‘’Koyun mu köpek mi!‘’
Çoban, dağda otlattığı koyunlarını su içmeleri için dere kenarına indirir. Tam bu esnada, yoldan geçen çok pahalı bir cip durur. İçinden takım elbiseli bir adam iner ve çobanla sohbet etmeye başlar.
● “Çok koyunun var. Sana tam olarak kaç tane olduğunu söylersem, bir tanesini bana verir misin?” Çoban kabul eder. Adam, aracından bilgisayarını çıkartır, üzerinde ‘gizli’ yazan bir siteye girer. Kullanıcı ismi ve şifresini yazdıktan sonra, açılan siteye konumunu belirtir. Bir sürü teknik bilgi önüne çıkar. Bir çok tuşa basar ve sonunda çobana döner:
● “1586 koyunun var.” Çoban “Doğru” der ve bir koyunu alabileceğini söyler. Adam koyunu alır ve aracın bagajına koyarken, çoban seslenir:
● “Peki, ben senin kim olduğunu, ne iş yaptığını söylersem hem koyunumu hem de aracını verir misin?” Adam bakar, ‘elinde sadece bir kaval olan bu çoban, nereden bilecek’ diye düşünür ve kabul eder. Çoban ilk tespitini yapar: ● “Sen, Dünya Bankası’nda çalışan bir danışmansın!” Adam doğru cevap karşısında şok olur ve sorar: “Nasıl bildin?” Çoban üç maddede açıklar:
● “Birincisi; Ben çağırmadan buraya geldin... İkincisi; Benim zaten bildiğim bir şeyi bana söylemek için, benim olan bir şeyi istedin! Üçüncüsü; Bildiğin tek şey rakamlar, hayata dair hiç bir bilgin yok!” Üçüncü şık adamı çok rahatsız eder ve “Bunu da nereden çıkarttın” diye sorar. Çobanın yanıtı kısa ve nettir:
● “Çünkü köpeğimi aldın!”
★
Bir işi tam anlamıyla doğru yapmak istiyorsanız; her kademede doğru adamlarla çalışmanız gerekir. Bu tespiti, futbolumuz için yapacak olursak... Fatih Terim, Şenol Güneş, Aykut Kocaman, Rıza Çalımbay, Abdullah Avcı gibi futbolun içinden gelmiş, futbolu bilen ve kenar yönetimleri iyi olan teknik adamlarımız var. Gomis, Guiliano, Valbuena, Eto’o, Love, Negredo, Feghouli, Emre, Burak Yılmaz, Selçuk İnan ve adını buraya yazamadığımız çok sayıda kaliteli oyuncumuz var. Sahadaki paydaşlar yüzde 80 tamam, ama... Bir de futbolu yönetenler var. Futbolumuzu yöneten ceketlilerin ‘CV’lerine bakın lütfen... İş adamı var, petrolcü var, inşaatçı var, muhasebeci var, mali müşavir var, doktor var... Bir tek futbol adamı yok!
★
Çobanın son sözü neydi!
‘’Bağırma, konuş!‘’
Sesi çok çıkanın hep haklı zannedildiği günleri yaşıyoruz.
Çok bağıranın çok kazandığı...
Çok kavga edenin çok okunduğu, izlendiği...
Seviye ne kadar düşerse, ilginin o kadar arttığı...
Bir virüs gibi yayıldılar içimize...
Hücre hücre ele geçirdiler...
Artık gazetelerde onlar var, televizyonlarda onlar var, federasyonlarda onlar var ve malesef karar merciilerinde onlar var.
Nereye dönsen, onları görüyorsun.
Nereye gitsen, onlar...
Aynalarla dolu bir odaya girmişsiniz sanki...
Nereye baksanız, gözünüzün içine giriyorlar.
Bavullarla evraklar getirdiler bir zamanlar, A’dan Z’ye, büyük bir kitleye hayatı zehir ettiler. “Ben ne dersem, o olur” diyecek kadar hadsizdiler, hadlerini bildirdiler.
