‘’Yüksek arzu‘’
Fenerbahçe’nin son 10 dakikadaki yüksek arzu seviyesi takdire şayan. Buna bu sezon zaman zaman ulaştılar. Ancak sanırım bu en yüksek seviyeydi. Maçı da böyle aldılar. Fakat maçın kahramanı Sow’un 2-1’i getiren golünün Saadane’nin acemice kırmızı kartının doğal bir sonucu olduğunu da söylemek lazım. Zira son 10 dakikada rakibe kelepçeyi takan Sarı-Lacivetliler yine araya oynama ve/veya savunmayı açma konusunda eksik kaldı. Doğal olarak. Sağdan soldan erken ortalarla ceza sahsı içine dönenlere vurarak şans aradılar. Kaleci Gökhan’ın 2 kurtarışı ve yaptığı ama Ali Palabıyık’ın vermediği penaltı belirleyici oldu.
Engel olabilirdi
Bu tabloda Faslı oyuncunun gördüğü kırmızı kartın sonucu Rize açısından ağır oldu. Maçın en iyilerinden olmasının sebebi Fenerbahçe’nin özellikle son 10 dakikada oynadığı oyuna köstek olan 1 numaralı öğe olmasındandı. Eğer sahada olsa, Emenike’nin indirip Sow’un vurduğu topa engel olabilirdi. Fenerbahçe maça ön alan baskısıyla başladı ve bundan başarılı da oldu. Sow’un ilginç kafa vuruşuyla gelen gol sonrası Rize’nin orta sahayı alması hem Fenerbahçe’nin kontra oyununu tercih etmesinden hem de Rize’nin hamlesinden. Nosa’nın, Kweuke’nin yanına gidip santrforu çiftlemesi Topal’ı daha da geri itti.
Kenar bekleri de katıldı
Fenerbahçe orta sahası böylece boşaldı ve Alper Souza ikilisine kaldı. Burada Alper’in driplingleriyle zaman zaman çıkıp nefes alsalar da Rize baskı kurdu, sahanın en kötülerinden Şener’in hatasından golü buldu, fazlası da mümkündü. Ama yapamadılar. İkinci yarıda Fenerbahçe oyunu alınca bu kez Rize kontaraya yattı. Ancak Kweuke’nin net şansını Fabiano’nun engellemesi ve Recep Niyaz’ın vuruşu dışında şans bulamadılar. Bu tabloda Fenerbahçe kenar beklerini de oyuna kattı. Topal çıktı ve başta bahsettiğim yüksek arzulu oyun oluştu. Son 10 dakikası itibarsyla kaliteli olmasa da tempolu bir seyir izledik.
‘’Yusuf ve Olcay kopunca‘’
Ümit Özat’ın 5’li orta sahası N’Doye’un santrfor arkasında orta 3’lünün bir parçası olmasıyla birleşince Trabzonpor’un merkezde rakibe bir üStünlük sağlaması oldukça zorlaştı. Hem sayısal olarak Gençler fazlaydı. Hem iki hücum kanadındaki Olcay ve Yusuf biribirinden uzak kaldığı için uyumlarından yararlanmak mümkün olmadı ve geçişlerde yakaladığı avantajdan Trabzonspor yararlanamadı. Okay’ın sakatlanıp çıkması sonucu Castillo oyuna girdi. Yusuf, Onazi’nin yanına gitti. Bu Trabzonspor’u merkezde iyice yumuşattı. Dönenleri alıp akın sürekliliği sağlayamadılar. Gençlerin ani çıkışlarına engel olmak çok zorlaştı. Yani Trabzonpor evindeki alışıldık baskılı oyununu oynayamadı. Buna rağmen çok net pozisyonlar buldular.
Savunma...
