‘’Takım savundu Icardi süsledi!.. ‘’
Öyle bir maç ki, dakika 60’a vardığında iki takım da yemin etmişçesine üst üste 6-7 pas yapamamış. Ancak biri, ev sahibi Galatasaray ülkede doğru bellenenlerin aksine iyi bir takımın yapması gerekeni bir kez yapabilmiş... Nedir o doğru bellenen yanlışlar; şut ya da orta yapmak. Oysa iyi bir takım ‘’boş kale’’ye gol atabilen organizasyona sahip olandır. Sergio Oliveria / Lucas Torreira ikili sıkıştırmasının ardından Kerem Aktürkoğlu aktarımıyla Mauro Icardi golünde olduğu gibi... Bunun tersine de izledik maçta... Oyunun ülkemizdeki halinin iyi örneklerinden biri yaşandı 16. dakikada. Dışarı çıktığı gibi derhal ülkeye davet edilen Mahmoud Trezequet, vuruşunu engellemek için bir stoperin yapacağı en son işi yapan, yani ceza sahası içinde kayarak gelen Abdülkerim Bardakçı’yı gözlemeyip şutu denedi! Böylece yapmaması gerekeni yapan Abdülkerim de golü engellemiş oldu. Yani, iki yanlıştan Galatasaray lehine bir ‘’doğru’’ çıktı.
Telaşlı ve öfkeliydi
Lakin ‘’Galatasaray makinası’’ 60’dan sonra işlemeye başladı. Oyunu Trabzon ceza sahası çevresine yıktı. Tuhaf olan şuydu; Trabzonspor haniyse rakip kaleye ulaşmamıştı ancak maçı önde götüren Galatasaraylı oyuncular gereğinden fazla telaşlı ve öfkeliydi. Oysa maç biteli çok olmuştu!... Nihayet Icardi, penaltı noktası üzerinden bir de kafa golü attı. Türkiye’de bu gol ‘’muazzam’’, ‘’şahane’’, ‘’inanılmaz’’, ‘’uzun yıllar unutulmayacak’’ vb. türü tanımlarla süslenir. Ancak çok az insan Galatasaray’ın gole en yakın oyuncusunun kafayı vururken Trabzon savunmasından iki oyuncunun o ara ne yaptığını, nerede durduğunu soracak. Galatasaray başından sonuna pozisyon vermediği değil, kaleyi göstermediği rakibini rahat yendi. Maçı kazanırken attıklarından çok rakibine savunmasıyla ablukaya almasıydı belirleyici olan. Mauro Icardi de maçı süsledi...
‘’Herkes seviniyorsa ‘Sorun yok’ mu?‘’
Kocaman iddialar, iri iri konuşmalar, borç batağına rağmen ‘Rakiplere transfer çalımı attık’ propagandası ve ülkenin en büyük kentinde onca zahmete katlanıp stadyuma gelmiş onca insana şu ilk devreyi reva görmek. Bir takım elbette gol yer hatta yenilebilir de ancak futbol denen oynamayı unutmuş olamaz... Gerçi bilinir Beşiktaş epeydir ilk devreleri çoğunlukla ‘Boş geçer’ ama şu maç için bu da bir gerekçe olamaz sanırım. İkinci devresinde gelen gollerle bu maç elbette kazanılırdı! Sözleşmelerinde galibiyet primi yazılanlar hak edişlerini de alacaktı. Ancak stadyumda ya da televizyon karşısında onca insan sadece galibiyet için mi var? Ya da bu oyunsuz oyunu takımın kilit karakteri Necip Uysal ile iki genç oyuncuya mı bağlamalı? Yine de tüm bunlardan bağımsız olarak doğru yönetilemeyen borca batık ülke futbolunun Avrupa’da bazı engelleri geçmiş olmasını hayra yoralım!
Parayı kazanan seviyor!
Şu maçı izledikten sonra insanın eli daha fazlasını yazmaya varmıyor. Parayı kazananlar haklı olarak seviniyor, parayı sürekli kaybeden takımlarını para harcayarak destekleyenler de seviniyor. Parayı bu yöntemlerle harcamadan da kazanmanın mümkün olduğunu savunan bizler de neticede bir galibiyete ve Avrupa’da bir basmak ilerlemeye seviniyoruz... Demek ki sevinçte sorun yok. Bakalım kayıplarda kim, kimi, nelerden sorumlu tutacak?