Ağzından çıkan her cümlede hakaret vardı bir muhteremin de... Bir gün Din Adamı’ydı, bir gün ‘Siyaset Profesörü’... Bir gün ‘Magazin’e takılıyordu, bir gün ‘Futbol’a... “Seni mahvederim” diyordu alenen, “Seni aldırtırım” falan... Hasbelkader arkasında bulduğu güç, zehirlemişti. Sınır kabul etmiyordu artık; her yer O’nundu! Ve ahlâksızca bir benzetme yaptı, haddi bildirildi.
Onlardan daha çok var.
Ve eminim ki, geldikleri gibi gidecekler. Çünkü hak ederek burada değiller, tırnaklarıyla kazıya kazıya gelmediler ve o nedenle şu an bulundukları yerin kıymetini bilemiyorlar, hakkını veremiyorlar.
Hâl böyleyken, Aykut Kocaman’ın bağırmadan çağırmadan, bir ûslup çerçevesinde meramını anlatmaya çalıştığı sözlere, küfür kafir karşılık veriyorlar.
Ben, (Sözlerine katılıp katılmamak hiç de önemli değil. Sadece tavrından bahsediyorum) Aykut Kocaman gibilerin artmasını isterim. En azından bir tık yukarı çıkar seviyemiz. Kavga etmeden uzlaşmayı, konuşmayı becerebiliriz.
Karar sizlerde sevgili okuyucular... Kimin vitrinde kalmasını istiyorsanız, ona göre davranacaksınız. Eskilerden bir deyişle bitirelim;
Sesini değil, sözünü yükselt... Zambaklar yağmurlarla büyür, gök gürültüsüyle değil...
‘’'Biz bize yeteriz'‘’
Tarihin en büyük direnişiydi... Polis, “Bunlar bunlar bunlar yaptı, elimizde onlarca belge, kanıt var” diyordu. Savcı, “İşte bunlar suçlu, kesin cezayı” diyordu. Hakim, “Polis belge var diyor, savcı kesin cezayı diyor. Bu durumda bana düşen de gereğini yapmaktır” hükmünü veriyordu.
Çoluğu, çocuğu... İhtiyarı, delikanlısı... Kadını, erkeği... Başörtülüsü, mini eteklisi... Cübbelisi, ceketlisi... Sokaklara döküldüler. Adına ‘Büyük Yürüyüş’ dediler. Bağdat’ta yürüdüler, Taksim’de yürüdüler, Boğaz Köprüsü’nde yürüdüler. O polisler ‘yürüme’ dedikçe, onlar bir çoğalarak yürüdüler. İçeriden Aziz Yıldırım’ın sesi yankılanıyordu: “Ne şikesi! Memleket elden gidiyor...” Dışarıdan Ali Koç’un çığlığı duyuluyordu: “Biz şike yapmadık...”
Çoluğu, çocuğu... İhtiyarı, delikanlısı... Kadını, erkeği... Başörtülüsü, mini eteklisi... Cübbelisi, ceketlisi... Aziz Yıldırım’ı, Ali Koç’u... Hep birlikte başardılar... Bir 3 Temmuz’da başlayan karanlık dönemi, bir 15 Temmuz’da aydınlığa çıkarttılar.
Ve sadece bir kaç yıl sonra... Bir Ocak günü... Bir koltuk için, bir kürsüde birbirlerine girdiler. O karanlık günlerde; o polislerin, o savcıların; o hakimlerin; kendilerine yaptığı gibi hem de... Belaltı vurarak başladılar kavgaya... Mayıs’taki kongreye kadar, yeni bir ‘3 Temmuz’u yaşayacak belli ki Fenerbahçe... Ve bu kez, bu tiyatroda, o kötü insanlar oynamayacak. Başrollerde, o kötü insanları omuz omuza vererek deviren başrol oyuncuları var!
