahada.
Umut Nayir’ın attığı üç puanlık golde ortayı ön direğe kesen de Caner’di, en az 6-7 ortayı Muslera’yı çalıştırıyormuş gibi şişiren de yine aynı oyuncuydu. Oysa Umut, Caner Erkin’e top geldiğinde hep ön direğe koşu yaptı. O ortalardan birini, Almanların ünlü golcüsü Klose’yi andıracak bir şekilde gole dönüştürdü.
Galatasaray topun hakimiydi. Boş alanlarda dolaştırdığı topu Beşiktaş kalesi önünde tehlikeye dönüştürecek hamleleri yok gibiydi. Öyle ki, Beşiktaş kalecisi Karius, Türkiye’ye geleli beri en rahat maçını oynadı.
Son dakikalarda oyuna giren Adem Büyük’ün çok başarılı zamanlaması sonucu vurduğu üç kafa tribünleri heyecanlandırmaktan öteye gitmedi. Galatasaray’ın hücumda bu kadar etkisiz olması da az görülür bir durumdur. Galatasaray’ı kanatlardan ileriye çabuk taşıyacak oyuncu eksikliği bu etkisiz atakların nedeni olabilir.
Sezon başından beri Beşiktaş’ta santrfor eksikliğinden hep söz edildi. Umut Nayir bu eksikliği giderecek birinci oyuncu olduğunu Galatasaray karşısında da daha önce oynayıp goller attığı diğer maçlarda da göstermişti.
Kanımca Beşiktaş’ın ne Burak Yılmaza ne de başka bir golcüye ihtiyacı var. Umut ile Güven bu yükü taşıyabilirler. İkisi de genç, her genç oyuncu gibi oynamaları gerekiyor. Oynadıkça gelişimlerini tamamlayacaklar.
Beşiktaş çok kritik bir dönemeci kayıpsız atlattı. Kendisine çoğunlukla ters gelen Galatasaray’ı iyi oynayarak yenmesi kadar önemli olan bir diğer gerçek Umut Nayir’in kazanılmasıdır. Bu galibiyet ile Beşiktaş’ın yolu açılmıştır. Maçın Beşiktaş açısından bir diğer önemli sonucu da, pas oyununun yerini direkt oyuna bırakmasıdır…
‘’Görünenin arkasındaki Galatasaray…‘’
Galatasaray’ın Real Madrid karşısında ortaya koyduğu mücadeleye ve yaratılan gol pozisyonlarına bakıldığında, İspanyol devi ile arasında pek de fark olmadığı söylenebilir. Ne var ki, ayrıntılara bakıldığında Real Madrid’in üstünlüğü net bir şekilde görülebilir. Savunmadan topu ikinci bölgeye aktarmaları, gerektiğinde planlı bir şekilde beklerin bile santrfor mevkisinde görünmeleri, o esnada top yitirilince baskıya geçmeleri “şeytan ayrıntıda gizlidir” özdeyişini anımsatacak kadar açıktı. İlk yarıda, bir pozisyonda sol bek Marcelo’yu Galatasaray stoperlerine pres yaparken gördük.
En iyisini Real Madrid karşısındaki Galatasaray uyguladığı halde, ülkemizde oynanan futbol henüz pas oyununun mantığını kavrayamamış durumdadır. Maçın henüz onuncu dakikasına doğru gidilirken Galatasaray sol taraftan atak geliştiriyordu. Nagatomo aut çizgisine on metre kadar yaklaşmışken, oradan topu evire çevire kaleci Muslera’ya kadar getirdiler. Kaliteli bir takım bunu yapmaz. Real Madrid’de zaman zaman kalecisiyle oynadı. Ama çok zor durumda kalındığında ve top kendi yarı alanlarındayken… Rakip yarı sahanın ortasından dönüp kalecisiyle oynayan takımlar, kanımca Şampiyonlar Ligi kalitesinin uzağına düşmüşlerdir.
Galatasaray’a geldiğinden beri sorun olmanın ötesine gitmeyen Belhanda’dan Kroos olmasını beklemiyoruz ama en azından bu gibi maçlarda özveri beklemek de salt Galatasaraylıların değil biz eleştirmenlerin de hakkı olsa gerek. Alman futbolcu Real Madrid gibi bir devin orta alanını tek başına taşıyabiliyor, Belhanda ise önüne düşen topu bile içeri atamıyor. Yılda 4,5 milyon Euro para kazanan bir futbolcunun oyununa mı bakalım yoksa oyundan alındığında ortaya koyduğu tavra mı?
Bu maçlar için takımda tutulanlar ile bu karşılaşmalar için transfer edilenler ortada yoksa Galatasaray ne yapsın? Real Madrid karşısında sahada olması gereken Falcao ortalarda yok, yerine oynayan Andone ise yürekli mücadelesini gol ile süsleyemedi. İkinci pozisyonda yapabileceğinin en iyisini yaptı ama ilk gol durumunda gözünü kapayıp topu şutlayacağına, gözünü açıp köşeleri görebilmeliydi. Bu düzeyde oynanan futbol bunu gerekli kılıyor. Ama sonuçta Galataaray’ın gelecekte transfer edip oynatabileceği futbolcuların parasal haklarının bile ödendiği Falcao ortalıkta yoksa Andone’den yararlanmanın yolları bulunmalıdır. Bir futbolcu dünyanın en iyilerinden biri de olsa, tribünde oturup maç izliyorsa, yerine oynayan ondan daha iyidir…