Arama

Popüler aramalar

‘’Bu formanın içinde böyle yürekli adamlar görmeyeli çok olmuştu‘’

Usulca kalktım yerimden, koşar adımlarla attım kendimi koridora... Ağlıyordum! Sevinç mi, gurur mu, hüzün mü, öfke mi bilemedim, gözlerimden süzülen yaşların nedenini... Çünkü ‘diğerleri’ yüzünden öylesine körelmiş ki ruhumuz, öylesine birbirine girmiş ki duygularımız.

Gol atmıştık ve ben ağlıyordum. Mutluluk gözyaşları denen şey, tam da buymuş meğerse. Saha kenarındaki sevinci görmeliydiniz bir de, antrenörler de oyuncular da benim gibiydi. Gülerken ağlıyorlardı ya da ağlarken gülüyorlardı. Hepsi gerçekti. Akan gözyaşları da, gülen gözler de, inaçla gökyüzüne kalkan yumruklar da...

Bütün duygular masumdu; haram karışmamış içine, analarının ak sütü gibi helal...

İsimlerini bile bilmediğim geldi aklıma. Bir yandan kızdım kendime, bir yandan utandım, yüzüme tükürmek istedim. Bu formanın içinde, böylesine büyük yürekli adamları görmeyeli de hayli uzun zaman olmuştu ya; Kendimi böyle teselli ettim!

Teşekkürler Selim, Fatih, Feyyaz, Osman, Serkan, Barış, Fatih... Teşekkürler Rahmi, Ömer, Mehmet, Kemal, Muhammet, Alican... Teşekkürler arkadaşlar; attığınız goller, kazandığınız maçlar, şampiyonluğunuz için değil teşekkür nedenim. Bana yeniden Milli Takım’ı sevdirdiniz ya; Allah sizden razı olsun.

10 Ekim 2017, Salı 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Şeytan üçgeni!‘’

Tarih; 10 Ağustos 2002... Sezonun henüz ilk haftası... Beşiktaş, 100. Yılı’nın ilk resmi maçında, Bursaspor’a konuk oluyor... Merkez Hakem Kurulu, FIFA kokartlı Metin Tokat’ı görevlendiriyor. Maç 2-2 sona eriyor.
O dönem Beşiktaş Başkan Yardımcısı olan Yıldırım Demirören; maçın ardından isyan ediyor: “Hırsız... Puanımızı çaldı...”
Bahsettiği kişi, Metin Tokat!
Aynı zamanda Hakemler Derneği Başkanlığı görevini de yapan Metin Tokat; kişilik haklarına saldırdığı gerekçesiyle Yıldırım Demirören’i mahkemeye veriyor ve 50 bin TL’lik tazminat davası açıyor.
Tokat; bu davayla yetinmiyor. Türkiye Futbol Federasyonu Hukuk Kurulu’na da Yıldırım Demirören’in cezalandırılması konusunda talepte bulunuyor.
Bu esnada İstanbullu hakemler de Tokat’ın yanında duruyor. O güne kadar antrenman için kullandıkları İnönü Stadı’nı terk ediyorlar ve idman için Kasımpaşa Stadı’nı kullanmaya başlıyorlar...

TFF Hukuk Kurulu, Yıldırım Demirören’i suçlu buluyor ve 15 gün hak mahrumiyeti cezası veriyor. Dönemin TFF Başkanı Haluk Ulusoy ise Metin Tokat’tan açtığı hakaret davasını geri almasını istiyor. Metin Tokat, “Ben, Hakem Derneği Başkanı olarak bir camiayı temsil ediyorum, davamdan vazgeçmem mümkün değil” yanıtını veriyor.
Tarih 1 Ocak 2003... Ulusoy’un halen başkanlığını yaptığı TFF; davasını geri almayan Metin Tokat’ın FIFA kokartını söküyor. Tokat’ın 23 Nisan 2004’te Hakem Derneği Başkanlığı’na tekrar aday olması engelleniyor. Mart ayında ise mahkeme sonuçlanıyor ve Tokat hem hakaret davasını hem de 50 bin TL’lik tazminatı kazanıyor.
Tokat hakemliği bıraktığı 22 Ocak 2006’daki son maçına kadar; bir daha Beşiktaş maçına çıkamıyor. Hakemliği bıraktığı gün ise şu açıklamayı yapıyor:
“Türk hakemliğine en çok zarar veren kişiler Bülent Yavuz ve Haluk Ulusoy’dur...”
Hakemliği bıraktıktan sonra Milliyet gazetesinde yazmaya başlıyor Tokat... Fakat Milliyet’in Demirören grubuna geçmesiyle Milliyet’teki yazılarına da son veriliyor.
Metin Tokat; Yıldırım Demirören’le girdiği polemik ve hukuki süreci sonucunda;
Önce FIFA kokartını... Sonra Hakemler Derneği Genel Başkanlığı’nı... Ardından hakemliğini...
En nihayetinde de Milliyet gazetesindeki yorumculuk işini kaybediyor.

