‘’O sorular sorulmalı‘’
Önce bir durum tespiti yapalım... Cocu dönemi... 10 maç; 2 galibiyet, 5 mağlubiyet, 3 beraberlik... Koeman dönemi... 5 maç; 1 galibiyet, 2 mağlubiyet, 2 beraberlik... Yanal dönemi... 8 maç; 2 galibiyet, 1 mağlubiyet, 5 beraberlik... İki Hollandalı döneminde 15 maçın 7’si kaybedilmiş, 5’inde berabere kalınmış, sadece 3’ü kazanılmış...Yanal’ın gelişiyle galibiyet sayısı abartılı bir şekilde artmadı belki ama, Fenerbahçe en azından kaybetmemeyi öğrendi. Ve daha da önemlisi; Beşiktaş derbisinden sonra, hiç bir rakibi artık “Fenerbahçe mi? Rahat yeneriz” düşüncesinde çıkamayacak sahaya... Eski günlerdeki gibi çekinecek, saygı duyacaklar. Bu açıdan bakılırsa, 3-0’dan gelen 3-3’lük Beşiktaş beraberliği, aslında galibiyet kadar önemli Fenerbahçe için...
Bir de şu istatistik var son derbi özelinde.... Beşiktaş’ın 3-0 önde tamamladığı, herkesin “Tarihi fark geliyor” dediği ilk yarıda topla oynama oranları şöyle... BJK: Yüzde 40-FB: Yüzde 60... Aynı devrede Beşiktaş’ın 4’ü isabetli olmak üzere 7 şutu var rakip kaleye... Fenerbahçe’nin ise 1 şutu var, o da isabetsiz! Şimdi de Fenerbahçe’nin sonucu 3-3’e getirdiği ikinci yarıya bakalım. Topla oynama oranları BJK: Yüzde 39-FB: Yüzde 61... Beşiktaş’ın 2 şutu var, 1’i kaleyi bulan... Fener’in şut sayısı 15, 4 kez kaleyi bulmuşlar. Totalde topla oynayan takım Fenerbahçe... Fakat önemli olan topla nerede, nasıl oynadığın... Farkı yaratan, rakip kaleyi kaç kez yokladığın... Beşiktaş’a büyük hayal kırıklığı yaratan ana neden; 7’den 1’e düşen şut sayısı... Fenerbahçe’yi müthiş geri dönüşe götüren ana neden de 1’den 15’e çıkan şut sayısı...
Beşiktaş Yönetimi, takımdan önce Şenol Güneş’e yazmalı bu hayal kırıklığını... Çünkü sonuçta sahanın içindeki patron o.. Ve 3-0 öne geçtiği, moral motivasyon açıdan perişan ettiği rakibe ‘öldürücü hamleyi’ yapmayan o. Üç farklı öndeyken Medel ve Necip gibi rakibi orta sahada durdurabilecek iki ismi 1 dakika bile düşünmezken; sol kanat Caner’i, sağ kanat Quaresma’yı ve santrfor Pektemek’i oyuna alan da. Ben, Fenerbahçe Yönetimi olsam, Ersun Yanal’ı 46’da yaptığı cesur hamlesi için kutlar ve 1.5 yılın ötesinde bir kontrat için düğmeye basarım. Fakat futbol takımını da karşıma alır, sorarım: Böyle bir takım olabiliyorsanız eğer, Fenerbahçe neden bu durumda? Fenerbahçe’nin bu seneki yenilgileri şöyle: Malatya, Göztepe, Kayseri, Rize, Ankaragücü, Trabzon, Akhisar, Kayseri... Bu tablo, bu takımın içine girdiği ve şu an çıkmak için mücadele ettiği ‘ruh hali’nin resmidir. Ve bu resmi değiştirmek, tek başına Ersun Yanal ile mümkün değildir.