Ve “Fenerbahçe şampiyon olacak mı” diye soruyor halen Fenerbahçeliler... Olamaz sevgili Fenerbahçeliler... Bakın tarihe; omuz omuza vermediğiniz hangi gün, başardınız ki siz! O sloganı gerçek yapıyor ceketlileriniz; “Biz bize yeteriz. Çünkü Fenerbahçeyiz...” Hakikaten başka düşmana gerek yok, birbirlerine yetecekler belli ki!
‘’Propaganda!‘’
Joseph Goebbels... Tarihin gelmiş geçmiş en büyük ruh hastalarından biri olan Adolf Hitler’in Propaganda Uzmanı’ydı. O, sapık hareketin büyümesini sağlayan adamdı.. Ve en çok şunları savunurdu;
-Bir şeyi ne kadar uzun süre tekrarlarsanız, insanlar ona o kadar fazla inanırlar.
-Bir insana yalan olsa bile bir söylemi sürekli tekrarlarsanız, o söylemin nereden geldiğini unutacak ve kendi fikri gibi benimseyerek savunacaktır.
-Söylediğiniz yalan ne kadar büyük olursa o kadar etkili olur ve insanların o yalana inanıp kendilerini adamaları o kadar kolaylaşır. Çünkü herkes büyük bir şeyin parçası olma fikrine bayılır.
-Halkı her zaman ateşlemelisiniz, asla soğumalarına ve düşünmelerine izin vermeyin.
-Hatalı olduğunuzu ya da yanlış yaptığınızı asla kabul etmeyin, asla rakibinizin üstün bir yanı olduğunu kabul etmeyin, asla kendinizden ve taraftarlarınızdan başkalarına serbest hareket alanı bırakmayın. Asla kabahat ve suç üstlenmeyin, sadece bir rakibinize odaklanın ve kötü giden her şeyin suçunu onun üzerine yıkın.
-Kimin haklı olduğu değil, kimin sesinin daha gür çıktığı önemlidir. İlk sözü kim ne kadar güçlü ve bağırarak söylerse, o kazanır.
-Önemli olan aydınlar değil kitlelerdir. Çünkü kitleleri kandırmak, her zaman çok daha kolaydır.
Bugün kimi Fenerbahçeliler’in Aykut Kocaman’a... Bugün kimi Galatasaraylılar’ın Fatih Terim’e... Bugün kimilerinin Cüneyt Çakır’a... Yaptığı şeyin, yukarıdaki propagandadan hiç bir farkı yok aslında.
Aykut Kocaman, hem futbolcu hem teknik adam olarak şampiyonluk yaşamış-yaşatmış Fenerbahçe’ye... Fatih Terim, 1996’dan 2018’e kadar kazanılan son 9 şampiyonluğun 6’sında teknik direktörü Galatasaray’ın... Ve Cüneyt Çakır... Tarihte Dünya’da yönetmediği final kalmamış tek hakemimiz...
Siz siz olun; propagandalara değil, icraatlara bakın. Unutmayın; Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz...
‘’2018'e girerken‘’
Şehrin gürültüsünden uzaklara kaçmıştı. Doğayla başbaşa bir hayatın, yaratıcılığına katkı sağlayacağını düşünüyordu.
Haklı da çıktı. Köyde yaptığı olağanüstü resimler, tablolar; kariyerine büyük katkı sağlıyor, bu arada çok büyük fiyatlara da satılıyordu.
Ressamın kazandığı parayı öğrenen fakir bir köylü; bir gün kapısını çaldı:
- “Yırtık pırtık giyiniyorsun ama duydum ki durumun çok iyiymiş. Neden kimseye yardım etmiyorsun. Bak, fırıncı her gün fakirlere ekmek dağıtıyor. Kasap her gün olmasa bile, ara sıra et veriyor bizlere. Fakat senin kimseye beş kuruş katkın yok!”
Gülümsedi ressam; “Haklısın” der gibi kafasını salladı, ama konuşmadı.
Bu durum, köylüyü iyiden iyiye çılgına çevirmişti.
