‘’Gergin ve telaşlı!‘’
Bir gün önce Galatasaray’ın maçı kazanmış olmasının yarattığı gerilime yenik düşmüş bir Fenerbahçe vardı sanki ilk yarı sahada. Rahat olmak için onlarca istatistik üretmişken bu kadar gergin olmayı başka gerekçeyle açıklayamıyorum çünkü... Alanya’nın neyi nasıl yapacağı muamma değil. Ancak golde Fenerbahçe’nin kendi ceza sahası içinde 4’e üç yakalanmasını da açıklamak epey zor! Hele ki uluslararası tecrübe Çağlar’ın ‘kayarak müdahale edeceğim’ derken kendini oyun dışı bırakmış olmasını!.. Gerçi maç içinde ikinci golü bulan Alanya gollerden gayrı ikiden daha fazla golle burun buruna gelmedi değil. İkinci devrenin başlamasıyla gerginliğin gereksiz olduğu net biçimde anlaşılmış olmasına rağmen durumu sürdüremedi Fenerbahçe. Önce duran toptan penaltı, ardından üç savunmacının üzerinden ‘’maçın yürüyeni’’ Dzeko’nun kafa golü!. Sade ve tempolu oynandığında mevcut takımlar içinde Fenerbahçe ile Galatasaray’ı zorlayacak takım “şimdilik” görünmüyor. Görünen, bu ikilinin maçlarda kendilerini acelecilik nedeniyle durduk yere zorluyor olması!
Sorun içeride mi!
Daha çok da bu maçta olduğu gibi kendini fazla zorlayanın Fenerbahçe olması gibi. 25 şut deneyip 30 orta yapan bir takım en fazla ‘’şansını zorluyordur’’ benim gözümde. Ve maç sonu sanıyorum son yılların modasına uyup hep birlikte taraftardan ‘’özür dileme’’ kuyruğuna gireceklerdir! Ama bu, oyun ve kadro tercihi ile ilgili sorunları kapatmaya yetmez. Ve son not: Fenerbahçeliler hatırlar! Takımları transfer yapabilsin diye Aziz Yıldırım döneminde ‘’hatırı sayılır bir para’’ya Boluspor’a transfer olmuştu Ertuğrul Taşkıran. O transfer de o zamanlar için ‘hayatın olağan akışına uygun’ bulunmayan transferlerindendi. Şimdi bu futbolcuya, yetmiyor büyüklerine bu kadar galiz küfrün gerekçesi nedir? Maçı bırakması mı isteniyordu Ertuğrul’un?. Acaba Fenerbahçe’nin sorunu dışarıda değil de içeride olabilir mi?
‘’Sabırlı set oyunu!‘’
Bilinir, Beşiktaş epeydir maçların ilk devresini boş geçirirdi, çoğunlukla ama bu karşılaşmanın ilk devresindeki “boşluk” bambaşkaydı. Antalya’nın orta sahaya kurduğu bariyeri bir kez geçebildiler, Umut Meraş ortasına Semih’in avuta giden kafa vuruşunda. O Umut Meraş ki, yedikleri goldeki kritik hatayı yapan futbolcuydu aynı zamanda. Tüm hücum planı Ante Rebiç koridorundan Cenk Tosun’a ulaşmak gibi görünen Beşiktaş, ev sahibi topu sahanın her yerinde sakince gezdirirken şaşkına dönmüş gibiydi. Öyle ki, kontratak bile yapamayacak denli şaşkın görünüyorlardı. Antalya gösterişli oynamıyordu ama sahanın her metrekaresine hakimdiler. Santos ikinci devreye tüm gücünü yığdığı kanadı değiştirerek başladı. Rebiç ile Muleka, Umut ile Emrecan değişti. Peki, hafta içi antrenmanları ne anlatıyordu acaba? Antrenmanda yaptıklarını yapamadı mı bu koridor?
