‘’Oynananı futbol ‘sandık'!‘’
Halı sahada olur... 3-4 kişilik kemik kadronuza son dakika aksilikleri sebebiyle dışarıdan futbolu bilen, hatta ‘profesyonel’ takviyeler yaparsınız. Gelenler de gerçekten kalitelidir, 1-2 dokunuşuyla anlarsınız ama ilk kez birbirini görenlerin ‘takım’ olması için yeterli zaman değildir o maçın süresi. Yine de kazanabilirsiniz, anlık bir işle. Sevinirsiniz de sonuçta.
Hâlâ takım olamadılar
Böyleydi yine Trabzonspor dün. Birbirlerini ilk kez görmüş, kalitesi üst düzey futbolcuların organize olamadan, doğaçlama futbolu... Kazanabilirdi, kazandı da. Ama bu kadar iyinin bir arada olduğu bir takımın hâlâ takım olamamasını tek bir sebebe bağlamak mümkün değil. Ancak durumun genel bir ruh halinin, belirsizliğin, dengesizliğin eseri olduğu kesin.
Sahadakiler ne yapsın?
Aslına bakarsanız enerjinin tamamı kongre kulislerine kayar, takımın forveti, sistemi değil de, hangi başkan adayının asbaşkanı kim olacak diye merak edilirse olacağı bu. Yani kongredeki olası kalabalıktan daha az! Sandığa kitlenmiş bir futbol! Takımın alacağı skora Trabzonspor’un değerleri, hedefleri açısından değil de kendi gönül gözünden bakanlar, aldığı açıya göre el avuşturanlar, özetle bu kadar ayrışmanın ve düşmanlaşmanın olduğu bir ortamdan sporcuların kendini soyutlamasını beklemek de iyimserlik değil olmayacak duaya amindir. Olmaz olamaz. Bu kadar negatiften pozitif iş çıkmaz beyler. Bu hava değişmeden, yani 7 Aralık sabahı ve hemen sonrasında doğrularda ısrar edip, hatadan ise bedel bile ödemek pahasına vazgeçilmezse bu takımı sahada izlemekten kimse daha fazla zevk almaz, alamaz.
4-5 bin seyirci gelirdi...
34 maç içinde belki 1-2 tane, o da oyuncuların keyfi gelirse kaliteyle doğru orantılı maç çıkar, gerisi mümkün değil. Şimdi maç seyircisizdi, o yüzden havası da eksik olabilir diyenler çıkar mutlaka. O da doğru değil. Seyircili maçta tribün ortalaması da 4-5 bin zaten Trabzonspor’un.
Özetle Trabzonspor’un potansiyelinin çok çok altında, bu haliyle futbolu unutanlar kulübü olma yolunda. İşin ekonomisi de bu işin önemli bir parçası belki ama kimyası daha değerli. Bir an önce kentin de camianın da futbola dönmesi şart.
‘’Asıl sınav seçim sonrası‘’
Kısa sayılmayacak bir süredir takip ettiğim Trabzonspor’da bir kongre dönemi daha yaşıyorum ama bu, hepsinden farklı. Ayrışmanın zirveye çıktğı bir tablo var çünkü ortada. Çatı ve tek aday ütopyasını bir kenara bırakın, camianın geldiği nokta aslında sportif başarısızlığı da açıklar vaziyette. Bu kadar negatif havanın olduğu, herkesin kendine bir kutup seçip karşısındakinden nefret ettiği bir ortamda hiçbir işin normal ilerlemesi mümkün değil. Bu atmosfer için her kutup bir hedef veya suçlu seçiyor, ayırmaksızın söylüyorum kimse aynaya bir kez bile bakmıyor.
Siyaset hep vardı
Bu satırları da kimse üzerine almayacaktır büyük olasılıkla ve ‘Ne kadar doğru demiş Serhat, falancanın yaptıkları olmasa...’ diye başlayan cümleler kurulacaktır. Kutuplaşmanın suçunu siyasete atanlar hiç mi düşünmez acaba son 15 yılda siyaseten aldıkları desteği; camia abilerini; telefonlarında bakanların, vekillerin ‘abi’ diye kayıtlı olmasının kendilerini nasıl gururlandırdığını! Siyaset hep vardı Trabzonspor’un merkezinde öyle değil mi beyler!
Sadri Şener yalnız yürüdü
O siyaset kaç seçimde mesaj yolladı adaylara, aday olmayı düşünenlere. Kazanırken rahatsızlık duymayanlar kaybedince neden topu taca atar!
