‘’Galatasaray santrfora göre oynamıyor…‘’
Türk futboluna gelmiş geçmiş en büyük iki santrfor kim diye sorulacak olursa, aklıma ilk gelen Gündüz Kılıç ve Metin Oktay’dır ki ikisi de Galatasaraylıdır. Arkasına Tanju Çolak ve başkaları da sıralanabilir. Bu bağlamda Galatasaray’ın geleneğinde santrfora göre oyun vardır. Metin Oktay salt Galatasaray’ın değil, futbol dünyasının en büyük santrforlarından biridir. Değerli Fenerbahçeli büyüğüm Hamdi Erişici’nın “Metin Oktay futbolumuzun Atatürk’üdür” demesi bir abartı olarak algılanmamalıdır.
Ancak bugünkü Galatasaray bir santrfor takımı değildir. Bu bağlamda devre arasında çok büyük bir paraya transfer edilen Diagne Galatasaray’ın santrforudur ama atılan altı golün sadece birinin sahibi olması düşündürücüdür. Galatasaray’ın beş farkla kazandığı bir karşılaşmaya santrfor katkısının sadece bir gol olması tarihte pek görülmemiştir. Ndiaye’nin attığı üçüncü gol sırasında rakip kale çizgisine bir metre varken Galatasaray’ın santrforu ceza yayının üzerindeydi.
Ayrıca Galatasaray’ın devre arasında transfer ettiği stoperleri de ciddi şekilde sorun yaratmaktadır. Yüz yüze rakiplerini etkisiz hale getirebiliyorlar ancak yan toplarda ve köşe vuruşlarında Antalyasporlular ciddi gol durumları yarattılar. Bunların tamamını kaleci Muslera kurtardı. Beş farkla kazanılan bir karşılaşmada, kazanan takımın kalecisi maçın adamı oluyorsa biraz düşünmek gerekiyor…
Kazanmak zorunda olan bir takımın maçın devamında savunma sorunları yaşaması doğaldır. Ancak köşe vuruşlarında rakiplerinin kafa vuruşları direklerden dönüp tehlike yaratıyorsa beş farkla kazanılan bir maçın içerisinde geleceğe ilişkin kuşkular vardır. Bu kuşkunun dayandığı nokta ise köşe vuruşlarında gerekli organizasyonun sağlanamamasıdır. Beş farklı galibiyet bütün Galatasaraylıları mutlu edebilir ancak Muslera’nın kurtarışlarına da dikkat çekmemiz gerekiyor… Ayrıca ısrarla altını çiziyorum: Emre Akbaba ile Galatasaray’ın beklentileri uyuşmamaktadır.
‘’Şenol Güneş'in korkuları…‘’
Şenol Güneş’in Beşiktaş ile olan tüm bağlantıları, gerek gönül gerekse profesyonel ilişkileri kopalı çok zaman oldu. Ne var ki bu bozulmuş ilişkiyi sürdürmek isteyen yönetim sonunda Şenol Hoca ile birlikte protestolar ile karşı karşıya kaldı. Beşiktaş maçı kazanmasına karşın ortadaki bozuk düzene taraftarlar el koymak zorunda kaldı.
Beşiktaş’ın Konyaspor karşısında ortaya koyduğu futbol belki de son dönemlerin en iyi oyunuydu. Quaresma dahil bütün futbolcular çabuk oyunu deneyince ortaya görsel açıdan iyi bir futbol çıktı. İlk iki golün yapılışında birinci derecede pay sahibi olan Burak Yılmaz’ın bir daha oyunda görünmemesine karşın maçın içinde hem bek hem de forvet gibi oynayan Adriano’nun üstün performansı ile Beşiktaş üç puanı kurtardı ama maç kadrosunun kurgulanmasına bakıldığında Şenol Güneş’in korkularının üstünü örtemedi. Taraftarın protestosunun kökenindeki nedenlerden biri de buydu.
