Arama

Popüler aramalar

‘’Garip ama gerçek!‘’

Ligin en iyi hücum futbolunu kim oynuyor, diye sorsam; muhtemelen yüzde 80’imiz “Beşiktaş” yanıtını verir.

Fakat Beşiktaş’ın 13 haftada attığı gol sayısı 19... Küme düşme hattında yer alan, santrforları kim diye sorsam çoğunuzun bilemeyeceği Osmanlıspor kadar gol atmışlar. Lider Galatasaray’dan 10, ikinci sıradaki Başakşehir’den 5 gol daha az...

Beşiktaş, ilk 10 sıradaki takımların (Sadece 9. sıradaki Sivasspor ile eşit) hepsinden az gol atmış.

Ligin en kötü hücum futbolunu kim oynuyor, diye sorsam; muhtemelen yüzde 99’umuz “Fenerbahçe” yanıtını verir.

Fakat Fenerbahçe’nin 13 haftada attığı gol sayısı 26... Lider Galatarasay’dan 3 eksik; ikinci Başakşehir’den 2, dördüncü Beşiktaş’tan 7 fazla... Daha da açıkçası; Fenerbahçe, Galatasaray’dan sonra bu ligin en golcü takımı!

Ligin en iyi savunma futbolunu kim oynuyor, diye sorsam; muhtemelen yüzde 60’ımız Başakşehir der. Başakşehir 15 yemiş ilk 13 haftada... En iyi savunma ise, Beşiktaş’ta... 13 haftada 12 gol yemişler.

Spor kamuoyunun yerden yere vurduğu Fenerbahçe’nin 2 mağlubiyeti var. Tıpkı Galatasaray, Başakşehir ve Beşiktaş gibi! İlk 5’teki takımların tamamı, 2 yenilgili...

Farkı yaratan, galibiyet sayıları... 9 kez kazanan Galatasaray zirvede, 8 galibiyetli Başakşehir peşinde... Arkalarında 6’şar galibiyetli Fenerbahçe, Beşiktaş, Kayseri...

Eto’o, Nasri, Deniz, Maicon, Menez... Böyle bir hücum hattı olan takımın fark yaratmasını beklersiniz... Oysa ki maç başına 1 golle oynuyor Antalyaspor... Konya, Karabük ve Gençlerbirliği ile birlikte, ligin en kötü hücum performansına sahipler...

Yıllardır sadece Galatasaray’ı, Beşiktaş’ı, Fenerbahçe’yi ve Trabzonspor’u yazmaya, konuşmaya alıştığımız için bu sezon lig, hiç tahmin etmediğimiz şekilde ilerliyor. Çünkü artık ‘onlar’ ile ‘diğerleri’ arasındaki mesafe azaldı.

Hangi taraftar, “Rahat kazanırız” diye izleyebiliyor bir maçı?

Bakın; Lider Galatasaray, 14. sıradaki Antalyaspor’a puan kaybetti. Beşiktaş; lig sonuncusu Gençlerbirliği’ne mağlup oldu. Fenerbahçe; küme düşme hattındaki Osmanlıspor ile berabere kaldı. Trabzonspor; santrforunu aldığı Akhisar’a evinde farklı yenildi.

Peki kim şampiyon olur, kim küme düşer? Bu bilgiler ışığında tahmin zor! Rakamlar önemli, ama sonucu belirlemez. Tıpkı Alex Ferguson’un dediği gibi; İstatistik, mini etek gibidir! Çok şeyi gösterir, ama en merak edileni, asıl göstermesi gerekeni asla göstermez.

29 Kasım 2017, Çarşamba 06:00
YAZININ DEVAMI

‘’Havuz problemi‘’

İster özür deyin, ister düzeltme; Bunu yazmak boynumuzun borcu... Fakat haberin özünü de atlamayalım. Veliler arayıp hassasiyetlerini dile getirirken, Türkiye Yüzme Federasyonu’ndan ses çıkmıyor. Sayın Başkan, kim bu işleri yapamıyorsa, lütfen siz gereğini yapın.