Bu bölünmüşlük Sadri Şener’in mahkeme koridorlarında yalnız yürümesine sebep oldu. 2010-11 şampiyonunu Trabzonspor olarak ilan edenlerin Şener’in hakkını vermemesinde rol oynadı. Ve bu bölünmüşlük sürecin maddi-manevi kazananı olabilecekken Trabzonspor’u hâlâ o buhran içinde tuttu.
Ya tarih yazılacak, ya da...
Bu seçim çok önemli. Kimin seçileceği değil, kaybedeceklerin tavrı açısından. Ya yine Trabzonspor’un enerjisi iç çekişmelerle, nefretin getirdiği bölünmüşlükle uğraşılacak ya da özellikle kaybedenler olgunluklarıyla, en az kazanan kadar tarih yazacak. Yoksa herkesin emeğine yazık olacak.
‘’Akıllara zarar‘’
Ancak skor olarak geriye düştükten sonra, dakikalar tükenirken birşeyler yapması gerektiğini hatırlayan bir takım. Üstelik en az 8-9 oyuncusu kendi sınıfında Türkiye’nin ‘en’lerinden.
Trabzonsporlu futbolcuların kendilerinden umuduğu kestiği anlarda bile Başakşehir umutluydu rakibinden! Aman Okay, Mbia, Cavanda, Constant, Ekici, Erkan, Cardozo var fazla açılmayalım türünden. Dengeli kontrollü kalmaya çalıştılar, yıldızların içi çekilmişken.
Bu kadronun bunu oynaması gerçekten de inanılmaz birşey. Bu malzemeyle böyle sofra hazırladığı için elbette Şota’ya da ‘Nasıl yani?’ diye sormak lazım. Neden bu adamlar birbirini ilk kez görmüş gibi oynuyor, neden, diyerek.
Her şeyiyle hem çok şey söyleyen, anlatan hem de hiçbir anlatacağı olmayan bir eser gibi Trabzonspor takımı.
Yarınlar, gelecek haftalar için hem ümit hem de büyük bir karamsarlık. Çoğuna asla bir kalemde arkanızı dönemeyeceğiniz yıldızlar size hep, “Düzelecek” diye fısıldarken...
Bir diğer taraftan da kangrene dönen çözümsüzlük yumağı, “1461 Trazon oynasa daha iyi” suflesini veriyor. Nabzı o kadar atarken, “Hacıosmanoğlu hangi hamleyi yapacak acaba?” diyemez değil mi Cardozo!
Ya da Cavanda almış giderken başını, “Hekimoğlu’nun sürprizleri kim olur?” diye mi düşünüyordur! Veya Ekici’nin tam araya atacakken aklına, “Üçüncü bir aday çıkar mı?” ihtimali gelmez heralde!
Özetle kimyası bozuk, matematiği bozuk, sezonu giderek kaçıran bir Trabzonspor daha. Kongrelere, iç çekişmelere, yanlış tercihlere feda edilen bir sezon daha.
Bir daha kurulması zor bir kadronun gün geçtikçe eriyişi, Şota’nın korktuğunun başına gelmesi.
‘’Sıra Trabzon'da!‘’
Memleket seçimini yaptı, sıra Trabzonspor’un seçimine geldi. Ne alaka değil, çok alakalı. Trabzonspor’un sportif işleri elbette ki yürüyecek ama tabloyu görmek isteyen çok ciddi bir kitle vardı. Çünkü mevcut işlerin destek görmeden yürümesinin çok mümkün olmadığını düşünenler hayli fazla. Şu an 2 aday var ‘Ben varım’ diyen. Artar mı, olabilir. Baskı büyük. Bakalım son duruma...
Hacısomanoğlu daha iddialı
Başkan ikinci kongresinde seçilmişti. Yani deneyim kazandı. Seçilirken de önemli oy aldı. Ama görev süresi boyunca çok ciddi hatalar da yaptı. Kemik bir kitlesi var. Fakat tartışılmayacak oy alması için hatalarından dersler çıkardığını anlatması şart. Bu, sanılanın aksine kendisine çok ciddi oy kazandırır. Ekonomisi ve ‘profesyonel’ tercihleri hep vitrinde. Mutlaka bunlara vurgu yapacaktır. Hem merkezde hem köylerde oyu yüksek. Kürsü konuşması ve ekibi kaderini belirleyecek. Şu an için ilk günden daha iddialı ve heyecanlı.