Değişiklikler ve denge
Değişikliklerin ardından oyun bir biçimde dengeye geldi ve taç atışı sonrası gol yiyen Beşiktaş, paslaşılan korner sonrası gelen ortadan Muleka’yla golü buldu. Ardından sabırlı bir set oyununa döndü Beşiktaş ve ilk devre Antalya’nın yaptığının benzerini oynamaya başladı. Ve bir gol de oradan çıkardılar aynı oyuncuyla. Bu golde Cenk Tosun’un pasöre dönüşmesini sağlayan tam da bu sabırlı set oyunuydu. Bu oyunu baştan beri neden oynayamadı Beşiktaş? Kanımca ilk neden Antalya’nın caydırıcı oyunuydu. O bölümü tek gol yiyerek atlatmış olmaları Beşiktaş’ın şansı oldu bu maçta. Maça 20-25 dakika hakim olması yetti Beşiktaş’a tur için. Bu da ülkedeki oyunun seviyesini göstermesi açısından ibretlik bir örnek olsa gerek.
‘’Maç oynanmadı, Semih oynadı!..‘’
İlk yarı için şahane bir özet ifadesiydi maçı anlatan spiker Ali Ferahbot’un notu; ‘’Maçın ilk isabetli şutu gol oldu’’! O anda maç 45’e girdi girecekti… Evet, ifade gol için doğruydu belki ama sanki esas soru şu olmalıydı; ‘’İnönü’de bir maç mı oynanıyor’’!? Bu oyunsuz karşılaşmada bildiğimiz anlamdaki futbola dair en sağlam emare ‘’hakeme itiraz’’dı. Futbol oynamayı beceremeyen onca oyuncu her fırsatta hakem Arda Kardeşler’i çevreliyor ve forma rengi fark etmeksizin onu eğitmeye gayret ediyordu. Milyonlarca Euro harcanan Raschid Ghezzal, Gedson Fernandes, Jonas Svensson, Milot Rashica ile Cenk Tosun’a rağmen bu oyunsuz oyunda Semih Kılıçsoy, Necip Uysal, Bakhtiyar Zaynutdinov ayakta kalması bile kazanmaya yetti! Düşünün Semih’i çıkartan alt yapı Svensson kadar bir sağ bek, Umut kadar bir sol bek ya da 6 ile 8 pozisyonu denilen pozisyonlara oyuncu çıkaramıyor. Ya da çıkarıyor ama gören gözler katarakt olmuş, göremiyor! Artık hangisi kabul edersiniz.
Arda Güler misali
Semih Kılıçsoy öyle bir çocuk ki, ülkedeki ve Beşiktaş’taki yanlış politikaları, olmayan paraları saçıp savurmayı, problemli yaklaşımları, futbol bilmezliği, nedensiz kibri, çok az şey bilip her şeyi bilir gibi yapmayı sırtına vurup taşıyacak gibi görünüyor. Tıpkı Arda Güler misali. Bir ülkenin bu kadar az çocuğu olmaz, olamaz olsa olsa ‘’gözü görmeyen büyükleri’’ olur…
‘’Sahi biz ne izledik böyle!‘’
Gücü, kuvveti ancak tek 45 dakika, onun da 20–25 dakikasını oynamaya yeten ‘Türkiye Süper Ligi’nde bildik, tanıdık bir ilk yarı. Top, onunla daha çok oynayan görünse de aslında ‘oyalanan’ Beşiktaş’ın ayağındaydı. Gol ise tek fırsat bulan ama ondan değil Rey Manaj’ın defansa çarpıp kaleciyi yanıltan şutunda Sivas’tan geldi. Biz öylece sahaya bakıp duruken hiçbir şey yapmadı iki takım ilk devre. Sanki uyuklar gibiydi onca oyuncu. İkinci devrenin başında Beşiktaş bir iki ‘çırpınan atak’ yapınca Fernando Santos’un devreye girdiğini düşünmüştür çoğu insan ancak oyun süratle ‘ülke normalleri’ne döndü. Çünkü Sivas 1-0’ın avantajıyla ‘tuzak hücumlar’ gözleyip bir iki çıkış da yapınca Beşiktaş’ın iştahı kabaramadan söndü. Futbol ‘yıldız oyuncu’, ‘deha hoca’ paradigmasını aşalı çok oldu. İyi bir hocayla tekrarı bol, yaratıcı antrenmanlar yapmadıktan sonra kazanımlar ‘tesadüf’lerin ötesine geçemiyor. O kazançlar da kendi yaptıklarınızdan daha çok rakibin yapamadıklarıyla doğrudan bağlantılı oluyor. Yani geçmişteki takım çalışması, oyuncu profili, mali portre, sık sık hoca değişikliği vd. nedenlerle eksik kalmışsanız gelenin adı Fernando Santos ya da Bülent Uygun olmuş çok değişmiyor, değiştirilebilecek etki sayısı düşük kalıyor. Beri yandan tribün boş, zemin en az sahadaki oyun kadar berbat olsa bile ‘hakeme itiraz’ değişmiyor ve elbette yok yere kendini oyundan attırma da!