Dün bu sütunlarda, Türkiye Yüzme Federasyonu ile ilgili bir haberimiz yayınlandı. Ana haberde, Sofya’ya giden 41 kişilik kafileye bir yönetici bile atanmadığı; gündüz saatlerinde havuzda harikalar yaratan çocuklarımızın akşam saatlerinde ise ‘casino’da görüntülendiği yazılıydı. Haber, beklendiği gibi büyük ses getirdi.
Hassas davranmaya çalıştık. Çünkü çocuklarımızın yaş durumu (17-18) bunu gerektiriyordu. Bu nedenle yazı işlerinde toplantı yaptık ve casino’da çekilen fotoğrafta çocuklarımızın yüzlerini buzladık. Tanınsınlar, ya da hedef olsunlar istemiyorduk. Bu nedenle isimlerini de yazmadık.
Haberde, TYF’nin bu kadar kalabalık bir kafileye bir yönetici atamamasının, maalesef böyle bir sonuca neden olduğunu yazdık.
Çünkü böylesi bir durumda, en az suçlanması gerekenler, elbette en önce çocuklarımız, sonrasında ise antrenörlerdi.
Çocuklarımız suçlanmamalı. Çünkü onların yaşları çok küçük. Doğruyu yanlışı ayırt edemeyebilirler. Casino’ya gidenlerin ruhlarındaki saflığı da biliyorduk. Çünkü böyle bir fotoğrafı çekmiş, sosyal ağlarda paylaşmış, altına bir de resimaltı eklemişlerdi! Yani yaptıklarının bir ‘hata’ olduğunun bile farkında değillerdi.
Biz bu düşüncelerle haberi yaptık; ancak hassas davrandığımızı düşündüğümüz anda bile, çok önemli bir detayı atlamıştık. Bu detayı paylaşmak boynumuzun borcu.
Haberin yanına, bu şampiyonaya giden kafileyi (TYF’nin açıkladığı resmi liste) komple yazdık. Düşüncemiz; 12 antrenör, 29 sporcu olan bu kafilede, bir tane bile yönetici olmadığını resmen göstermekti. Fakat haberi yazarken; bu sporcularından sadece 5’inin (fotoğrafta yer alan-isimleri bizde saklı) casino’ya gittiğine vurgu yapmamıştık. Bu durumda, algıda seçicilik yaratamadık. ‘Bazı sporcular’ ifadesini kullanmalıydık, olayın münferit olduğunu yazmalıydık, diğer 24 sporcumuzun böylesi bir olayda yer almadığını belirtmeliydik, atladık.

Haberi okuyup gazetemizi arayan veliler oldu.
Bir tanesi, “Benim kızımı o listeye yazamazsınız. Çünkü babaannesi haberi okuduğunda, yandaki listeyi gördüğünde, kendi torununun da casino’ya gittiğini düşünüp çok üzülebilir. Anlatamazsınız” dedi.
Kısmen haklıydı. Çünkü biz, o fotoğraftaki çocukların afişe olmasını istemeyip yüzlerini buzladığımızda, kalan 24 sporcunun da zan altında kalabileceğini düşünememiştik.
Bir başka veli aradı, benzer duygularından bahsetti. O da haklıydı. Ancak dediğim gibi;
5 çocuğumuza hassas davranalım derken, 24’üne hassas davranmamıştık.
Bir başka veli, iyi bir birey yetiştirmek için verdiği mücadeleden bahsetti, yaklaşık 10 dakikalık telefon görüşmemizden çıkardığım şu; Kızı, zaten iyi bir birey olmuştur bence...
Muhtemelen o fotoğrafta olan çocuklardan birinin velisiydi bir başka arayan... “Çocuklarımıza Euro vermişler, bozdurmak için oraya gitmişler” dedi.
Maalesef kendisine katılamadık. Çünkü bu, inanılması zor bir bahaneydi.
İster özür deyin, ister düzeltme... Bunları yazmak, her şeyden önce iki çocuğu olan bir baba olarak, boynumun borcuydu.

