‘’Bu şöleni kaçırmayın‘’
Kiminin kolu yok, kiminin bacağı... Kiminin de ikisi birden. Bazıları görmüyor, bazıları da duymuyor... Bir kısmının ise vücutlarının bazı bölgeleri, duyuları işlevini yerine getirmiyor, fiziksel ve zihinsel noksanlık yaşıyorlar. Bütün bunlar, onların hayat yolculuğunda karşılarına birer ‘engel’ olarak çıkıyor. Kâh doğuştan, kâh sonradan başlarına gelen talihsiz bir kaza ya da hastalıktan... Aslında, bir bakıma hayata 1-0 yenik başlıyorlar. Bizlerin; yani ‘normal’ olarak kabul edilen insanların gündelik sıradan işleri, eylemleri onlara eziyet gelebiliyor; yardım almadan standart bir hayat sürdüremiyorlar belki. Ama bütün bunların üstesinden gelebilmenin yollarını da buluyorlar. Dezavantajlarını avantaja döndürebiliyorlar. Hayata ve topluma adapte olabilmenin, kendilerini var edebilmenin araçlarını ellerine geçirdikleri takdirde sonuna kadar kullanabiliyorlar. İşte, spor da bu araçlardan biri, hatta en önemlisi...
Engellilerin destansı yolculuğu
Bugün spor yoluyla engelleri aşanların yolculuğuna tanıklık etmeye başlayacağız. TSİ saat 14:00’deki açılış törenleriyle startı verilecek olan Tokyo 2020 16. Yaz Paralimpik Oyunları’nda 22 branşta, 160 ülkeden yaklaşık 4 bin 400 sporcunun 5 Eylül’e kadar vereceği madalya mücadelesinin heyecanına ortak olacağız. Biliyorum, ‘Paralimpik’ kelimesi bu ülkenin kâhir ekseriyeti için pek bir şey ifade etmiyor maalesef. Ama yine de aklınızın bir köşesinde bulunsun. Çünkü bugün onların, yani ‘Paralimpik sporcuların’ şenliğinin başlangıç günü.
Onlarla bir olalım, birlik olalım
Olimpik sporcuların Tokyo’daki başarılarıyla iki hafta boyunca hop oturup hop kalktık, kazanılan madalyalarla gururlandık. Sporcularımızı bağrımıza bastık. Belki de bugüne kadar hiç olmayan bir şekilde olimpik sporcuları gündeme taşıdık, sahip çıktık. Çok da iyi yaptık. Şimdi ise sıra onlarda. Tarih yazmaya hazırlanan engelli sporcularımızı da ayağa kalkıp alkışlamaya hazırlanalım. Onlara da sahip çıkalım. Onlara da sayfalarımızda, ekranlarımızda, sosyal medya hesaplarımızda, paylaşımlarımızda yer verelim. Onları da konuşalım, tanıtalım, tüm Türkiye’ye ve dünyaya...
87 sporcumuzun destek beklentisi
Çünkü, bunu sonuna kadar hak ediyorlar. Hem hayatın zorluklarıyla baş edebilmek hem de yoğun bir çalışma temposu ve üstün bir performans gerektiren branşlarda mücadele etmek insan üstü bir çaba gerektiriyor. Sadece yarışmak bile başlı başına bir başarı hikayesiyken, bir de bunu madalyalarla taçlandırmak, rekorlar kırmak, normal sporcuların derecelerine yaklaşabilmek gerçekten de hayranlık uyandıracak cinsten sportif eylemler... Tokyo’da ülkemizi 13 branşta temsil edecek 87 sporcumuzun beklentileri de Olimpiyat Oyunları’nda olduğu gibi ülkece teyakkuza geçmemiz ve onları sonuna kadar desteklememiz.
O kadar çok engel aşıyorlar ki...
Zira çok zor şartlar altında kendilerini Tokyo’daki Paralimpik arenasına çıkarmayı başarıyorlar. Yaşadıkları fiziki zorlukların yanısıra toplumumuzdaki paralimpik bilinç eksikliğiyle, engelli farkındalığı ve dahil etme noksanlığıyla da mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Bir yerlerde, bir şeyler başarana kadar neredeyse toplum içinde atıl kalıyorlar. Başardıkları zaman da üç beş gün popüler kültür malzemesi yapılıyorlar ve sonra tekrar bir köşeye atılıyorlar. Kendi kendilerine yaşıyorlar, kendi kendilerine var oluyorlar.