‘’Karşımızda buruk acı‘’
İki takım da ‘Böyle boş tribünlere böylesi boş bir ilk yarı yakışır’ diye düşünmüş sanırım, boş boş bakıp durduk sahaya! Oraya buraya koşanlar, top kapıp hemen kaptıranlar… Hepsi bu. Bilen bilir, ben ‘orta’nın da ‘şut’un da abartılmasını doğru bulmam. Ama öyle bir ilk yarı ki, bu ikiliyi bile mumla aradı severleri! Tempo ve ritmin düşüklüğünü gösteren bir başka veriyi de korner kullanımı gösteriyordu. Devrede tek korner vardı onu da Karagümrük kullandı. Anlayacağınız duran top sevdalıları, spikerlerin sıklıkla kullandığı o afili tanımla söylersem, ‘Duran top organizasyonu’ da izleyemedi. Kısaca, futbol namına hiçbir şey yoktu ilk yarıda. Sadece koşan birileri, o kadar... İkinci yarı Beşiktaş önce kıpırdandı ardından hadiseyi ciddiye aldığını gösteren işler kurgulamaya başladı. Kaçan penaltı, direkten dönen toplar derken oyunu Karagümrük alanına yığdı. Ancak yakalanan o tempo 70’e doğru, elbette Karagümrük’ün de izin vermemesiyle, yeniden ilk devre normallerine döndü. Gerisi, yedekten gelen oyuncuların bireysel etkisine muhtaçtı. Aslında o da olmadı ya, nihayet 85’te ilk devre yapılamayan gelişigüzel ortalardan birinde Onur Bulut indirdi, ceza yayında bomboş kalan Gedson Fernandes şutladı… İzleyene acı veren maç Beşiktaş’ın ilk hafta kazanımı olarak sona erdi… Yine de belirtelim, sadece bu maç özelinde değil genel olarak bu ülkede bu oyunu, şu oynanan haliyle çok az insana izlettirebilirler diye düşünüyorum. ‘Takım kimliği’ konusunu dışarıda tutalım, olan biteni disiplinle izlemeye kalkmak izleyen açısından gerçekten büyük acı!
‘’‘Sezon başı’ deyip geçmek mi gerek?‘’
Nezaket bir erdem değildir belki ama gerçekleşmesi mümkün olan birçok ‘İyi’nin kapısını aralar. Ne olurdu sanki Kayseri takımı nezaket gösterip sezondaki ilk maçına çıkan son şampiyon Galatasaray’ı seremoni öncesi alkışlasa! Şimdiye kadar olmamışı olur yapsa! Kayseri’deki nazik bir davranışla bir iyiliği hep birlikte kazanmış olsak iyi, güzel ve doğru olmaz mıydı? Ama bu sezon da olamadı! Ama eski ‘Olur’ sanılanların çoğu yerli yerindeydi. Neler mi? Nafile şutlar ve gelişigüzel ortalar. Topla daha çok oynayan Galatasaray bu orana bağlı olarak rakip alanda daha etkili göründüyse de ceza sahası içi ve önüne kümelenen rakibine 11 şut deneyip 15 orta yaptı ilk devre boyu! Sonuç, malum. 35. dakikadan sonra pas bağının gücünü hatırlayan Kayseri ise bu vakit öncesi Gökhan Sazdağı ile ‘Al ver’ yapılsa daha etkili kullanılabilecek pozisyonları şuta kurban etti. Sonuç, malum. Kalesinde 24 (Bilal Bayazıt), stoperinde 19 (Arif Kocaman), orta sahasında 18 (Baran Ali Gezek) yaşında üç gençle oynayan Kayseri ikinci yarıya daha yaratıcı işleri devreye sokarak başladı. Tam da Galatasaray’ın bu girişkenliği beklediğini düşünüyordum ki onlar anında Barış Alper’i kaleci Bilal’le burun buruna bıraktılar, olmadı.
Para harcamaya ne gerek var...
Ancak bunun arkası gelmeyince 70’e kadar oyunun da pozisyonların da üstün tarafı ev sahibi oldu. Oyun iyice durağana dönünce Okan Buruk, Şampiyonlar Ligi için Türkiye’ye toplanan kulübe gücünü ikişer ikişer sahaya sürdü. Hal böyle olunca Kayseri de iyice gömülüp, fırsat kollama düzenine geçti! Sonuçta uzun bölümü tatsız ikinci yarı da ilki gibi golsüz bitti. Elbette sezon başı, elbette hava bunaltıcı ama bu kadar ‘Oyunsuz bir oyun’ için ne onca para harcamaya ne o kadar antrenmana gerek var. Ve sanırım Kayseri bu sezon da transfer yapamadığı için birlikte efektif antrenman yapmanın meyvelerini toplayacak. Ama kimler antrenmanın en kıymetli şey olduğunu anlayacak işte orası muğlak...
‘’Kazanırken de öğrenebilmek!‘’
İlk devre boyunca hücumda gösterdiği etkiden belki de daha önemlisi Beşiktaş’ın savunma anlayışıydı. Rakibin öne çıktığı anlarda Hadziahmetoviç yönetiminde alanı öylesine parselliyorlardı ki Bakü’ye şut denemek ya da gelişi güzel orta yapma dışında seçenek kalmıyordu. Hal böyle olunca hücumu örgütlemek de kolaylaştı. Salih ile Gedson’un organize ettiği hücumların temel karakteristiği ülkede kabul gören ‘Orta yap/şut at’ çaresizliğini barındırmıyor değildi. Devre boyunca 17 orta yaptılar ama golleri son seçeneğe kadar pas ısrarı sonucunda buldular! Öyle ki, pas karakterli oyun anları iki gol getirirken aynı düzeni sürdürdükleri zaman dilimlerinde bir iki golün daha atılması işten değildi. Örneğin, birinde Salih’in ara pasında Muleka’nın karşı karşıya da bitiremeyişi, diğerinde Gedson’un rakip savunmaya takılan pas girişiminde zamanlama ve şiddeti ayarlayamayışı belki de takımlarını iki golden etti. İkinci devre biraz skor etkisi biraz Neftçi Bakü değişiklikleri biraz da enerjiyi tasarruflu kullanıp fırsat kollama planı yaptığını düşündüğüm Beşiktaş oyunu rölantiye aldı.
Kazanmak yetmez
Bakü topu ilk devreye göre biraz daha fazla kullanmaya kalkınca Beşiktaş 60’ların başında önde baskıyla yakaladığı iki fırsattan birini gole çevirerek İstanbul’daki maçı formaliteye döndürdü. Rakibin gücünü abartmadan soğukkanlı bir değerlendirme yapmak gerekirse; Beşiktaş bu tür düşük yoğunluklu maçlarla oyununu olgunlaştırma derslerini başarıyla tamamlıyor. Rakiplerin gücü henüz defansif zaafların görünür hale gelmesine yetmiyor olabilir ama bu mutlaka zaaf gösterileceği anlamına da gelmez. Yine de yedikleri gol ve ardından yaşadıkları konusunda ciddi ciddi düşünüp çalışırlarsa temponun yükseleceği maçlar için bu maçlardan yararlanmış olurlar. Sadece kazanmak yetmez çoğu kez, tıpkı kayıplarda olduğu gibi kazanırken de öğrenebilmek aynı oranda önemlidir.
‘’Gelecek için iyi bir ev ödeviydi‘’
Maç başlamadan küçük çaplı bir ‘Taraftar kalkışması’ izledik. ‘Yangın çıkmış, birilerinin burnu kanamış’ türü kaygılardan azade küçük bir kitle kimlik gösterişi yapıp, ‘Buradayız’ demek için ortalığı durduk yere gerdi. Orada olmaları kimin umurundaysa artık! İlk devre boyunca dişe dokunur bir organizasyon izleyemedik. Beri yandan iki takım arasındaki ‘Mali ve fiziki büyüklük’ de malumdu. Hal böyleyken sanırım tıpkı benim gibi kendinize şu soruyu sormuş olmalısınız; ‘Bunca borç, bunca harcama bu oyun için miydi?’ İlk devre boyunca Beşiktaş açısından sadece Rosier/Onur kanadının çalışmasını nasıl açıklamalıydık? ‘İkinci devre için hazırlanmış bir tuzak’ diye mi düşünmeliydik? Neyse ki, bu arada rakip Tirana da ‘Türkiyeli davranışı’ gösterip Mert Günok’ta eriyen işe yaramaz bolca orta yapıp durdu! İkincisi de ilkinden farklı değildi ama Beşiktaş yavaş yavaş kendini hissettirmeye başlamıştı ve nihayet Daniel Amartey’i arka direkte unutturup golü de buldu. Derken defansif saçmalamayı yakalayan Aboubakar, Beşiktaş açısından zaten bitmiş maça noktayı koydu.
Adım adım yükselebilir
Bizim ülkede ‘İyi oynamadan da kazanmayı bileceksin’ gibi akıllara ziyan bir önerme kendini geniş kitlelere kabul ettirmiştir! Böylece ‘Bir takım neden iyi oynayamaz?’ sorusu daha en başından akıl evinden kovulur. Haliyle her şey kazanmaya indirgenir ve ‘Nasıl kazanıldığı’ üzerine düşünmek en hafif ifadeyle, ayıplanır. Çünkü rakibin gücü tartının diğer gözüne konmaz. Yine de her maçın bir sonraki maç için bir öğrenim eşiği olduğunu unutmamak gerekir. Kazanmış olsa da Beşiktaş henüz geçen seneki birikimi kullanıyor gibi görünmedi. Yine de adım adım yükseleceği yolunda bir takım ipuçları vermedi değil. Haliyle bu tip maçları daha zorlarını halletmek için iyi bir ev ödevi olarak görmek gerekir.
‘’Fark var‘’
İki takım arasındaki fark hayli büyüktü. Bu nedenle Beşiktaş için, “Ciddi bir antrenman yaptı” demek daha doğru olur. Özellikle ağır sezon başı antrenmalarının etkisi bedenlerde sımsıcakken temponun düşüklüğünü doğru okumak gerek. Tam da bu nedenle topu ayağında tutan, onu doğru kullanan, gerektiğinde sakin ve dengeli gerekince seri ve agresif bir Beşiktaş vardı sahada. Tersi düşünülemezdi zaten.
Herhangi bir oyuncusunun diğerinden daha üstün görünmediği ancak kolektif davranma gayreti konusunda hayli gayretli bir Beşiktaş izledik. Alan kapatma, kapılan topla alanı kullanma konusunda iyi işler görmüş olsak da golleri getirecek alanların yaratılması hususunda çalışılması gereken çok ders olduğu da aşikardı. Bu da hız ve tempo gerektiren bir durumdur. Henüz sezon başı olduğu için bu durumu takımdan beklemek fazlaca iyimserlik olur. Lakin, orta yapmak ya da öne uzun vurmak gibi ülkeye özgü takıntılardan kurtulmak da bir o kadar önemli. Bir takımın yüzde 73 oranında topu ayağında tutmuşken 31 orta yapmış olması üzerine düşünmesi gerekir.
Kızıp köpürse de...
Salih Uçan’ın kenara gelmesinin ardından orta sahada pas etkinliğini kaybedince bir de gol yedi Beşiktaş ancak yine de topu ayağında tutma ısrar ve kararlılığını sürdürdü. Bu oyunla ikinci maçta ciddi hatalar yapılamazsa sıkıntı yaşamayacağını düşünüyorum Beşiktaş’ın... Ancak bu oyunun adı futbol, peşin konuşmak yerine temkinli olmayı öğretti bana... Ve iki not...
- Tribünlerinden çok sosyal medyası kızıp köpürse de Necip Uysal bu takımın kimliği niteliğinde bir oyuncu...
- Maçları anlatan arkadaşların tribünleri övme takıntısından kurtulmasını öneririm! Futbol da tüm oyunlar gibi bilgi ve tekrara dayalı bir oyundur. Ve özellikle bu maçta olduğu gibi ‘boş tribünler’in sonuca ciddi bir etkisi yoktur!
‘’Yolun yarısını geçtik‘’
Topla oynama konusunda Galler fazla ısrarcı etmeyince - isteseler yapabilir miydiler o da ayrı konu ya – top milli takım oyuncularında kaldı. Lakin oyunu ele almak mümkün olamadı! Çünkü… Düzeni kuracak Hakan Çalhanoğlu’na bir türlü bağlanamadılar. Bunda elbette rakibin kurgusu etkiliydi ancak başta Cengiz, Kerem, Orkun ve Barış Alper’in sahada bir türlü yer bulamaması da aynı oranda sorundu. Örneğin, şampiyon takımın oyuncusu Kerem neredeyse her pozisyonda topu ya yanlış aldı ya ona yanlış temas etti. Görülüyordu ki, bu maç ‘’düzen/organizasyon oyunu’’ndan çok çoğu zaman olduğu yine ‘’bireysel beceri’’yle kazanılacaktı. Rakibin 10 oyuncuyla kalması işleri iyice zorlaştırdı. Geride birbirlerine iyice yapıştılar. Beri yandan Kuntz, bir gün önce rakibin ‘’duran top’’ tehlikesine dikkat çekmişti. Gelin görün ki, ilk devre kritik bölgelerde iki üç gereksiz faulle rakibi heveslendirenler yine milli takım oyuncularıydı!..
Hırvatistan malum…
İkinci devre topu sahada, özellikle Arda Güler oyuna girdikten sonra enine gezdirme konusunda daha titiz ve dikkatli olunca ‘’topla oynama istatistiği’’ de anlam kazanmaya başladı. Kaçan penaltı, elle oynama nedeniyle iptal edilen gol çabası ve nihayet Umut Nayir golü… Ardından hakim olunan oyunda Arda Güler golü ve maçın bitişi… Bir önceki maçında kendi sahasında 4 golle mağlup olan Galler’i geçerek önemli bir eşiği aştı milli takım. Şimdi… Hırvatistan malum. Ancak sanki durduk yere Ermenistan denkleme dahil oldu. Yine de yolun yarısından fazlasını geçtik gibi. Ve görülen o ki, ülkenin yarısından çok fazlası hoşnut olmasa da bir süre daha Stefan Kuntz’a katlanacak futbol kamuoyu!