‘’Test edildi...‘’
Çok önemli bir istihbarat teşkilatı, kadrolarına yeni ajanlar almak için seçmeler düzenler. Sınavlar, atışlar ve spor testlerini geçenler için artık tek engel kalmıştır: Mülâkat... Amerikalı ajan odaya çağrılır ve şu soru sorulur: - Karın mı, devletin mi? Ajan hiç düşünmeden “Devletim” cevabını verir. Bunun üzerine eline bir silah tutuştururlar ve şu talimatı verirler: - Eşin yan odada... Git ve onu öldür! Ajan silahı alır ve yan odaya geçer. Bir süre sonra da geri döner ve bunu yapamayacağını ifade eder. Sıra İngiliz ajana gelir. Aynı soruyu sorarlar ve aynı cevabı alırlar. Aynı şekilde silahı verirler ve yan odaya gönderirler. Fakat İngiliz ajan da eşini öldüremeyeceğini söyler.
Sıra bizim Temel’e gelir. - Karın mı devletin mi? - Devletim... - Al şu silahı ve yan odaya git. Orada eşin var. Onu öldür ve gel. Temel geçer yan odaya, az sonra bir el silah sesi duyulur. Ardından kırılan bir cam sesi... Mülâkatı yapan ajanlar hızlıca odaya girdiklerinde Temel tek başına durmaktadır. Eşinin nerede olduğunu sorarlar ve Temel’den şu yanıtı alırlar: - Verdiğimiz silah kuru-sıkı çıktı. Bu nedenle ben de eşimi camdan aşağı attım!
Bence transfer dönemlerinde de takımlar buna benzer testler uygulamalı alacakları futbolculara... Veya başkanlar, yönetim kuruluna seçeceği çalışma arkadaşlarını bir dizi soruşturmadan geçirmeli... - Para mı, başarı mı? - Gol atmak mı, asist yapmak mı? - Hizmet mi, şöhret mi? - Takım mı birey mi? - Kulüp kasası mı, kendi kasası mı?
Bu soruları özelleştirmek, çoğaltmak mümkün elbette... Bu testlerde doğru yanıtları veren yöneticileri ve futbolcuları kadrona katarsan, sonuç her zaman mutluluk getirir... Tersini yaparsan, hayatın kâbusa döner.
Lütfen yanıtlayınız: - Eşiniz mi, devletiniz mi!
‘’Adalet ölür mü?‘’
Deneydeki profesör gibi gaddar yöneticilerin, öğrenciler gibi korkak toplumların olduğu bir dünyada... Fare değildir ölen... Göz göre göre ‘adalet’ ölür. Elinde bir fare ve karton kutu ile salona girdi profesör... Fareyi içine koydu ve kutuyu kapattı: - İki gün boyunca bu kutuya dokunmayın. Dokunan, sınıfta kalır! Şaşkındı öğrenciler... Kimisi “Çıkartalım fareyi kutudan, yoksa ölür” diyordu. Kimisi, “Bunu yaparsak dersi geçemeyeceğiz...” İki gün geçti ve profesör, ders için yeniden salona girdi. İlk işi, kutuyu açmak oldu ve ölen fareyi öğrencilere gösterirken sordu: - Bu fare sizce neden öldü? Öğrenciler farenin ölüm nedeni için üç ana madde belirlediler: 1- Havasızlık... 2- Açlık... 3- Susuzluk...
‘Hayır’ dercesine kafasını salladı profesör ve kutunun içini gösterdi. Her tarafı kemirilmişti, minik delikler vardı. Profesör; ardından farenin ölüm nedenini açıkladı: - Kararsızlık ve korku... Öğrenciler anlam veremiyordu, profesör devam etti: - Fare kutudan çıkmak için çok mücadele etmiş. Çünkü her yerde diş izleri var. Kutunun her yerini parçalamak yerine bir noktaya odaklansaydı delebilir ve dışarı çıkabilirdi. Bu nedenle farenin ilk ölüm nedeni; kararsızlığı...
Bir öğrenci sordu: - Peki ya korku? Fare neden korkmuş olabilir ki! Profesör, suçlayıcı bir ifade takındı yüzüne ve devam etti: - Bu ölümün nedeni farenin korkusu değil, sizin korkunuz... Sizler, notlarınızın düşmesini göze alamadınız, derste kalma endişesi taşıyıp onu kurtarmadınız ve bu sonuca göz yumdunuz... Akademik bir deney gibi gözükse de, hayatın tam da kendisidir aslında... Herhangi birimizin, hayatta başarılı olması için yenmesi gereken iki büyük düşmanı vardır: Kararsızlık ve korku...
Dönelim futbol dünyasına... Başkanlar da teknik adamlar da futbolcular da hakemler de birer insan sonuçta... Kulüplerde başarıyı getiren en önemli argüman; kararlılıktır... Yolun başında ‘şampiyonluğu’ hedeflerse bir başkan, onu bu sona taşıyacak teknik adamı bulur önce... Sonra o teknik adamla kafa kafaya verir ve şampiyonluğu getirecek futbolcuları transfer eder. Doğru hedefe, doğru kadrolarla gidebilirsiniz çünkü. Siz bu ödevlerinizi yerine getirirseniz, diğerleri ne yaparsa yapsın, sizi engelleyemez. Hakemlerde başarıyı getiren en önemli argüman; korkusuzluktur...
Vermeleri gereken kararlar bellidir; çünkü bir kitapta yazılıdır kurallar... Korkusuz hakem, sadece kurallar dahilinde karar verendir. Dolayısıyla yanlış yapmaz, sonuca etki etmez. Tepesindeki (profesör gibi) yöneticinin ne dediğinin çok da önemi olmamalıdır hakem için. Çünkü ona bu yetkileri veren o tepedeki değil, kitapçıktır. Deneydeki profesör gibi gaddar yöneticilerin, öğrenciler gibi korkak toplumların olduğu bir dünyada... Fare değildir ölen... Göz göre göre ‘adalet’ ölür.
‘’Ankaragücü nereye?‘’
”Canım acıyor” diye başlayıp, “Hoşça kal iki gözüm, ANKARAGÜCÜM” diye bitiyor veda mesajı... Sadece bir futbolcunun vedası değil bu satırlarda anlatılan... Madalyonun arka yüzünde, çok daha dramatik gerçekler var
Söz konusu ‘Devler’ olunca verilmeyen bir taç atışı, bir korner, bir faulle ortalık yıkılıyor. Görüntüler inceleniyor. ‘İleri al, geri gel’ ve sonrasında da gerçek ortaya çıkıyor: “3 santim ofsayt!” Taraftarlar, bir gün önce ‘kahraman’ dedikleri futbolcularını, alacakları ödenmediği için hakkını aradığında ‘hain’ ilan ediyor. Çünkü yöneticiler öyle istiyor. Sözleşmeye attıkları imzanın arkasında durmak yerine, bu futbolcuları taraftarın önüne atıyor.
Evet! Futbolcuların aldıkları paralar yüksek elbette... Sizlerin, bizlerin hayal bile edemeyeceği rakamlar var attıkları imzalarda... Fakat bu onların suçu değil ki! Kim vermeyi taahhüt ediyorsa, günahı da sevabı da ona ait değil mi? Bir çoğu ‘güç zehirlenmesi’ yaşıyor futbolcuların... Bu da gerçek. Oysa ki genelde fakir aile çocukları onlar da... Ancak para dediğin şey, unutturuyor geçmişi... Paranın, şöhretin gücüyle egoları şişiyor. Kendilerini ‘ilahlaştırıyor’ bazıları... Haklılar! Çünkü onları bu hale biz getiriyoruz. Gittikleri her yerde fotoğraf çektirebilmek için peşinden koşuyor, dükkana geldiğinde ‘büyük bir onur’ diye değerlendirip hesap almıyor, tüm isteklerini ‘emir’ telakki ediyoruz.
Çoğumuz bize sunulanı görmekle yetiniyoruz. ‘Sahte cennet’i izleyip mutluluk dolarken gönlümüze, dağın arkasındaki ‘cehennem’den bihaberiz. ‘Buz Dağı’nın arkasını göremiyoruz.
Satır aralarında kaybolup giden bir ‘veda’dan bahsedeceğim bugün size... Aynen şöyle yazılmış: “Çok sevdiğim büyük Ankaragücü taraftarı... Oynadığım her kulübü sahiplendiğimden fazla bu Koca Çınar’ı sahiplendim. İlk defa bir kulüpten ayrılırken canım acıdı. Vakit, ayrılık vakti... Kulüpte konuşacak ne yönetici ne de başkan bulamadığım için sözleşmemi tek taraflı fesih etmek zorunda kaldım. Yaklaşık 53 maç başı alacağım, şampiyonluk primim, yeni sezon peşinatımı halen alamadım. Geçen sezondan kalan hiç bir arkadaşım alamadı. Sizlerden özür diliyor ve helallik istiyorum. Benim hakkım gani gani helal olsun. Hoşça kal iki gözüm, ANKARAGÜCÜM...”
