‘’Kazanmayı bildi‘’
Kadrolar açıklandığı Beşiktaş sağ ve sol bekleri hayli şaşırtıcı gelmiştir izleyecek olanlara. Aslında Beşiktaş savunmada üçlü gibi durup, duruma göre Ernest Muçi’yi de savunmacı olarak kullanıyordu. Maçın başları beklendiği gibi durgun geçti. 15-25 arası Beşiktaş kendi solundan Rafa Silva merkezli üç hücumda gole yaklaştı ama önce Muçi ardından İmmobile uzak köşeyi bulamadı! Devre sonuna doğru Beşiktaş orta sahasının geçirgenliğinin farkına varan Kayseri öne çıkmaya başladıysa da ülkenin temel takıntısı olan “şut bağımlılığı” nedeniyle hücumları sonlandırmayı başaramadı. Oysa Beşiktaş orta sahasının sayısal olarak kalabalık olması tasarlanmıştı lakin durum sahada pek de öyle görünmedi. İkinci yarının hemen başında orta sahadan aldığı topla Rafa Silva da şut denedi ama o da kaleci Bilal Bayazıtı geçemedi… Ancak Kayseri oyuna yeniden girmekte zorlanınca Beşiktaş’ta devreye beceri girdi. Gedson Fernandes Kayseri çıkışında baskıyla topu aldı, gitti ve attı. Derken bir de penaltı golü. Bu maçtan da geriye kalan futbol değil kuşkusuz her zaman olduğu gibi “hakem kararları” olacaktır. “VAR gelecek dertler bitecek” dendi ama Hakan Taşıyan şarkısındaki gibi “Dertler avcı oldu ben şikar” olduma geçtik hep birlikte. Neticede Beşiktaş yüksek tempoya çıkmadan ya da çıkamadan maçı kazanmayı bildi.
Bir hatırlayın
Ve bir hatırlatma... Beşiktaş’ın bir önceki Eyüp maçında Muçi kadroya giremeyince yazılıp, söylenenleri bir hatırlayın! Kestirmeci, ezbere, jenerik yaklaşımlar, yorumlar… Oysa Van Bronckhorst maç sonu “yabancı kuralı”ndan bahsetmiş ve kadro için belirleyici faktörün bu olduğundan söz etmişti… Ancak çoğu açıklamanın o bölümünü ihmal etti ve Muçi’nin “gözden çıkarıldığı”ndan dem vurdu. Sonuç?
‘’Oynamadan kazandı‘’
Ülkemizin ilk yarıları can acıtıcı sıkıcılıkta geçen onlarca maçından birinin daha kurbanı olduk hep birlikte! Haydi “Antalya’nın gücü belli” denilecektir… Peki ya küresel şöhretli bir hoca, onca sükseli oyuncu ve bir o kadar sükseli transferlere rağmen Fenerbahçe’nin mecalsizliği nasıl açıklanır acaba? Hele ki Galatasaray’ın son maç skorunun getirdiği moral değer de eklenirse!.. Hatırlanırsa Jose Mourinho’nun geçen sezonki takım için ilk tespiti, “Takım hızının düşüklüğü” olmuştu. Görüldüğü kadarıyla bu konuda herhangi bir ilerlemeye yol açacak uygulamaları hayata geçirememiş… Pas kalitesinin düşüklüğü, şut arama dışında özel bir organizasyonun göze çarpmıyor oluşu, Antalya’yı da sahaya çekti. Gerçi onlar da kaleye şut dışında pek bir şey çalışmış gibi görünmediler.
Tribündekileri düşünün!
Velhasılıkelam, biz televizyon başındakiler bu kadar sıkıldıysak varın tribündekileri siz düşünün!.. İkinci devreye Fred ve Kostic’le başlasa da oyun ritmi açısından değişen çok şey olmadı. Nihayetinde Tadic önce maçta futbola uygun ilk pası gönderen Amrabat’ın servisini harcadı! Ardından benzeri noktadan ikinci girişiminde golü buldu. Hani, bizde kabul gören bir söz vardır; “Kötü oynarken de kazanmayı bileceksin”. Antalya’nın zaten mecali yoktu. Bu bağlamda belki bu maç özelinde Fenerbahçe için “kötü oynadı” denemez ama “Oynamadan kazandı” demek de pek yanlış olmaz!