Tarih; BUGÜN...
Yıldırım Demirören, Türkiye Futbol Fedarasyonu Başkanı...
Metin Tokat; Merkez Hakem Kurulu Üyesi...
Bülent Yavuz; TFF Başkan ve Yönetim Kurulu Danışmanı...

Siz halâ “Ali Palabıyık beni yaktı”, “Bülent Yıldırım seni çarptı” diyorsunuz.
Pes!

04 Ekim 2017, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Tedavi şart!‘’

Bunalıma giren rahip, doktora gider. Rahibi dikkatle dinleyen doktor, şunu önerir: - Bir kaç gün için, üzerindeki bu elbiseleri çıkart. Yıllardır yaşadığın hayattan da bir kaç günlüğüne vazgeç. Farklı kıyafetler giy. Farklı bir şehre git. Farklı ortamlara gir ve farklı bir hayat yaşa...

İç, eğlen, keyfince günler geçir. Göreceksin ki iyi gelecek. İlk etapta rahip için kabul edemeyeceği bir tedavi yöntemidir bu... Fakat mecbur, kabul eder. Bir kot giyer altına, üzerine sıradan bir tişört geçirir. Çıkar sokağa, artık herkes gibidir. Düzenli olarak kiliseye gelenler bile onu tanıyamaz. Atlar uçağa, bir başka kente gider. Gününü gün eder. Lüks restoranlarda güzel yemekler yer. En iyi salonlarda ödüllü filmler izler. Müzikallere gider. İzni bitmektedir, iyi bir final yapmak ister ve üstsüzler barına gider. Masaya oturur, karşısındaki garsona el sallar. Üstü çırıpçıplak, altında sadece mayosu olan, çok güzel bir sarışındır garson. Rahibin yanına yaklaşır ve sorar: - Ne içersiniz muhterem peder! Rahip şaşkına döner ve sadece ‘sus’ işareti yaparken, ağzından şu cümle çıkar: - Benim rahip olduğumu nereden anladınız? Garson kadın cevaplar: - Panik yapmayın peder! Benim; rahibe Teresa... Sanırım aynı doktora gidiyoruz!

Bizde pederler, rahipler, rahibeler yok belki ama... Sıkıntı aynı! Türk Futbolu’nu yönetenlerin de gerçek anlamda bir tedaviye ihtiyacı var.

Baksanıza... Türkiye Futbol Direktörü’nüz (eski) restoran basıyor... Türkiye Milli Takımı Kaptanınız gazeteciye saldırıyor... Türkiye Milli Takım Teknik Direktörünüz (yeni), kadroyu seçerken bir oyuncuyu listeye almayı unutuyor! Bir yönetici, evladı yaşındaki bir futbolcunun özel hayatını delik deşik ediyor. Bir güvenlik görevlisi, 5 yaşındaki iki çocuğun formasını çıkarttırıyor. Bir teknik adam, oğlu yaşındaki bir hakemin annesine küfrediyor. Bir futbolcu, sıfır temasla kendini yere atıyor, bir de sakatlanıyor! Vesaire, vesaire, vesaire...

Yıllar önce spor alanında uzman bir psikolog ile röportaj yapmıştım. Bir çok futbolcu da hastasıydı. O psikoloğa, “Başkanlar size hiç geliyor mu” diye sormuştum. “Gelseler böyle olurlar mı?” cevabını vermişti. Fakat bir de ekleme yapmıştı: “Tedavi edebilir miyim, bilmiyorum.”

Şu net; Türk Futbolu’nun da tepeden tırnağa bir tedaviye ihtiyacı var. Sorun doktoru bulmakta! Çünkü şu an tedavi görmesi gerekenler, doktor koltuğunda oturuyorlar.

