‘’Sivas çöktü!‘’
Kasımpaşa, Süper Lig’de henüz galibiyetle tanışamayan Sivasspor’u 2-1 yenip, yükselişini sürdürdü. Kritik maç ustaçırak çekişmesine sahne oldu. Sergen Yalçın’a Beşiktaş’ta ağabeylik yapan Rıza Çalımbay, maç öncesi kadroda revizyona gitti. Sezon başından bu yana takımına ‘savunma güvenliği’ni ana unsur olarak benimseten Çalımbay, orta alanı yine kalabalık tutup, hızlı ataklarda topu Eren’le buluşturmayı hedefledi. Adem Büyük’ten santrfor yaratma ısrarından vazgeçen tecrübeli hocanın bu hamlesi kanat bindirmelerinin verimini artırırken, Eren’in unutmaya yüz tuttuğu golcülüğünü de ortaya çıkardı.
Barrales şanssızlığı!
İlk 7 maçta alınan 6 beraberliği dünkü mücadele öncesi şanssızlığa bağlayan Sergen Yalçın’ın şanssızlığı dün de sürdü. 2. dakikada gol umudu Barrales sakatlanınca, genç teknik adamın oyun planları suya düştü. 31’deki karambolde Setkus, üzerine gelen topu yumrukla dışarı ceza sahası dışına gönderdi. Bir önceki pozisyona penaltı itirazında bulunan Eren, topa müthiş bir sol vole yapıştırdı: 1-0.
Çıldırtan seri
İkinci yarıya Sivasspor, Cicinho-Hakan Özmert değişikliği ile Kasımpaşa ise golle başladı. 46’da Del Valle, Eren’in göğüs pasında golü yapamadı ama 47’de Castro, kendi başlattığı pozisyonda Tunay’ın ortasını gole çevirmeyi bildi: 2-0. Önce iptal edilen, yan hakemin onayı ile verilen John Boye’un 63’teki karambol golü Sivasspor’un direncini artırdı: 2-1. Ancak savunmayı önplanda tutan Kasımpaşa, kazanmayı başardı. Konuk ekip 5 yenilgi ve 8 beraberlikle maç kazanamama serisini 13 maça yükseltti.
‘’Alkışlar Gölge Samuray'a‘’
Şota’nın Hollanda ekolünü uygulattığı çok atan, buna karşın çok kolay gol yiyen Kasımpaşa, Rıza Çalımbay ile yepyeni bir kimliğe bürünmüş. Çalımbay’ın karakteristik özelliklerini taşıyan savunma güvenlikli takım, oynadığı 3 maçta kalesinde bir gol görmüştü. Sakatlar nedeniyle adeta savunma takımına dönen Fenerbahçe’de zorunlu kardo rotasyonu, ilk yarının sonuna kadar Kasımpaşa’yı kanatlandırdı. Ancak Adem Büyük’ün uzun boylu savunmalar arasında yaptığı boş hamleler, bu atakların Volkan’a ulaşmasını önledi.
Fener’in yıldızları ise orta alandaki kaosu çözmek için sık sık geriye gelince, aksiyon tamamen 2. bölgede gerçekleşti. Futbolcuların orta alanı kalabalık tutma isteği nedeniyle meşin yuvarlak maçın başında ‘yakan top’a dönüştü. Nani ve van Persi’nin bu alanda rakipleri ile boğuşmak zorunda kalması, Fernandao’nun ise 1.bölgeden uzakta, sağ kanattan top taşıma çabası, ‘sistemi oyun belirler’ felsefesini kendine temel öğreti olarak seçen Pereira’yı ilk yarıda haklı çıkardı.
Sahada oyunun iki yönünü de oynama becerisine sahip tek futbolcusu De Souza, Nani’nin kullandığı kornerde, bir de golcülüğünü sergiledi. Brezilyalı’nın orta alandaki bu istekli oyununa takımdaki üç önlibero’dan biri olan Meireles ayak uydurunca, zorlu geçmesi beklenen ilk yarıyı Fenerbahçe 1-0 önde kapadı. İlk 45’te rakip alanda bal yapmayan arı misali dolaşan Kasımpaşa forvetleri, Hakan-Aydın zorunlu değişikliği ile kanatları yeniden kullandı.