Onlara acımak değil, alkışlamak...
Oysa onlar da içimizden birileri. Onlar da bizden. Onlar da bu toplumun birer parçası. Onlar da bizim gibi hissediyorlar; üzülüyorlar, seviniyorlar, kıskanıyorlar, gerektiğinde kavgalar ediyorlar. Kazanmayı, kaybetmeyi onlar da biliyor. Bizim bu realitenin ışığında hareket etmemiz, onlara acıma duygularıyla yaklaşmaktan ziyade, onların başarmak için gösterdikleri insanüstü çabalarına destek vermemiz, alkışlamamız ve sahiplenmemiz gerekiyor.
Yirmi yılda nereden nereye...
2000 Sydney’de sembolik olarak 1, 2004 Atina’da 8, 2008 Pekin’de 16, 2012 Londra’da 67, 2016 Rio’da 79 ve şimdi 2020 Tokyo’da 87 sporcu... Katılım arttıkça artan madalya sayıları... Bugüne kadar alınan 6 altın, 7 gümüş, 10 bronz olmak üzere toplam 23 madalya... Bütün bunlar birer sessiz devrimdir aslında. 20 yıl önce esamisi bile okunmayan bir alanda bugün hissedilir olmak bile onları bağrımıza basmamız için yeterli bir nedendir. Onlar ellerinden geleni yapıyor, biz de yapalım!..
‘’Proje çocuk!‘’
Klişe bir söz vardır; hiç bir başarı tesadüfi değildir, diye... Çok doğru bir sözdür. Mete Gazoz özelinde ele alacak olursak bu cümleyi, Mete'nin Olimpiyat Şampiyonluğu asla ve asla tesadüfi değildir. Çünkü Mete üç yaşından itibaren bugünler için hazırlanan bir 'Proje Çocuk'tur!' Hani, sporda gelişmiş ülkeler çocuklarını hedef olimpiyata 8-10 yıl önceden hazırlamaya başlarlar ya, Mete de ailesi tarafından çok küçük yaşlardan itibaren olimpiyat şampiyonluğu hedefiyle hazırlanmaya başlandı.
Çok yönlü bir sporcu olunca...
Kendileri de okçu olan Meral ve Metin Gazoz çifti, ev ve antrenman sahalarında hep kendileriyle ve okla yayla iç içe büyüyen çocuklarına 8 yaşına gelince profesyonel olarak ok attırmaya başladılar. Tabi, Mete'nin hayatı sadece okçuluk sporundan ibaret değildi. Gazoz çifti çocuklarını, gelişimine katkıda bulunacak çeşitli hobilere de yönlendirdiler. Bunlardan başlıcaları piyano, resim, yüzme, masa tenisi, satranç, eskrim ve stratejik bilgisayar oyunlarıydı...
Bütün bunların Mete'ye ruhsal ve fiziksel çok önemli katkıları oldu. Mesela; el-göz koordinasyonunda piyanonun, bakmak ve görmek arasındaki farkı belirlemesinde resmin, bel kaslarının güçlenmesinde yüzmenin, stratejik ve analitik düşünce de satrancın, bilgisayar oyunlarının faydalarını gördü.
Profesyonel ekiple hazırlandı
Küçük yaşlardan itibaren ulusal ve uluslararası arenada adından söz ettirmeye başlayan Mete Gazoz, Rio'da 17 yaşında hiç kimsenin ummadığı bir çıkış yakalarken, aslında Tokyo'yu müjdeliyordu. Zaten kendisini bugünlere hazırlayan Meral ve Metin Gazoz çifti de onu Rio'dan sonra antrenöründen fizyoterapistine, mentöründen yaşam koçuna kadar profesyonellerden oluşan bir ekibe teslim edince geliyorum diyen şampiyonluk geldi. Tabi biz çok bilmişler (!) Mete'nin kendisine inandığı kadar ona inanmadık ve madalya tahminlerimizde ona hiç yer vermedik! Bu da bize kapak olsun!
‘’Hayalden gerçeğe...‘’
Bundan dört yıl önceydi. Ankara'da küçük bir ofiste, "Bir hayalim var" diyerek bana büyük hayallerini, hedeflerini anlatan Cimnnastik Federasyonu Başkanı Suat Çelen'den başkası değildi. Başkan Çelen, önümüzdeki dört yıl içinde Dünya, Avrupa ve Olimpiyat Şampiyonları çıkaracaklarını büyük bir heyecanla ve coşkuyla anlatırken, doğrusu pek inanmamıştım. Ama o haklı çıktı .