Hekimoğlu denge arıyor
Genç ve çok istekli. Kendine güveniyor. Trabzon’da yaşıyor, Trabzon’a kazandırıyor. Yönetimini sır gibi saklıyor. Ancak 2 isim var çok tartışılan. Hakan Kulaçoğlu ve Sebahattin Çakıroğlu. Kulaçoğlu inanılmaz değerli bir insan. Sadece Trabzonspor için değil, memkelet için. Çakıroğlu farklı bir figür. Trabzon çeşitliliği adına karma bir ekip ama ben bu ekibin aynı masada oturması adına Hekimoğlu’na çoook iş düşeceğini düşünüyorum.
Derin Trabzonspor
Faruk Hoca (Özak) Trabzonspor’da önemli bir kitleye sahip. Ancak siyasi tablo sebebiyle kendi adını kullanmak istemiyor. Daha çok kendisine yakın isimleri desteklemekten yana. Muharrem Usta ise bu konuda çok tereddütlü. Çok ciddi bir seçim çalışması yapmadı ama derin Trabzon onun adına yaptığı çalışmayı sunabilir.
‘’Şota'nın lüksle imtihanı!‘’
Herhangi bir Trabzonspor taraftarına bundan 2 yıl önce, “Öyle bir kadronuz olacak ki, Cardozo ve N’Doye yedek kalacak” deseniz yüzde 100’e yakını hisleriyle alay edildiğini düşünür, küfürü basabilirdi!
Bu oldu, dün gece Oscar Cardozo ve N’Doye yedekti. Ancak ikisinin yerine Levandovski ya da Ronaldo oynadığı için değil. Asla aşağılamıyorum ama kulübedeki isimler beklentilerin gerisinde bile kalsa, Deniz kendisini ispatlamadan ‘ideal 11’ için ideal durumda değil. Hal böyleyken Deniz’i de oyun ve sonucu da bu kadar riske etmek mevcut kredisiz ortamda Trabzonspor adına büyük lükstü. Ha, diyeceksiniz ki, Deniz’in girdiği pozisyonlara Cardozo ile N’Doye girse atar mıydı? Atamazdı, çünkü koskoca ilk yarıda son anlarda yakaladığı bir hava topu dışında Trabzon’un tehlikeli sınıfına sokabileceğimiz tek etkinlik yoktu. Takım bildiği tüm hücum şekillerini unutmuşcasına bir sağa bir sola savrulurken, bir de topla her buluşmasında öne oynayan tek isim Marko Marin sakatlanıp çıkınca, işler iyice arapsaçına döndü Trabzon adına. Seyirci de tepki verdi, herkesin eli ayağına dolaştı. Evet, belki Antep de çok fırsat bulmadı ama ilk yarım saat yeni geçilmişken Constant’ın hatasında Orkan’ın iyi sürüklediği topu iyi bitirmesi Antep’in soyunma odasına 1-0 girmesine yetti.
60’tan sonra başka oyun
İkinci yarıya Cardozo ile başladı Trabzon ama genel tablo değişmediği için önceleri isim değişikliğinden öteye gidemedi. Oyun kurmakta zorlanan, herkesin birbirini beklediği bir sırada yine Constant ile başlayan Antep atağında Okay’ın hatalı pasında Larsson’un golü Avni Aker’i iyice gerdi. Şota, N’Doye hamlesiyle son kartını çekti ve 60’tan sonra ortaya bambaşka bir oyun çıktı. Bazen panik atak şeklinde olsa da 2-0’ın altından kalkmak için Bordo-Mavililer çok daha fazla deneme yaptı ve istediği skoru üretmeyi de başardı. Önce Aykut’ın şans faktörüyle frikikten bulduğu gol, ardından da N’Doye-Cardozo işbirliğinde Cardozo’nun nokta koyduğu pozisyonla skor 2-2’ye geldi. Avni Aker ile beraber takımın da enerjisi ve özgüveni yükseldi, oyun ise çok daha geniş alanlarda oynanmaya başlandı. Havanın tamamen değişebileceği an ise 90+2’de yaşandı. Constant’ın ortasında Medjani’nin kafasıyla beraber Trabzonspor’un galibiyet ümidi de direkten dönerken, son dakikadaki gecenin ruh halini değiştirecek ‘penaltı’ karmaşası maç sonunun da kaderini belirledi.