Şimdi gelelim haberin özüne...
Velilerin sağduyulu olması, en başta bizleri sevindirdi. Şundan da eminim ki; bizi aradıkları gibi, Türkiye Yüzme Federasyonu’nu da aramış ve neden böyle şeyler yaşandığını sormuşlardır.
Ben bu satırları yazarken (saat 16:30 civarı) henüz Türkiye Yüzme Federasyonu’ndan bir yanıt; ya da “Haksızsınız. Yanlış yazmışsınız” diyen bir telefon almamıştık. (Saat 18:43 itibariyle TYF’den bir açıklama geldi. Anladığım kadarıyla manipülasyon demişler ve hakkımda dava açmışlar. Yalan diyememişler. Gerçek değil diyememişler. Mahkemede görüşmek üzere. Bu arada açıklamanın tamamı internet sitemizde yer alacaktır.)

Fanatik kurulduğu günden bu yana Türk Sporu’nu ileriye taşımak için uğraş veren bir kurum.
Bizim amacımız, bağcıyı dövmek değil, üzüm yemek...
Türkiye Yüzme Federasyonu Başkanı Sayın Erkan Yalçın’a sesleniyorum: Lütfen sizin altınızda bu işleri yapan, daha doğrusu yapamayanlar her kim ise gereğini yapın.
Çünkü biz, skandalları değil, madalyaları yazmak istiyoruz.

25 Kasım 2017, Cumartesi 06:00
YAZININ DEVAMI

‘’Tudor yola çıktı‘’

Fırtına gibi girdiler sezona. İçeride Kayserispor’a 4 attılar, dışarıda Osmanlıspor’a 3... İçeride Sivasspor’u üçlediler, Antalya’da 1-1 ile ilk kayıplarını yaşadılar. Ardından Kasımpaşa (2-0), Bursaspor (1-2), Karabükspor (3-2), Konyaspor (0-2) galibiyetleri geldi. Özetlersek; 8 haftada 7 galibiyet, 1 beraberlik ve toplanan 22 puan... Atılan gol 20, yenilen sadece 6... Harikaydı her şey... Tolga Ciğerci Kral, İgor Tudor İmparator’du!

★ Fakat burası Türkiye... Sevinçler de hüzünler de kısa sürer...

★ Fenerbahçe beraberliğiyle başladı kötü günler... Trabzonspor yenilgisiyle devam etti. Araya sıkıştırılan 5-1’lik Gençlerbirliği galibiyeti güme gitti, çünkü bir hafta sonra Başakşehir önünde alınan 5-1’lik yenilgi, ibreyi terse çevirdi.

★ Oysa ki halen Beşiktaş’ın 4, Fenerbahçe’nin 6 puan önünde ve zirvede Galatasaray... Halen ligin en çok gol atan takımı (27) ve Beşiktaş’ın ardından ligin en az gol yiyen takımlarından biri (14)... Ligin averajı en iyi takımı (+13)... Santrforun Gomis maçbaşı 1 golle oynuyor. Stoperin Maicon 4 golle, bir çok santrforu sollamış durumda. Geçen sezon kaleyi bulamayan Tolga Ciğerci, neredeyse kral olacak! (6 gol)... Vesaire, vesaire... İsteseniz, 100 istatistik daha eklersiniz başarı grafiğine...

★ Başakşehir maçından 1 gün önce toz kondurulmuyordu İgor Tudor’a... Başakşehir maçından 1 gün sonra göndermek için harekete geçildi...

★ İgor Tudor kalmalı ya da gitmeli; bu kararı Galatasaray Yönetimi verecek. Fakat yöneticiler bu kararı verirken; O’nu getirdikleri güne dönmeliler. İgor Tudor’u, Galatasaray için yeterli gördükleri için göreve getirmiş olmalılar! Öyleyse, şimdi neden teknik adamlığını sorguluyorlar ki?

★ Galatasaray’ın tercümanı sevgili Mert Çetin kardeşimden rica ediyorum; İgor Tudor’a aşağıdaki bir kaç cümleyi tercüme etsin. Tudor da bilsin ki, bu ülkenin gerçekleri tam da böyle... Sular yükselince, balıklar karıncaları yer... Sular çekilince ise karıncalar balıkları... Bugünkü üstünlüğüne ve gücüne asla güvenme. Çünkü kimin kimi yiyeceğine karıncalar ya da balıklar değil; ‘suyun akışı’ karar verir. O suyun başında hep aynı kişiler vardır ve onlar nereye isterse, su hep oraya akar. Umarım anlatabilmişimdir!