Şenol Güneş dört yıla yakındır Beşiktaş’ın başında ve ciddi maçların çoğunda korkularına yenik düştü. Dün maçtan önce de Konyaspor’un korkulan bir ekip olduğunu ve Fenerbahçe ile Kayserispor maçlarında yenilen gollerden bahsetti. Kafası gol yeme korkusu ile meşgul olan Güneş korkularından kurtulmak için kendi sahasında oynadığı maça savunma yönü güçlü iki ön libero ile çıktı.
İnsan düşünmeden edemiyor… Beşiktaş’ın özellikle ilk yarıda oynadığı futbolun içinde Kagawa olsaydı nasıl bir sonuç ortaya çıkardı? Sanırım Beşiktaş o akıcı ilk yarıda sonucu garantileyen bir skora ulaşabilirdi. Zaten Japon yıldızın attığı gol de bu fikri destekler gibiydi. Kagawa Beşiktaş’a kiralık olarak geldi. Yani büyük olasılıkla sezon sonunda burada olmayacak. Bu oyuncuyu kulübede oturtmak bir antrenörlük prensibi olamaz.
Maçtan sonra taraftara sevecen görünmek için oyuncuları bir araya toplayıp protestoları kırmak isteyen Güneş ne yazık ki daha büyük bir karşı duruş ile karşılaştı. Beşiktaş ile bağları çoktan kopmuş olan bir hocanın uygulamalarına baktığımızda, Milli takımın güvenilir ellere teslim edilmesi konusunda ciddi kuşkularımız vardır…
‘’Topun ele çarpması ya da el ile oynamak…‘’
Uluslararası Futbol Birliği Kurulu’nun(IFAB) aldığı yeni kararların elle oynama bölümü gazetelerde gözüme çarptığında, elle oynamaya ilişkin yeni bir gelişme bekliyordum. Ancak haberin ayrıntısını okuduğumda elle oynama ya da topun ele çarpmasına dair yeni bir değişiklik olmadığını anladım. IFAB’ın yaptığı değişikliğe göre kasıtlı ya da kasıtsız el ile atılan goller geçerli sayılmayacak. Bu anlaşılabilir bir durumdur. 1 Haziran 2019’da yürürlüğe girecek. Ancak savunma yapan takımın oyuncularının el ve kolları vücudundan az da olsa açık olduğunda top çarparsa hakemler penaltıya karar veriyorlar.
Asıl düzenleme yapılması gereken durum bu noktadır. Descartes “eller beynin uzantısıdır” diyerek ellerimize büyük bir anlam yüklese de, eller ve kolların bir de vücudumuzu dengede tutma görevi vardır. Savunma yapan takımın oyuncularının rakiplerine müdahale ederken kollarını vücutlarının arkasına almaları doğru girişim ve doğru savunma yapma isteğine engel olmaktadır.
İnsan kollarını vücuduna yapıştırarak ya da arkasına alarak bırakın koşmayı uzun süre yürüyemez de. Bir de futboldaki değişken ve ani koşuları düşündüğümüzde kollar vücuda bitişik ya da arkaya alınarak hız kazanılamaz. Atletizmin koşuya ve yüksek atlamaya dayalı dallarında kol çekmek hem hızlanmak hem de yükselebilmek için çok büyük bir avantaj sağlar. Kol çekerek rakibine doğru koşan bir futbolcunun eline top çarparsa ne yapabilir ki?
Kollarından güç alarak kafaya çıkmak konusu da başka bir çelişkidir. Futbolun temel kurallarından biri şudur: Bir pozisyon öncesinde erken hareket eden oyuncu avantajlı duruma geçer. Kol çekerek önce yükselen oyuncu rakibinin sıçramasına doğal olarak engel olur. Yükselen oyuncu yere inerken kolu doğal olarak altta kalan rakibin başına ya da omuz bölgesine dokunur, böyle bir anda birçok hakem faul çalıyor. Böylesi pozisyonların da yeniden yorumlanması gerekir. Oyuncu kolları ile birlikte yükselip eylemini tamamladıktan sonra yere inerken nasıl toplayacak elini, kolunu?