Trabzonspor için maçın başında 2-2’lik skor, yani 2 puan kaybı büyük bir hayal kırıklığı demekti. Ancak iş 2-0’dan 2-2’ye dönünce en azından bir teselli puanı algısı yarattı. Antep’i de burada kendi kapasitesi ölçüsünde oynadığı dengeli, zaman zaman etkili futboldan dolayı kutlamak gerekiyor.
‘’Kazanan haklıdır!‘’
Son 4 maçını bazılarını iyi bazılarını ise felaket derecede kötü oynayan kaybeden Trabzonspor’da, sezon başındaki akılcı dokunuşlarıyla övülen Şota da tartışılır hale gelmişti. Bunun en önemli sebebi ise hiç kuşku yok ki, Mersin deplasmanındaki tercihleriydi. Oralara tekrar dönmeye gerek yok ama neredeyse hiçbir seçiminden olumlu geri dönüş alamamış, kulübede de refleks göstermekten uzak kalmış, oyun sonunda ise kontrolünü tamamen kaybedip bir teknik adamın konuşmaması gereken şeyler konuşmuştu. En azından maç sonu için...
Böyle bir durumda, takımın iyi futboldan ziyade acilen iyi skor alması gereken bir ortamda Şota, çok daha riskli bir kadroyla sahaya çıktı. Dizilişten oyuncu tercihlerine kadar bugüne kadar olmayan bir şekle dönmüştü Bordo-Mavililer’in hocası. Üstelik tüm bunları ligde henüz kazanamamış, acilen çıkış arayan ve sıkıntılı durumdaki Trabzon’u da gözüne kestiren Sivasspor’a karşı yapmıştı.
Sivas bu değil!
Ancak Şota’nın tercihleri dün hem kendisine kredi hem de takımına çok kritik bir 3 puan kazandırdı. Evet takım yine çok pozisyon verdi, çok kopuk kopuk oynadı ama böyle bir ruh hali içinde iyi futbolla puan kaybı yerine tüm Trabzonsporlular’ın bu oyunla bu tercihlerle bile olsa galibiyeti seçeceğinden eminim. Özetle kazanan haklıdır. Şota kazandı, Trabzon kazandı.
Sivasspor’a gelince...
Geçtiğimiz günlerde, “İstifa etmem” dedi ama Sergen Yalçın gibi parlak bir zekanın bu kadar acemiliğe, bu kadar tepkisiz oyuna, bu kadar geniş şekilde skoru kabullenişe daha ne kadar sabredeceğini merak ediyorum. Bu kadro belki şampiyonluğa, ilk 4’e oynamaz tamam ama bu kadar da yerlerde sürünmez sanki.
‘’Çim adamlar!‘’
Kağıt üzerinde diye bir tabir vardır, klişelerimiz arasında. Çok sık kullanırız ama doğruyla örtüştüğü anlar azdır. Ancak Trabzonspor ile birlikte cümle içinde kullanır ve “Trabzonspor’un kağıt üzerinde çok
iyi bir kadrosu var aslında. Ama...” dersek çok güzel bir örnekleme yapmış oluruz.
Çünkü her ne kadar herkesin hemfikir olduğu hakem hatalarından bahsetsek de Trabzonspor’un bu kadrosuyla bu kadar kötü oynamasının izahı gerçekten zor. Hele dün gece tavan yaptı Bordo-Mavililer. Tartışmasız sezonun en kötü futboluydu. Oyuncular sanki maçtan hemen önce toplanmış, birbirlerini de düdük çaldığında ilk kez görmüş gibiydiler. Bu kadar kendine yabancı olmak ligin başında belki ama haftalar buraya geldiğinde asla mazeret kabul edilemez.
Üstelik tüm bunlar Mersin gibi ligin en sıkıntılı, sadece 2 puanlı bir takım karşısında oldu. Ev sahibi ekip kapasitesi paralelinde birşeyler yapmaya çalışıp etkinlik denerken Trabzonsporlu oyuncular çimin
üzerinde gezen ama adına futbol denmeyen birşeylerle uğraşan durumdaydılar. Çim adam gibi!
Sorumlu kim?
Tabii ki oklar önce Şota’yı gösteriyor, gösterecek. Evet eksikleri vardı ama kadro sıkıntısı yoktu dün gecenin özürü olacak kadar.