İlk yarıda sağdan yapılan ortalarda, ikinci yarıda merkezden ve duran toplarda kaleciyle karşı kaşıya da hep kötü vuruşlar yaptılar. Özellikle Rodallega ve Olcay’ın klaslarına yakışmayacak acemilikte denemeler yaptığı söylemek lazım. Ümit Özat’ın ilk yarıda rakibi durdurma yolunda başarılı olduğunu söylemek mümkün. Onlar açısından eksik kalan Trabzon’un Okay sonrası orta sahadaki yumuşaklığından kontralarla yararlanamamaları oldu. Aydın ve Serdar’ın yanına Muriqi’yi alarak teoride savunmada 2 kişi bırakan Trabzon’u tek ayak üzerinde yakalayacak planı çizse de bu tam olarak sahaya yansımadı.
Şanssız günü!
Ersun Hoca açısından bakıldığında N’Doye’un gayet başarılı organizatörlüğüne rağmen Yusuf-Olcay bağlantısını kuramaması bir eksiklik olarak görülebilir. Eğer bu 3’lüyü daha uymuş bir dizaynla birbirine bağlayabilse Gençler bunun önünde duramazdı. Trabzon başarılı olacaksa Olcay- Yusuf bağlantısı etrafında bir oyun inşa edilmeli. Bu ikili koptuğunda iş şansa kalıyor. Dün de öyle oldu ve Bordo- Mavililer, özellikle de Rodallega şanssız bir günündeydi.
‘’Bir kez olsun şaşırt beni!‘’
Emre Belözoğlu kariyeri boyunca beni hiç yanıltmadı. 10 sene önce de bugün de...
Dün ‘sözde’ özür dilemeye gittiği yerde ‘Bu yaptığımızı herkes yapmaz’ kibriyle kasıldığı için eleştirdim. Ve biliyordum ki daha da ileri gidecek.
Yanılmadım. Şimdi bu eleştiri yüzünden beni tehdit ediyor: ‘Mehmet Demirkol çıkmış benim hakkımda konuşuyor. Allah’ın da bir adaleti var. Bir gün onunla hesaplacacağız. Allah huzurunda da olsa bu olacak.’
İşte tam da bundan bahsediyordum! Bu kibirden, bu mafya ağzından.
Bak Emre!
Ben senin hakkında konuşmuyorum. Davranışların hakkında konuşuyorum. Bu sokak mafyası ağzıyla savurduğun tehditlerle ilgili... Korkunç kibirinle ilgili. Ve beni hiç yanıltmıyorsun.
Merak ediyorum söylediğin gibi eğer Allah’ın huzuruna kalmazsa bu hesaplaşma nasıl olacak? Söylesene nasıl?
Tehdit edebiyatı!
Gazeteciyle nasıl hesaplaşılır?
Mahkemeye vererek. Eğer bir yalan, iftira veya hakaret varsa verirsin mahkemeye. Mahkum ettirirsin.
Peki bugüne kadar beni neden hiç mahkemeye veremedin?
Bugün belli ki aklında yine bu yok!
Tribünlerde açtırdığınız pankarttaki 3. sınıf tehdit edebiyatında ipuçları var bu hesaplaşma uyarısının.
‘DEMİR KOLay erir bizde’ vay vay vay.
Sonra ne olacak? Beş kişi saldırıp sonra da özüre mi geleceksiniz?
‘Bak bu yaptığımızı herkes yapmaz ha!’
Mobese görüntüsü sızmasa...
Bak kardeşim eğer sana galiz küfürler eden birisi varsa ve ona ağır tahrik altında dersini kendin vermek istiyorsan bu senin bileceğin iş. Ben karışmam. Dersini verir cezasını çekersin.
Ama birisine dalıyorsan bunu çeken muhabirlere saldırmazsın. Aksine ‘çek de bana küfür edenlerin cezası nedir tüm dünya görsün’ dersin.
Siz tabii ki öyle yapmıyorsunuz. Siz hem saldırmak istiyorsunuz hem de bunu saklamak...
Yani ceza almamak peşindesiniz. Zaten mobese görüntüsü sızmasa muhtemelen kimse de ceza almayacaktı. İşte eleştirdiğim bu...
Bu sokak mafyası usulü.
Senin hakkında konuşmuyorum. Davranışların hakkında konuşuyorum.