Scarione’nin yaptığı içe koşularla boşalan alanlardan sarkan ev sahibi, Volkan’ı rahatsız eden şutlar da atmaya başladı. Fernandao bile bu dakikalarda 3. stoper görevi yapıp, tehlike yaratacak enaz 3-4 pozisyonu kalesinden uzaklaştırdı. Çalımbay’ın Adem’den santrfor yaratma ısrarı maç boyunca sürünce, ligin zor gol yiyen takımı Kasımpaşa, yıldızlar topluluğu Fenerbahçe’nin sıralamada en gölgede kalan yıldızının golüne boyun eğdi.
‘’İade eden çıktı mı?‘’
Spor Genel Müdürlüğü (SGM), doping yaptığı için müsabakalardan 8 yıl men edilen milli atlet Aslı Çakır Alptekin'e verilen altınların iadesini isteyecekmiş...
Başarının ödüllendirildiği, başarıya giden yolun ise her zaman tıkalı kaldığı bu sistemde, SGM'nin yaptığı açıklama bile inandırıcı olmaktan öte. Bu zamana kadar pekçok şampiyon sporcumuzun doping nedeniyle madalyaları ellerinden alındı, ancak devletin başarı karşılığı sporcu, antrenör ve kulüplerine verdiği ödül paraları hiçbir zaman geri dönmedi.
Geçmişte iade ödül yok
Yaşanan gelişmeler konusunda eski adı ile Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü olan çatı kurumumuzda uzun yıllar çeşitli federasyonlarda görev yapan bir Genel Sekreterimiz'in açıklamaları çok manidar. Tecrübeli spor adamımız, yaptığımız sohbette bu zamana kadar devlete iade edilen bir ödülü hatırlamadığını, bunun gerçekleşmiş olması halinde mutlaka haberinin olacağını samimiyetle söyledi.
Genel Müdürlük'ten yapılan açıklama ise şöyle; "Uluslararası Spor Tahkim Mahkemesinin (CAS) doping yaptığı gerekçesiyle Aslı Çakır Alptekin’e verdiği 8 yıl hak mahrumiyeti cezasının ardından sporcuya verilen ödüller, kararın Atletizm Federasyonuna ulaşmasının ardından istenecek. Prosedüre göre, sporcunun doping yaptığının kesinleşmesinin ardından, yasal olarak ödüllerin sporcudan alınması için dava açılacak.
Prosedürün işlemesi için CAS’ın, Aslı ile ilgili kesinleşen doping kararını Türkiye Atletizm Federasyonuna iletmesi gerekiyor. Federasyonun kararı Gençlik ve Spor Bakanlığına bildirmesinin ardından SGM, en geç bir ay içinde mahkemeye başvurarak, ödül karşılığı paranın iadesi için dava açabilecek."
Hediye verilen evler?
Kısaca olaylar Nasrettin Hoca fıkrası gibi gelişecek. Dikenler büyüyecek, koyunlar geçecek, hoca dikenlere takılan yünleri toplayıp satacak, borcunu ödeyecek. "Ölme eşeğim ölme" misali... Aslı Çakır Alptekin, 2011 Dünya Üniversiteler Yaz Spor Oyunları, 2012 Londra Olimpiyatları ve 2012 Avrupa Atletizm Şampiyonası’nda altın, 2012 Dünya Salon Atletizm Şampiyonası’nda ise bronz madalya kazanmıştı. Milli atlete bu başarıları nedeniyle SGM tarafından 2 bin 575 Cumhuriyet altını karşılığı para ödülü verilmişti. Ali Ağaoğlu'nun verdiği ev, diğer sponsor firmaların hediyeleri ise bu işin içinde yok.
