‘’Güzelim maça berbat final! ‘’
Ligdeki yeri beklenenin hayli üzerinde olan Kayseri’nin Fenerbahçe’ye zorluk çıkaracağı muhakkaktı. Bu anlamda maçın ilk yarısı için skor dışında ‘Dengede geçti’ denebilir. Yine de Fenerbahçe epeydir ligin çok üzerinde performans gösteren Ferdi Kadıoğlu’nun kullandığı koridorda yapılması gerekenleri yaparken Kayseri’nin bunlara savunma çözümü üretememesi ilginçti. Haliyle deplasman takımı pozisyonlarda da pratik olunca iki farkı buluverdi. Lakin ligdeki konumunu düzenine ve ısrarına borçlu olan Kayseri maçı bırakmaya niyetli değil ve devre biterken Oliver Kemen’le ‘Israr edeceğim’ mesajını verdi. Fenerbahçe ikinci devreye yine Ferdi marifetiyle başladı, Michy Batshuayi de sonlandırdı. Yine de kendi sağ kanadını kullanmakta ısrar eden Kayseri, Alexander Djiku üzerinden bulduğu penaltıyla maça bir kez daha tutundu. Neresinden bakılırsa bakılsın ülke ortalamasının hayli üzerinde bir maç izledik. Bu maçın anlattığı birkaç şeyden biri şu; Oynamak için çok para değil Kayseri’de olduğu gibi birbirine uyumu antrenman tekrarlarıyla sağlanmış kadrolar yeterlidir.
Futbolu iyi göstermek bu mu?
Ligde son yaşanan dramatik hadiselere rağmen hakemle ilişkilerde milim ilerleme sağlanamıyor. Buralı ya da yabancı fark etmiyor... Örneğin Djiku, top açıkça eline geliyor ama o hakeme kolunun üzerini gösteriyor. Düşündüm de Zorbay Küçük, ‘Git, varsa kulübenizdeki ekrandan pozisyonu izle’ diyebilseydi en azından mahcup olur muydu acaba? Ya da Mert Hakan Yandaş ‘En büyük Fenerbahçeli’ olduğunu deklare etmek için o bildik agresif tarzıyla kendini attırdığı yetmedi, üzerine Fred’in atılmasına varan yolu da açtı. Peki ama neden? Ve hakem kadrosunu kuşatan o polis duvarı da neyin nesiydi? Bir şey mi olacaktı yoksa?! TFF Başkanı Mehmet Büyükekşi’nin ‘Futbolun iyi yanlarını gösterin’ dediği tüm bunlar mı acaba?
‘’Düğme yanlış iliklenince...‘’
Yanlış başladılar, yanlış yolda yanlış ilerliyorlar. Kafası karışık bir takımı alan yeni yönetim de eni konu düşünmeden aldığı kararlarla mevcut krizi derinleştiriyor. Öncelikle bir fikre ihtiyacı var Beşiktaş’ın. Bu sezonu tadilat yılı olarak tasarlayacak bir fikre. Ancak bu tadilat Rıza Çalımbay’la mümkün mü işte bu soru işareti. Düşünün yedek kulübesinde 18 yaş ortalamalı 7 oyuncu varken ilk 11’e sadece Serkan Emrecan Terzi gönderiliyor! Eğer bu çocuklar izlediğimiz bu yavan ilk yarı ve 5 gol yenen bir önceki maçta oynayamayacak durumdaysa neden boş yere antrenman yapıyorlar ki? Ve bunları yönetip antrene eden onca insan neden istihdam edilir ki? Hemen her durumu olumsuzluklarla kapatmaya çalışan Çalımbay bakış açısının Beşiktaş’a yegane vaadi ‘Kazanmak’ olacaktır. Oysa Beşiktaş’ın bir ‘Kuruluş’, ‘Yeniden inşa’ fikrine ihtiyacı vardır ve bu bilindik yaklaşımlarla mümkün değildir. Ahmet Nur Çebi ve öncellerinin yaklaşımı ‘Şampiyon takım’ fikriydi ve bu anlayış Beşiktaş’ı önce kültürel ardından maddi açıdan perişan etti. Bugün devletin ‘Müşfik ve şefkatli eli’ olmasa Beşiktaş dahil İstanbul’un ‘Büyük takımları’nın değil koşmak yürüyecek mecali olamazdı.