Savunma sistemlerinin çok önem kazandığı günümüz futbolunda ellerini ve kollarını bir denge unsuru olduğunu yadsıyan kural koyucular savunmadaki hataların da artmasına olanak tanımaktadırlar. Hareket eden insan doğasının dolayısıyla Hareket Bilimi’nin verileri göz önüne alınarak topun ele çarpması ve elle oynama durumları yeniden düzenlenmelidir.
‘’Terim Galatasaray'ın kimyasıyla oynuyor…‘’
Futbol, tribünde profesör ile en alt kültürden insanları nasıl eşitliyorsa, sahada da, şampiyonluğa oynayanla küme düşme potasındaki takımı da aynı şekilde eşitliyor. Sonuçta belki Galatasaray şampiyon olacak, Erzurumspor ise bir sezon önce geldiği yere dönecek. Ancak futbolun eşitlemeci ve demokratik yapısı hiçbir zaman değişmeyecek. İçinde bulunulan koşulları iyi değerlendiren takımlar en güçlülere karşı direnebilir. Erzurumspor, Galatasaray’a karşı elinde bulunan iklim ve saha koşullarından kaynaklanan avantajlarına gönülden mücadeleyi de ekleyince puan almayı başardı.
Ne var ki, bunda Fatih Terim’in “ben yaptım oldu” mantığı da yardım etti ev sahibine. İnsanın kendine güvenmesi iyidir, hoştur da, futbol söz konusu olduğunda elindeki kadroyu iyi değerlendirmeyince özgüven yıkımlara bile neden olabiliyor. Uzun zamandır Galatasaray’da olmayan dolayısıyla Erzurum gibi konuk takımlar için iklimsel anlamda sorunlar yaratabilecek bir doğa koşullarında stoper Semih’ten sağ bek yaratmaya kalkmak her şeyi ters yüz edebiliyor.
Galatasaray’ın en önemli silahlarından biri sağ taraf kanat varyasyonlarıdır. Bunu hem Mariano hem de Linnes çok başarılı bir şekilde uygularken ve Linnes oynayabilecek durumdayken stoperden sağ bek yaratmanın futbol mantığı içerisinde yeri yoktur. Ayrıca geçen hafta bir son dakika kaza golüyle zor kazanan Galatasaray’da genel bir düşüş de söz konusudur.
Ayrıca Galatasaray santrforsuz çok daha iyi oynuyordu, Devre arasında aldığı iki santrforun takıma çok da anlamlı bir katkısı yok. Geçen hafta boş kaleye bir gol atarak Galatasaray’ın kötü oyununun üstünü örten Yunan santrfor Mitroglou, Erzurumspor karşısında da beraberlik golünün pasını vermesine karşın beklentileri karşılayamadı. Sonradan oyuna giren Diagne ise Galatasaray’ın yapısına uymayacağını kanıtlarcasına oynadı. Haftanın özeti şudur: sanki herkes Başakşehir’in şampiyon olmasına katkı yapmak için uğraşıyor…
‘’Şenol Güneş milli takıma gitmeli mi?‘’
Şenol Güneş’in Beşiktaş ile yollarının ayrılması gerektiğine ilişkin son iki yıldır kaç yazı yazdım anımsamıyorum. Hepsi Fanatik gazetesinin internet arşivinde bulunmaktadır. Anacak en son 14 Aralık 2018 günü yazdığım bir yazıyı çok iyi hatırlıyorum. Yazı şöyle bitiyordu: “Güneş taraftarlarla karşı karşıya gelmek istemiyorsa tadında bırakmalıdır”. Beşiktaş’ın gidişatı ve bütün uygulamaları bu karşılaşmaya doğru gidiyordu. Ve işte o gün geldi.