22 Kasım 2017, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Fener'in kurtuluşu‘’

İflasın eşiğine gelmişti, ne yapsa olmuyordu. Artık ‘büyük’ olan tek şey, borçlarıydı. Çalışanlarına maaşlarını ödeyemiyor, alacaklılar kapıda uzun kuyruklar oluşturuyordu. Bunalmıştı. Nefes almak için şirketinin yakınındaki bir parka gitti. Ellerini başının arasına aldı, düşüncelere daldı.

Tam o anda, bir ihtiyar durdu önünde. “Çok üzgün görünüyorsun, derdin ne” diye sordu. Dürüstçe anlattı nereden nereye geldiğini. İhtiyar, “Umutsuzluğa kapılma, sana yardım edeceğim” dedi ve bir çek yazdı. Çeki, işadamına verirken, “Tam 1 yıl sonra yine burada olacağım. O zaman borcunu ödersin” dedi. İhtiyar ağır adımlarla giderken, iş adamı çekin üzerindeki rakama ve isme baktı: “500 bin dolar... John Rockefeller...”

Dünyanın en zengin adamıydı o ve bu nedenle de bu çek, aslında üzerinde yazan rakamdan çok daha değerliydi. Umutsuzluk yerini umuda bırakmıştı. Büyük bir mutlulukla şirketine döndü. Çeki hemen bozdurup borçlarını ödeyebilirdi, fakat “Elimin altında dursun, daha çok ihtiyaç duyacağım bir an gelebilir” diye düşündü. Karamsarlığı üzerinden attı, işlerine yeniden dört elle sarıldı. Bu arada etrafında sadece kendine inananları bıraktı. Şirketi sahiplenmeyen ve sadece maaşını almak için profesyonelce çalışanları bir bir yolladı. Bir zamanlar yüzüne bile bakmadığı küçücük işleri dahi almaya başladı. Borçları için ödeme takvimi yaptı. Her iyi yaptığı iş, yeni bir işi; aldığı her küçük iş, biraz daha büyük bir işi getirdi. Sadece 6 ay geçmişti ve borçlarından tümüyle kurtulmuştu. Ve tam 1 yıl sonra, yine o parka gitti. Elinde John Rockefeller imzası olan 500 bin dolarlık çekle birlikte...

Bir süre sonra ihtiyar adamı gördü. Ağır adımlarla yanına doğru geliyordu. Tam ona çeki geri verip teşekkür edecekken, bir hemşire geldi yanlarına ve şunları söyledi: “Umarım sizi rahatsız etmemiştir ihtiyar amca. Çünkü sürekli huzur evinden kaçıp bu parka geliyor ve herkese kendisinin John Rockfeller olduğunu söylüyor...”

Hemşire, ihtiyarı yanına almış huzurevine dönerken...

İş adamı oturduğu banka çivi gibi saplanmış kalmıştı. Tüm yıl boyunca kasasında 500 bin dolarlık çek olduğunun güvencesiyle çalışmış ve hızla gömüldüğü bataklıktan kurtulmuştu. Hayatının akışını değiştiren şey, para değildi. Yeniden kendinde bulduğu güven ve inançtı. Başarının sırrı, kasanızda duranlar değil, kalbinizde ve kafanızda olanlardır.

★ Bu hikayeyi bir çok farklı yerde, bir çok farklı şekilde okumuştum. Şu anki Fenerbahçe, Aziz Yıldırım ve Aykut Kocaman’ı getirdi aklıma...

★ Fenerbahçe için çözüm kasada değil, kalplerde ve kafalardadır. Sarı-Lacivert’i bu çukurdan çıkartacak olanlar ‘salla başını al maaşını’ diyenler değil; Fenerbahçe’yi gerçekten sahiplenenlerdir.

08 Kasım 2017, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ergin Keleş‘’

Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan gün boyu anma törenlerine, kutlamalara katıldı. Başbakanımız Binali Yıldırım bütün törenlerde yer aldı. Muhalefet partileri törenlerde vardı. Türkiye’nin büyük bölümünde sokaklarda Ay-Yıldızlı bayraklar ve Ulu Önder Atatürk’ün posterleri asılıydı; yani halkımız da doyasıya kutladı. Sabahtan gece yarısına kadar...

İstanbul ayaktaydı, İzmir, Ankara, Bursa ayaktaydı. Bilecik, Balıkesir, Adana, Trabzon, Mersin ayaktaydı. Ve buraya yazamadığım diğer bir sürü şehir... İş adamlarımız da boş durmadı, onlar da kutladı. Sanat dünyamızın büyük çoğunluğu kutlamalara katıldı. Televizyonlar gün boyu yayın yaptı. Gazetelerin hemen hemen tümü birinci sayfalarını kutlamalara ayırdı, detaylar için de en az ikişer sayfa ayırdı. Radyolarda gün boyu marşlar çaldı, programlar yapıldı.



Bir spor gazetesinde çalıştığımız için, gözümüz futbol maçlarında, basketbol müsabakalarındaydı. ‘Acaba’ dedim kendi içimden, bu çok özel gün için nasıl pankartlardövizler hazırlanacak, taraftarlar nasıl tezahüratlar yapacaklardı? Türkiye Futbol Federasyonu nasıl bir hazırlık yapmıştı acaba? Türkiye Basketbol Federasyonu... Türkiye Voleybol Federasyonu... Vesaire, vesaire...



En göz önünde futbol olduğu için oradan bahsedeceğim size... Bir kaç stat haricinde es geçilmişti bu çok özel gün... Aklımda bir kaç stat ve bir de Engin Keleş kaldı.



Maç öncesi röportaja çıkan Ergin Keleş ne söyledi biliyor musunuz? Aktarayım; “Bugün sözlerime futbol ile başlamak ayıp olur diye düşünüyorum. Bugün; var olduğumuz günden beri esareti kabul etmemiş, bağımsızlığa aşık olmuş bir milletin egemenliğini kayıtsız şartsız bir şekilde kendi eline aldığı, bunu da tüm dünyaya haykırdığı bir gün... 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız’ı büyük bir onurla, büyük bir gururla kutluyorum. Bu güzel günü bize armağan eden ebedi başkomutanımız Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk’ü ve bu vatan için mücadele vermiş bütün o güzel insanları özlemle, saygıyla, rahmetle anıyorum. Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun...”



Galatasaray kaybetmiş, Fenerbahçe uzatmalarda yıkılmış, Beşiktaş son dakikada kazanmış... Falan filan... 100 yıldır yaşanıyor bunlar, 100’lerce yıl daha yaşanacak.



Benim için Süper Lig’de 10. haftanın en büyük olayı, Ergin’in açıklamasıdır. Bugüne kadar böyle bir adamdan haberdar olmamak; sürekli, aklına yazdığı bir kaç cümleyi konuşan adamları manşet yapmak da bizzat benim ayıbımdır.



Teşekkürler Trabzonlu genç adam... Sağ ol, var ol...

01 Kasım 2017, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kahramanlarımız!‘’

O, 90 dk'ya çıkana kadar aylarca sabahın 7’sinde kalkıp antrenman yapmak demek... Bir tesis odasında saatlerini, günleri, aylarını geçirmek ve sonra hiçbir şey yaşamamışsın gibi oradan ayrılıp başka bir maceraya gitmek demek... Aynı odada senelerce kaldığın, derdini tasanı dinleyen, sana yol gösteren, kardeşim dediğin arkadaşınla günün birinde rakip olup sahada kavga etmek demek... Siz pazar günleri aileniz ile kahvaltı yaparken, maç stresini yaşamak demek... Sevdiklerinizden uzakta onları bir kaç ayda bir görerek senelerce yaşamak demek... Sevgilinle kavga etsen, ayrılsan da, Allah Korusun yakınını kaybetsen de, o maça kafandaki her şeyi silip çıkabilmek demek... Sadece kendi evinde ailenle 1 gün uyanabilmek için 1000’lerce km yolugöze almak demek... Her hafta gösterdiğin performans ölçüsünde insanların sana davranışlarının değişmesi demek... Hiçbir zaman düne güvenmeden sürekli koşmak, ilerlemek gerektiğini bilmek demek... 30’lu yaşlarından sonra ben ne yapacağım diye düşünmek demek... Hayatının en güzel yıllarını futbola seve seve feda etmek demek... Çok genç yaşta hayata atılıp, bir sürü psikolojik savaş verip ayakta kalmayı becerebilmek demek... Ne kadar düşersen düş, hayal kırıklığı yaşamaya fırsat bulamadan kalkıp savaşmaya devam etmek demek... İşte sizin için çok basit, çok kolay, çok eğlenceli sandığınız o şey hariç her şey...

Türkiye Profesyonel Futbolcular Derneği, 18 Ekim 2017’de paylaştı bu yazıyı... Gerekçeleri şu: “Türkiye’de futbolcu olmanın zorluklarını aktaran cümlelerde, futbolcu kardeşlerimiz ile büyüklerimizin ne anlatmak istediğimizi sonuna kadar anlayacaklarını bildiğimizi, ‘futbolcu olmak çok kolay’ bakış açısına sahip olanların ise bu düşüncelerini bir kez daha gözden geçirmelerini sağlayacak yazımız...”

Kahramanlık destanı gibi bir şey bu... Vatanı koruyor, cephede savaşıyor, ölümü göze alıyor zannediyorsun hepsinin... (Kazandıklarında gözüm yok, ‘helal’i hoş olsun. Ama bilinsin diye not düşelim; Bu kahramanların en kötüsü yılda 1 milyon TL kazanıyor. Maç başına 30 bin TL alıyorlar. Yılda 5.5-6 milyon Euro alan futbolcu bile var bu ülkede!) Sonra aklına doktorlar geliyor. Hayatını teslim ettiğin insanlar... 19 yıl dirsek çürüten, uzmanlaşmak için en az 5-6 yıl daha okuması gereken ve sonra bir devlet hastanesinde 4-5 bin TL maaş alan doktorlar... Sonra öğretmenler geliyor aklına. Geleceğini teslim ettiğin insanlar... Çocuklarınızı hayata hazırlayan ve 3.5-4 bin TL maaşla geçinen... Sonra askerler-polisler geliyor aklına... Vatanını teslim ettiğin insanlar... Bir merminin ucunda geçen hayat, ömrü boyunca geçim derdi yaşayan askerler-polisler... Sonra çiftçiler geliyor aklına, madenciler geliyor, işçiler geliyor... Ayda bin 400 TL asgari ücretle mucizeler yaratan o insanlar... Derin bir nefes çekiyorum içimden... Aklıma neler geliyor, içimden neler geçiyor, yazılmıyor!

25 Ekim 2017, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’1 haftada bitti!‘’

Elimde sihirli bir değnek olsa, sizleri bir hafta geriye götürürdüm. Ne şaşalı bir gündü ama... Avrupa Şampiyonu olmuştu bizim çocuklar... Siyasetçiler, iş adamları, ekonomistler, gazeteciler, televizyoncular... Aklınıza gelebilecek herkes, onların peşinde, onlarla birlikteydi.
Birileri “Onlar bizim kahramanlarımız. Her şeyi hak ediyorlar” diyordu.
Birileri, “Benden 100’er altın”; birileri, “Benden birer daire”; birileri, “Gereken ne ise o yapılacak” diyordu.
Vaatler, ödüller, övgüler, ayaküstü yazılan destanlar, büyüleyici hayat hikayeleri....

Ve sadece 1 hafta geçti.
Her şey bitti!
Tükettik çünkü...
Onların başarılarını da sahiplenmiştik, o hikayelerde de adımızı yazdırmıştık ve tüketmiştik her şey gibi...