Önlerinde örnekler var
Dün akşam sezon öncesi hazırlık maçlarını andıran tempo ve ritimde bir karşılaşma izledik. Üçüncü hocasında da baştaki gibiydi Beşiktaş; tesadüf, şans ve bireysel beceri takımı olmayı sürdürdü. Hasan Arat yönetimi için ilham olacak bir örnek gerekirse Şampiyonlar Ligi’ni kazandıktan sonra çöken Borussia Dortmund’un yükseliş hikayesi olabilir. Onlar neyi, nasıl yaptılar? Ayak izleri belli sadece takip etmek gerekiyor. Ve yönetim ‘Fikri önceliği’ni şampiyonluktan öte ‘Ülkedeki çoğunluğun ikinci takımı olabilme sempatisi’ne verebilirse işler hızla yoluna girer. Beşiktaş önce kendine sonra da ülkeye iyi gelebilmeyi başarabilmeli. Bu aynı zamanda ülke futbolunun krizden çıkış reçetesidir de...
‘’Dönüşüm beklemek iyimserlik‘’
Bütün konuyu hakemler üzerinden değerlendirenlerin zihniyeti Ankara’da bir hakeme yumruk attı, yetmedi yere düşmüş birisini tekmeledi. Suçun şahsiliği ilkesi gereği bunu yapanlar ceza alacak elbet. Ancak bunun toplumda bir dönüşüme neden olacağını düşünmek yersiz bir iyimserlik. Bir şeyin dönüşüme neden olabilmesi için toplum tarafından içselleştirilmesi gerekir. Türkiye’de ne bunun kanunu ne de niyetlisi var. Koşamadıkları ve oynayamadıkları oyunu hakem üzerinden dizayn etmeye çalışan, oyuna en büyük zararı veren yapılar, bütün ülkenin şahit olduğu bu olay üzerinden kendilerini temize çekmeye çalışacaklar.
Bilmek için kahin olmaya gerek yok
Futbolda şiddet istemediğini iddia edenler ilk fırsatta geçmiş uygulamaları hayata geçirecekler. Bunu bilmek için kahin olmaya gerek yok. Türkiye’de yaşamak yeterli. Çünkü Türkiye’de futbolun antrenman kapasitesi kadar entellektüel ve vicdanı kapasitesi de düşük. Hangisinin daha geride olduğunu tespit etmek için futbolla ilgili tüm alanlara 5 dakikalık göz atmak yetiyor. İster TFF’de, ister kulüplerde, ister medyada ister taraftarda...
‘’Taraftarla değil ‘doğru oyun’la!‘’
Maçın anahtar tanımları ’Sakinlik’ ve ‘Serilik’ olacaktı ve buna uyan ilk devre boyunca Fenerbahçe’ydi. Maçın ilk bölümde aceleci davranan Beşiktaş’ı pas oyunuyla boş kaleye gol atarak cezalandırdılar. Aslında daha fazlasını yapacak kadar da iyiydiler ama Beşiktaş’ın penaltısından başlayarak yok yere gerilip ve ellerindeki oyunu zora soktular. Düşünün, penaltıyı yapan Samet’in sarı kartı anlaşılır belki ama Dzeko, Fred ve Rebic gibi üç uluslararası kariyerin sarı kartını açıklamak mümkün mü? Büyük ihtimalle tribünlerine ‘O kadar takıma bağlıyız ki’ gösterisi yapıyordu bu ‘Usta’lar! Beşiktaş sahadaki kadrosunun ve antrenman seviyesinin gerçeğine uygun olarak ‘Fırsat oyunu’ oynamaya çalıştı. Lakin alacakları sonuç atacaklarından çok Fenerbahçe’nin atamamasına bağlıydı ve onlar da gerek ilk yarıda gerek ikinci yarının başında girdikleri pozisyonları atamayıp rakibe yardım ettiler. Ancak ev sahibi maçı kazanmaya pek niyetli değil gibiydi. Uzun süre oyuna hakimdi Fenerbahçe. Nihayet 60’a varıldığında Eric Bailly, olay yerine tıpkı rakip stoper Samet Akaydın gibi geç kalıp Edin Dzeko’ya hamle yaptı tabela değişti.