Bir de şunu anlamak mümkün değil. Başarıya giden yolda her türlü hilenin mübah sayıldığı ülkemizde, spordan sorumlu bir devlet bakanımız diğer ülkelerin genç takımlarla katıldığı Mersin Akdeniz Oyunları'na, Avrupa Şampiyonası muamelesi yapıp, birincilere 500 Cumhuriyet Altını ödül verdirmemiş miydi?!
Milli kahramanlar, vatan haini mi?
O zaman sistemin "başarıya giden yolda herşey mübahtır" mantığı ile yetiştirdiği bu gençlerin suçu ne!.. Ülkenin sporuna yön verenlerin kendi elleri ile yasal olmayan yollara ittiği bu sporcularımız, beklentileri şu ya da bu şekilde karşılamak için her yola başvurabiliyor. Sonuç ise ortada; kazandıkları zaman hepsi birer "Milli Kahraman", foyaları ortaya çıkınca ise "Vatan Haini" oluyorlar. Bakalım bunun ortasını bulup, yetenekli gençlerimize hem fair-play'i hem de sporcu olmayı ne zaman öğreteceğiz...
‘’Başınıza Olimpiyat Stadı düşsün!...‘’
Ama hiç biriniz ismi üstünde olmasına rağmen Atatürk Olimpiyat Stadı'nın hangi amaçla inşa edildiğini sorgulamadınız.
Kafanızı gömdüğünüz "futbol" dışında başka spor dalını bilmediğiniz, tanımadığınız için Türkiye'nin bu alandaki en önemli yapısını küçük beyinlerinizle "tu kaka" yaptınız...
2005 yılında yayınlanan "Stadi Del Mondo" (Dünya Statları) adlı kitapta Atatürk Olimpiyat Stadı'na, her türlü spor, sosyal ve kültürel faaliyetlerin yapılabildiği için övgüler yağdırıldığını, Dünyanın bu alandaki en iyi 5 stadından biri olduğu gerçeğini ise kulak ardı edip, rahmetli Sinan Erdem'in kemiklerini sızlattınız.
Ülkemizin yetiştirdiği en büyük olimpik değer olan Sinan Erdem'in hayatı pahasına giriştiği "İstanbul halkına Olimpiyat yaşatma düşü"nü, ancak kendi iktidarları döneminde sahiplenenlerin, 90'lı yıllarda Olimpiyat fikrine nasıl uzak olduklarını ise hiç gündeme getirmediniz.
Dahası 1992 yılında hayata geçirilen ve dünyada bir ilk olan "Olimpiyat Yasası" ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin üstüne düşen yükümlülükleri hangi belediye başkanının sümen altı ettiğini dillendirmekten hep kaçındınız.
İstanbul Büyükşehir'in belediye bütçesinden her yıl 100'de 1'ini İstanbul Olimpiyat Oyunları Hazırlık ve Düzenleme Kurulu'na aktarma şartını yerine getirmeyenler, iktidar gücünü ellerine geçirince, birden bire Olimpiyat Havarisi oldu.
Günümüze kadar kötüledikleri, yüzüne bile bakmayıp, belediye futbol takımına peşkeş çektikleri bu stadın farkına ancak 13 Ağustos 2011 tarihinde farkına vardılar.
Kendi belediye başkanlığı döneminde İstanbul Olimpiyat Oyunları'na ve yaşanan sürece hep uzak duran Recep Tayyip Erdoğan'ın bu tarihte Olimpiyat fikrine sarılması, tanıtımda ise ana unsurun Atatürk Olimpiyat Stadı olarak gösterilmesi ise oldukça manidardı...
Her vesile ile bu stadı kötüleyen dönemin Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Suat Kılıç'ın da, Uluslararası Olimpiyat Komitesi üyelerine makyajlanmış Atatürk Olimpiyat Stadı'nı gururla gezdirmesi ise arşivlerde hala sıcaklığını koruyor.