‘’Ekol farkı‘’
Öncelikle Mustafa Hekimoğlu ile böyle bir maça çıkmak şaşırtıcıydı. Ajax Teknik Direktörü Farioli’nin de, “Beşiktaş’ın böyle bir 11’le maça çıkacağını düşünmüyordum. Ancak Galatasaray ile Süper Kupa maçını bu 11’le bitirmişlerdi. Mustafa Hekimoğlu çok iyi futbolcu. İyi bir ilk 11” dediği göz önüne alınırsa durum daha doğru anlaşılır. Oyun ilk devre en azından defansif olarak skora rağmen dengede gitti denebilir. Ancak ikinci devrede Hekimoğlu/ Immobile değişikşiğine gitti Van Bronckhorst. Nedeni önde tehditi artırmak olsa da, “total futbol” ülkesinin en tanınmış takımı tempoyu birden yükselterek skoru bir anda 3-0 taşıdı. Bu maç oyuncu yeterliğinden çok “ekol” farkı üzerinden okunmalı bence.
Öğrenmek önemli
Bizdeyken zaman zaman ağır dille eleştirilen Farioli de dahil olduğu ekole nedenli uyumlu olduğunu gösterdi. Beşiktaş ligde iyi durumda görünebilir ama ligler arası farkı devreye sokunca “mucize doktor” da olsanız hastayı tedavi edemiyorsunuz ne yazık ki! Diğer yandan Beşiktaş’ın Rafa Silva merkezli ofansif oyunun çözümünün de neler olacağı da ortaya çıkmış görünüyor. Artık bu maç bitti. Önemli olan kaybetmek değil, öğrenmektir. Bu maçtan Beşiktaş’ın neler öğrendiğini UEFA’daki bundan sonraki 2 maçında daha iyi göreceğiz…
‘’Bir ihtimal daha vardı!‘’
Ülke vasatını bir parmak aşabilen ilk yarının dişe dokunur bir kaç ceza sahası içi etkinliği Beşiktaş’tan geldi. Topla rakiplerine göre daha çok haşır neşir olsalar da Trabzon maçında olduğu gibi ağırlıklı etkinlikleri yine “şut seçeneği”ydi. Gerçi golü de oradan buldular. Eyüp ise bekleyip defans arkasına koşmayı planlamış görünüyordu. Bunu da bir kaç kez başarmadılar değil ama onları da nihayete erdiremediler çünkü onlar da “şut” arıyorlardı! Maçı anlatan spiker arkadaş “muhteşem kurtarışlardan”, heyecan dolu bir maçtan söz ediyordu ama tribünün duygusu onu pek onaylamıyordu sanki! Sahadaki 10 yabancı oyuncusu için milyonlarca euro harcayan Beşiktaş’tan daha fazlasını bekliyorlardı muhakkak! Örneğin Giro Immobile gibi bir santrfor gol yapması beklenen pozisyonda, ki Beşiktaş’ın ceza sahası içine ulaştığı nadir organize ataklardan biriydi, topu kaleci Berke Özer’e “nişanladı”!.. İkinci yarının başlangıç temposu da farklı değildi. 50’lere ulaşıldığında oyun “git gel”e dönünce maç hareketlendi. Derken, Beşiktaşlılar’ın uzun süre itiraz edeceklerini düşündüğüm VAR yardımıyla gelen penaltı ile maç ilginçleşti. Özellikle Jonjo Shelvey ile Halil Akbunar oyuna dahil olunca Beşiktaş oyunu da dağıldı. Eyüp sahayı daha doğru kullanırken Beşiktaş işi beceri/ ihtimal seçeneklerine terk etmiş görünüyordu. O ihtimal de yine VAR’dan geldi! Ve Beşiktaş zor da olsa kazandı!
İtiraz etti...
Şimdi… O kadar hakemi “oyun dışı” bırakıp mevcut hakemleri de dara düşeren uygulamaların sorumluları sizce kimler acaba? İzleyenlerin dikkatini çekmiştir… İki takım oyuncuları da doğru, yanlış hakemin neredeyse her kararına bir “memleket geleneği” olarak kitlesel olarak itiraz etti! Böyle bir atmosferde futbol oynanıp, bir maç “sevk ve idare” edilebilir mi?
