‘’Hepsi güçlendi‘’
Takımlar, geçtiğimiz sezonlara nazaran transferde akılcı davrandı, bütçelerine göre önemli takviyeler yaptı. UEFA kısıtlamalarını dikkate alarak hareket eden ekipler, ayaklarını yorganlarına göre uzattı
Başakşehir, Konya ve Osmanlıspor güçlenmiş kadrolarıyla en hazır kulüpler. Karabük, Alanya, Kayseri, Bursa ve Akhisar Belediyespor da oldukça kaliteli oyuncuları renklerine bağladı
Rize, Gaziantep, Adana ve Kasımpaşa ise transferde diğer takımlara nazaran daha etkisiz kaldı. Sezonun ilk yarısında alacakları sonuçlara göre bu ekipler devre arasını daha hareketli geçirebilir
Başakşehir
Kadroyu korudu ve nokta atışı transferler yaptığını ligde ilk 2 maçı kazanarak gösterdi. Avrupa mücadeleleri kısa sürmesine rağmen özgüvenleri yüksek ve en hazır takım diyebiliriz.
Konyaspor
Geçen sezonki başarıyı tekrarlamaları sürpriz olmaz. Çünkü kadroyu korudular, az ama öz transferler yaptılar. Traore’nin Karabük’e dönmesi kayıp olarak görülebilir ama yeri dolmayacak oyuncu değil.
Osmanlıspor
Kadro olarak güçlendiler ve lige alıştılar. UEFA Avrupa Ligi’ndeki müthiş başarıları, lige de yansıyacaktır. Transferde doğru hamleler yaptıkları kesin. Özellikle son günde Maher ve Regaatin gibi iki önemli ismi aldılar.
Kasımpaşa
Önemli oyuncu kayıpları yaşadılar. Yönetimsel stratejileri Rıza Çalımbay’ı düşündürüyor. Eren’i sattıktan sonra nispeten hareketlendiler. Ancak kadronun yeterli olduğunu söyleyemeyiz.
Akhisar Belediyespor
Ege ekibi artık kendini Süper Lig’de kabul ettirdi. Gidenler açısından kayıp yok. Rodallega’yı elde tutmaları kritik bir hamle ve iyi de isimler aldılar. Üzerinde baskı olmayan ve çabuk bir takım konumunda. Kesinlikle ligin dişli ekiplerinden biri.
Antalyaspor
Eto’o ile ilgili sorun yaşayabilirler. Geçen sezon rüya gibiydi ama bu sezon oynasa da oynamasa da Eto’o sıkıntı yaşatabilir. Diğer transferlere bakarsak, takıma katkı sağlayacak isimler. Takviyelerin yerinde olduğunu söyleyebilirim.
Gençlerbirliği
Başkent ekibinin en büyük kaybı, geçen sezonun flaş ismi Djalma. El Kabur ve Hleb’in yerleri doldurulabilir. İbrahim Üzülmez’e yapılan baskı ise hoş değildi. Ama ilk 2 haftada alınan 4 puan ve son dakika takviyeleriyle kendilerine geldiler. Açıkçası hocayı rahat bırakmaları lazım.
Bursaspor
Biraz zamana ihtiyaçları var. Çünkü önemli transferler yapıldı ama takım olmak kolay değil. Hamza hoca kendi takımını kurdu ama kendi futbolunu henüz oynatamadı. Tecrübeli bir takım olmalarına rağmen savunma anlamında bazı eksiklikleri var.
Çaykur Rizespor
Gidenler gelenler açısından önemli bir sirkülasyon yaşandı. Eleştiri olabilir ama takımdan gidenlerin performansı ortada ve transfere ihtiyaç vardı. Geç kalınmışlık söz konusu. İhtiyaca göre mevkiler dolduruldu mu, soru işareti. Kapalı kutu bir ekip ve işleri gerçekten zor.
Gaziantepspor
Her sezon merak edilen bir ekip ve yine aynı şekilde sezona başladılar. Yabancı almaları, şehrin konumu nedeniyle dezavantajdı. Ama son dakikada önemli isimleri kadrolarına kattılar ve rahatladılar. Ben yine de geçtiğimiz senelerden ders çıkartıp daha iyi bir takım kurmalarını beklerdim.
Kayserispor
Yönetim etkili isimleri alarak kadroyu güçlendirdi. Yerlilerin yanına ligimizi tanıyan Welliton ve Nakoulma gibi önemli yabancılar alındı. Avrupa’dan da doğru oyuncular getirildiği görüşündeyim. Artık Hakan hocanın iyi bir harman oluşturması gerekiyor.