27 Eylül 2017, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yaratıklar yok edilmeli‘’

TT Arena’da bir Fenerbahçeli...
Saracoğlu’nda bir Galatasaraylı...
İnönü’de bir Bursalı...
Bursa Atatürk’te bir Beşiktaşlı...
Avni Aker’de bir Rizeli...
Rize’de bir Trabzonlu...
Görseler ne yaparlar?
Lütfen bu soruya bireysel düşüncelerinizle değil, genel açıdan, içinde yaşadığınız topluma bakarak bir cevap verin... Ve elbette dürüstçe...

Şundan eminim; bir küçücük çocuğun giydiği formanın renkleri, bir çoğunuzu rahatsız etmez.
Fakat şundan da eminim; öyle bir azınlık var ki aramızda, o küçücük çocuğa saldırmaları için forma giymesini bile beklemez.

6222 denilen kanun, işte bu yaratıkları bizlerden, yani insanlardan ayırt etmek için çıkartıldı.
Fakat mikroplar nasıl ki kendilerini öldürecek ilaçlara karşı bir savunma mekanizması geliştirir ve mutasyona uğrarlarsa; bu yaratıklar da bu kanun karşısında mutasyona uğramış gibiler.
Ayıklanmıyorlar bir türlü...
Onlar yine statlarda, salonlarda, sokaklarda, kaldırımlarda, hep aramızdalar.
Girdikleri her ortamı kirletmeye, hayatı bize zehir etmeye devam ediyorlar.

Yanlış anlamayın lütfen...
Mesele; Başakşehir-Trabzonspor maçında, iki küçük Trabzonspor formalı çocuğa yapılan zulüm değil. Çünkü hepimiz biliyoruz ki; ne Göksel Gümüşdağ, ne Abdullah Avcı, ne Başakşehirli futbolcular, ne de Başakşehirli taraftarlar mutludur bu rezalet nedeniyle... Aksine, o an görseler, müdahele eder ve izin vermezlerdi zaten...
Çözüm de; o güvenlik görevlisini işten çıkartmak ya da o güvenlik firması ile olan iş akdini feshetmek değil.

Mesele, zihniyet... Mesele, samimiyet...
Çözüm; büyük fotoğrafı görebilmek...
Çözüm; sinekleri öldürmek değil, bataklığı kurutabilmek...

Güçlü bir iktidar... Gözünü karartmış bir spor bakanı... İş bilen bir Futbol Federasyonu Başkanı...
Bu yaratıkların esiri olmamış kulüp başkanları... Bu yaratıkları beslemeyip yok etmeyi kafasına koymuş yöneticiler.. Ve bu kanunları adam gibi uygulamasına izin verebileceğimiz kolluk kuvvetleri...

3 gün sürer sadece...
İtlaf etmek bu yaratıkları...

Devlet yöneticileri, siyasiler, spor insanları, kolluk kuvvetleri...
Siz yeter ki, şu soruya yanıt verin;
Var mısınız, yok musunuz!
Ve..
Ne kadar samimisiniz?

20 Eylül 2017, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yetenek-para takası‘’

James Dimon... Dünyanın en büyük finans şirketlerinden J.P. Morgan’ın CEO’su... Bir gün, ‘zengin koca avcısı’ olduğunu itiraf eden genç bir kızdan şu maili alır:

“Sayın Morgan; Dürüst olacağım. 25 yaşındayım. Çok güzelim, iyi bir stilim var. Yıllık geliri en az 500 bin dolar olan bir adamla evlenmek istiyorum. Aç gözlü olduğumu düşünebilirsiniz, fakat New York’ta yıllık geliri 1 milyon dolar olan insanlar orta sınıf sayılıyor. Çok şey istemiyorum. Sizin sitenizde yıllık geliri 500 bin dolar olan biri var mı? Hepiniz evli misiniz? Sizin gibi zengin insanlarla evlenmek için ne yapmam gerek? Zengin bekarlar nerede takılır? Çoğu zenginin eşleri neden ortalama güzellikte? Kimin karınız, kimin sevgiliniz olabileceğine nasıl karar veriyorsunuz? Saygılarımla...”