‘’En zor maçı kazandı ‘’
Maça Fenerbahçe etkin başladı göründüyse de 16. dakikada önce Çağlar döneninde ise Fred ortaladı. Bu tip hücumlara “futbolda orta yapma sorunu” denmiyor nedense!.. O top beklendiği gibi savunmadan döndü lakin o dönüş bir Galatasaray golü olarak nihayete eremediyse onlar da rakipleri gibi hücumda “acemice” davrandıklarındandı! Düzenliydi Galatasaray. Spikerlerin anlatımıyla, “Uzun yıllar hafızalardan silinmeyecek” bir gol attı Lucas Torriera. Livakovic’e çarpan topta!.. Ardından Mertens Benfica’da ilk maçında ilk golünü atan Kerem Aktürkoğlu’na benzer bir vuruştan gelen golle selam çaktı! Fenerbahçe tedirgin Galatasaray sakin ve düzenli ilerledi devre boyunca. Ev sahibi ağırlıklı olarak Saint Maximin’in dalışlarına muhtaç, Galatasaray daha “temkinli tarz”a terfi edip fırsat kollar görünümdeydi.
Para saçmaya gerek yok
Fenerbahçe onca harcamaya onca “özel oyuncu”ya rağmen örgütlü davranma konusunda sorunlarını çözebilmiş görünmüyordu. Onca fraksiyon çatışması, olumsuz haber, dış etkiye ve onca açıklığa rağmen Galatasaray, takımı tüm bunların dışında tutmayı başarıp ülkenin en zor maçını kazandı.. Üstelik Kadıköy’de, deplasmanda! Şimdi... “Üç İstanbullu” arasında geçecek gibi duran ligin hemen başında Jose Mourinho başta Fenerbahçe organizasyonu tartışmalı hale geldi! “İlk devrenin 2-0 bitmesi önde olan takım için tehlikelidir” tecrübesinin (!) “Şehir efsanesi” olduğuna bir örnek daha bulundu... Bu maçlar için bu kadar para saçmaya gerek olmadığını anlamamız için daha ne olması gerekiyor acaba?
‘’Bu kadar orta gerekli miydi?‘’
Öyle bir maç ki, gerek teknik adam değişikliğine giden Trabzon’un gerek bu değişikliğe bağlı belirsizlik nedeniyle Beşiktaş’ın ne yapacağı merak konusuydu. Şenol Güneş orta sahayı Batista Mendy, Okay Yokuşlu ikilisiyle sertleştirmeye çalışırken Giovanni Van Bronckhorst bu alanı tek savunmacı Al Musrati bir de top yapacağı, Gedson Fernandes ile tahkim etmişti. Trabzon ilk bölümde ‘’koşu gücü’’yle maçı dengede tutmaya çalışırken ardından buldukları gole rağmen Edin Visca’nın kırmızı kartıyla o gücü de kaybetti. Derken Beşiktaş güçlü bir ‘‘set oyunu’’ icrasına geçti. Öyle ki, ilk devre topla oynama oranında yüzde 68’e yüzde 32 üstündüler. Bu oyunu boşa çıkaran ise çoğunlukla Joao Mario'nun ‘’etkili’’ sayılan nafile ortaları oldu. Oysa ters kanatta Jonas Svensson tıpkı milli takımın İzlanda maçındaki Eren Elmalı ile Mert Müldür gibi her defasında ‘’orta’’ yerine ‘‘pas oyunu’’nu tercih ederken gol de oradan geldi!
Epey çalışacaktır!
İkinci devresinde de Trabzon’un işi zordu… Yegane seçenek ikinci yarıya başlayan Denis Dragus’u defans arkasına kaçırmak gibi görünüyordu. Bu da yetmez, Beşiktaş savunmasının muazzam hatalar yapması da gerekiyordu. Olumlu yapabildikleri Rafa Silva başta olmak üzere Beşiktaş orta sahasının Giro Immobile’yle bağını koparmalarıydı. Beşiktaş ise ilkinin benzeri düzendeydi, Masuaku dahil! Onun işlevsiz ortalarıyla heba oldu onca hücum girişimi. Tempo düştükçe de oyun yavanlaşıp izlenirlik düştü! Beşiktaş baskın göründüğü ve pas oyunuyla bulduğu gole rağmen maçı 36 orta 22 şut ile berabere tamamladı! Van Bronchorst bu veriler üzerine epey çalışacaktır sanırım..