Adanaspor
Kendi yağında kavrulmayı her zaman hedef seçmiş bir kulüp. Lig başlamadan hemen önce teknik direktör krizi yaşadılar. Mali açıdan ölçülü hareket etmeyi planlayan bir takım olarak ortalama transferler gördük. Hedefi ligde kalmak olan bir takım için biraz daha agresif olabilirlerdi.
Karabükspor
Yepyeni bir takım ve genç bir hoca tercihiyle merak edilen Karabükspor ilk iki haftalık performansıyla geçer not aldı. Oynadıkları futbol, fizik güçleri, yıldızlardan ve bireysellikten çok takım olmayı hedeflediklerdini gösterdi. Şu andaki tablo ligde rahat bir sezon yaşarlar.
Alanyaspor
İlk iki maçta en göze batan tarafları fizik güçlerinin yeterli olmasıydı. Çünkü kadroya baktığınızda bir kaç oyuncu hariç takımı tanımakta zorluk çekmiştik. Antalya galibiyeti, çabuk uyum sağladıklarını gösterdi. Son günde yapılan 3 yıldız transferi ise çıtayı yükseltti. Kesinlikle iyi takım oldular. Dezavantajları ise tecrübe eksikliği.
‘’Atanı ve tutanıyla!‘’
“Sezon başı maçı olur böyle şeyler” deyip geçersiniz ya da “boş tribünler önünde motive olmak kolay mı” diyebilirsiniz, yani kötü futbolun sebebini ‘topu taca atarak’ kurtarmaya çalırsınız. Ama bu anlayış doğru bir tercih olmaz, kendinizi kandırırsınız. Riekerink’in geçen sezon üzerinde baskı yoktu, rahattı.
Şimdi artık sahada oynanan futbolun tek sorumlusu olduğunu unutmasın. İlk 45 dakika istatistikleri Galatasaray adına vahimdi. Karabükspor mütevazı ama ne yaptığını, nasıl oynanacağının planı olan bir takım olarak izledik ilk yarıda. Beceriksizlik ve son vuruş kalitesindeki sıkıntı ilk yarıda soyunma odasına önde gitmelerini önledi. Aslında iki bekin Galatasaray’da bu kadar yetersiz gözükmesinin sebebi onların önündeki oyuncuların yetersiz savunma anlayışlarıydı.
Zorlandılar!
Hazırlık maçları performansı Bruma’ya yaramamış, Sinan Gümüş böyle oynarsa yedek kulübesine doğru yol alır. Ama hepsinden önemlisi şampiyonluk adayı bir takım evinde oyunun iki yönünü de bu kadar kötü oynamamalı. İlk 45’te Galatasaray adına ne iyi savunma, ne de iyi hücum izledik. Şansları ve Muslera faktörüyle gol yemeden devreyi tamamladılar.
İkinci yarıda Galatasaray’ın tesellisi rakibe daha az gol pozisyonu vermesiydi. Ofansif anlamda çaresizdi Sarı-Kırmızılı ekip. Bu futbolla Eren Derdiyok’un faydalı olması çok zor. Bu tür golcüler için çizgiye inip yan ortalar ve asistler gelmesi lazım. Dün gece Galatasaray’ın iki kanadı bırakın çizgiye inmeyi orta bile yapmakta zorlandı.
Resmi iyi görmeli...
Tabii ki bu kötü futbolu söylerken sahada taş gibi bir Karabükspor olduğunu da unutmayalım. Bu sezon Süper Lig’e çıkanlar arasında Karabükspor’un diğerlerinden uzak ara daha iyi olduğunu söyleyebilirim. Dün gece Arena’da 3 puanı kaçıran taraf Karabükspor’du. Galatasaray bu savunma anlayışıyla taraftarını fazlasıyla üzecek gibi. Ümit bağlanan isimler çabuk havaya girmiş. Teknik heyet bu resmi iyi görmeli.
Son sözüm Vesley Sneijder’e; Hollandalı futbolcunun, geçen sezondan devam eden kısır futbolu sürüyor. Galatasaray kazandı ama kendini kandırmasın. Eren bir kere istediği topu aldı ve golünü attı. Hani futbolda bir deyim vardır “atanın ve tutanın iyiyse başarılı olursun.” Dün gece Galatasaray atanı ve tutanıyla kazandı. Karabükspor gerçekten yenilgiyi haketmedi ancak Serdar Deliktaş ile kaçırdıkları gol onların kaderini çizdi...