Bu gün işe geliyorum. Kartal Eğitim Araştırma Hastanesi’nde metroya iniyorum. Asansör bozuk, yürüyen merdiven bozuk...
Yürüyen merdivenden yürüyerek iniyorsun; hastaneye giden koridora geliyorsun, yine yürüyen merdiven bozuk.
İndim Ünalan’da, metrobüse çıkacağım.
Asansör bozuk. Hem de aylardır bozuk o asansör. Zannedersiniz ki böyle çalışıyor o asansör, ya da böyle çalışmıyor. Sabit duran asansör yapmışlar sanki! Biniyorsun duruyor, iniyorsun duruyor. Bindiğin yerde iniyorsun, çünkü ne iniyor ne çıkıyor, sadece duruyor.
Sonra çıkıyorsun üst kata, yine o uzun koridora geliyorsun. Yürüyen merdiven bozuk!
Zannedersiniz ki böyle çalışıyor o yürüyen merdiven, ya da böyle çalışmıyor. Yürümeyen ‘yürüyen merdiven’ yapmışlar sanki! Biniyorsun duruyor, iniyorsun duruyor. Bindiğin yerde iniyorsun, çünkü ne ilerliyor ne geriliyor, öylece duruyor.

Araçlar yoldan, insanlar kaldırımdan yürür değil mi? Normali budur yani!
Bakın etrafınıza... Kaldırımların çoğu, bizzat belediyelerin otoparkı haline getirilmiş.
Otopark olmasa ne fark eder ki!
Tekerlekli sandalyenin inebilecek ya da çıkabilecek rampası var mı kaldırımların?
Yok...
Ben bir engelli değilim; fakat bu ülkede, bu şehirde, o engellilerden biri olduğunuzu düşünün lütfen... Hayatı, onlar için de bizim kadar kolay hale getirmiyorsak, onların zaferlerine neden ortak oluyoruz ki?

Sadece 1 hafta geçti.
O kahramanları unutmamız 1 hafta sürdü.Şimdi yine Arda’lı Burak’lı Selçuk’lu Topal’lı Oğuzhan’lı futbolumuza döndük. Fenerbahçeli Galatasaraylı Beşiktaşlı Trabzonsporlu olduk, bizden olmayana küfretmeyi özlemiştik nasıl olsa!
Bize yıldızlı bir dünya vaat eden, ‘yalan dünya’nın esiriyiz yeniden...

Ayıp ettik!

18 Ekim 2017, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bu formanın içinde böyle yürekli adamlar görmeyeli çok olmuştu‘’

Usulca kalktım yerimden, koşar adımlarla attım kendimi koridora... Ağlıyordum! Sevinç mi, gurur mu, hüzün mü, öfke mi bilemedim, gözlerimden süzülen yaşların nedenini... Çünkü ‘diğerleri’ yüzünden öylesine körelmiş ki ruhumuz, öylesine birbirine girmiş ki duygularımız.

Gol atmıştık ve ben ağlıyordum. Mutluluk gözyaşları denen şey, tam da buymuş meğerse. Saha kenarındaki sevinci görmeliydiniz bir de, antrenörler de oyuncular da benim gibiydi. Gülerken ağlıyorlardı ya da ağlarken gülüyorlardı. Hepsi gerçekti. Akan gözyaşları da, gülen gözler de, inaçla gökyüzüne kalkan yumruklar da...

Bütün duygular masumdu; haram karışmamış içine, analarının ak sütü gibi helal...

İsimlerini bile bilmediğim geldi aklıma. Bir yandan kızdım kendime, bir yandan utandım, yüzüme tükürmek istedim. Bu formanın içinde, böylesine büyük yürekli adamları görmeyeli de hayli uzun zaman olmuştu ya; Kendimi böyle teselli ettim!

Teşekkürler Selim, Fatih, Feyyaz, Osman, Serkan, Barış, Fatih... Teşekkürler Rahmi, Ömer, Mehmet, Kemal, Muhammet, Alican... Teşekkürler arkadaşlar; attığınız goller, kazandığınız maçlar, şampiyonluğunuz için değil teşekkür nedenim. Bana yeniden Milli Takım’ı sevdirdiniz ya; Allah sizden razı olsun.

10 Ekim 2017, Salı 02:30
YAZININ DEVAMI