Bundan 57 yıl önce, ırkçılığa karşı mücadele veren ABD'li siyahilerin lideri Martin Luther King'in tarihi konuşması "Bir hayalim var" diye başlıyor ve dili, dini, rengi, cinsiyeti ne olursa olsun herkes için eşit ve özgür bir dünya özlemini, ülküsünü dile getiriyordu. Bir manifesto şeklini alan "Bir hayalim var" sloganı King'den sonra kuşaktan kuşağa büyük idealler peşinde koşan her liderin mottosu oldu. 2012 yılında 31 yıl federasyon başkanlığı yapan Atilla Örsel'in yerine Cimnastik Federasyonu Başkanlığı'na seçilen Suat Çelen de görev süresinin 4. yılında Ankara'da küçük bir ofiste bana sunum yaparken söze bu tarihi sloganla başlamıştı: "Bir hayalim var."
Şampiyonalara gitmek lükstü!
Suat Çelen'i dinlerken o gününün koşullarında gerçekleşmesi çok güç hayallerden bahsettiğini düşünmüştüm. Çünkü, cimnastiği Türkiye'nin tüm illerine yaymaktan, kulüp ve sporcu sayısını katlamaktan, her ili salonlarla donatmaktan, her şeyden önemlisi dört yıl içinde Dünya, Avrupa ve Olimpiyat şampiyonları çıkarmaktan söz ediyordu. Dinleyene başlangıçta ütopik gelen hedeflerdi bunlar. Zira Türkiye'nin Dünya ve Avrupa Cimnastiğinde esamisi okunmuyordu. Bırakın şampiyon çıkarmayı, şampiyonalara gitmek bile lükstü ülkemiz için!
104 yıl sonra olimpiyata...
Olimpiyata ise, 1908 Londra'da ülkemiz adına cimnastik branşında yarışan ilk Türk sporcusu Aleko Mulos'tan tam 104 yıl sonra 2012 Londra'ya bir cimnastikçi, 2016 Rio'ya da iki cimnastikçi yollayabilmiştik. Tarihte aldığımız tek madalya ise Ümit Şamiloğlu'nun 2008'de barfikste kazandığı bronzdu. İşte bu iç karartıcı tabloyu değiştirmeyi ve Türk cimnastiğini dünyada saygın bir yere oturtmayı vaat ediyordu Suat Başkan. 2018'de İbrahim Çolak'ın halka aletinde Avrupa Şampiyonası'nda elde ettiği ikincilik bugünlerin habercisi gibiydi. Nitekim 2019 ve 2020 cimnastik için patlama yılları oldu.
Tokyo'da da tarih yazılacak
2019'da İbrahim Çolak'ın Dünya Şampiyonluğu, Ahmet Önder'in Dünya ikinciliği, Ferhat Arıcan'ın Avrupa üçüncülüğü ve nihayetinde geçtiğimiz hafta sonu Mersin'deki Avrupa Şampiyonası'nda elde edilen tarihi başarılar... Bütün bu yaşanan süreç, Suat Çelen'in hayallerinin birer birer gerçeğe dönüşmesinden başka bir şey değil. Sırada Tokyo Olimpiyat'ı var. Eminim orada da Türk cimnastiği tarih yazmaya devam edecektir. Bugün gururla izlediğimiz bu başarılar elbette bir tesadüf değil. 2012'de sadece 12 ilde cimnastik yapılıyorken, bu sayı bugün 81 ile çıkmış durumda.
Tarih yazdıranı da unutmayalım
1200 olan sporcu sayısı 100 binlere, 600 olan yarışmacı sayısı, 20 binlere, 640 olan kulüp sayısı 1050'lere, yarışmalara katılan kulüp sayısı 98'den 150'lere ulaşmışsa, alt yapı sağlam temeller üzerine oturtulmuşsa, bugün kazanılan madalyalara şaşırmamak gerekir. Suat Çelen'in başarısının sırrı da burada yatıyor. Bu sporcular hasbelkader bir yerlerden çıkmıyor. Planlı, programlı, sistemli bir çalışmanın ürünü hepsi. Büyük hayalleri olan, vizyon sahibi, ufku geniş, azimli ve çalışkan bir liderin, bir camianın çehresini nasıl değiştirebiliceğinin en somut kanıtı Türk cimnastiğinin geldiği nokta. Evet, sporcularımız tarih yazıyor ama onlara bu tarihi yazdıranı da aklımızdan çıkarmamamız gerekiyor. Daha nice zaferlere...