Şimdi de kalkmış Fatih Terim, üstüne vazife olmayan bir konuda ahkâm kesiyor. Sayın Terim bu ülkede sayısız futbol stadı var. Hem 20. yüzyılın ilk yarısında yapılan işlevini yitirmiş olanlar hem de milenyumda inşa edilen Arena tarzı günümüz statları...
İsterseniz önce yapımı sürenlere el atın... Ama Türkiye'nin tek olimpik stadı olan Atatürk Olimpiyat Stadı'nı futbola bulaştırmayın.
Bu konuda yapacağınız en iyi şey; Galatasaray Lisesi'nin ardından İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitiren, 1943'te voleybol ve tenise başlayan, voleybolcu olarak Beyoğluspor ve Galatasaray'da oynayan, uzun yıllar Türkiye Milli Voleybol Takımı'nda forma giyen, milli takım kaptanlığı ve antrenörlüğü yapan, Türkiye Voleybol Federasyonu genel sekreterliği (1957-67), Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi (TMOK) genel sekreter yardımcılığı (1975-82) ve genel sekreterliği (1982-89) görevlerini üstlenen, 25 Şubat 1989 tarihinde geldiği TMOK Başkanlığı görevini vefatına kadar sürdüren, 1988'de Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) üyesi olan, aynı yıl Akdeniz Oyunları Yönetim Kurulu'na seçilen, Meksika, Münih, Montreal, Moskova, Los Angeles olimpiyat oyunlarında teknik delege olarak, Seul, Barselona, Atlanta ve Sydney olimpiyat oyunlarında ise IOC üyesi olarak görev yapan, Fransa Spor Bakanlığı'nca altın madalya, Uluslararası Olimpiyat Komitesi'nce liyakat, Japon Hükümeti tarafından Japon İmparatoru Akihito adına düzenlenen nişan verilen, 24 Temmuz 2003'te kanser tedavisi gördüğü Paris'te yaşamını yitiren Sinan Erdem'in eserine dokunmamaktır.
Eğer Terim, Sinan Erdem'in hayata geçirmek istediği projenin tamamını görse, onun ne yapmak istediğini anlasa, zaten içine düşen futbol stadı fikrinden vazgeçer, bir Galatasaraylı abisinin vasiyetine dört elle sarılıp, sahip çıkar...
‘’Ne demek engelliye para yok!‘’
Gençlik ve Spor Bakanlığı, Mali Genel Kurul'da ibra edilmeyen Türkiye Bedensel Spor Engelliler Federasyonu'nun bütçesini ödemeyip, faturayı bu federasyon çatısı altında spor yapmaya çalışan engellilere kesti. "Kardeşim, sizler bağımsız birer federasyonsunuz. Genel Müdürlük yardımının yanı sıra sizin sporsorluk, reklam, tescil, vize ve transfer gelirleriniz var. Faaliyetleriniz için bu kaynakları devreye sokun" şeklinde bir açıklama gönderip, bir anlamda federasyonu kaderine terketti.
Yıllardır üvey evlat muamelesi gören, "sakatın da sporu mu olurmuş" denilerek dışlanan bu bireylerimiz tam da kabuklarını kırıp, normal birer vatandaş gibi spor yapmaya, toplumla entegre olmaya başladıkları bugünlerde yine kısır çekişmelerin, iktidar hırsının, kısaca kifayetsiz muhterislerin kurbanı olacak.
Hiçbir işi olmayan, iktidara sırtını dayamış, federasyon başkanlığını politik ikbalin kapısı olarak gören bu kifayetsiz muhterisler, Bedensel Engelliler Spor Federasyonu'nun Mali Genel Kurulu'nda da işbaşındaydı. Görevde oldukları süre içinde ellerindeki bütçeleri sportif faaliyetlerin dışında, kendi amaçları doğrultusunda kullanan, engelli sporcuların alın terleri ile kazandıkları başarıyı şova çeviren, bunun dışında medya mensuplarının karşısına çıkmaktan kaçınan bu kötü amaçlı kişiler, bugünlerde tıkır tıkır işleyen engelli sporuna göz dikti.