‘’Eksikleri görelim‘’
Süper Kupa için kapışan iki ezeli rakip Konya’da dolu tribünler önünde kıyasıya bir mücadele sergilediler. Süper Lig öncesi gerçekten iki takımın da son durumunu merak ediyorduk. Çünkü hazırlık kampları ve hazırlık maçlarından sonra Süper Kupa maçı bir anlamda bize bir fikir verecekti. Geçen sezonun şampiyonu Beşiktaş’ı izlerken sadece bu sene ne yapar diye izlemedim. Şampiyonlar Ligi’nde bu kadro ne yapar? diye baktım. Tamam fizik güç, kondisyon yerinde de, bu her takımın elde edebileceği özelliklerdir. Önemli olan fark yaratabilmek deyince gözler Gomez’i, Sosa’yı hemen aramaya başladı. Yani güç mü kaybettiniz, güç mü kazandınız? Bu hesabı iyi yapmak zorundaydı. Şu bir gerçek ki Beşiktaş geçen sezona oranla güç kazanmamış, eksikleri tamamlamak zorunda. Bu yazımı skora göre değil futbola göre yazdığımı da belirteyim.
Ayakta kalmak zordu
Galatasaray’a gelince; transferde boş durmadılar ama bunların katkılarını bu maçta görmek için daha zaman erken. Açıkcası taşların yerine oturması için daha zamana ihtiyaçları var. Her ne kadar geçen sezonki takım savunması zaafını gidermeye çalışan bir sistem içinde gözükseler de, üstüne gidildiğinde hastalığın devam ettiğini gördük. Tabii ki Bruma performansı,
Galatasaray için önemli bir şans ama Bruma’nın, Eren ve Sinan Gümüş ile entegre olması gerekir. Bu hücum gücüne eski formunda bir Sneijder eklenirse, Galatasaray önümüzdeki sezon rakip savunmalar için korkulu rüya olur. Beşiktaş cephesinde tabii ki bu kadroya Gökhan Gönül ve Sosa’nın katılmasıyla artılar çoğalır, ofansif zenginlik daha da güzelleşir. Ama bütün bunların iyi olması için Beşiktaş’ın olmazsa olmazı, Gomez ve benzer bir forvet. Uzatmalar da sıcak gece ayakta kalmak kolay değildi. Sonunda penaltılarda kazanan Galatasaray oldu. Bence bu gece kazanan da kaybeden de, bardağın yarısı boş diye baksın, çünkü eksikler çok gözüküyor.
‘’Demirören konuşmalı!‘’
Fransa’da peri masalı devam ediyor. İzlanda 350 bin nüfuslu ülke. Futbolda neler yapıyor neler! Vikingler çeyrek finale kalırken İngiltere’yi saf dışı bırakmakla kalmayıp, Hogdson’u da istifa ettirdiler. İzlanda ile elemede aynı gruptan gelmemiz bizim tesellimiz ama 2016 Fransa’da aynı gruptan bir çeyrek finalist çıkmaması da bizim hüznümüzdür.
Madalyonun bir yüzü böyle. Veda eden A Milli Takımımız’ın durumuna gelince; gerçekten garip bir ülkeyiz. İstifa müessesesinin hiç kimsenin aklına gelmediği bir ülke olarak farkımız bu olsa gerek. Oysa başka ülkelere bakıyoruz. Milli takıma veda edenler, istifa edenler, açık açık başarısızlığını söyleyenler.
Paranın peşinde
Bizde ortalık toz duman olmuş. Prim meselesi, alınanlar, verilenler listeler halinde yayınlanıyor. Kısaca herkes paranın peşine düşmüş, milli başarıyı düşünen yok. Varsa; ‘sen ne kadar aldın, kaç maç oynadın, ben ne kadar almam lazım, niye verilmedi?’ muhabbetleri. Sonuç ortada; bu kafayla bir yere gidilemeyeceği, gidilse de mucizevi bir şekilde gidilip ikinci mucizeyi beklemek olacağı belliydi ve o mucize de olmadı.
Hesap sorulmalı
Aslında burada altını çizmek istediğim nokta şu. Fatih Terim ve futbolcuları bu kadar ortada eleştiri yağmuru altında yıpratılırken, parasal meseleler bu kadar net bir şekilde yazılıp çizilirken futbolun patronu nerede? Yıldırım Demirören’den bahsediyorum. Gerçekten daha bir yıl evvel tek aday olarak seçilen ve çok kısa bir süre önce mali konuda da ibra olan bir başkan bunca hengameden sonra niye çıkıp birkaç söz söylemez.
Eğer futbolun başındaysanız bütün bu karmaşık ortamda bilgi kirliliğine mahal vermeden masaya yumruğunuzu vurmanız gerekir. Sonuçta paralarını ödediğiniz bu insanlar görevlerini profesyonelce yapıyorlar, yani gönüllü değiller. O halde başarıda nasıl ödüllendiriyorsanız başarısızlığın da hesabı sorulmalıdır.
Toz pembe mi!
Tamam, 2016’ya gitmek bir başarıdır. Olaya böyle bakarak, ‘ortada bir başarısızlık yok ki, neyin hesabını sorayım!’ diyebilirsiniz.
O zaman da sormak lazım.
Ortam bu kadar toz pembeyse nedir bu çıkan haberler? Birisinin bunların cevabını vermesi gerekir. Bana göre de o birisi sayın Yıldırım Demirören’dir.
‘’Gereken yapıldı!‘’
Bu çocuklar bize acı çektirmekten zevk alıyorlar herhalde... Tribündeki herkes oynanan futbola bakınca, ‘ilk iki maçta neredeydiniz?’ diyordu. Tabii ki kadro değişikliği önemli bir etkendi ama her şeyden öte koşan, savaşan bir takım gördük sahada. Emre Mor’u izlerken bizim de bir Ribery’imiz var dedim. Kolay değil bu kadar ağır baskı altında ilk 11’de oynayıp asistiyle takıma katkı vermek. Bir kere Fatih Terim sol kanattaki arızayı halletmiş, belki o bölgeden akın yedik ama çizgiye indirmedik. Orta alana geçen Arda, Arda gibi oynayınca fabrika ayarlarını yakaladık ve çok da şık bir Burak golüyle ilk yarıyı 1-0 önde bitirdik.
Ateşleyici Emre
Bu maçı izlerken zoru seven bir takım olduğumuzu bir kere daha gördüm. Ama bunu söylerken de değişen oyun kurgusu ve takıma bir ateşleyici oyuncunun ne kadar ihtiyacı olduğu gerçeğini de gördük; Emre Mor gibi...İkinci yarı rakibin de kazanma zorunluluğu 1-0 önde bir Türkiye için bulunmaz bir fırsat oldu. Terim 60’ta çok kritik bir değişiklik yaptı ve Volkan Şen’in yerine tam bu maçlık bir oyuncu Oğuzhan’ı aldı.
Çünkü rakip risk alınca ara topları atacak bir ayak lazımdı. 64’te hakemin, Arda’nın pozisyonunu kesmesinin ardından Ozan’ın nefis golüyle tribünler adeta yıkıldı.
Ozan’a ayrı tebrik
Oyunun geri kalan bölümünde ipler bizim elimizdeydi, skoru korumak için kontrollü savunma futbolunu denemek zorundaydık. Artık tempoyu ayarlayıp maçı böyle bitirmek için saha içi varyasyonlarını uygulamaya koyduk. İkinci yarıda aradığımız golü bulurken ilk yarının aksine rakibe neredeyse pozisyon vermedik. Tabii ki bu zafer ‘bir takım ruhu’nun eseri ama Ozan Tufan’ı ayrı bir yere koymamız lazım hakkaniyet adına.
Artık gereken yapıldı. Bu geceki sonuçları bekleyip kaderimize razı olacağız. Önemli olan heyecanı buraya taşımaktı. Umarım bu heyecan sürer, 2008 ruhu geri gelir. Haydi çocuklar güveniyoruz sizlere...
‘’Umutlar tükenmedi‘’
Buraya büyük umutlarla gelirken aslında çok güçlü bir gruba düştüğümüzü de biliyorduk. Fatih Terim basın toplantısında ısrarla buraya gelebilmenin keyfini sürelim derken olası bir başarısızlığa karşı da mesaj veriyordu. Çünkü turnuva tecrübesi zayıf bir oyuncular topluluğu ve içsel sorunların milli takıma yansıması elimizi zayıflatmıştı. Ama bizim bütün bu endişelere rağmen en büyük kozumuz Fatih Terim’in takım üzerindeki mutlak otoritesiydi. Nasıl olsa motivasyonu her zamanki gibi yapar ve sahada herşeyimizi ortaya koyarız diye düşünmüştük. Ama iki maçlık performansta gördük ki işler düşünüldüğü gibi değil. Gerçekçi olmak lazım bizim bu iki maçta aldığımız yenilgi çok normal. Çünkü rakipler bizden daha iyi takımlardı. Peki niye bu kadar tepki oldu futbolculara ve milli takıma derseniz yanıtını vereyim...
Tavrı şaşırttı
Sahadaki mücadele gücü ve yetersizlikle birlikte, bir türlü oyunun içine giremedik. Parça parça kısa süreli performanslarla bir yere gelmeniz, gol atmanız ve puan almanız mümkün değil. Dolayısıyla sempatik olmayan mutsuz bir milli takım vardı 2008’in aksine 2016 Fransa’da... Arda olayına gelince; Arda bu ülkenin yetiştirdiği en kariyerli oyuncu. Bu bir gerçek. Peki bu çocuk ne oldu da bu hale geldi, bu kadar küskün ve bitik. Bence söylediği nedenler bu küskünlüğün bir kısmı. Bunun bir perde arkası mutlaka vardır. İspanya maçını izlerken protestolar karşında oyunu bırakan tavrı oldukça şaşırttı. Niye derseniz biraz empati yaptım ve Arda bunu Barcelona’da oynarken yapar mıydı? diye sorguladım. Kendi kendime yapamazdı dedim. O zaman niye böyle davrandı bu kadar mı kötü durumda, geçmişinde kendisiyle bu kadar barışık bir oyuncu.
Akılcı davranmalıyız
Gerçekten ciddi bir travma yaşadığı kesin ve Arda’yı linç edip kaybetmek çok kolay ama bizler sanki her sezon Arda’lar çıkaran bir ülke değiliz ki. Bu değeri kazanmalıyız, tekrar eski haline döndürmeliyiz. En azından bir Dünya Kupası ve bir Avrupa Şampiyonası’na kadar ondan yararlanmalıyız. Kişisel duyguları bir kenara koyup akılcı davranmalıyız.
Gruptaki şansımıza bakarsak, tabii ki çok az ama umutlar tükenmedi. İkinci maçlardan çıkan sonuçlar bizi biraz daha heveslendirdi. Ama biz değil, milli takım oyuncuları bu havayı yakalamalı. Aynı gruplardaki gibi biz kazanıp diğer sonuçlar istedimiz gibi olursa gruptan çıkıyoruz. O nedenle Çekler karşısında son kozumuz önce kazanmak, sonra beklemek. Yani ipler bizim elimizde değil ama futbol böyle bir oyun ve bundan pozitif anlamda en çok yararlanan takım biziz, neden olmasın!...
‘’Transfer etkisi!‘’
İspanya karşısında ilk 30 dakikada tam istedimiz gibi oynadık. Rakibin kalibresi yüksekti ve ‘zor oyunu bozar’ mantığıyla o dakikaya kadar alanları iyi kapattık. Ama herkesin bildiği fakat bir türlü önleyemediği bir oyuna sahip İspanya. Turnuvanın en kısa iki takımının maçında orta alan mücadelesinde hata yapmak olmaz. Böyle bir rakip hemen cezayı keser. Nitekim savunmanın arkasına, topun dibine girilerek atılan paslar tehlike yarattı.
Gol atmadan olmaz
Böyle anlarda ister istemez hatasız oynamanız lazım. Ancak Hırvat maçının başarılı ismi Mehmet Topal zamanlama hataları yapınca kalemizde ilk yarıda 2 gol gördük. Aslında bu tür rakiplere karşı bir puana oynuyorsanız gol atmadan bu sonucu almak çok zor çünkü size mutlaka gol atarlar. İkinci yarıya Hakan Çalhanoğlu’nun yerine Nuri Şahin ile başladık. Ancak aradığımız hamle gücünü bulamadan kalemizde 3. golü görünce umutlarımız da hepten kırıldı.
Arda’ya bu yapılmaz!
Dün gece Çekler’in de bir puan almasıyla ince hesaplar yaparak çıkmıştık sahaya. Gol ve gollerin önemi büyüktü bu turnuvada. Buraya en iyi 3. olarak geldik, ilk iki olmasa da, ‘Neden 4 en iyi 3. içine girmeyelim!’ dedik. Şunu gördük ki 24 takım içinde sezon bitimi transfer haberlerinden en çok etkilenen takım biziz. Bir de buna Arda’nın moralsizliği eklenince başarısızlık kaçınılmaz oldu. Zaten ilk basın toplantısında Fatih Terim satır aralarında sinyalleri vermişti. Öte yandan her ne olursa olsun bu ülkenin gururu olmuş Arda’ya taraftarın yapmış olduğu kötü tezahürat yakışmadı.
62 yıllık özlem
62 yıl evvel yendiğimiz İspanya bugün dünya futbolunun patronu. Bugünlere bir günde gelmediler. Önemli olan turnuvalarda devamlılık ve tecrübe, maalesef ikisi de bizde yok. Dolayısıyla bu işte başarı ince bir yoldan, sabırdan geçiyor...
‘’Savaşmak lazım‘’
Hırvatistan yenilgisi sonrası bakıyorum, herkeste bir karamsarlık hakim. Aslında skordan çok, oynanan futboldan kaynaklanan bir karamsarlık bu. Çünkü maç öncesi zaten Hırvatlar karşısında favori olan rakipti ve alınan 1-0’lık yenilgi planları alt üst etmez. Geneldeki endişe, ‘bu futbolla kalan iki maçta ne yaparız?’ endişesi. Şöyle bir maçı analiz yaptığımızda sıkıntı futbolcularda mı, dizilişte mi yoksa sistemde mi!
Bu hava değişmeli
Bence sorgulanması gereken, çözümün bir an evvel nasıl bulunacağı. Fatih Terim lig bitiminden beri bu futbolcu topluluğu ile haşır neşir. Bizler tribünden canlı izlerken pek
farkına varamadık ama antrenman ve televizyon görüntülerinde takımın içinde bazı futbolcuların vücut dillleri ve yüz hatları oldukça mutsuz oldukları şeklinde.
Hırvatistan maçına bakıyorum rakibin iki yıldızı Modric ve Rakitic 90 dakikayı sanki ilk defa milli olmuş gibi büyük bir hırs ve coşkuyla oynuyor. Bizim yıldızlarımıza bakıyorum “Ne yapalım elimizden gelen budur, bitse de gitsek” havasındalar. Aslında son iki hazırlık maçında bazı sinyaller aldık ama turnuvayı düşünüyorlar deyip eleştiri konusu yapmadık. Slovenya maçına bakın; erken bir gol ve son 8 maçta bir gol atmış rakip karşısında zora düşen bir milli takım.
Hatırlayın 2008’i...
Şimdi gelelim bugüne... Bundan sonra ne yaparsak ne olur; bir kere bu kötü futbola rağmen grupta en iyi 3.’lük kovalayan bir takım olarak alınan 1-0’lık sonuç sevindirici. En azından son maçta belki de bir galibiyet bizi gruptan çıkarabilir. Hatırlayın 2008’i... Portekiz yenilgisiyle başlamıştık ve sonrasında neler olmuştu neler; yarı finale kadar gittik. Bu takımda neleri yapamadığımız ortada. Yetenekli oyunculardan kurulu ve en iyi olduğumuz yer dediğimiz bölge orta sahamız, Hırvatistan karşısında gerçeklerle yüzleşti.
4-1-4-1 oynamalıyız
O halde bu oyuncu topluluğuyla kalan iki maçta bu işi götürmek zor gibi. Şimdi herkes “Hoca çek Mehmet Topal’ı savunmanın önüne, hem orta saha güçlensin hem de savunma
rahatlasın” diyor. Çok yanlış bir fikir değil ama işte Hakan Balta’nın yanında Semih performansı muhtemelen hocayı düşündürüyor. Kişisel fikrim bu milli takım, şu anda
4-1-4-1 düzeninde daha başarılı olur. Ama orta alanın daha savaşçı bir kimliğe bürünmesi lazım, çünkü savaşmadan olmuyor.
Arda toparlanmalı
Forvete gelince... Bir kere Arda’nın kendini oyuna vermesi ve takımı ateşlemesi yani tempoyu yükseltmesi lazım. Milyonlarca Türk’ün gözünün üzerinde olduğu oyuncular, kişisel sorunlarını bir kenara bırakmalı ve bırakmak zorunda. Hırvatistan maçında bakıyorum, Volkan Şen sanki 2016 sonuna kadar UEFA’dan ceza alan oyuncu değilmiş gibi anlamsız agresiflik içinde.
Son söz; önümüzde İspanya maçı var, puan veya puanlar almak lazım. Yani ‘biz bitti demeden bitmez’ sözünün içini dolduralım. Hadi çocuklar bizi mahcup edin, nasıl ki gruplarda bir mucize gerçekleştirdiniz, Fransa’da da bir dejavu yapın...