Yolun, yolunuz açık olsun Suat Başkan.
‘’Antalya yine yenilmedi!‘’
Küme düşme potasının uzağında bulunan iki takım da nispeten rahattı. Bu rahatlık sahaya da yansıdı. Sadece futbol oynamaya odaklandılar. Altı haftadır üç puana hasret olan Gaziantep FK, bu hasretini gidermek amacındaydı. On maçtır kaybetmeyen ve kulüp tarihinin rekorunu egale eden Antalyspor ise bu maçtan da puan çıkararak kendi rekorunu kırmak istiyordu. Ancak konuk takımın iki büyük dezavantajı vardı. Ligin ikinci yarısında skor yükünü çeken iki yıldız oyuncusu Podolski ve Sinan Gümüş’den yoksundular. Nitekim bu iki forvetin yoksunluğunu maç boyunca hissettti Antalyaspor. Oyun karakteri olarak topu rakibe bırakıp, ani ve hızlı çıkışlarla pozisyon ve gol bulan Gaziantep FK, bu maçta oyunu domine eden taraftı. Topa daha çok sahip oldular, daha fazla pozisyon buldular, ancak attıkları gol futbol felsefelerine uygun olan cinstendi.
Destan yazdılar
Maçın ilk yarısı neredeyse pozisyonsuz geçti. İkinci yarısına ise ev sahibi hızlı başladı. 54’de kazanılan serbest vuruşta Twumasi’nin sert şutunda kaleci Boffin başarılıydı. 58’de Gaziantep’in golü geldi. Djilobodji’nin kendi yarı alanından gönderdiği harika pasta topla buluşan Oğuz, Kayode’yi gördü, Nijeryalı da ağları: 1-0. 66’de Antalyaspor beraberliğe yaklaştı. Bünyamin’in ortasında Fredy’nnin vuruşu direkten döndü. Bir dakika sonra Hakan Özmert’in atılmasıyla 10 kişi kalan Antalyaspor, 89’da maçın en iyilerinden Djilobodji’nin elle oynaması sonucu penaltı kazandı. Atışı kullanan Jahoviç durumu 1-1 yaptı ve takımının yenilmezlik serisini 11’e çıkararak kulüp tarihinin rekorunu kırmasına vesile oldu.
‘’Tokyo'nun laneti!‘’
Başlık Japon dostlarımızı kızdırmasın, bu sadece bir ironi! Buna, Tokyo'nun bahtsızlığı da diyebiliriz. Çünkü Olimpiyat Oyunları tarih boyunca dört kez sekteye uğruyor, ikisinde Tokyo var! Oyunlar, geçmişte üç kez iptal edilmişti, şimdi de ertelendi. Erteleme, tarihte ilk kez... Hepsinin nedeni de savaş! Üç iptal, birbirlerine düşman kesilen insan ırkının kendi popülasyonunu kırdığı savaşlardı, erteleme ise görünmeyen sinsi bir düşmana; korona isimli virüse karşı verilen savaş.
1896'da Atina'da başlayan 'Modern Olimpiyat Oyunları' başlangıcından 20 yıl sonra, 1916'da ilk kesintiye uğruyor. Almanya'nın Başkenti Berlin'de yapılması planlanan oyunlar, 1914 yılında başlayan 1.Dünya Savaşı nedeniyle iptal ediliyor.
Önce Tokyo, sonra Helsinki
1920 Anwers'den itibaren yeniden normal seyrine dönen olimpiyat oyunları, 1940 yılında ikinci kez iptal ediliyor. Bu kez başrolde Japonya var. İlk kez Avrupa ve ABD dışında bir başka kıtaya verilen 1940 Olimpiyat Oyunları'nın ev sahipliğini, 1936 yılında Barcelona, Helsinki ve Roma'ya karşı yarışan Tokyo kazanıyor. Tokyo'da derhal hazırlıklara başlanıyor ve 1938'e karşı her şey yolunda gidiyor. Gelgelelim, o tarihte patlayan 2.Japonya-Çin Savaşı, Tokyo'nun, bütün çabasına rağmen oyunları kaybetmesine ve yarıştığı rakiplerinden Helsinki'ye verilmesine neden oluyor. Ancak 1939'da başlayan 2. Dünya Savaşı tüm kıta Avrupası'nı sarınca Helsinki'de yapılması planlanan oyunlar da iptal ediliyor. 1944 Londra Olimpiyat Oyunları da yine savaşın devam etmesi nedeniyle yapılamıyor.