Sakin kalan kazandı
Gol sonrası Rıza Çalımbay bekleneni yapıtı ve Cenk Tosun ile Beşiktaş’ın ‘Zoraki prens’i Vincent Aboubakar’ı değiştirdi. Niyet sanırım şuydu; ’Madem oyunda baştan beri bir şey yok belki marifetle işler yoluna girer!’ Giremezdi... Çünkü işler baştan beri rakibin elindeydi ve bu antrenmansız takımın yapacak şeyi çok azdı ve Beşiktaş da zaten yapamıyordu. Bu memlekette derler ki; ‘Taraftar büyük güçtür’! Bunu söyleyenler futbol bilgilerinden değil ‘Taraftar avcılığı’nın getirisinden nemalanmanın konforundan söyler bunu. Maç rakibe galiz küfürle başladı İnönü’de, tezahüratla devam etti. Peki oyun var mıydı? Sonuçta daha doğru antrenman yapan, maçta sakin kalan, doğru oynayan kazandı maçı.
‘’Anahtar sakin kalmakta!‘’
Kuşkusuz iki takım için de zor maç ama Fenerbahçe için daha zor. Kaybetmesi değil kazanamaması durumunda dahi camia üzerindeki tedirginlik katsayısı yükselecek. Çünkü ‘’Şimdiye kadar çok da dişli takımlarla karşılaşmadı’’ türünden bir anlatı dolaşıyor ortalıkta ve son haftalardaki sonuçlar da bu anlatıyı destekler nitelikte göründü. Beri yandan art arda iki Galatasaray maçı da yakında onları bekliyor. Beşiktaş açısından zor ama rakibine göre daha ‘’az zor’’. Maçın zorluk derecesini ve ‘’ev sahibi olma’’ halini abartmazlarsa daha rahat oynayabilirler ve bu da sezon başından bu yana dört başı mamur bir maç oynamamış takım için fena da olmaz. Ama maçı ‘’Yeni yönetime ve taraftara hediye’’ haline getirirlerse zaten iki yakası bir araya gelmemiş oyunları tuzla buz olabilir.
Fred’in dönüşüyle...
Beşiktaş açısından formül, ‘’rahatlık’’ ve ‘’eğlenmeye çalışmak’’ olmalı. Ne var ki bu iki tanım bizim topraklarda ‘’boş vermişlik’’ olarak anlaşılıyor. Fakat oyunun dolayısıyla futbolun özü esasen bu kavramlar üzerine kurulu. Atletizm, antrenman, taktik bu amaçlara ulaşmanın sadece aracı... Beri yandan kadrolar, oyun ezber ve uygulamaları düşünüldüğünde Fenerbahçe en az yarım puan da olsa önde! Fred’in dönüşüyle sezon başı oyunlarına dönemeseler de en azından bu vaadi taşıyorlar. Beşiktaş ise sezon başından bu yana daha çok rakiplerinin etkisizliğine bağlı olarak fikstürün tepesine yakın durabiliyor. Bu belirsiz oyunun tek umudu içeride oynuyor olmaları.
Taraftar üstünlüğü abartı...
Yani, bizim ülkede manasızca abartılan taraftar üstünlüğü! Tempolu oynayacak bir yapıda değiller. En fazla maç içinde bazı anlarda patlama yapabiliyorlar onların da çoğu ikinci devrelerde. Fenerbahçe ise tam tersi oyunun ilk bölümünde etkin duruyor. Yani Beşiktaş, takım savunmasını kendi alanının her yanında etkili yapıp fırsat kollamak durumunda. Fenerbahçe Trabzon maçı ile TrabzonBeşiktaş maçları onlara iyi örnek olabilir... Skoru yakalayamadığında gerilecek olan Fenerbahçe olacağından sakinlik Beşiktaş’ın anahtarı olur.
‘’Ülke sıkıcılığında bir maç daha...‘’
Durum yeni değil epeydir böyle; Beşiktaş maçlarının ilk devreleri onlar açısından yok hükmünde geçiriyor. Topla oynamasına oynuyorlar ama oyunu kurgulayamadıklarından uygulama da mümkün olamıyor. Geriye rakibin bariz hatalar yapmış olması kalıyor ki, Ankaragücü ilk devre o hataları yapmayınca bırakın golü kaleye dahi yaklaşamadılar. Ankaragücü ise Beşiktaş stoperlerinin arasına düşen tek pozisyonu gole çevirmeyi bildi. İlk devrenin en ilginç istatistiği ise ‘Orta’ sayıları idi. Beşiktaş 11’de sıfır, Ankaragücü ise 9’da sıfır çekmişti! Nafilenin böylesi... İkinci devresi de ilkinden farklı değildi aynı yavanlık yaklaşık sıradanlık! Rıza Çalımbay’ın yaptığı değişiklikler de esasen oyunun gidişatına etki etmedi ancak 74. dakikada Necip’in kestiği top neticeye doğrudan etki etti. Şimdilerde ‘Geçiş oyunu’ deniyor ya, Alex Oxlade-Chamberlain neredeyse tüm Ankaragücü oyuncularının geri değil, geri geri koştuğu yerde aralarından geçip golü attı. Bu yazı yazılırken Beşiktaş başkanlık yarışında Hasan Arat önde gidiyordu. Arat da tıpkı rakibi Serdal Adalı gibi takımın yola Çalımbay’la devam edebileceğini açıklamıştı haberler göre.
Kazanılması gereken zaman...
Ne var ki, Beşiktaş’ta revizyondan öte hayli radikal uygulamalara ihtiyaç var sanki. Hem de baştan ayağa... Öncelikle kazanılması gereken şey maçlar değil epeydir kaybedilmiş ‘Beşiktaşlı olma duygusu’dur. Bunun için de elle tutulur planları önce anlatmak ardından da adım adım hayata geçirmek gerekir. Bu da mevcut uygulamaları tekrar ederek değil tam tersi elin tersiyle masadan süpürmek anlamını taşır. ’Kaybedilmiş zaman’ yoktur ‘Kazanılması gereken zaman’ vardır. Ve başkan ile yönetim kurulu zamanın kıymetini bilmek durumundadır. Beşiktaş dün akşam belki yenilmedi ama ‘Zamanı kullanamadığı’ da aşikar. Peki, ‘Ne izledik akşam?’ diye sorarsanız ‘Ülke sıkıcılığında bir maç’ doğruya en yakın yanıt olur sanırım...