‘’Yolculuk sürüyor...‘’
Futbol, bizde değil belki ama yarışmaya kalktığımız ülkelerde nicedir antrenman ve taktik oyunu olarak zuhur ediyor. Ne var ki biz, problemleri ağırlıklı olarak ‘’yetenek’’ ya da ‘’motivasyon’’la çözmeye alıştırılmış oyuncularla icra ediyoruz bu oyunu. Dün gece Galler hücumda savunmacılarını, örneğin sağ bek görünümlü Connor Roberts’i, savunmada ise hücumcu Sorba Thomas ya da Brennan Johnson’u kullandı sık sık. Bu durum oyuncuların sabit pozisyonlarının olmadığını gösterdiği gibi futbolcuların farklı pozisyonları oynayabilmek için geçirdikleri evrimi de gözler önüne koyuyordu. Bu taktik çeşitlilik uzun süre milli takımı bocalattı. Kim nereye gideceğini, kime yakın oynayacağını bulana kadar 40. dakikaya ulaşıldı. Beri yandan ülkede ağırlıklı olarak beğenilmiyor olsa da ‘Ballon D’or adayı’’ (!) Hakan Çalhanoğlu gibi ‘’oyun inşa’’ eden bir futbolcunun yokluğunun önemini de net olarak görmüş olduk. Çalhanoğlu’nun yokluğunda topu elde gerektiği kadar tutmak da mümkün olamadı.
İyiden iyiye bozuldu
İkinci devre de ilkinden farklı devam etmiyordu. Fark, daha az ‘’büyük tehlike’’ verilmiyor oluşuydu. Yoksa yine ev sahibi topla oynuyor milliler savunup, kontra - ya da geçiş oyunu - kovalıyordu. Üstüne üstlük 62. dakikada Barış Alper Yılmaz ilkini yersiz aldığı sarı kartın ikincisi alıp oyun dışı kalınca oyunun dengesi iyiden iyiye milliler aleyhine bozuldu. Tüm bu olumsuzluklara rağmen maç berabere bitti ama bunda millilerin payı rakibin hücum alanındaki tuhaf etkisizliğiyle kıyaslandığında hayli düşüktü. Öyle ya da böyle, yolculuk sürüyor!… Yani, ‘’Görecek günler var daha’’!..
‘’Temposuzluk!‘’
Sezon başından bu yana Beşiktaş bol gollü maçların takımı olması neticesinde Sivas’ın ilk devreyi dengede tutmaya çalışan bir düzende oynaması anlaşılırdı. Topla az oynayıp, kale önünde geçirgenliği minimuma indirmeyi hedeflemişlerdi. VAR’dan gelen penaltı olmasa ‘’Başardılar’’ da denebilirdi. Gerçi gol beklentisi yüksekti Beşiktaş’ın ancak oyununda balansı bir türlü tutturamıyordu. Şimdiye kadar izlenilen Beşiktaş oyunları arasındaki en kopuk ikinci ilk devreyi, ilki Samsun maçıydı, oynadılar. Acaba bunda Semih Kılıçsoy/ Ernest Muçi tercihi mi etkiliydi dersiniz? İkinci devre başladığında Sivas ceza sahası önünde yığılma konusundaki tutarlılığını sürdürünce Beşiktaş’ın da istenen tempoya ulaşması mümkün olmadı. Oyun ritmini bir türlü yükseltemeyen Beşiktaş’ta 62’ye ulaşıldığında öngörülebelir değişiklik gerçekleşti ve Muçi yerine Semih oyuna gönderildi. Ancak oyun bir türlü hızlandırılamadığından ne Semih’in beklenen etkisi ortaya çıktı ne de Sivas bu temposuzluktan rahatsız oldu!
Sivas’ın istediği...
Milot Rashica da kanadını sadece heyecan yaratan sonuçsuz top sürmeler için kullanınca Sivas’ın istediği oldu. Ne var ki, sanki onlar da pozisyona girmeden ama pozisyon da vermeden 1-0 razı gibi oynuyorlardı. Beşiktaş’ta fazlasını yapmak için özel çaba sarf etmeyince maç başladığı temposuzlukla sürüp giderken Samba Camara kaçırdı, onun kaçırdığı Gedson Fernandes de golü yaptı ve durağan maç nihayete erdi. Şimdi bol bol şu jenerik ifadeleri ya da benzerlerini duyacaksınız; ‘’Kötü oynarken de kazanmayı bileceksin’’... ‘’Lig uzun bir maraton, böyle maçları da olacak takımın’’!.. Vs...