Londra 1948'de kaldığı yerden...
Savaşın 1945'de sona ermesinin ardından Oyunlar 1948 Londra ile kaldığı yerden devam ediyor ve bugüne kadar da kesintisiz sürüyor. Ancak 1980 Moskova Olimpiyat Oyunları'nda ağır bir kriz yaşanıyor. Başta ABD olmak üzere, aralarında Batı Avrupa ülkeleri, Türkiye ve Japonya'nın da bulunduğu 62 ülkenin boykot etmesi nedeniyle oyunlar 80 ülkenin katılımıyla yapılıyor. Bunun nedeni de bir savaş! Sovyetler Birliği'nin Afganistan'ı işgal etmesi... Ama asıl sebep soğuk savaş! Sovyetler Birliği ve kendisine bağlı Doğu Bloku ülkeleri buna misilleme olarak 1984 Los Angeles Olimpiyat Oyunları'nı boykot ediyor ve bu dört yıllık süreçte 'olimpik ruh' politik nedenlerle büyük yara alıyor.
Japonlar'ın olimpiyat sevdası
1948'den sonra Tokyo bir kez daha oyunlara talip oluyor ve 1964'de olimpiyat rüyasını gerçeğe dönüştürüyor. İstanbul'a karşı zafer kazandığı 2020 ise Tokyo'nun üçüncü olimpiyat macerası oluyor. Gelgelelim, bu kez karşısına baklenmedik bir engel; pandemi (Küresel salgın) çıkıyor ve olimpiyat tarihinde ilk kez bir erteleme yaşanıyor.
Umarım bu son olur. Umarım, ne olimpiyatlar ne de insanoğlunun uygarlık yürüyüşü, savaşlar, küresel salgınlar, doğal afetler gibi kendi ellerimizle yarattığımız yıkıcı fenomenler tarafından sekteye uğrar. Ve umarım Tokyo 2021'de geleneksel Japon konukseverliğiyle unutulmaz bir olimpiyat organizasyonuna tanıklık ederiz.
‘’Belek'te tarihi şampiyona‘’
2005 yılıydı... İspanya’nın Almeria kentinde yapılan Akdeniz Oyunları’nda Golf Federasyonu Başkanı Ahmet Ağoğlu ile konuşuyorduk. Ağaoğlu, golf turizmine yatırım yapan Almeria’yı örnek göstererek “Bizim de Antalyamız var. Almeria Antalya’nın yanında köy gibi kalır. Burada oluyorsa bizde neden olmasın? En büyük hayalim Antalya’yı golf turizmi merkezi yapmak” diyordu. Ağaoğlu, yıllar içinde hayalini gerçeğe dönüştürdü. Antalya bugün dünyanın önemli golf merkezlerinden biri ve çok önemli turnuvalara ev sahipliği yapıyor. Bunlardan biri de European Tour Rolex Serisi kapsamında düzenlenen Turkish Airlines Open. Turnuva geçtiğimiz hafta sonu Belek’teki Montgomerie Maxx Royal Golf Kulübü’nde gerçekleştirildi ve unutulmayacak bir finalle noktalandı. Dört gün süren turnuva son ana kadar büyük bir çekişme içinde geçti. İlk üç günün lideri Avusturyalı Matthias Schwab’ın son günde de ipi önde göğüsleyeceği tahmin ediliyordu. Zira onu zorlayacak isimlerden biri olan son iki yılın şampiyonu İngiliz Justin Rose bir hayli geride kalmıştı. Rose geride kalmıştı ama turnuvanın son gününde Schwab’ın karşısına başka rakipler çıktı!