Aslında bu sezonun başında Şenol Güneş’in eline önemli bir fırsat geçmişti. O günlerde Trabzonspor’da danışmanlık yapan Özkan Sümer, Şenol Hoca’yı yuvasına döndürmek için epeyce uğraşmıştı. Ama görüşmeler sonuçsuz kaldı ve Şenol Güneş, Beşiktaş’tan efsane olarak ayrılma şansını tepti. Şu günlerde de yaptıklarının hiçbir anımsanmamak üzere bir yola girmiş durumdadır. Çünkü futbol dünü yutar…
3-3 biten derbiden sonra yorumcular ikiye bölündü. Kimi maçı Ersun Yanal’ın döndürdüğünü kimi ise Güneş’in kaybettirdiğini savundu. Benim inancım ise, kendi sahasında 3-0 öne geçen bir takım maçı kaybedecek pozisyona geliyorsa bu tamamen teknik adamın takım yönetme konusundaki yetersizliği ile ilişkilidir. Ersun Yanal oyuna Valbuena’yı alıp Dirar’ı sağ beke gönderince basit bir uygulama her şeyi çözebilir hatta Beşiktaş bu sayede farka bile gidebilirdi. Oyuna çıkan beki durdurmanın en iyi yolu arkasına adam kaçırmaktır. Güneş bunu yapmadığı gibi bir de Güven Yalçın’ı oyundan alarak takımın oyunu ileride tutmasına engel oldu.
Şenol Güneş’in, Fenerbahçe’ye ilişkin saplantılarının olduğuna dair söylemlerin bir kısmı doğru olabilir. Örneğin bir Fenerbahçe maçına bordo kravat ve mavi giysilerle çıktığını anımsıyorum. Ancak Güneş’in zihinsel faaliyetlerindeki karmaşa salt bununla sınırlı değil. Yine örnek verecek olursak, kafasına taktığı oyuncular ile bir daha yıldızı barışmıyor. Olcay Şahan, Kerim Frei, Negredo ve son olarak da Tolgay Arslan hep bu yüzden takımdan ayrıldılar. Şenol Hoca konuşmayı iş yapmaktan daha çok seviyor. Tam da büyük şairimiz Nazım Hikmet’in Karadenizliler için yazdığı Arhavili İsmail başlıklı şiirinin bir bölümünde yazdığı gibi: “Dümende ve başaltında insanlar vardı ki/ Bunlar uzun eğri burunlu ve konuşmayı şehvetle seven insanlardı ki…”
Güneş’in Milli takım yolculuğuna çıkmasına gelince… Bu, baştan çok eleştirdiğimiz Lucescu ile iyi bir yola girmiş olan Ulusal takımın da tepetaklak olması anlamına gelir. Kanımca Şenol Güneş’in yapması gereken, Beşiktaş ile sözleşme yaptığı ilk gün söylediğinin peşinden gitmektir. Neydi o söylediği? “Futbolcu olarak jübilemi Beşiktaş ile yaptım. İnşallah antrenörlük jübilemi de burada yaparım” demişti Hoca. Bence bunun zamanı geldi. Bundan sonra ne mi yapmalı? Örneğin anılarını yazmalı. Futbolun içinde olmak istiyorsa, yorumculuk için birçok yerden teklif alabilir. O çok severek yaptığı konuşmaları sayesinde kamuoyuna bilgi verebilir. Son bir bilgi de benden: Milli takımlar düzeyinde kalecilikten gelme kaç teknik adam var bilmiyorum ama İngiltere Ligi’nde son 10 yıl içerisinde kaleci kökenli teknik adamlara baş antrenörlük görevi verilmiyor.
‘’Şenol Güneş yine krizi yönetemedi‘’
İlk yarısı göz önüne alındığında uzun yıllardır böylesi tek yanlı oynanan bir derbiye tanık olmamıştık. Fenerbahçe’nin ligde aldığı sonuçlar nedeniyle moral değerleri büyük bir maçın üstesinden gelecek düzeyde olmasa da, geleneksel rakibinin karşısında çaresiz kalması salt psikoloji ile açıklanması oyunu da ilk yarıdaki üç farklı sonucu da eksik bırakır. Sanki psikolojik duruma korku ve kaygı da eklenmiş durumda. Peki, ne oldu da Fenerbahçe bu zorlu ortamdan ve altından kalkılamayacak skordan sonra galibiyeti kaçıran takım konumuna geldi?