Dimon şu cevabı verir: “Lütfen profesyonel bir yatırımcı olarak durumunuzu analiz etmeme izin verin. Bir iş adamı gözünden bakarsak, sizinle evlenmek kötü bir fikir. Nedeni ise çok basit. Yapmaya çalıştığınız şey ‘güzellik’ ile ‘para’ ikilisini takas etmek. Fakat burada ölümcül bir problem var; sizin güzelliğiniz kaybolacak, ama benim param iyi bir sebep olmadıkça tükenmeyecek. Hatta benim gelirim yıldan yıla artabilir, ancak siz yıldan yıla güzelleşemezsiniz. Wall Street’te kullandığımız bir terimden yola çıkarsak, sizin için ‘takas pozisyonu’ diyebiliriz, ‘satın al ve bekle’ değil. Sizi satın almak iyi bir fikir değil, bu sebeple kiralamayı tercih ederim. Çünkü alışveriş değeri düşen bir şeyi uzun süre elde tutmak hiç de akıllıca değildir. Şüphesiz; aynı şey sizin istediğiniz evlilik için de geçerli. Yazdıklarım size zalimce geliyorsa bir de şöyle düşünün; tüm paramı kaybetseydim, beni terk etmez miydiniz?”

★ Kıssadan hisse... Futbolcu kardeşlerim... Kulüpler ile sizin aranızdaki ilişki de böyle aslında... Sizler ‘yetenek’ ile ‘para’ ikilisini takas ediyorsunuz. Yeteneğiniz baki, ama bir gün gücünüz, dolayısıyla futbol hayatınız bitecek. Fakat bütün kulüpler yıllar geçtikçe daha da büyüyecek. Hepi topu 15 yıllık meslek hayatınız var. Bugün genç ve popüler iken yanınızda olan medyatikler, yaşınız ilerledikçe bir bir ayrılabilir yanınızdan. Para değil, insan biriktirin bu nedenle... Bedeninize, ruhunuza yatırım yapın. Ailenize değer verin, hiç tanımasanız bile sizi sevenlere, onları sevdiğinizi gösterin.

★ Dimon’un son sözleri şimdi gelsin isterseniz: “Yılda 500 bin dolar kazanan o zengin siz olabilirsiniz. Zira o kadar parayı kazanmak, zengin bir aptal bulabilme ihtimalinizden daha yüksek!”

13 Eylül 2017, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Oğuzhan beni döv!‘’

Zaandam’da doğdu. AZ Alkmaar’da futbola başladı. Bir Türk olmasına karşın Hollanda Genç Milli Takımları’nda kaptanlık yaptı. 16 yaşındayken, Arsene Wenger’in takımı Arsenal’e transfer oldu. Arsenal U18 takımında forma giydi. A Takım ile idmanlara çıktı. Arsenal U21 takımında düzenli forma giyerken... 2012’de Beşiktaş’a transfer oldu.
Aslen Trabzon’luydu, vatansever bir gurbetçi ailenin çocuğuydu. Alt yaşlarda Hollanda adına sahaya çıksa da; A Takımlar seviyesinde hiç düşünmedi; ‘Türkiye’ dedi.
Avrupa’da doğmuş büyümüş; futbol eğitimini Arsenal’de almış bir gurbetçi çocuğunun, Türkiye’ye adaptasyonu elbette kolay olmadı. Sıkıntılar da çekti elbette, ama pes edenlerden olmadı. Ve sonuç...

Onun kaptanı olduğu Beşiktaş, 2 yıldır Süper Lig’in şampiyonu... Avrupa’da yıllar sonra konuşulabilecek galibiyetlere, geri dönüşlere imza atıyor. Gencecik yaşta koluna taktığı pazubandın hakkını sonuna kadar veriyor. Ve çoğu alanda olduğu gibi, futbolda da değişmeyen kural işlemeye başlıyor: Başarılıysan, cezalandırılırsın!

26 yaşındasın. Artık ergen değilsin, biliyorum! Fakat, burası Hollanda değil Oğuzhan kardeşim! Yani iyi futbolcu olduğun için Hollanda’da seni bir Türk olarak kaptan yaparlar ama; Türkiye’de Türkiye Milli Takımı’nın vazgeçilmezi olmak istiyorsan, sadece iyi futbolcu olman yetmez asla!
Aklımın erdiğince öğütler vereceğim sana! Aşağıdakiler, kişisel fikirlerim değil, Türkiye’de yaşananların bir özetidir. Yani savunmam, savunamam yazdıklarımı!
Jübilene kadar Türkiye Milli Takımı’nda olmak istiyor musun? Cevabın ‘evet’ ise dikkatle oku canım kardeşim.