Gece ışıklarında oynanan ilk final
Schwab ile birlikte İngiliz Tyrrell Hatton, Fransız oyuncular Victor Perez, Benjamin Hebert, Güney Afrikalı Erik Van Rooyen ve Amerikalı Kurt Kitayama turnuvayı 268 vuruşla tamamlayınca şampiyonu play off belirledi. Avrupa turu tarihinde 1990 ve 2003’ten sonra ilk kez bir turnuva 6’lı play off’a kalırken, Maxx Royal Golf Kulübü de tarihi bir ana ev sahipliği yaptı. Zira, tur tarihinde ilk kez bir turnuva gece ışıkları altında oynandı. Play-off ’un ilk çukurunda Van Rooyen, Hebert ve Perez, ikinci çukurda da Kitayama elenirken, Hatton ve Schwab arasındaki mücadelenin galibi Hatton oldu. Hatton, “Kazandığıma inanamıyorum. Spor ve özel yaşamımda zor günler geçirdim. Ancak kötü günler geride kaldı” diyerek duygularını paylaşıyordu. İngiliz sporcu, bu başarısıyla 2 milyon dolarlık para ödülünün de sahibi olurken, turnuvayı takip edenler önümüzdeki yıl buluşmak üzere Antalya’dan golfe doymuş bir şekilde ayrılıyordu.
‘’Düşler sokağı‘’
Dün bir sokağa yolum düştü. O sokak çocukluğum sanki. Dün çocukluğuma yolum düştü. Dün çocukluğumun içinden geçtim. Ürkek, mahzun ve yalnız çocukluğum. Ama bir o kadar da huzurlu, hülyalı ve düş gezgini...
Dün bir sokağa yolum düştü. Düşlerimde yaşattığım bir sokak. Düşlerimde gittiğim sokak. Dün oradaydım. Düşler sokağında... İki katlı, bahçeli, avlulu, sofalı, balkonlu rengarenk kerpiç evlerin yan yana dizildiği, komşunun komşuya gerçekten komşuluk yaptığı, yoksul çocukların koşuşturduğu; yoksul evlerinden huzur yayılan, çocuk kahkahalarıyla şenlenen o geçmiş zaman sokağındaydım dün...
İçime bolca huzur çektim
Bir baştan bir başa arşınladım o sokağı. Gerçekle düş arasında gittim geldim. İçime bolca huzur çektim. Biraz da hüzün soludum. Bilirim, kahramanlar hep o sokaklardan çıkar. çünkü çocuklar hep o sokaklarda büyük hayaller kurarlar, o sokaklarda hayallerinin peşinde koşarlar. Ve o sokaklarda hayallerini gerçeğe dönüştürürler. Şampiyon olurlar, kahraman olurlar. O sokakların büyüsü buradadır. İçinde yaşayanı rüyaya yatırır, rüya kurdurur. Sonra büyütür, rüyalarını gerçekleştirir; çünkü; orası düşler sokağıdır.
İbrahim Çolak’ın sokağı
Dün o sokakta büyüyen ve ülkesinin kahramanı, gururu olan bir gençle tanıştım. O gencin adı, İbrahim Çolak’tı. Türkiye’nin cimnastik sporundaki ilk Dünya Şampiyonu İbrahim Çolak... Mütevazı evine misafir oldum İbrahim’in. Dört bir yanı madalyalarla, kupalarla dolu küçük, şirin odasında onunla oturdum, sohbet ettim. Düşlerini nasıl gerçeğe dönüştürdüğünü çocuksu saflığıyla, coşkusuyla anlattı bana. Kendisini yetiştiren, insani değerlerle donatan anne-babasını tanıdım.
Bir fincan kahvelerini içtim. Mahcup edalarıyla çocuklarını, çocuklarının başarı öyküsünü anlatırken, onları gözlerim dolarak dinledim. Ne yollar, ne yıllar kat etmişlerdi İbrahim’i bu noktaya getirene kadar. Ne zorluklar, ne acılar çekmişlerdi. Ne yoksulluklar yaşamışlardı. çocuklarını 4.5 yaşında kucaklarına alıp cimnastik salonuna taşımaya başladıktan beri, onunla yatıp onunla kalkmışlardı. İbrahim düştüğünde, onlar da düşmüştü, sakatlandığında onlar da sakatlanmıştı. Kaybettiğinde kaybetmişler, kazandığında kazanmışlardı. Ama asla pes etmemişlerdi.