- Sezonun en iyisi Cavanda’yı fantazi yapıp sol beke çekerek her iki alanı da felç etmek... Üstelik öyle ya da böyle kulübede adı Musa olan bir solbek varken...
- Mustafa kadroda olduğuna göre sakat olamaz, onun yerine Aykut gibi asla Trabzonspor ayarında olmayan bir stoperi oynatmak...
- Okay yoksa tamam ama varken Medjani’yi Mbia’nın yanına alıp orta sahayı da teslim etmek...
Bir çırpıda sayabileceğimiz Şota hataları. ‘Fantaziye kaçmaz, işleyen düzeni bozmazsa’ diye şerh düştüğümüz Şota’nın bu tuhaf halleri ne onun gibi futbolu bilen birine ne de parlak zekasına yakıştı.
Belki dünyanın sonu değil ama sahadaki 11 çim adama tekrar futbolcu olduklarını hatırlatmak, üzerine bir de sezon başındaki felsefeye yaklaşmak şu an için hayli zor görünüyor.
‘’En zor gecemiz ve hesaplar...‘’
Her açıdan en zor gecemizdi. Oynamak için de izlemek için de. Oynamak zordu çünkü, Euro 2016’ya erken rezervasyon yaptırmış Çekler çok rahat, sonsuz kredili, biz ise çok tedirgin ve sıfır krediliydik. İzlemek ve bir maça konsantre olmak ise sadece memleketin değil, acımızın da Başkent’i Ankara’dan ötürüydü. Bizi acılarımızı kaybettiklerimizin sayılarıyla ölçer hale getiren hainler yine yüreğimizi yakmıştı. Oysa acı tektir. Tek bir can bile dünyanın en değerlisidir. Aklımızı aldılar, kimyamızı bozdular. Bizim puan durumundaki hesabımızı değil, bu vatan toprakları için yapılan hain hesapları düşünerek
başladık maça.
Hakemin takdiri kurtardı
İşi her turnuvada olduğu gibi son dakikaya bırakan takımımız geceye tutuk, durgun, kopuk kopuk başladı. Sadece 5. dakikada çok kritik farkla ofsayta düşen ve bu nedenle şık gol vuruşu iptal eden Cenk’in pozisyonu vardı elle tutulur ilk yarıda. Skoru belirleyecek ayaklarımız Oğuzhan, Arda, Selçuk, Hakan 3’er dakikalık değişmeli şekilde katkılar yapınca doğal olarak organize olamadık. Çekler’deki genişlik konsantrasyon kaybına yol açmıştı. Aşırı rahatlıkları işimize yaradı, onlar da ilk 41’e kadar bizi zorlamadı. Ha unutmadan, ilk yarım saat geçilirken Serdar’ın dirsekle müdahalesine hakemin ‘kol vücuda yapışık’ takdiri bizi çok tehlikeli bir işten kurtardı. Bir de son anlarda Sural’ın altıpastan auta atışı.
Gecemiz aydınlandı
İkinci yarı değiştik, oyun olarak geliştik. Arda’nın sazı eline alması çok etkili oldu bunda. Hemen oyunun başında nefis bir pas attı Hakan’a. Ama Hakan o kadar kararsız kaldı ki gol pozisyonu hücum faulle bitti. Çekler’in kıpırdandığı anlar Dockal’ın 2 tehlikeli pozisyonu şeklinde döndü kalemize. Fakat derli topluyduk, eşitliği koruduk. Tam 1 saat biterken Caner’in alıştığımız kesmelerinden birinde Serdar sarktı, Novak penaltı yapmak zorunda kaldı. Selçuk’un vuruşu gecemizi aydınlattı.
Direği sıyırdı
Hepsi biliyordu, kabus görmemek için 1 tane daha lazımdı. İyi bir zamanlama ile oyuna dahil olan Volkan’ın 70’teki ceza sahasına müthiş girişi ve iyi vuruşunda top direği sıyırdı. Geliyorduk. Arda öyle
istiyordu yani. Arda, Hakan’a bir gol attıracaktı, attırdı. 80’e girdiğimizde öyle bir asist yaptı ki, savunma çaresiz Hakan ise kaleciyle karşı karşıya kalmıştı. O da bu kez yakışanı yaptı ve noktayı koydu.
Seviyoruz hesap kitabı, çılgınlığımız oradan geliyor belki. Evet, bu hesaplara alışkınız ama mesele memleket olunca hiçbir hesap tanımadığımızı da kendi kendimize arada bir hatırlatmak lazım!