- İçine kapanık bir adamsın! Böyle olmaz... Yaşadığın malikanenin fotoğraflarını paylaş mesela! Zenginliğini herkese göster.
- 24 saat sosyal medyayı kullan. Su mu içiyorsun, tavla mı oynuyorsun, şort mu giyiyorsun. Göster bize. Yürü yani!
- Algı operasyonu diye bir şey var! Öğren!
- Dilim varmıyor, ama bir çoğuna yorumcu deniyor! Onlardan bul bir kaç tane... Ne yaparsan yap, seni destekleyecek türden olanlardan... Zorlanmazsın, çok var onlardan!
- Siyaset işin değil, biliyorum! Fakat siyasetçilerle fotoğraf çektir ve paylaş. Çok önemliymişsin gibi olur!
- Grup yap! Dur, dur! Yanlış anlama... Takım içinde grup kur demek istedim. Güçlü olursun, dokunamazlar!
- ‘Adamlık’ta özür dilemek yoktur, bunu sakın unutma! Ne yaparsan yap, özür dileme asla.
- Çok fitsin, futbolcu gibi! Olmaz... Biraz şişmanla, hafif bir göbek bırak.
- Bir gazeteci döv... Fedakârlığa hazırım! Döv beni! Davacı falan olmam yemin ederim. Benim dayak yemem teferruattır zaten, söz konusu Vatan’sa...

30 Ağustos 2017, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Volkan ıslıklanıyorsa...‘’

Tarih 6 Ağustos 2000... Sıfır lira bonservis bedeliyle Fenerbahçe’ye transfer oldu. Henüz 20 yaşındaydı. Rüştü Reçber, Oğuz Dağlaroğlu ve Recep Biler ile birlikte Fenerbahçe kalesini koruyacaktı. İçlerindeki en zayıf halkaydı, çünkü en son O gelmişti ve önünde Milli Takım’ın da vazgeçilmezi Rüştü vardı. İlk günlerinde bırakın kaleyi, kadroya bile giremedi. Tribünlerinden geldiği Fenerbahçe’de, ilk günlerini tribünde geçiriyordu yine. Fakat mutluydu; Çünkü Fenerbahçe O’nun için sadece para kazanacağı profesyonel bir kulüp değil, çocukluğundan beri tutkuyla bağlı olduğu Sarı-Lacivert bir sevdaydı. Sabır dolu günlerin ardından sıra O’na gelmişti. Kaleye bir geçti, bir daha da kimseye izin vermedi! Tam 464 kez giydi Çubuklu’yu... 84 kez de Ay-Yıldızlı forma altında mücadele etti.

3 Temmuz 2011’i yaşadı. Tam içindeydi büyük kaosun... Fenerbahçe’yi; sonrasında ‘terör örgütü’ ilan edilen FETÖ’nün, o günlerde yarattığı büyük baskı ve kumpasın içinden çıkartan bir avuç Fenerbahçeli’den biriydi. En önde Fenerbahçe taraftarı elbette... Sonrasında ise Ali Koç, Nihat Özdemir, Aykut Kocaman, Emre Belözoğlu ve O... Büyük savaşta en önde yürüyen isimlerdi. “Fenerbahçe küme düşürülecek” deniyordu. “Amatörde bile olsa Fenerbahçe’de kalacağım” dedi. O günlerde verilen bu büyük mücadele, belki de 15 Temmuz’daki destanın da ilk dizeleriydi.

16 Kasım 2014’ü yaşadı. Büyük haksızlığa uğradı. Üzerinde Kırmızı-Beyazlı forma varken, üzerinde Kırmızı-Beyaz forma olması gerekenler koro halinde; eşine, kızına küfrediyordu henüz ısınırken... Her baba gibi tahammül edemedi, soyunma odasına gitti. Oradan Türkiye Futbol Direktörü’nün özel arabası ve özel şoförüyle evine gönderildi. Özel arabasını O’na tahsis edenler; bir sonraki günden itibaren O’nu Milli Takım’a almadı; ‘vatan haini’ ilan edilmesine neden oldu. Oysa ki; 1 yaşındaki kızına küfredildiği için maça çıkmayan O’nu Milli Takım’dan aforoz edenler, yıllar sonra damadının ablasının yaşadığı iddia edilen küçük bir gerilim nedeniyle Alaçatı’da mekan basacaktı. Şimdilerde Milli Takım uçağında gazeteci boğazlayıp TFF Başkanı ve Türkiye Futbol Direktörü’ne küfür eden Arda Turan’a el açıp ‘geri dön’ diye ayağına gidenler; 16 Kasım 2014’ten bu yana O’nunla bir gün bile konuşmadılar.