18 dakikada iki farkla geriye düşen Fenerbahçe ikinci yarının 20. dakikasında skoru eşitledi. Beşiktaş kalesine ilk ataklarını, ilk yarının sonlarına doğru geliştirebilen Fenerbahçe’ye beraberliği Şenol Güneş kendi elleriyle teslim etti. Bugüne değin Beşiktaş ve Trabzonspor’un başında hiçbir krizi yönetemeyen Güneş, skor 3-1 iken oyuna Caner Erkin’i aldı. Bu değişiklik hem Beşiktaşlı hem de Fenerbahçeli futbolculara verilen bir mesajdı. Şenol Güneş maçı kaybetmemek için bir hamle yapmıştı.
Ayrıca da, oyun taktiği olarak tamamen değişti Beşiktaş. Güven’in verdiği bir yanlış pas yüzünden onu oyundan alıp, aldığı her topu rakip ceza sahasına şişiren Caner, Beşiktaş’ın, alanın her yerinde uyguladığı ikili, üçlü sıkıştırmalı baskıdan vazgeçmesi anlamına da geliyordu. Bu baskının temel oyuncularından biri Güven Yalçın’dı. Güneş’in bir yanlış pas yüzünden onu oyundan alması göz önüne alındığında, Fenerbahçe’nin yediği iki golde büyük hatası olan Sadık Çiftpınar’a ne yapmak gerekir?
Bu sezon sadece lige tutunmaya çalışan Beşiktaş alınan bu beraberlikle şampiyonluk umudunu da yitirdi gibi. Bu aşamadan sonra Beşiktaş’ın vereceği mücadele lig üçüncülüğü için olacak…
‘’Galatasaray'ın tur şansı var mı?‘’
Günümüzün genç futbolseverleri, Benfica’nın bir zamanlar Avrupa’nın en önemli ekiplerinden biri olduğunu pek bilmezler. Benfica 1960’li ve 1970’li yıllarda Avrupa’nın tüm kupalarına talip olan bir takımdı. Afrika’da 100 yılın futbolcusu ve bir dönem Avrupa’da da yılın futbolcusu seçilen Mozambik asıllı, Kara Panter lakaplı Eusebio’yu dünya futboluna armağan etmeleri bile Benfica’ya saygı duymak için yeterli nedendir.
İstanbul’a beş önemli asından yoksun olarak gelmelerine karşın tur için avantajlı bir skor elde etmeleri, genç oyuncularının bile aynı felsefeyle, ileriye doğru çabuk oynamalarından kaynaklandı. Kazanmak zorunda olmamaları rahat oynayacaklarına ilişkin bir düşünceye götürebilir çoğunluğu. Ancak Benfica’nın ezberlenmiş çabuk oyunundan ödün vereceğini düşünmüyorum.
Bu bağlamda Galatasaray mutlaka kontrollü oynamak zorundadır. Gol atmak için savunma düzeninde bir dengesizlik yaşarsa Sadece Seferovic değil orta alandan hızlı bir şekilde savunma arasına sızan oyuncuları da tehlike yaratabilir. Ama savunma iyi kurgulanıp orta alandan destek alarak oynanırsa Seferovic İstanbul’da olduğu gibi koşacak ve pozisyon yaratacak alanlar bulamayabilir.
Benfica’nın çabuk oynayan ve oyunun temposunu çok başarılı bir şekilde arttıran futboluna karşı Galatasaray’ın yapması gereken kontra ataklar geliştirmektir. Onyekuru bu işi yapmakta başarılı olan bir futbolcu. Onu, oyun içinde unutturup ani yön değiştirme ile Galatasaray karşı atak denemeleri yapabilir.
İlk maçtaki oyuna bakıldığında Galatasaray yeterince pozisyon bulabildi ama oyununu rakibine kabul ettiremedi. Avrupa deneyimi bakımından Türkiye’nin en başarılı takımı olan Galatasaray yine pozisyonlar bulabilecektir. Ancak bu gol durumlarının değerlendirilme oranına baktığımızda ne yazık ki tur şansı yüksek değildir. Ancak futbolun çeşitliliği ve değişkenliği bu seviyedeki oyunlarda her takıma yeterince şans verir. Bu şansın tur getirecek değere ulaşması için oyunun doğasından kaynaklanan yeni durumların Galatasaray’dan yana olması gerekmektedir…
‘’Benfica'nın oyunu ve Seferovic…‘’
Galatasaray’ın, Türkiye Süper Ligi’nin en iyi futbolunu oynayan takımı olduğu konusundaki sezon başı fikrim bugüne değin değişmedi. Ancak Benfica karşısında izlediğim Galatasaray’ın Avrupa Ligi’nde daha ileriye gidebileceğini sanmıyorum. Bu fikrim Galatasaray’ın kötü olduğundan değil, Benfica’nın çok planlı bir futbol oynamasından kaynaklanıyor. Topu kazandıklarında atağa çıkışları son derece hızlı, kaybettiklerinde ise ilerideki iki oyuncu Galatasaray savunmasına baskı yaparken diğer oyuncuların tümü kendi alanlarında bir planın yol göstericiliğinde birikebiliyorlar. Hızlı, tempolu ve becerili oyunculara sahip bir takım Benfica…
Galatasaray’ın sık sık başvurduğu kalecisine geri pası vermeye dayalı oyunu Benfica’da görmedim. Eğer kaçırmadıysam savunma oyuncuları tek bir pas bile vermediler kalecilerine. Bizim ligimizde çok fazla görülen bazen izleyenleri bezdiren yan pas ve keleciyle oynama alışkanlığı onlarda yok. Hep ileriye doğru, dikine paslarla oynuyorlar takım olarak. Bir zamanlar Avrupa’nın en başarılı takımlarından biri olan Benfica, şimdilerde yetiştiriciliği daha ön plana almış durumda. !8-19 yaşındaki gençlere görev verip, yetişmesini sağlayıp sonra da üst düzey takımlara satıyorlar.
Benfica’nın oyununun içinde anahtar oyunculardan biri santrfor Seferovic’tir. İzlerken hayran oldum ve içimden “biz neden böyle bir forvet yetiştiremiyoruz ya da neden bu oyuncuyu keşfedemiyoruz” diye düşündüm. Galatasaray’ın santrforu Diagne’den çok farklı. Forvet hattının her yerine koşular yapabiliyor. Attığı gol futbol sanatının en güzel anlarından biriydi. Atılan bir derin pasa Marcao’dan birkaç metre geriden hareketlendiği halde Galatasaray ceza alanının sağ köşesinde(oyunun akışına göre) rakibini nizami bir omuz şarjı ile bertaraf ettikten sonra sol ayağıyla yaptığı vuruş bir gol değil sanki resim tablosuydu.
Yugoslavya’nın dağılmasından sonra İsviçre’ye göçen Bosna Hersekli bir ailenin çocuğu. Henüz 26 yaşında ve bu sezonda Galatasaray’a attığı gol ile birlikte takımına 18 gol kazandırmış. Kasımpaşa’da bir devrede 20 gol atan Diagne’de değerli bir santrfor kuşkusuz. Ancak Galatasaray’ın oyun yapısına uyum sağlamak konusunda sıkıntılı olduğunu gördüm. Hele bir de Ozan Kabak’tan elde edilen 12 milyon Euro’nun Diagne’nin transferi için harcandığını düşünürsek, ortada bir yanlışlık olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ozan Kabak bir altyapı harikasıdır. Ona verilen emekler sonucunda kazanılan transfer paraları bu denli kolay harcanmamalıydı…