Şimdi sayın Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç'a sormak lazım. Mevcut Federasyon döneminde Bedensel Engelliler Spor Federasyonu'nun başardıklarını hayal bile edemeyenlere neden prim tanıyor, neden engelli bireyleri spor yapmaktan alıkoyuyor. Madem açıklanmış bir genel kurul tarihi var. Bunun yapılmasını beklerken, engelli sporcuların faaliyetleri de pekala yürütülebilir. Mevcut tüm federasyonların ana destekçisi olan Genel Müdürlük bu işe pekala çözüm bulabilir. "Genel Kurulunuzu yapmadan bizden hiçbir şey istemeyin" demek, sadece aciz bir devlet yapısının tabana yansıması olur ki, bu da Türkiye Cumhuriyeti'nin hiçbir bakanlığına özellikle de önünde Gençlik ve Spor ibaresi bulunan bir kuruma yakışmaz.
Sayın Kılıç, belli ki sizi birileri yanlış bilgilendiriyor. Babalarının şöhretlerinden yararlanıp, milletvekilliği için hedefe giden yolda sizi ve partinizi kullanmak istiyor. Bu her dönemde yaşanan bir olgu. Bunun farkına varın ve faturayı engelli sporculara kesmeyin. Sizin bu tavrınız sadece sportif faaliyetlerin yapılmamasını değil, sözünü ettiğiniz sponsorların da bu mecralardan kaçmasına neden olacaktır. Bakınız futbolun içine düştüğü durum, bunu size çok iyi açıklayacaktır.
Son sözümüz ise engelli bireylere!.. Artık gelinen noktada kurumlarınıza sahip çıkın, ikbal peşindeki bu kifayetsiz muhterislerden medet ummayı bırakın. Engelliler artık acınacak, belediyelerden, devletten medet uman, birşeyler bekleyen bireyler olmaktan çıktı. Bu kazandığınız statüyü korumak için görev sizlere düşüyor. "Ağaçtan düşenin halinden ağaçtan düşen anlar" misali engellinin halinden de engelliler anlar. Silkinip, çatı kurumlarınızda üst yönetimleri sahiplenin, gün artık sizin gününüzdür...
‘’Federasyon-Spor A.Ş. elele, Bahri'ye jübile...‘’
Ödül yönetmeliğimiz bile başarıya endekslidir. Spora ve sporcuya yatırım yapmadan kazanılan başarılara çok alışığız. Yeteneği ile şansı çakışan ve bir spor dalında ülkemize madalya kazandıran sporcuları hemen iltifata ve paraya boğarız. Ekolümüz olsun, sporcumuz altyapıdan yetişsin, üst yapıda milli takımlarımızı pekçok sporcu arasından seçelim, başarıyı devamlı kılalım" gibi kaygılarımız hiç olmamıştır.
"Sistemin defoları..."
Gençlik ve Spor Teşkilatımızın eski Genel Müdürü Mehmet Atalay'ın çok güzel bir tespiti ile "Sistemin defoları" olarak tesadüfen başarıyı yakalayanlar bizim baştacımızdır. Antrenör, kulüp, federasyon, spor teşkilatı, bakanlık ve halk olarak onların omuzlarında biz de yükselir, başarıyı sahiplenir, gerekirse lehimize ranta çeviririz.
"Sporcunun bittiği andır..."
Ama o sporcu tökezlemeye görsün... İşte o zaman etrafında kimse kalmaz. Hemen yalnızlığa terkederiz. Hatta, arkasından atıp - tutar, kötü yaftalar yapıştırmaktan da geri durmayız...
İşte o an sporcunun bittiği, kendini dışlanmış hissettiği andır. Sırtını iktidar erkine dayayanlar bu süreci çabuk atlatır. Yoluna teknik adam olarak devam edip, birikimlerini yeni kuşaklara aktarır. Am bu şansı yakalayamayanlar!.. İşte onların sonu ise gerçekten hüsrandır...