‘’'Sihirli dokunuş' demişti birileri!‘’
Çoğu maçında olduğu gibi ilk yarı boyunca sadece tek pozisyona girebilen (Rebic ile) Beşiktaş’ın sorunu kimilerine göre ‘Yetersiz transferler’di! Lakin transfer anlatısı üzerinden ülkeyi ikna edenlere sormak gerek, ‘Adını daha önceden bildiğiniz Simon Mignolet dışında Club Brugge takımından kimi aldırırdınız Beşiktaş’a?’ Sezonun başından bu yana Beşiktaş’ın antrenman sorunları apaçık ortadaydı. Dün akşam yaşananlar bu durumun sadece sonucudur. Zaten ortalaması vasat altı olan ligin dibindeki takımları güç bela yenince ‘Çalımbay dokunuşu’ türünden hamasi başlıklara ikna olanların olan biteni anlamasını zaten beklemiyorum. Ne var ki, Rıza Çalımbay’la devam edeceğini açıklayan başkan adaylarının da konu üzerine eni konu düşündüğünden emin değilim. Düşünün, maç öncesi elinde oyuncu olmadığını söyledikten sonra sahaya haniyse milli takımlar seviyesi bir kadro süren teknik adamın takımı maç boyu sahada uyurgezer gibiydi. Üstelik bu teknik adam 17 yaşında Beşiktaş A takımıyla sahaya gönderilmişti o zaman ki hocası tarafından!
Sorun geçmişten geliyor
Beşiktaşlı oyuncuların neredeyse tümünde düşük reaksiyon seviyesi gözleniyordu. Rakipleri ne kadar hızlı düşünüyor, uyguluyorsa onlar tam tersi durumdaydı. 56. dakikadaki oyuncu değişikliği öncesi ise acıklı bir sahne geldi ekrana. Çalımbay’ın yardımcı antrenörü Bülent Albayrak oyuna girecek oyuncusuna kağıda çizerek ne yapması gerektiğini anlatıyordu. Acaba maç öncesi sahaya çıkacaklar için o kağıtlara ne yazmış olabilirlerdi? Yine de sorun kesinlikle Çalımbay ve ekibinde değil. Durum tamamen geçmişten gelen antrenman sorunuydu. Bir de düşünün ki bu takım ligin üçüncüsü! Hangisinin durumu daha acıklı acaba?
‘’Son maça bıraktı‘’
Maçın henüz 20 dakikasına ulaşmadan iki gol yemiş bir takımın devamını getirmesi müşkül diye düşünülebilir. Ancak Galatasaray skor değilse de oyunu devre bitmeden dengeye getirmeyi başardı. Üstelik bir de gol de atarak. Lakin bu gol için o kadar enerji harcamak zorunda kaldı ki bu, ikinci devre için en azından bana Bayern Münih maçlarının son bölümlerini çağrıştırdı. Rakip Manchester United ise tersine hayli sakindi. Gollerde topu gezdirirken de alanı savunurken de! Devamında da mesele ‘sakin’ kalabilme ile ilgiliydi. Düşünün, maç 1-3’e geldiğinde United sıradan bir Süper Lig takımı görüntüsündeydi. Ancak sadece ‘görüntü’de! Galatasaray ligde böylesi maçları rahatlıkla koparabiliyordu ama işte bu seviyede olmuyor. Neyse ki, Altay Bayındır’a tercih edilen Andre Onana kaledeydi ve olmayacak bir gol yiyerek Galatasaray’ı maça aldı.
Kerem’le başlasa...
Ardından serbest vuruştan iki gol bulan Hakim Ziyech’in pasında Kerem Aktürkoğlu önce ayak dışı kontrol edip Bruno Fernades’e nazire yaparcasına vuruşuyla Galatasaray’ı 3-1’den eşitliğe getirdi. Dakika 80’e ulaştığında İcardi neredeyse sadece bir kez sahada göründü onda da ofsaytta yakalandı! Ancak o İcardi’ydi. Her an her şeyi yapabilirdi ve bu sadece bir ihtimal olarak maç boyunca öylece kaldı... Galatasaray tedirgin sürdürdüğü maçı Şampiyonlar Ligi için öyle ya da böyle son maça taşımayı başardı. Maç böyle bitti ama aklımda başlangıç kadrosu açısından ‘Mertens mi, Kerem mi?’ sorusu öylece kala kaldı. Acaba Kerem’le başlansaydı daha enerjik, daha tehditkar başka bir oyun mümkün olabilir miydi? Siz ne dersiniz?