Senelerce pompalanan ‘Emre sahada farklı dışarıda farklıdır’ balonunun artık patladığı gerçeği üzerine konuşuyorum.
Yanındakiler bile!
Ve her defasında sen bir adım öteye gidiyorsun. Önce hareket çekiyorsun. Patronlara şikayet ediyorsun. Şimdi de tehdit ediyorsun.
Bu kibir, bu tavır iyi değil
Daha önce beni işimden etmek isteyen, bunda belli oranda başarılı olan senden daha az kibirli abilerin oldu. Ama ulaştıkları büyük güç ve kibrin kölesi oldular. Bügün ülkeye giremiyorlar. Kibir kaybettirir bunu bil.
Sen hâlâ gençsin. Gel bu yoldan dön.
O 16 yaşında Dortmund’da sahaya çıkan alyanaklı çocuğu hatırlamaya çalış.
Onu hepimiz çok seviyorduk.
Bugünse durum çok farklı. İnan sana gaz veren en yakınındakiler bile davranışlarına dayanamıyor.
Gel yol yakınken şu kibrinden
kurtul!
Gel bir kez olsun şaşırt beni...
‘’Advocaat kopmuş‘’
Bir dönem medya olarak Advocaat’ın resmini Obra’nın yanına koyup bir denklik, bir benzerlik aradık. Ne ayıp ettik!
Obra kim? Ntvspor için İsmail Şenol’un Obra’yla sezon başında yaptığı röportajdan biliyoruz ki, basketbolun Da Vincisi, Olimpiyatlar’da oynanan tüm savunma ve hücum setlerini ezberlemiş, analiz etmiş. Zaten kendi takımını çoktan yutmuş. Rakipleri ezberlemekle kalmamış. Rakipleri onlardan daha iyi tanıyor. Rakip olmayanları bile ezberlemiş.
Lens’i koşturacak!
Peki Advocaat şu an nasıl bir durumda? Bakın! Başakşehir’in iki kalecisi cezalı. Güvenilir stoperi Yalçın yok. Aslen bir orta saha olan Attamah, Epureanu’yla birlikte savunmada.
Tartışmaların ortasındaki Emre’nin yanındaki Mahmut’un burnu kırılıyor. Holmen oyuna giriyor. Eren ve Caicara gibi önceliği hücum olan iki kanat bekiyle sahada. Yani savunmada titriyor.
Abdullah Avcı’nın agresifliği aslında bundan. Kalecisi kırmızı kart sonrası zoraki kaleye geçmiş, santrfor ruh halinin de gerisinde. Ama Advocaat durumdan habersiz. Yine kendi sahasına yerleşmiş. Yine 1 ve 2. bölgeler arasında bekliyor. Kontra peşinde. Lens’i koşturacak.
Kendi takımından habersiz
Obra rakipleri ezbere biliyor. Bilmediklerini de biliyor. Advocaat kendi takımında kimin cezalı olduğundan habersiz. ‘Ukraynalı oyuncumuz’ diyor.
Uzatmayacağım. Bu maçı Fenerbahçe rakip ceza sahasının içinde oynamalıydı. Şartları terse çevirelim. Rize’deki olaylar sebebiyle ılıman iklimi terse dönüp kasırga olmuş Başakşehir’in yerinde Fenerbahçe olsaydı, Topal stoperde, U21 kalecisi kalede, Souza’nın maçta burnu kırılıyor... Bu maç nasıl oynanırdı? Ve skor nasıl olurdu? Siz söyleyin...
‘’Teşekkürler‘’
Talisca santrfor arkası, Babel ve Aboubakar santrfordu. Bu düzenle gol gelse de alışık olunan akışkan futbol gelmedi. Gol sonrası Necip’le merkezi iyice kuvvetlendirince problemler çözüldü. Ama asıl sevindirici olan ligin zirvesindeki ve dibindeki iki takımın oynadığı bir maçın bu kadar gelgitli ve heyecanlı oluşu...