Erdem Özgenç’in mesajı bu... Geçen sezon sağ bekte oynayıp 16 asist yapan ve Ankaragücü’nün Süper Lig’e çıkmasında büyük rol oynayan Erdem’in... Tabloya bakın: 53 maç başı... Şampiyonluk primi... Sezon başı peşinatı... İsmail Kartal’ı neden gönderdi Ankaragücü? Kenan, Bifouma, Erdem Şen, Kehinde, Kone, Mokhtar neden ayrıldı? Oyuncuları para alamadığı için giden Ankaragücü; devre arasında nasıl 10 transfer yapabildi? Bu soruların cevapları bir taç, bir korner, bir ofsayttan daha önemli değil mi?
‘’Edin Visca...‘’
20 yaşından beri bizimle birlikte... Halâ da 28 yaşında zaten... Genç yani...
Bosna Hersekli... Yabancı falan da değil yani, bizden biri! Türkçe konuşabiliyor zaten, gurbetçilerden daha iyi...
Bunca zamandır aramızda... Ne mekan bastığını duyduk, ne kurşun sıktığını... Ne teknik direktörüyle bir tartışmasına şahit olduk, ne bir hakemle kapışmasına...
Hiçbir rakibini kötülediğini duymadımşimdiye kadar... Hiçbir golden sonra şımarıklık yaptığını görmedim... Hiçbir kötü alışkanlığını duymadım...
Bizimligimiz toplam34 hafta... Sadece bir sezon 28 maçta kalmış! 4 sezon bir tane bile maç kaçırmamış! 1 sezon sadece 1 maçta oynamamış. Bu sezon 19 haftanın tamamında var! Yani diyeceğimo ki; bir makine sanki... Sakatlanmıyor... Kart görüp cezalı duruma düşmüyor. Disiplinsizlik yapıp kadro dışı kalmıyor.
Oynuyor, ama gazozuna da değil! Toplam218 maçı var Süper Lig’de; 58 gol atmış, 51 asist yapmış. 109 gole direkt katkısı var kısacası... Türkiye Kupası’nda 16 maçta 1 gol 9 asisti var. Avrupa Kupaları’nda 16 maçta 7 gol 2 asisti... Alt alta toplarsanız, 250 resmi maçta 66 gol atmış, 62 gol attırmış. Neredeyse attığı kadar attırmış; bencil de değil yani... Bu sezon hemGol Krallığı’nda hemde Asist Krallığı’nda listenin üst sıralarını zorlayan tek adamşimdilik! Bu da futbol kimliği hakkında bir upucu işte!
Ne kadar kazandığını bilmiyorum! Ama ne kadar versen, o kadarı hak eder...
Yıllardır Dünya’yı tarıyor Fenerbahçe, Beşiktaş ve Galatasaray... Çoğu futbol ahlâkı zayıf olan, disiplinsiz Kuzey Afrikalılar’a milyonlarca Euro para akıtıyorlar. Diplerinde yaşıyor bu adam. Ya görmüyorlar, ya duymuyorlar, ya bilmiyorlar! Ya da!..
Bir kez daha hatırlatmak istedim. Başakşehir’de oynuyor... Adı; Edin Visca!
‘’İki dakikalık şov!‘’
Tek kelime konuşmadan, bütün Dünya’yı güldüren bir adamın öyküsüdür bu... Charlie Chaplin’in...
Sinema tarihinin en ünlü komedyeni, kendisiyle yapılan bir röportajda, konu aile, anne-baba ve manevi değerlere geldiğinde, şu hatırasını paylaşır gazeteciyle...
“Tahmin edersiniz ki, ben de bir zamanlar küçüktüm! Ve tüm küçük çocuklar gibi ‘sirk’e gitmeye bayılırdım. Bir gün babamla birlikte bilet kuyruğuna girdik. Kuyruk o kadar uzundu ki, sıra bize gelecek mi diye endişe ediyordum. Tam önümüzde anne-baba ve 6 çocuktan oluşan kalabalık bir aile vardı. Kılık kıyafetlerine bakıldığında, varlıklı bir aile olmadıkları çok belliydi. Elbiseleri hayli eskiydi. Ancak temizdi. 6 çocuk da biraz sonra ‘sirk’e girecek olmanın verdiği mutlulukla sürekli gülüyordu. Kuyruk azaldı, azaldı ve en sonunda, tam da bizim önümüzdeki aileye geldi sıra... Babaları, gişe memuruna bilet fiyatını sordu. Fiyatları öğrendiğinde ise kekelemeye başladı... Arkasını döndü, eşinin kulağına fısıltıyla bir şeyler söyledi. Babanın mahcubiyeti, yüzünden kolayca okunuyordu. Onun bu halini, benim gibi babam da görmüştü. Babam ani bir refleksle cebinden 20 Dolar çıkardı ve yere attı. Sonra da eğilip yerden aldı ve öndeki adamın omuzuna dokunarak seslendi; ‘Paranız düştü beyefendi...’ Adam, babama baktı ve gözleri dolarak ‘Teşekkür ederim efendim’ dedi. O aile içeri girdikten sonra biz kuyruktan çıktık. Çünkü babamın cebinde, o adama verdiği 20 Dolar’dan başka para yoktu. O iki dakika, benim hayatımda izlediğim en büyük ve en güzel şovdu. O günden beri babamla gurur duyarım.”
Fenerbahçeliler sezonun kalan kısmında; tıpkı Charlie Chaplin gibi gurur duyacakları bir babayiğit arıyorlar sahada. Onlara, hayatlarındaki en güzel birkaç dakikalık şovu izletecek olan babayiğitleri...
Kişisel fikrim o ki; o babayiğitlerden ikisi, sezonun ilk yarısında biletleri ellerinden alındığı için bu gösterinin dışında bırakılan isimlerdi.
‘’Ara transfer nedir?‘’
Hikaye bu ya... Erkeklerin gidip kendilerine eş bulabilecekleri bir mağaza açılmıştır! Mağaza 5 katlıdır. Yukarı doğru çıkılan her katta, kadınların özellikleri de yükselmektedir. Mağazanın girişinde kocaman bir tabelada şu yazmaktadır:
“Herhangi bir katın kapısından giren erkek, o kattan mutlaka bir eş bulmak zorundadır. Eğer bir üst kata gitmek isterse, yeniden aşağı katlara inme hakkı yoktur.” Bir grup erkek, kendilerine eş seçmek için mağazaya gider. 1. kata gelirler; kapıda şunlar yazılıdır:
“Bu kattaki kadınların çalışacak bir işleri var. Üstelik çocukları da severler.” Erkekler yazıları okur ve şu yorumu yapar: “Eh; hiç yoktan iyidir, ama bir de üst kata bakalım.” 2. kata gelirler; kapıda yazılanlar şöyledir:
“Bu kattaki kadınların iyi bir işleri var, çocukları severler ve son derece güzellerdir.” Erkekler: “Hiç fena değil, ama acaba bir üst katta ne var?” 3. kata gelirler; kapıdaki tabelada şunlar yazılıdır: “Buradaki kadınların çok iyi birer işleri var, çocukları severler, son derede güzeldirler ve ev işlerine de yardım istemezler.” Erkekler: “Aman Allah’ım, çok etkileyici, ama yukarıda iki kat daha var.” 4. kata gelirler; “Buradaki kadınların işleri çok iyi, çocukları çok severler, gayet güzel olup, ev işlerine yardım edilmesini istemezler ve ayrıca son derece cazibelidirler.” Erkekler şaşkınlıktan yutkunmaya başlarlar: “İnanılmaz, bir üst katta bizi neyin beklediğini bir düşünün!”
Ve 5. kata çıkarlar...
Tabelada şunlar yazılıdır: “Bu kat boştur ve sadece erkekleri memnun etmenin mümkün olmadığını kanıtlamak için konmuştur. Çıkış soldadır; umarız inerken merdivenlerden yuvarlanırsınız...”
Ara transfer dediğiniz şey de aslında budur. Sezon başında onca uzun sürede arayıp bulamadığınızı, şimdi kısacık bir sürede yeniden ararsınız. Çoğu zaman ‘ten uyuşmazlığı’ yaşanır, ‘uyum sorunu’ yaşanır ve ‘mutsuz son’la biter öykü... Nadiren de olsa ‘bir elmanın ikinci yarısı’ çıkar bulduğunuz; o sizi, siz onu tamamlarsınız, mutlu mutlu devam ederseniz geleceğe...
Sezonun ilk yarısı bitti. Kimileri mükemmel bir rüyayı geride bıraktı, kimileri kâbus gibi günleri atlattı. Fakat henüz maçın ilk yarısı tamamlandı ve oynanacak koskoca bir devre daha var. Ara transfer dönemi yaklaşmışken, bu hikayeyi yazmak istedim. Sevgili Başkanlar, Sevgili yöneticiler; Siz siz olun, durmanız gereken adreste yerde durun. Yoksa eliniz bomboş kalır, merdivenden yuvarlanırsınız!
‘’Performans dediğin...‘’
1979’da ‘performans sanatçısı’ Marina Abramovic, ‘Rhythm 0’ adını verdiği bir gösteri ortaya koydu. Yaptığı şey şuydu: Olduğu yerde sabit durmak... İzleyiciler için, bir masa üzerine birçok farklı eşya yerleştirildi. Çiçekten çikolatalı keke, zincirden bıçağa kadar. Hatta bir mermi ile silah bile vardı.
Amaç; ziyaretçilerin iyiyle kötü arasında seçim yapma şansını sağlamaktı. İlk başlarda izleyiciler nazik ve iyi niyetliydi. Kimi kadına gül veriyor, kimi kek yediriyor, kimi saçlarını okşuyordu. Dakikalar geçtikçe işin rengi değişti. Bir izleyici kadına tokat attı. Abramovic’in reaksiyon vermediğini fark eden bazıları, daha sert vurmaya başladı. Az önce kadına gül uzatan insanlar, karşılarında savunmasız birinin olduğunu görünce, şiddet eğilimi göstermeye başladı.
Bir kişi silahı kadının alnına dayadı. Bazıları kalemlerle kadının vücuduna yazılar yazdı. Sonra cinsel tacizler başladı. Kimisi kadının kalçalarını elliyor, kimisi öpüyordu. Kalabalık bir grup, kadının üzerindeki giysileri makasla parçalayarak çırılçıplak bıraktı. Yetinmediler. Biri kadının karnını bıçakla çizdi, diğerleri devam etti. Akan kanı emen bile vardı. Bir adam tecavüz etmeye yeltendi, sağduyulu birkaç kişi önledi.
Çıplak fotoğraflarını çektiler. Kadın gözyaşları içindeydi, ancak kalabalık onu bir insan değil, bir obje gibi değerlendirmeye devam ediyordu. Vahşileşen çoğunluğa karşın, azınlık bir grup durumdan rahatsızlık duyuyordu. Bir kadın cesaretini topladı, gözyaşlarını sildiği Abramovic’e sarıldı. Kadına yeni insanlar eklendi ve Abramovic’in etrafında bir çember oluşturup koruma altına aldılar.
Kıyafetlerini giydirdiler, yaralarına pansuman yaptılar. Bu performans, çoğunluğun birbirinden cesaret alarak içindeki kötülüğü kolayca ortaya çıkarabilmesine karşın, iyi niyetli kişilerin aynı dayanışma cesaretini gösterememesinin ya da geç kalmasının nelere sebep olduğunu gözler önüne serdi. 6 saat geçtiğinde ve Abramovic hareket etmeye başladığında, kalabalık korkunç biriyle yüzleşmişcesine oradan kaçıştı. Çünkü az önce savunmasız görüp çekinmeden işkence yaptıkları kişinin, tekrar bir birey formu kazanarak hareket etmesi kalabalığı dehşete düşürmüştü.
Fenerbahçe de Başkanı Ali Koç da şimdilik savunmasız... Sevenleri kadar sevmeyenleri var. Hem içeride hem de dışarıda ikisine de zarar vermek isteyen büyük bir kalabalık var. Ya içerideki azınlık cesaretini toplayıp tek yumruk olacak ve ‘dur’ diyecek yaşananlara. Ya da bu performans, korkunç bir gösteriye dönecek Mayıs sonunda...









