Artık sadece kendi düşündükleriyle yetinmiyor; köy odasında ihtiyarlara, köy okulunda çocuklara, hatta çeşme başında kadınlara ressamı kötülüyordu. ‘Kara propaganda’ az da olsa hedefe ulaşmıştı. Köyde, ressama iyi gözle bakmayan çok ciddi bir kitle oluşmuştu.
Tam da bu sırada birdenbire fenelaştı ressam... Hastane desen yok, doktor desen yok, hemşire desen yok...
Yapayalnız son nefesini verdi ressam.. Ve köy mezarlığının yanındaki boşluğa gömüldü.
Ressam öldü, köyde değişimler başladı; Mesela fırıncı ekmek dağıtmıyordu artık... Kasap da et vermiyordu fakir-fukaraya... ‘İhtiyar Heyeti’ gitti ve sordu kasap ile fırıncıya; “Neden kestiniz yardımlarınızı?”
İkisi de aynı cevabı t: “Merhum ressam, her ay başı bize gelir ve hatırı sayılır bir para verirdi. Biz de bu para karşılığında fakirlere ekmek ve et dağıtırdık. Fakat o öldü gitti ve bizim de kendi başımıza böyle destek verecek bir gücümüz yok.”
Ön yargıyı parçalamak, atomu parçalamaktan zordur; derler ya...
Kesinlikle doğru...
Fakir fukaraya yardım eden, fakat bunun bilinmesini asla istemeyen bir ‘Ressam’ olmak elinizde...
O ressamın sırrını, öldükten sonra bile sorulmadıkça söylemeyen ‘fırıncı-kasap’ olmak da...
Sadece dış görünüşüne bakarak insanları yargılayan o ‘fakir köylü’ olmak da sizin elinizde...
Bu hikayenin size vereceği ilhamla bakın bir kez daha etrafınıza...
Ne kadar çok insanın hakkını yediniz belki de...
Ya da ne kadar çok değer vermişsinizdir beş para etmez birine...
Kimbilir?
(NOT: 2018 zamların maaşlarımıza yapıldığı (!), yüzlerimizin hep güldüğü, mutluluk komasına gireceğimiz günler getirsin hepimize... Saygı ve seygilerimle...)
‘’Terim neden gidiyor!‘’
Henüz yeni evlenmişti, fakat evlilik hiç de ona göre değildi. Çocukluk aşkına, babasına koştu genç kız ve sorunlarından bahsetti, onların üstünden gelemediğini söyledi.
Ünlü bir aşçı olan baba, yılların tecrübesiyle, kızına hayatı anlattı. Ocağa eşit büyüklükte üç kap ve içlerine yine eşit seviyede su koydu. Üstelik ocağın altını da eşit seviyede açtı. Kaplardan birine havuç, diğerine yumurta, sonuncusuna ise bir avuç çekilmemiş kahve koydu. Üçünü de 20 dakika pişirdi. Ardından üç kaptaki malzemeleri üç ayrı tabağa boşalttı ve kızına sordu: “Söyle bakalım, ne görüyorsun?” Kız, gayet kendinden emin bir ifadeyle cevap verdi: “Havuç, yumurta ve kahve...” Baba, sözü aldı: “Bak kızım... Hepsi aynı kapta, aynı seviyedeki suda ve aynı ateşte pişti. Havuç başlangıçta taş gibi sertti, güçlüydü; ama kaynatılınca yumuşadı, güçsüzleşti, çözüldü. Yumurta başlangıçta çok kırılgandı, hafifçe dokunsan çatlayabilirdi; ama kaynatılınca içi sertleşti, hatta katılaştı. Bir avuç çekilmemiş kahveyi de gördün. Küçük taş taneleri gibiydiler. Fakat bu süre içinde ısındılar, gevşediler ve içinde oldukları suya yayıldılar. Sonuçta işte böyle, mükemmel bir sıvıya dönüştüler...” ‘Söyle bakalım kızım, sen hangisisin? Zorluklarla karşılaştığın zaman nasıl tepki gösteriyorsun? Havuç gibi problemlere rast gelince çözülüyor musun, benliğini koruyamıyor musun? Yumurta gibi katılaşıyor, başta kendin olmak üzere kimseye faydan dokunmuyor mu? Kahve gibi kendini bitirmek uğruna, kendini ateşe atma pahasına diğer insanlara mutluluk veren, huzur veren, ağızlarına lezzet veren bir sevgi kaynağı mısın? Önce bunun kararını vereceksin.’