Beşiktaş’ın kadrosu kristal bir vazo gibi. Çok parlak ama çok kırılgan. Açık söylemek gerekirse ideal kadrodaki Babel, Quaresma, Talisca, Aboubakar, Oğuzhan, Gökhan,
Adriano’yu hep birlikte sahaya sürmek cesaret ister. Şenol hoca bu kristali vazoyu bir sacayağının üzerine oturtarak onların pırıltısından yararlanıyor ve kırılganlıklarını minimize ediyor. Marcelo, Atiba ve Tosiç’ten müteşekkil bu ekip olmazsa olmaz. Bu üçlü bozulduğunda vazonun dik durması çok zor. Lyon maçlarındaki sıkıntı bundan. Dün fizik ve mental yorgunluk nedeniyle sahaya çıkan kadroda sacayağı tam olmayınca, merkezi daha sağlam tutmak için dizilişi değiştirdi. Merkezi daha kalabalık tutacak 4-Baklava-2’yle oyuna başladılar. Kanatlar Gökhan ve Tosiç’e bırakıldı.
Hükmetmeye başladı
Talisca santrfor arkası, Babel ve Aboubakar santrfordu. Bu düzenle gol gelse de alışık olunan akışkan futbol gelmedi. 1-1’in ardından Güneş eski düzene döndü. Ancak bu
kez de merkezde kırılganlaştılar. İlginç bir tercihle, muhtemelen yorgunluk sebebiyle Atiba oyundan alınınca 3’lü düz bir orta saha oluştu. Merkezde hem Tosiç hem Atiba
olmayınca 7 Brezilyalı’lı 0 yerli oyunculu (Tevfik Türk ama Almanya altyapılı) teknik Adana oyuna hükmetmeye başladı. Bekir’in oyuna alınıp merkezin sağlamlaştırılması bu
seviyeyi daha da artırdı ve 2-2 geldi. Güneş’in Adriano -Atınç değişikliği ile savunmayı ideale çevirmesi işi büyük oranda düzeltti. Asıl plana Atiba dışında yaklaştılar.
Mükemmel...
Böylece devre arasında Q7’nin oyuna girmesiyle düzelen hücum, arkadan da daha iyi desteklendi. Gol sonrası Necip’le merkezi iyice kuvvetlendirince problemler çözüldü.
Perşembe akşamı oynanan maçtaki fiziksel yorgunlukdan ziyade mental bitikliği gözönüne aldığınızda yapılan iş, hamlelerin tutması Siyah-Beyazlılar açısından sevindirici.
Ama asıl sevindirici olan ligin zirvesindeki ve dibindeki iki takımın oynadığı bir maçın bu kadar gelgitli ve heyecanlı oluşu. Teşekkürler Brezilya futbolu... Ve teşekkürler Halil Umut Meler. Mükemmel bir yönetimdi.
‘’Tek pozisyonda cezayı kestiler‘’
Şener’in Carole’ü geçerek ceza sahası içinden sıfırdan yaptığı ortaya Josef’in vurduğu kafa gol oldu. Dakika 91’de... Bu oldu. Bu maçı 90 dakika seyreden birinin olmasını hiç beklemeyeceği bir organizasyon bu. Advocaat’ın planına hiç uymayacak bir durum. Bu Advocaat’ın planı olamaz. Bu oyuncuların ‘Eee yeter be’ isyanı olabilir ancak. Çünkü hiçbir teknik adamın ‘Arkadaşlar 90 dakika boyunca savunmada ayağınıza gelen her topu hiç bakmadan Lens’in olması mümkün olan yere vurun. Savunma hiç çıkmasın. Snijder’i takımdan koparalım. Ama uzatmalar başladığı anda ya da Josue oyuna girer girmez savunmamızı ileri çıkaracağız ve oyuna hakim olacağız’ gibi bir planı olmaz.
Orta sahayı geçemedi
Çünkü Fenerbahçe istediği ilk kontrayı 85’te yapabildi. Alper-Lens ortaklığı Muslera’da kaldı. Bu kaleyi tutan ilk şuttu. 6 dakika sonra da yukarıda anlattığım gol geldi. Galatasaray, Lens’e o kadar kilitlenmişti ki Şener’in o ana kadar yaptığı ilk birdirmede savunmayı hiç bilmeyen Carole’la yalnız bıraktılar. O da cezayı kesti. Kader ağlarını başka türlü de örebilirdi. 24’te onun yaptığı ölümcül hatadan önce Yasin sonra Sneijder, Volkan’ın da başarısıyla yararlanamadı. Ama o ana kadar tahmin edilebilir şekilde çok sıkıcı giden oyunda Galatasaray’ı uyandırdı. Galatasaray baskın bir şekilde topa sahip oldu. Sayısız yan orta yaptıklar ancak Eren sahada yoktu. Fenerbahçe hiç çıkamadı. Orta sahayı geçemedi. 10 numarası Alper (3 asist 1 gol) olan bir takım için sürpriz değil. Tolga geldiğinden bu yana en en etkin oyunlarından birini oynadı. Sabri için de aynı şeyi söyleyebiliriz.
Geç düşünmesi...
Golün kahramanları Şener ve Josef’in bunun dışındaki oyunda Hasan Ali’yle birlikte sahanın en kötüleri olduğunu söylemek mümkün. Orta sahayı hiç kullanamadılar. Kjaer arkada topu aldığında defalarca verecek kimse bulmadığı için topu ileri vurdu. Galatasaray’ın bu baskıyı mükemmel pozisyonlara çeviremeyişi üzerinde durmak gerekecek tabii. Özellikle Eren’i bu kadar geç düşünmesi... Galatasaray, Tudor öncesi oyunu bu kadar öne yıkabildiği maçlarda mutlak tehlikeli üçgenleri kuruyordu. Bu sadece 70’te Rodrigues’in kaçırdığı pozisyonla yaptılar. Bu kadar hafta boyunca bu plandan uzak durmanın cezası da bu oldu sanırım.
‘’Erken gol işi bozar‘’
İki teknik adamın alışkanlıklarına bakıldığında son derece sıkıcı bir maç ve rakibi bekleyen iki takımla karşılaşabiliriz. Bunu ancak bir erken gol bozar.
Derbi öncesi analizlerinde takımların güçlü yönlerini karşılaştırmaya ve bir muhtemel sonuç bulmaya alışığız. Bugün bunları bulmak çok kolay değil.
Bunun en önemli göstergesi, sanırım, ligin asist yıldızlarından Sneijder’in durumu. Bizzat teknik direktörü tarafından tartışmalı hale getirilen Hollandalı, Tudor döneminde sadece 201 dakika şans buldu ve hiç asist yapamadı. Ligin asist kralının tartışmalı hale gelmesinin temel sebeplerinden biri Tudor’un orta sahada Ciğerci ve De Jong’un oyun gücüne güvenmediği için Josue’yi kullanması. Selçuk-Josue ikilisi, Tudor döneminde takımın en güçlü pas bağlantısı. Ancak bu olduğunda Josue ve - Fenerbahçe maçlarındaki son 4 golün tamamına etki yapan (4 gol 3 asist) -Sneijder’in direncine güvenemiyor ve oraya daha aktif olan Yasin’i koyuyor. Oluyor mu? Hayır... 10 numara oynadığı Başakşehir maçında santrforu Eren’e sadece 1 pas attı. O da başarısız...
Muslera çizgide kalmayınca
Buradaki sorunu halletmeye çalışmak yeni ve bazen daha büyük sorunlar doğuruyor. Bu kesin. Peki Tudor neyi çözdü? Büyük oranda duran toplardan ve kafa vuruşlarından gelen golleri. Ligin kafa gollerini en çok yiyen takımı Tudor döneminde bu konuda iyileşti. 12 golün sadece 2’si kafadan geldi. Buradaki iyileşme büyük oranda Muslera’nın artık çizgide kalmayışıyla alakalı.
Poldi-Sow olmazsa olmaz
Buradaki ilginç durum Opta verilerine göre Fenerbahçe’nin son 39 golünün sadece 1’inin kafa vuruşundan gelmesi. Sarı-Lacivertliler için olmazsa olmaz 2 konu var. Kjaer - Skrtel - Topal - Souza dörtlüsüyle 17 maçta 2 kez yenildiler. Bu 4’lü bozulunca 10 maçta sadece 4 galibiyet alabildiler. Ve Kjaer olmayınca 5 maçta 3 yenilgi aldı. Dolayısıyla bu 4’lü bozulmamalı ve top rakipte olmalı. Fenerbahçe yüzde 45 topa sahip olduğunda yüzde 60 sahip olduğundan çok daha iyi bir takım. Bunlar elzem. Ekstrası Lens’in varlığı. Sneijder’in ardından ligde en fazla ortayla asist yapan oyuncu. Ona bunu yaptırmak içinse yapmak gereken Sow ve RVP’yi sahaya sürmek.
İki teknik adamın alışkanlıklarına bakıldığında son derece sıkıcı bir maç ve rakibi bekleyen iki takımla karşılaşabiliriz. Bunu ancak bir erken gol bozar. Bunun için olmazsa olmaz Podolski’nin ve Sow’un sahada olmaları.
‘’Rus ruleti‘’
Talisca 25 milyon Euro’luk oynadı, uçtu. Hem santrforu, hem orta sahayı harmanladı... Savunmayı da yaptı. Takımı ilk yarıdaki çok kötü oyunda ayakta tutan buydu. 4-6-0’la sahaya çıkan, önde savunmaya ve kaleciye baskı yapan Lyon, standart bir deplasman oyunu oynamadı. Evlerinde bunu oynayamamışlardı. Ev sahibi oyunu oynadılar. Oyunu forse ettiler. Beşiktaş’tan her bölgede daha kalabalık olunca Siyah- Beyazlılar oyunu kuramadı.
Kompakt oyun bozuldu
Quaresma’yI döndürmediler. Marcelo’nun yokluğu, Mitroviç’in varlığı, Gonalons’un cezadan dönüşü bu duruma yardım etti. Hayati Oğuzhan-Atiba ikilisi koptu. Böyle olunca iki oyuncuyu da kaybediyor Beşiktaş. Kompakt oyun bozuluyor. Takımın boyu uzuyor. Cenk de önde topu tutma konusunda çok yetersiz kalınca iş daha da zorlaşıyor. İlk yarıda böyle oldu. Talisca’nın sağ ayağıyla attığı şahane gol ve Lacazette’in kaçırdıklarıyla dengede kaldı skor. Ama oyun hep Lyon’a yakındı. İstediklerini oynadılar.
Çift santrfora dönüş
İkinci yarıya orta sahada oyuncu sayısını artırarak başlamak en akla yakın olandı. Şenol hoca bunu tercih etmedi. Ancak Lyon’un da yapamadığını yapıp oyun merkezini geri çekmesiyle Oğuzhan-Atiba ikilisi biraz olsun oyuna girdi. Ve Beşiktaş Talisca’yı ceza sahası içine sokup 4-2-4’e döndü. Lyon savunmada zaten sorunlu. Beşiktaş iki santrforla oynayınca savunmaya destek için orta saha kendisini daha da geriye attı. Ve Talisca’nın sahneye çıktığı 58’e kadar Beşiktaş baskıyı arttırdı.
Fabri defalarca affettirdi
Sonrasında Lyon yine çıkmaya başlayınca iş yıpratıcı ve uzun bir ‘Rus Ruleti’ne döndü. Orta sahalar çok çabuk geçildi. Babel’in, Talisca’nın boş kaleye vuramadıkları turun bize gelmesini engelledi. Ama Fabri’nin kendisini defalarca affettirdiği, 2 kez uzayarak yaptığı 5 kurtarışı ve Lacazette’in direğe nişanlayışı ise onlara gitmesini. Fabri bir sezonluk top kurtardı.