"Bir kenara atıp, unutmayalım..."
Bize büyük başarılar yaşatan tekvandodaki yüz akımız Bahri Tanrıkulu'ndan Anadolu Ajansı vasıtası ile böyle bir çağrı geldi. Onun derdi, "İş istiyorum. Mevki istiyorum" değil... Onun derdi: itibarının iadesi...
30 yıl Türk sporuna emek ver, bunun 16 yılında milli takıma hizmet et, büyük başarılar yaşat, Olimpiyatlarda ülkeni üç kez temsil et... Ondan sonra kenarda unutul!..
"Türk Halkı'na yakışmadı..."
Yakıştı mı şimdi... Ne Türkiye Cumhuriyeti'ne ne Spor Teşkilatı'na ne Tekvando Federasyonu'na ne de spora gönül veren milyonlara hiç yakışmadı. Ama enseyi karartmamak lazım. Bahri, şu anda Türk Sporu'na İstanbul Büyükşehir Belediyesi Tekvando Takımı'nın koordinatör olarak hizmet veriyor. Yıldız sporculara tecrübelerini aktarıyor.
İşin bu yönü ile avunalım...
"Spor Teşkilatı'na çağrımızdır..."
Ama bir de çağrı yapalım... Türk Sporu'nun yükselen değeri Tekvando Federasyonu'nun başarılı yöneticileri, inanıyorum ki, İstanbul Spor A.Ş.'nin vizyonu geniş, sporu çok seven yeni Genel Müdürü İsmail Özbayraktar ve ekibi ile kuracağınız bir kontak, Bahri Tanrıkulu'na yaşamının en anlamlı jübilesini yaşatabilir...
Kısaca... Tekvando Federasyonu - Spor A.Ş. elele, Bahri Tanrıkulu'na yakışan bir jübile...
‘’Cardozo'nun sihirli ayakları‘’
Rusya liginde geride kalan maçlarında adeta delik deşik olan konuk ekibin savunması maçta farklı bir görüntü çizdi. Hırvat Milli Takım patentli Pletikosa yönetimindeki Rostov defansı Yattara'nın bir haftada pabucunu dama atan Cardozo'yu durdurmak adına her türlü futbol dışı girişimde bulundu. Gittiği her takımın kadrosunu silbaştan dizayn eden Halilhodziç'in sahaya sürdüğü 11, oyunun ilk 15 dakikası hariç uyumlu bir görüntü çizdi. Kaptan Onur Recep Kıvrak kalesinde, Mustafa Yumlu defansın ortasında, Bosingwa ile Sefa sağ kulvarda, Yusuf solda Trabzonspor'u ileri taşıyan isimler oldu.
İlk yarının kuşkusuz en yararlı ismi ise Medjani olarak öne çıktı. Dünya Kupası'nda boy gösterdikten sonra Bordo Mavili takıma transfer olan Cezayirli futbolcu, hem savunmada hem de hücumda ilk yarıya damgasını vurdu.
Trabzonspor ilk yarıda Cardozo ile olan mesafeyi kısaltabilse, oyunu kendi alanından ileride kurabilse, Medjani'nin tek golü ile yetinmek zorunda kalmayabilirdi.
Yeni bir takım olmanın sancılarını maçta sıkça yaşayan Karadeniz temsilcisi, kaybedecek bir şeyi olmayan Rostov önünde biraz daha cesur olabilseydi, tur biletini ilk yarıda alması işten bile değildi.
İlk yarıda tüm tehlikeli hareketleri seyretmekle yetinen maçın hakemi Mazeyka, 50. dakikada Yusuf'a ceza alanı içinde atılan tırpana da 'devam' diyerek tribünlerin nabzına tavan yaptırdı. Aynı Yusuf'un 61'deki 'penaltı' aldatmacası ise kendisine sarı kart olarak döndü.
Mazeyka bununla da yetinmedi, 90 artı 2'de Mustafa Yumlu'ya yapılan sert hareketi de görmezden gelip, gecenin kötüleri arasında yer aldı.
Her pozisyonda golü koklayan Cardozo, dün Trabzonspor'un rakip kaleye en yakın ismiydi. Geçen sezon bu futbolcunun peşinde koşup, yerine Emenike'yi tercih eden Fenerbahçeliler'i 'keşke biz alsaydık' dedirtmeyi başaran Cardozo, Süper Lig'de ve gruplara kalınması halinde Avrupa Ligi'nde çok can yakacağını ispatladı. 73'te attığı goldeki hafiye tarzı takipçilik, bir kuyumcu inceliğindeki işçilik farkı ikiye çıkarırken, geceye de renk kattı.
77 dakika oyunda kalan Constant'a ise ayrı bir parantez açmak lazım. Milan'dan Karadeniz ekibine transfer olan bu futbolcunun kalitesi, Avni Aker'in şimdiden patates tarlasını andıran zemininde bile ışıl ışıl parladı.
Kendi liginin geride kalan 4 haftasında ancak bir beraberlik alabilen Rostov'u, Rusya'da da yenecek güçte olan Trabzonspor'a dünkü galibiyet ilaç gibi geldi. İlk maçta istediği sonucu alan Bordo Mavili ekip, bir hafta sonra oynanacak olan rövanş için büyük avantaj yakaladı.
‘’Bu Fener lige yeter‘’
Roma İmparatorluğu'nun iki başkenti Roma ile İstanbul'un 2014 buluşması, Fenerbahçe'nin sancılı, evsahibinin ise yeniden yapılanma sürecine denk geldi. Fenerbahçe'de Aziz Yıldırım kaynaklı teknik adam krizi İsmail Kartal'la aşılırken, genç teknik adam 2•1 kazanılan Olimpiakos maçının verdiği özgüvenle dünkü maça kafasındaki 11'i sürdü. Diego'nun sakatlığında Emre'yi de kulübeye çeken Kartal, Alper ile takımın orta alanına dinamizm kattı.
Ancak dünkü maçta Fenerbahçe'nin en önemli artısı Caner'in sazı eline alması idi. Kendisine biçilen liderlik kaftanını ilk yarıda çok iyi taşıyan Caner Erkin, 'Diego yoksa ben varım' dercesine oyuna ağırlığını koydu. Buna bir de Gökhan Gönül'ün futbol aşkı eklenince, temsilcimiz sahada basmadık yer bırakmadı.
Futbolun yaşlı kurdu Totti önderliğindeki İtalyan devi Roma'nın ilk 11'inde gözler yavru Kanarya Salih'i aradı. Son 20 dakikada şans bulan Salih, oyunda kaldığı süre içinde Totti'nin varisi olacağının sinyallerini verdi.
Fenerbahçe'nin kontrolü ele aldığı dakikalarda Meireles'in sebep olduğu penaltıyı Totti gole çevirirken, Alves'in muhteşem frikiği ilk yarıyı dengeledi.
Dünya Kupası'nın dripling kralı Emenike ile Hollanda'yı Dünya Üçüncülüğü'ne taşıyan Kuyt'ın ikinci yarıda oyuna ağırlıklarını koymaları temsilcimizi taşıdı. Volkan, Mehmet Topal, Alper ve Bekir'in yükselen formları gözdoldurdu. Gol atmasına rağmen Sow'un kafasının karışık olması, futboluna olumsuz yansıdı. Yedek ağırlıklı Fenerbahçe ise şimdiden kafalarda soru işaretleri oluşmasına neden oldu
Roma maçı bir kez daha gösterdi ki, bu yıl da tek kulvarda mücadele edecek olan Sarı Lacivertli ekip, Caner ve Diego önderliğinde Süper Ligi yine forse eder, İsmail Kartal da adını Fenerbahçe Tarihi'nin unutulmaz teknik adamları arasına yazdırır…