Hayat akarken, hayata bakış açınız, sıkıntılara karşı duruşunuzu belirler.
Galatasaray Yönetimi, camiası, taraftarı artık bir karar vermek zorunda... Aynı kulüp, aynı yönetim, aynı camia, aynı taraftar... Değişen tek şey, sürekli gelen-giden futbolcular ve sürekli giden ve hep gelen sadece bir teknik adam... Fatih Terim sadece Galatasaray için değil, Türkiye için de büyük bir değer... Bugüne kadar neler yaptıkları ortada... Tartışmaya gerek yok, müzeler, onun kazandırdığı kupalarla dolu... Bunları kimse inkâr edemez. Fakat şunu da kabul etmek gerek: Fatih Terim; her gelenin tepesinde ‘Demoklesin kılıcı’ gibi duracaksa... Galatasaray taraftarı, her kötü sonucun ardından onun adını bağıracaksa... Galatasaray Yönetimi, tribünler her istediğinde onu göreve getirecekse... Neden yeni teknik adamlar getiriyorsunuz ki? Neden Fatih Terim ile ayrılıklar yaşıyorsunuz ki?
Kim havuç, kim yumurta, kim çekilmemiş kahvedir sizce Sarı-Kırmızılı bu denklemde?
‘’Bu puan cetveli de suni!‘’
Tarih; 16 Ekim 2017... Aykut Kocaman şunları söylemişti: “İki taraf açısından da bakıldığı zaman suni bir puan farkı var şu an. Kapasiteleri şimdi göreceğiz. Galatasaray, ligi büyük ihtimalle üstte bitirecek 4 takımla oynayacak. Aynı şekilde giderlerse saygı duyacağız. Galatasaray’ı kötüleme niyetinde değilim. Normalde puan ortalamaları 5- 6 hafta sonra kendi seyrini bulacaktır.”
Kocaman bunları söylediğinde ligin henüz 8. haftası geride kalmıştı. Ve Fenerbahçe; Trabzonspor ile berabere kalmış, Başakşehir’e kaybetmiş, Beşiktaş’ı yenmiş, Galatasaray derbisini bekliyordu. Galatasaray ise 7 galibiyet 1 beraberlik ile namağluptu. 22 puanla Lider’di.. Ve Fenerbahçe’den tam 8 puan öndeydi.
Kocaman’ın bu sözleri; kamuoyunu ikiye böldü. “Haklı” diyenler de vardı, “Galatasaray’ın emeğine saygısızlık” diyenler de... Ben, yeteri kadar tecrübesi varolan bir futbol adamının ‘öngörüsü’ olarak değerlendirmiştim.
O konuşmanın ardından ne oldu? Galatasaray; Kocaman’ın “Üstte olacak 4 takım” dediği Fenerbahçe ile berabere kaldı, Başakşehir’e (5-1), Beşiktaş’a (3-0) ve Trabzonspor’a (2-1) kaybetti. 7 galibiyet 1 beraberlik ile girmişti sezona; 3 galibiyet, 1 beraberlik, 3 mağlubiyet ile devam etti. O konuşmanın yapıldığı güne kadar 8 haftada 2 puan yitirmişti; o günden bu yana 7 haftada 11 puan kaybetti. Peki ya Fenerbahçe ne yaptı bu süreçte? Galatasaray, Kayserispor ve Osmanlıspor ile yenişemedi. Ardından 4 maçta 12 puan topladı. 4 galibiyet, 2 beraberlik, 2 mağlubiyet ile girmişti sezona; 3 beraberlik, 4 galibiyet ile devam etti. (Kayseri ve Osmanlıspor’dan uzatma dakikalarında golleri yemese, şu an 4 puan fazlasını da kazanmış olacaktı üstelik...)
Bir öngörüde de ben bulunayım: Bu puan cetveli de suni... 2. yarının son periyodunda bizi çok daha başka bir sıralama karşılıyor olacak! Bekleyecek ve göreceğiz...
‘’Dönme dolap!‘’
Tito Villanova... Gerardo Martino... Ernesto Valverde... Kim bu adamlar? İnternete bakmadan cevap vermeye kalksak, kaçımız ‘şak’ diye cevap verebilir bu soruya? Messi, İniesta, Busquets, Suarez, Pique, Mascherano, Rakitic ve bir sürü daha yıldızı var ya... Hepinizin bildiği gibi Barcelona’dan bahsediyorum. Yukarıda ‘kim’ diye sorduğum adamlar da; işte bu yıldızlardan oluşan Barcelona’nın son 6 yıldaki bazı teknik direktörleri...
Koskoca Barcelona, futbolcu yetiştirir gibi, teknik adam yetiştiriyor. Bizler adını sanını bilmiyoruz ama; o yıldızların çocukluğunda, Tito’nun, Valverde’nin dokunuşları var.
Örnekleri çoğaltmak mümkün aslında... Julian Nagelsmann mesela... 28 yaşında, Bundesliga’da bir takımını teslim ettiler ona... Peter Bozs... Borussia Dortmund ona emanet... Hani ‘stajyer’ demiştik biz! Joachim Löw; Almanya’yı Dünya Şampiyonu yaptı. Hani ‘Yeniköy Kasabı’ demiştik biz! Del Bosque; İspanya’yı Dünya Şampiyonu yaptı. Dönün Türkiye’ye... Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş, Trabzonspor ya da herhangi bir kulübümüze bakın... Bir kaç kötü sonuç, yarışta biraz geride kaldıkları anda, gönderiyorlar eldeki teknik adamlarını... Sonrasında topu topu 10 kişiden oluşan bir teknik direktör listesi var elimizde... Dönüp dolaşıp onları getiriyorlar göreve... Dönme dolap gibi! Dibe iniyorsun, zirveye çıkıyorsun. Ama sonuçta hep aynı yörüngede dolaşıp duruyorsun!
Kıssadan hisse...
Gelecekte çok önemli bir siyasetçi olacak delikanlı, yıllar öncesinde; yaşlı bir çiftçiden 500 liraya eşek satın alır. Parayı alan çiftçi, eşeği sabah teslim edecektir. Ertesi sabah olur, eşek ölmüştür. Çiftçi, genci karşısına alır; “Oğlum eşek dün gece öldü, paranla da borçlarımı ödedim” der. Genç, ölse bile eşeği ister. Ahırında eşeğin ölüsü dururken; ahırın önünde ‘tombala’ düzenler. Her kartı sadece 10 liraya satar. 10 liraya bir eşek, gayet iyi bir ticarettir! Rekor katılım sağlanır ve tam 500 kart satar genç adam... Aylar sonra çiftçi ile genç karşılaşır. İhtiyar “Ne yaptın” sorusunu yöneltince; genç şu yanıtı verir: “Kartı 10 liradan tombala düzenledim. 500 kart sattım, 5 bin lira kazandım!” Çiftçi; “Peki, ölü olduğunu görünce kızmadılar mı?” diye ikinci bir soru yöneltir. Genç yanıtlar: “Yok be amca! Sadece tombalayı kazanan şarladı, ona da 10 lirasına karşılık 20 lira verdim, sevindi!” Ölü eşeğin sırtından büyük servet edinen genç, büyür, büyük siyasetçi olur.. Ve eşeklerin sırtından para kazanmaya devam eder!









