Hiç yere...
Beşiktaş epeydir matah bir şey yapamıyordu sahada, bu maçta da yapamayacağı öngörülebilirdi. Gerçi Sivas da gol dışında etkisizdi ama gol atmışlardı en azından. Peki Bülent Uygun hiç yere kendini neden attırdı? Servet Çetin, Bülent Uygun... Şenol Güneş, Burak Yılmaz, Rıza Çalımbay, Serdar Topraktepe, Fernando Santos... Ve gelip giden, gelip gidecek onca futbolcu... Şimdi sorarım size, ‘Biz ne izledik söyler misiniz?’ Beceremeyen futbolcu, yetersiz teknik direktör ya da bizim topraklarda o pek sevilip sık kullanılan haksızlıklar zirvesi benzetmeyle ‘eyyamcı hakem’ mi? Sahi, hangisi?
‘’Kocaman bir "hiç"!‘’
Bir önceki maçı derin hayal kırıklığıyla tamamlamış Beşiktaş’ın taraftarı sanırım Fernando Santos’un adı hatrına maça tahminlerin üzerinde ilgi göstermiş! Ancak sahada olan biten bir önceki maçtan pek de farklı değil! İlk yarı boyunca Demirspor topa daha hakimse de “cılız tehlike verileri”nde evsahibi Beşiktaş önde. Maçı izlemeyenler için, anlayacağınız can sıkıcı bir maç. Öyle ki, ilk yarıda ülkemizin pek muteber bulduğu şut ve orta sayısı bile makul seviyede kaldı!.. İkinci devreye Beşiktaş biraz daha oyununun üzerine düşünmüş görünerek başladı. Ve henüz 48. dakikada Demirspor 10 kişi kalınca da topu konusunda işleri daha bir yoluna girmiş oldu. Ancak pratikleri düşüktü ve düzenli hücumlardan öte ağırlıkla enerjik davranarak etkin göründüler. Demirspor ilk devre zaten sadece topu elinde tutmuş ancak hücum edememişti. İkinci devre üstelik topu da elde tutamayınca Beşiktaş vaziyete iyice hakim oldu!. Ancak daha çok Milot Rashica üzerinden örgütlediği sınırlı sayıdaki hücumlarda pek de etkili olamadı. Uzun süre ülke vasatında bir maç izledik. Üzerine konuşulmayı gerektiren davranış/ organizasyon sayısı yok denecek kadar azdı
Harcanan bu kadar para...
Sınırlı sayıda etkin aksiyonların olduğu bir maçta biz izleyenler harcanan bu kadar para, verilen bu kadar demece rağmen ne izledik acaba? Kocaman bir “hiç”! Ama bu durum ilk elden iki yeni teknik direktör ve ekipleriyle ilgili değil doğrudan takımlar ile ülkede oyununu yönettiği iddiasındaki federasyonun uygulamalarıyla bağlantılı. Durumu fark eden fark ettiği duruma itiraz eden kaç kişi var şu memlekette? Yok değil ama o koca kalabalık düşünüldüğünde insanın içinden, “Kocaman bir hiç” diyesi gelmiyor mu?
‘’Futbol güzeldir! Peki ya bu?‘’
‘’İstanbul üçlüsü’’ lehine çalışan düzen futbolun oynanırlığını da izlenirliğini de felç ediyor. Sınırsız borçlanmaya dayalı olarak genişletilen ‘’Üç İstanbul’’lunun kadroları karşısında ürkek kalan diğerleri çareyi ceza sahası içine ve önüne yığılmakta buluyor. Bu da karşılaşmaları sıkıcı hale getiriyor. Diğerlerinin kendi aralarındaki maçları ise ne tribünde ne televizyonda izleyen haniyse yok gibi zaten… Samsun da dün akşamın ilk devresinde bu formüle sadık kaldı. Golü bulana kadar Fred ile İsmail Yüksek başlangıçlarıyla daha örgütlü hücumlar uygulayan Fenerbahçe, organize golün ardından topla oynamayı sürdürse de en öndeki Edin Dzeko’yu uygun durumda topla buluşturamadı. Gerçi o da esnekliğini ve çabuk düşünüp, hızlı hareket etme özelliğini yitirmiş görünmedi değil!
Yeller esmeye başlayınca
Maçta ilk devre nadir hücuma çıkışlarında bazı oyuncularının topu ayaktan çıkarmama hususundaki ısrarlarına şahit olduğumuz Samsun ikinci devre biraz öne çıkar gibi oldu. Hatta Taylan Antalyalı şutunda maç başından bu yana belki ilk kez kaleci Livakoviç’in adını andı maçı anlatan spiker arkadaş. Öyle ya ilk devre boyu savunmada dinlemişlerdi! Meğer oynayabiliyorlarmış (!) ve ardından serbest vuruştan golü de buldular. İlk 20 dakikadaki Fenerbahçe organizasyonun yerinde yeller esmeye başlayınca onlar açısından da iş bireysel oyuncu marifetiyle rakibin bariz hatasına kalmış görünüyordu. Ve İsmail Kartal da çareyi 69’da öne üç ‘’marifet’’ göndermekte buldu. Maç bu andan sonra yeniden Samsun ceza sahasının çevresine yığıldı ama kısa sürede yine sönüverdi. Beri yandan uzatmanın sonunda maçı da kaybedebilirdi 31 orta yapıp, 23 de şut atmış olan Fenerbahçe! Maçın temposu bazı anlar dışında genellikle düşük kaldı, ki tribünü dolduran taraftarların bu durum karşısında hayli sıkıldığını tahmin etmek zor olmasa gerek. Onca harcama, bunca borçlanma, fevkalade diye sunulan yıldız oyuncular ve bu tür maçlar! Var mı futbolun güzelliklerinden söz etmek isteyen?
‘’Sayı değil ‘örgütlü oyun’ kazanır!‘’
Yaşam, insan zihninin ürünü olan sayılarla doğru kavrandığında elbette hayli kolaylaşır lakin sayılar her zaman en uygun olanı götürmez insanı. Bu durumu en somut olarak futbolda gözlemleriz. Örneğin bir takım topu ayağında sayısal olarak daha çok tuttuğunda kuşkusuz ki avantajlıdır. Ne var ki bu avantajın kazanca dönüşmesi için ‘daha çok şut’, ‘daha çok orta’, ‘topla daha çok oynama’ gibi sayılar yetmeyebilir! Tıpkı dün akşam Beşiktaş’ın oyununda olduğu gibi. Bu tür oynama biçimlerinin gerçek sorunu ‘örgütlü oyun’u inşa edememek oluyor. Evet, etkin görünüyorlar ama bu etkin görünüm kendi yaptıklarından çok rakibin yapamadıklarıyla doğrudan ilgili. Pendikspor kendini rakibine göre ‘güçsüz’ algıladığı için ‘kontra atak’ oyununa evrilip üstüne bir de hücumda yüksek yüzdeli oynayınca maç sayıları yüksek Beşiktaş’ın hiç de ummadığı bir yere gitti. Evet, iki gol de kaleci Mert Günok’un kapalı direğinden oldu ama ya taç atışı sonrası gelen üçüncüsü?.. O da artık Beşiktaş’ın zihinsel dağınıklığından diyelim. Bu öyle bir dağınıklık ki, Fernando Santos’a bile ‘faul itirazı’ yaptırdı! Bu maç elbette Fernando Santos’a değil, o Rize’de tribündeyken yarattığı varsayılan etkiyle galibiyeti ona bağlayan ‘futbol ileri gelenleri’ne yazmalı ama kim yazacak değil mi?
Son bir soru...
Beşiktaş oyunu çeşitli başlıklarda sayı olarak Pendik’ten fazlaydı ama örgütlü hücum ya da savunmada daha iyi olan takım değildi! Takımın durumunu anlatan belki en çarpıcı veri 66’da oyundan çıkarılan Beşiktaş’ın genç oyuncusu Semih Kılıçsoy’un karşısındaki Pendik savunmacısı Erdem Özgenç’ti. Hücumcu 18 savunmacı ise 39 yaşında. Bu Semih’in yapamadığını ya da Erdem’in yaptığını değil Beşiktaş’ın kolektifinin düşüklüğü ile Pendik’in bu maçtaki kolektif bütünlüğünü gösteriyordu. Ve dikkat çekici son bir soru notu... Yeni transfer Jonas Svensson’un oyuna girememiş olması acaba ‘futbolun patronu’ konusunda bir soru işaretine neden olmuş mudur?
‘’Tıpatıp benzer!‘’
Ligin ‘’Süper’’i ya da ‘’bir alt süper’’i fark etmiyor, her şey neredeyse tıpa tıp benzer! İtiraz kültürü, becerememe, kenar yönetimi dahil her şey! Maçın ilk devresinde bir alt ligin lideri, üstelik her başlıktaki yıldız hocasına rağmen (!), herhangi bir varlık gösteremedi. İlk devre istatistiklerinde ‘’0’’ (sıfır) çekti. Hem de onca pahalı, özel oyuncuya rağmen! Tuhaf değil mi? Hal böyle olunca ne yapsa ‘’iş yaptı’’ görünecek olan Beşiktaş da devreyi 2-0 önde kapadı. Şaşırdık mı? Hayır… Bu farkı yaratacak güçlü bir oyun var mıydı? O da ‘’Hayır’’. Beri yandan yeni hoca Fernando Santos, ‘’Önceki maçta karşı tribün kalabalıktı, nereye gitti bu insanlar?’’ diye sorsa yöneticiler ne yanıt verirdi acaba? O da bilinemez. Ya da 2016’da girdiği ülkede onca takımda fırfır dolandırılan Adrian Regattin’i nasıl açıklamalı? O hiç bilinemez!
Emin olun bu ülkede normalde yanıtsız kalması gereken her soruyu doyurucu yanıtlarla karşılayan birileri ve bu yanıtları doğru bulan ‘’taraftar’’ adlı büyük kitleyi bulmak hiç de zor değil. Dün akşam birçok maçta olduğu gibi kalabalığın ve onları yönetenlerin esas derdi, ‘’iyi ve doğru oyun’’ değil mevcut saçmalıkların magazin tonlu devamı!.. Ne izledik biz dün akşam? Sıradan bir maç değil mi? Kazanması beklenen kazandı… Cenk Tosun sevindi muhtemelen ama Semih Kılıçsoy, ‘’Neden sahada yoktum’’ diye üzüldü.
Sonucu gol olan o kornere kafayı uzatan Demir Ege Tıknaz sevindi ve onunla birlikte çoğumuz, ‘’Çocuklarımız da yapabiliyor demek ki’’ diye sevindik.
Hiçbir şey anlatmamış demek ki!
Tüm bunların yanında 29 yaş ortalamalı iki ayrı ligin takımı kimseyi gerçekten şaşırtmıyor, değil mi? O zaman Semih oyuna girerken o az sayıda insanın duygusu bu oyunu yönetenlere hiçbir şey anlatmamış demek ki!