Hep gurur duymuşlardı İbrahim’le; İbrahim’in başarılarıyla, madalyalarıyla ve en önemlisi de duruşu, karakteri ve insanlığıyla... Yalnız onlar mı? O sokağın diğer sakinlerinin de gururuydu İbrahim. Bütün mahalleli, konu komşu bir araya toplanmış, 30-40 kişi küçük bir cep telefonundan İbrahim’in final müsabakasını izlemişlerdi. çünkü hiç bir Türk televizyonu bu tarihi anı yayınlamamıştı! Ellerinde büyümüş bu çocuk bir tarih yazarak Almanya’da Dünya Şampiyonu olup, Türk Bayrağı’nı göndere çektirdiğinde, İstiklal Marşı’nı çaldırdığında hepsinin gözlerinden yaşlar süzülmüştü. O coşkuyla evlerinden dışarı fırlamışlar, Bornova’nın Çamdibi semtindeki 5127 no’lu sokağı baştan başa bayraklarla, flamalarla, Atatürk posterleriyle donatmışlardı. O sokağı tam bir bayram yerine çevirmişlerdi. çocukların, İbrahim’in düşlerini gerçekleştirdiği o ‘Düşler Sokağı’nı...
Pastoral tablodan çıkmış gibi
O sokak, orada duruyor. Gidin, görün. Pastoral bir tablodan çıkmış gibi sizi içine çekecek olan o geçmiş zaman sokağını ziyaret edin. Orada huzuru, mutluluğu, neşeyi, gururu ve bir şampiyonun ayak izlerini bulacaksınız. Ve asla oradan çıkmak istemeyeceksiniz.
‘’Suat Çelen!..‘’
Tarih boyunca gerçekleşen devrimlerin, toplumsal dönüşümlerin farklı dinamikleri vardır. Söz konusu değişimi gerçekleştirenler, mevcut düzenin yerine yeni bir düzen tesis edenler genelde aynı ideal ve ülkü etrafında birleşmiş olan topluluklardır. Yani her ne olduysa, idealize bir ekibin titiz çalışması sonucu hayata geçmiştir. Ancak bir ekip, ne kadar uyumlu, ne kadar çalışkan, ne kadar işine bağlı olursa olsun bir liderden yoksunsa başarması imkansızdır. Bu realite, hayatın her alanında geçerlidir. Özellikle de sporda böyledir.
Şöyle geçmişten günümüze bir bakın, nerede sıra dışı bir başarı hikayesi varsa, orada mutlaka sıra dışı bir lideri görürsünüz. Başarının ardındaki ekibi oluşturan, o ekibi yönlendiren, sevk ve idare eden, kritik kararları verebilen, camiasına kılavuzluk eden, yol gösteren, fikirleriyle ilham kaynağı olan bir lideri görürsünüz büyük resme baktığınızda.
İşte son yıllarda Türk sporunun önemli figürlerinden biri haline gelen Suat Çelen de böyle bir liderdir.
Başarının gerçek mimarı
Bir kaç gündür cimnastikte yaşadığımız gurur dolu günlerin müsebbibi, gerçek kahramanıdır Cimnastik Federasyonu Başkanı Suat Çelen. Sporculuğu döneminde kendisine yaşatılan sıkıntıların, zorlukların, yoksunlukların, önüne çekilen setlerin acısını hâlâ yüreğinin derinliklerinde hisseden Suat Çelen, başkanlık görevine gelir gelmez yetenekli Türk çocuklarının önünü açmak için gecesini gündüzüne kattı ve sonunda cimnastikte bir Türk ekolü yarattı. Aynı zamanda bir öğretmen olan Suat Başkan, yeri geldi bir eğitimci oldu, yeri geldi sporculara abilik, babalık yaptı, yeri geldi onların mentörü oldu; ama hep önlerinde bir model, bir lider olarak gerçekleştirdiği devrimin en ön saflarında yürüdü.
Cimnastikte devrimi yaptı
Doğru insanlardan doğru bir ekip kurdu ve hep birlikte cimnastiği Türkiye’nin 81 iline yayarak, yetenekli çocukları keşfedip yıllar içerisinde eğiterek, işleyerek bugünün şampiyonlarının ortaya çıkmasına vesile oldu. Ve her şeyden önemlisi eski köhne düzeni alt üst edip bir sistem kurdu. Yani, bir liderin yapması gereken ne varsa hepsini yaptı ve bir camiayı neredeyse yoktan var etti, cimnastiği Türkiye’nin gündemine oturttu.
Türk cimnastiğinin makus talihini değiştiren Suat Çelen, “Hiç bir başarı tesadüf değildir” sözünün somutlaşmış ismidir. O ve ekip arkadaşları, sporcuları şu sıkıntılı günlerimizde Türk Milleti’nin yüzünü güldürdüler. Allah da yaşam boyu onların yüzünü güldürsün.