Sıra şimdi sizde mi Fenerbahçe taraftarı! İki gollük mü sizin vefanız? İki kurtarışlık mı sizin sevginiz? İki maçlık mı sabrınız? İki beraberlik mi O’na verdiğiniz değer? Volkan Demirel, Kadıköy’de ıslıklanıyorsa... Fenerbahçe’de sorun büyük demektir. 3 Temmuz 2011’den 20 Ağustos 2017’ye gelindiyse... O terör örgütü amacına ulaşıyor demektir.

23 Ağustos 2017, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’En iyi Luce bilir!‘’

Yıl 2012. Fikret Orman yeni seçilmiş. UEFA’dan haber geliyor; Beşiktaş Avrupa’dan 1 yıl men ediliyor, 200 bin Euro da para cezası kesiliyor. Peki neden? Kulübün açıklaması şöyle: “Bir önceki Beşiktaş JK Yönetimi’nin 2011-2012 UEFA lisans başvurusuyla ilgili olarak yaptığı hatalı mali bilgilendirmelerden dolayı...” Bu cezaya neden olan, kimileri ‘evrakta sahtecilik’ dese de UEFA’nın ‘hatalı mali paylaşım’ dediği suçu işleyen ve Beşiktaş’ı Avrupa’dan 1 yıl men eden Beşiktaş Yönetimi’nin Başkanı kim? Yıldırım Demirören... Suçun karşılığı ceza olmalı, değil mi? Biz ödül olarak Türk Futbolu’nu yönetmesini talep ettik kendisinden...

Beşiktaş’a ceza aldıran Demirören, Alaçatı’daki kavga sonrası Fatih Terim’in ipini çekti. Pardon! Terim istifa etti. Ama ‘Del Bosque davasındaki mali uzmanlığıyla bilinen!’ Demirören, “Yapacak daha çok işimiz var” diyerek istifayı kabul etmedi, Terim’i kovdu. Aynı günlerde Dünya’da başka hiç teknik adam kalmamış gibi... Galatasaray’ın görüşmelerde bulunduğu Lucescu’ya gitti.. Ve ikna etti. Dedi ki, “Türk Futbolu’nu ondan iyi kim bilecek ki!” Aslına bakarsanız muhteşem bir teknik direktör Lucescu...

Zor şartlarda çalışabilir, kimsenin inanmadığı şampiyonlukları kazandırabilir. Bir taktik ustasıdır, bir futbol alimidir. Bunlara itiraz eden, taş olur! Tamam ama... “Türk Futbolu’nu en iyi o tanır” kısmına itirazım var. En son 2004’te Beşiktaş’ın başındaydı Lucescu. Tam 13 yıl önce. Bir ‘futbol ömrü’dür bu. Lucescu Türkiye’deyken; şu an çalıştıracağı Milli futbolcular kaç yaşında ve neredeydi? Babacan (15) Fenerbahçe, Onur (16) Karşıyaka. Harun (15) Menemen altyapısı. Çalık (10) Gençlerbirliği, Semih (13) Aliağa, Kaan (10) Schalke altyapısı. Caner (16) Manisa. Hasan Ali (15) Koblenz, Köybaşı (15) İskenderun, Şener (14) Borçka altyapısı. Gönül (19) Asaş, Topal (18) Dardanel...

Ozan (9), Oğuzhan (12) Alkmaar, Okay (10) Karşıyaka, Deniz (11) Enschedse Boys altyapısı. İnan (19) Dardanel’de. Olcay (17) Gladbach, Yunus (12) Kassel, Çolak (13) Atışalanı altyapısı. Berke (4), Çağlar (8), Enes (7), Akbaba (12), Yazıcı (7), Cengiz (7)... Futbol oynamıyorlar. Arda (17) Galatasaray altyapısı. Mor (7) Lyngby BK, Şen (17) Arabayatağı, Gürler (13) Sochaux altyapısında. Tosun (13) SV Raunheim, Burak (19) Antalya altyapısı.

Türkiye, Lucescu’nun bırakıp gittiği Türkiye değil... Lucescu da çiçeklerle uğurladığımız Lucescu değil. Malum, artık 72 yaşında! Romanya’daki röportajında, “Neden Türkiye” sorusuna verdiği yanıt şu: “Romanya’nın başarılı olması için uzun vadeli, genç ve hırslı bir teknik direktöre ihtiyaç var.” Lucescu, Romanya Milli Takımı’na Abdullah Avcı’yı öneriyor sanki! Ne kadar sevindirici değil mi?

16 Ağustos 2017, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI