Arama

Popüler aramalar

‘’Ali Sami Yen ruhu!‘’

Bu yıl hemen hemen her maçta taraftarına kahır mektubu yazdıran o Galatasaray gitmiş, Ali Sami Yen’i cehenneme çeviren 2000’in Galatasaray’ı geri gelmişti sanki. Bunda hiç kuşkusuz, bu sezon ilk kez ideale yakın bir kadroyla sahaya çıkmanın rolü olduğu gibi, orta alanda görev alan oyuncuların, başta Lucas Neill olmak üzere oyun kurabilmelerinin ve dikine oynamalarının da katkısı vardı. Galatasaray’ın iyi futbolunda bir başka faktör ise, yeni transferler Kazım, Culio ve Stancu’nun etkili oyunlarıydı. Bu arada Ayhan, Barış ve Mustafa Sarp’ın sahada olmayışlarını da unutmamak gerek!
Bu nostaljik durum 75. dakikaya kadar devam etti. Galatasaray taraftarı uzun bir aradan sonra ilk kez bir maçı güle oynaya tamamlayacağını düşünüyordu ki, devreye Hagi girdi! Tatlı-sert futboluyla rakiplerini yıldıran ve orta alanı aklıyla çekip çeviren Neill’ı oyundan çıkartarak özgüvenini kaybettiği her halinden belli olan Mustafa Sarp’ı sahaya sürdü. Her şey birden ters yüz oldu. Orta alanda top kayıpları başladı. Ardından da defans paniklemeye... Arka arkaya yenen iki gol bütün keyifleri kaçırmıştı ki, sahneye Baros çıktı ve düğün gecesinin kabusa dönmesine engel oldu. Bu sezon ilk kez 4 gollü bir galibiyet alınması, Seyrantepe’de ikide iki yapılması, Milan Baros’un golleriyle, sarı kartlarıyla geri dönüşü, Ali Sami Yen ruhunun Aslantepe’de iyiden iyiye kendini hissettirmeye başlaması, geceye anlam katan diğer faktörlerdi.

07 Şubat 2011, Pazartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Düşene tekme!‘’

Yeryüzüne yayılan hemen hemen tüm uygarlıkların geleneğinde ve kültüründe vardır, düşene tekme atmamak. Orta çağ Avrupası'nda düello yapan şövalyeler, hasmının silahı düştüğünde kendi silahını da atar, durumu eşitlerlerdi. Keza düşmanı yere yuvalanırsa, ayağa kalkmasını bekler, dövüşe öyle devam ederlerdi. Asalet timsali insanlara boşuna şövalye ruhlu dememişlerdir. Bizim kültürümüzde de düşene tekme atmak, arkadan vurmak, pusu kurmak sinsilikle eş anlamıdır ve son derece ayıplanan davranışlardır. Kavgada düşmana saygı esastır. Asalet bunu gerektirir. Asil olmanın bir başka ölçüsü de düşmanının kim olduğudur. Yani, düşmanın kadar değerlisindir. Kiminle nasıl kavga ettiğindir, değerini belirleyen.

Bunu yıllar önce Mustafa Denizli çok iyi örneklemişti. Meczup bir amigo ona kafa attığında birlikte yere yuvarlanmışlardı. Denizli olayın şokunu atlatır atlatmaz ayağa kalktı ve ceketini silkeleyerek yürüdü, gitti. Arkasına bile bakmadı. Saldırganı olduğu yerde bıraktı. Bu asil bir duruştu. Bugün ise, o Mustafa Denizli'nin öğrencisi Ümit Özat kendine saldıran taraftarı yere serdikten sonra tekmelemeye devam ediyor. Bir serseriyi muhatap alması bir yana düşene vurulmaz prensibini de bir tarafa bırakıyor. Ve kaderin garip bir cilvesi olacak ki, sahadaki rakibi Hikmet Karaman da yere düşen Ümit Özat'ı tekmeliyor. Aslında tekmelenen Türk antrenörlüğü oluyor. Asaletle sefalet aynı gemide yan yana yolculuğa devam ediyor. Bir yanda Denizli, bir yanda bunlar...

02 Şubat 2011, Çarşamba 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Karadeniz öfkesi!‘’

Trabzonlu tez canlıdır, sabırsızdır, hırçındır, kıvılcım gibidir. Bütün bunlar, yöre insanının karakteristik özellikleridir. Lakin gün, parlama günü değildir. Trabzonspor'un her zamankinden daha fazla sükunete ihtiyacı vardır.


Bu sezon futbola dair tüm değerleri bünyesinde bulunduran yegane kulübümüzün Trabzonspor olduğunu iddia edersek, pek de abartmış sayılmayız. Takımdaşlık, ekip ruhu, ofansif zenginlik, tempo, teknik-taktik varyasyonlar, devamlılık, akıcı futbol gibi sportif zenginliklerdir, Trabzospor'u rakiplerinin önüne geçiren ve bileğinin hakkıyla ligin zirvesine oturtan. Taraflı tarafsız hemen herkesin büyük keyif alarak Trabzonspor'un maçlarını seyretmesi, seyretmek istemesi boşuna değildir. Trabzonspor halen şampiyonluğun bir numaralı favorisidir. Gelgelelim, Ankaragücü maçında alınan beraberlik sonrası bir bardak suda koparılan fırtına, Trabzonspor için endişe verici bir gelişmedir. Sakinliği ve dinginliğiyle tanıdığımız Şenol Güneş'in hiç gereği yokken öfke belagatine başvurması, bazı taraftarların Burak Yılmaz'ı oyundan çıkarken ıslıklamak gibi bir ayıba imza atması, tarihi boyunca hiç olmadığı kadar bu sezon Trabzonspor'a destek veren İstanbul basınının hedef alınması, Karadeniz ekibi için iyi işaretler değildir. En ufak bir tökezlemede sükunet böylesine bozuluyorsa, önümüzdeki haftalarda çıkabilecek daha büyük krizleri Trabzonspor yalpalamadan nasıl atlatacak? Tamam, Karadenizli tez canlıdır, sabırsızdır, hırçındır, kıvılcım gibidir. Yöre insanının karakteristik özellikleridir, bütün bunlar. Lakin gün, parlama günü değildir. Trabzonspor'un her zamankinden daha fazla sükunete ihtiyacı vardır. Öfke patlayıcı güçtür; ancak kontrol altında tutulabildiği müddetçe. Kontrolden çıkarsa yıkıcıdır. Özellikle de öfke sahibi için. Başarıya giden yol sakin ve sabırlı olmaktan geçer. Zor da olsa...

26 Ocak 2011, Çarşamba 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Mekan oynattı!‘’

Galatasaray tarihinde pek çok dönüm noktası vardır. Ancak, içlerinden sadece iki tanesi devrim niteliğinde sayılabilir. Bunlardan biri UEFA Kupası’nın kazanılması, diğeri ise Türk Telekom Arena Stadı’nın hizmete girmesidir. Fakat ne yazık ki, Sarı-Kırmızılı camia her ikisinde de çağ atlamak yerine kendi kendine yarattığı krizlerle sonu belirsiz bir kaosun içine sürüklendi. 2000 krizini takiben Galatasaray 10 yıldır belini doğrultamıyor, Seyrantepe açılışında yaşananların ardından ise camia karpuz gibi ikiye bölündü. Son bir haftadır olan bitenin sonrasında Galatasaray’ın kısa vadede toparlanması pek mümkün görünmüyor.

Gelgelelim, bunun tek bir istisnası var: İlk devreyi tarihinin en kötü performanslarından biriyle kapayan futbol takımının kalan zamanda olağanüstü işler başararak Avrupa Kupaları’na katılması ve orada da eski görkemli günlere dönülmesidir. Peki Seyrantepe’deki ilk lig sınavına bakıldığında bu mümkün mü? Maçın genelindeki oyuna bakarsak durum pek iç açıcı görünmüyor. Hırs var, istek var, arzu var, tempo var, mücadele gücü var; hepsi bu. Sahadaki kadro kalitesi yine yetersiz. Takıma büyük katkı sağlayacakları her hallerinden belli olan yeni transferler Yekta ve Stancu’ya rağmen... Çünkü sorun eskilerde. Mesela; ayağındaki topların yüzde 80’nini rakibe atan Lorik Cana, altyapısını Almanya’da almasına rağmen en temel futbol bilgisinden bile yoksun görünen Barış Özbek, müzmin formsuz Hakan Balta ve 10 metrekarede oynayan Ayhan Akman. Şayet, başta Arda ve Baros olmak üzere eksikler bütün haşmetleriyle geri döner de, mekan da oynatmaya devam ederse Galatasaray düştüğü kuyudan çıkabilir.

24 Ocak 2011, Pazartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Galatasaray'dan utananlara...‘’

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Türk Telekom Arena’ın açılışında protesto edilmesini ve ıslıklanmasını ben de etik açıdan doğru bulmayanlardanım. Bunu, açılış gecesi yazmış olduğum yazıda da ayıp olarak nitelemiştim. Başbakan Erdoğan’ın stadın yapımında Galatasaray lehine göstermiş olduğu irade bir yana, konuk edilen kişinin, her kim olursa olsun protesto edilmesi, ne Türk örf ve adetlerine, ne de Galatasaray terbiyesine uygun bir davranıştır. Bu, meselenin bir yanı.

Gelelim diğer ve daha vahim boyutuna... O gece yaşananlara gösterilen reaksiyonun ölçüsüzlüğü, hükümet kanadıyla AKP yandaşlarının orantısız tepkisi, bazılarının terbiye sınırlarını aşarak 530 yıllık Galatasaray camiasını hedef alan hakaretleri, bir taraftarın nezarete alınarak 6 saat içeride tutulması ve polisin kendi hazırladığı tutanağı imzalatmaya çalışması, Başkan Adnan Polat’ın demokrasi özürlü rektörler gibi emniyetle işbirliği yaparak taraftarını jurnallemesi, nihayetinde savcıların harekete geçirilmesi, yapılan protestolardan çok daha düşündürücü gelişmelerdir. Suç niteliği taşımayan, hatta vatandaşlık hakkı olan bir eyleme dahi böylesine hoşgörüsüzlük gösterilmesidir, asıl endişe duymamız, korkmamız gereken. İronik olacak ama, bu protesto faydalı da olmuştur. Zira bir turnusol görevi görmüş, ülkeyi yöneten düşünce ikliminin hangi mecraya kaydığı konusunda yeterince bilgilenmemizi sağlamıştır. Benzerine ancak totaliter rejimlerde rastlanabilecek bu zihniyet, demokratik toplumlarda, yalnız statlarda değil, ülkenin her tarafında protesto edilir. Ediliyor da... Vatandaşlık bilinci, demokrasi kültürü bunu gerektirir.

Galatasaray taraftarı da o gece Türk Telekom Arena’da -şık olmasa bile- bu bilinçle hareket etmiştir. İşte bundan dolayı, kraldan daha kralcı davranarak Galatasaray taraftarından, Galatasaraylılığından utananlar, bırakın utanmayı, bilakis böyle bir topluluğa sahip oldukları için gururlanmalıdır. Hepimiz biliyoruz ki, iddia edildiği gibi üç beş yüz kişinin tepkisi değildir, o tepki. Stadın neredeyse tamamının bu protestoya katıldığını orada olan herkes biliyor. Ve bu iyi bir şeydir. Çünkü profil değişmiştir. Taraftar öyle topla, popla kendini afyonlayan zümre değildir artık. Çoğunluğu akıllıdır, zekidir, eğitimlidir, bilinçlidir, dünyayla entegredir, ülke meselelerine duyarlıdır. Giderek otoriter eğilimler gösteren bir yönetim tarzına karşı ses çıkarması da bu nedenle doğaldır. Orada hükümet uyarılarak demokrasiye sahip çıkılmıştır. Bir gün gelip, bugünün muktedirleri de dahil herkesin ihtiyaç duyacağı kırılgan demokrasimize... Kör-topal, eksik-aksak da olsa...

Son sözüm yine utananlara... Asıl utanç duymanız gereken, cadı avına çıkan başkanınızın akla ziyan tutumudur. Nokta.

21 Ocak 2011, Cuma 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Samanlık ‘Seyran' olmuş!‘’

Fazla beklememe gerek yokmuş. Galatasaray’ın Seyrantepe’deki yeni mabedi Türk Telekom Arena, ‘Kuş Kafesi’ kadar mimari bir harika olmasa bile Avrupa’daki benzerlerini geride bırakacak ölçüde ileri teknoloji ürünü çağdaş bir stat olmuş. Bu stada emeği geçen herkesi kutlamak, ömrü açılışı görmeye vefa etmeyen eski başkan Özhan Canaydın ile yapım aşamasında hayatını kaybeden üç işçimizi de rahmetle anmak gerek. Bir kaç gün önce Ali Sami Yen Stadı’nı hüzünle kapadıktan sonra yeni mabedi çoşkuyla karşılamak her ne kadar kolay olmasa da, taraftarın aynı ruhu Seyrantepe’ye taşıması gecenin en dikkat çekici unsurlarından biriydi. Bunda hiç kuşkusuz stadın müthiş akustiğinin de rolü vardı. Demek ki gönüller bir olunca her yer ‘Seyran’ olabiliyormuş! Haftalar öncesinden hazırlığı yapılan açılıştaki gösterilerin Ali Sami Yen’in kapanışında sergilenenlerden biraz hallice olması, yönetimin bu konudaki acemiliğini ortaya koyarken, stadın bitirilmesinde çok büyük katkısı olan Başbakan Erdoğan’ın yuhalanması ise taraftarın büyük ayıbıydı. Bir başka ayıp ise, güvenlik nedeniyle cep telefonlarının bloke edilmesiydi. Eğer bir başbakan kendi emeğinin de geçtiği bir spor tesisinin açılışında böylesine güvenlik endişesi taşıyorsa, o ülkede yolunda gitmeyen pek çok şey var demektir.
Yalnız Galatasaray’a değil Türk futboluna da yeni bir soluk getirecek olan Türk Telekom Arena’nın Sarı-Kırmızılı takım için yapacağı en önemli değişiklik ise, Olimpiyat Stadı ile birlikte varoş kültürünün etkisi altına giren taraftar profilinin yeni bir boyuta geçmesi olacaktır.
Maça gelince... Gelmeyelim daha iyi. Aynı tas aynı hamam! Hakan Balta’sıyla, Ayhan Akman’ıyla, Sarısıyla-Kırmızısı’yla!..

16 Ocak 2011, Pazar 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Ali Sami Yen içimizde...‘’

Nerede başlar, nerede sonlanır bilemeyiz. Keza, nerelerde duraklayacağımızı da... Eğer yörüngeden çıkıp başıboş bir meteor gibi evrenin sonsuzluğuna savrulmamışsak, uğrayacağımız ara istasyonlardır hayatımıza şekil veren, mana katan.

Ve bu istasyonlardaki bekleme odaları...
Umutlarımızı, kederlerimizi, sevinçlerimizi, anılarımızı biriktirdiğimiz sihirli mekanlarımızdır oralar. Çeşit çeşittir, rengarenktir. Birinden çıkarız, diğerine gireriz. Bu, bekleme süremize bağlıdır. Gelen ilk katara binip gözden kaybolmadan önce hangisinde ne kadar kaldığımız ve kalmak istediğimizdir, aidiyetimizi belirleyen. O nedenle ilişkimiz girifttir yaşam alanlarımızla. Biz mi mekanlarımızın içindeyizdir, mekanlarımız mı bizim içimizde; bilinmez. Yani, ruhumuza öylesine sinmişlerdir ki...
Kimi mahzun çocukluğumuzun yakıcı özlemidir, kimi geleceğe umut devşirdiğimiz eylem merkezimiz. Kimi de var oluşumuzun nirengi noktası... Tıpkı Ali Sami Yen Stadı gibi.

Hiçbir Galatasaraylı yoktur ki, kendini ifade ederken Ali Sami Yen Stadı’nı baz almasın. Çünkü orada vücut bulur, ete kemiğe bürünür Galatasaray ruhu. Orada gerçeğe dönüşür bütün düşler. Orada tamir olur kırık kalpler. Orada beslenir umutlar. Orada çakar kıvılcımlar, yeşerir aşklar. Orada düşer, kalkar çocuklar. Orada sarsar bedenimizi hıçkırıklar. Orada var olur tüm zaferler, gururlar. İşte bundandır, veda gecesinde Galatasaraylılar’ın gözyaşlarını yüreklerine akıtmalarının sebebi. İşte budur, başı dik, vakur ayrılığın nedeni. Lakin burada bitmeyecek Galatasaraylı ile Ali Sami Yen’in düeti. İlelebet sürecek bir şarkıdır bu. Zira Ali Sami Yen salt bir stat değildir. Ali Sami Yen bir ruhtur. Ali Sami Yen yüreklere kazınmış bir aidiyettir. Ali Sami Yen, mağrur bir geçmiş, ışıltılı bir gelecektir. Ali Sami Yen Galatasaray’dır.

Hiç kuşkunuz olmasın, o geride bıraktığını sandığınız hatıralar sizinle beraber gittiğiniz yere gelecektir. Siz bıraktığınızı düşünseniz de, Ali Sami Yen sizi bırakmaz. Çünkü Ali Sami Yen, Mecidiyeköy’de ya da Seyrantepe’de değildir. Ali Sami Yen içinizdedir, kalbinizdedir, gönlünüzdedir, beyninizdedir. Terk etmek isteseniz de, terk edemezsiniz. Sizinle gelir, sizinle kalır; sonsuza kadar...

13 Ocak 2011, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Hakan Şükür'e veliaht!‘’

Galatasaray’ın devre arası transferine Colin Kazım ile başlangıç yapması doğal olarak ortalığı karıştırdı. Genç futbolcunun gerek Fenerbahçe’de, gerekse Milli Takım’da futbol olarak kayda değer bir üretimde bulunamamasının yanı sıra, saha içinde/dışında sergilediği agresif ve itici tavırlar Galatasaray camiasının ayağa kalkmasına yetti. Her ne kadar Adnan Polat topu Hagi’ye atarak ileride doğabilecek Kazım tandanslı hadiselerde sorumluluğu üzerinden atmaya çalışsa da, Galatasaray’ın transfer fiyaskolarına bir yenisinin daha eklendiği su götürmez gerçek. Şayet Colin Kazım kısa sürede evrim geçirip hakkında olumsuz düşünenleri utandırmazsa...

Hocaları yere göğe sığdıramadı
Neyse, konumuz bu değil. Dikkat çekmek istediğim başka bir isim var: Colin Kazım ile aynı anda transfer edilen Berk İsmail Ünsal. Kazım’ın yarattığı sismik dalga hepimizi o kadar sarstı ve sersemletti ki, Gaziosmanpaşa’dan alınan 16 yaşındaki Berk İsmail bir anda güme gitti. Oysa Adnan Polat ve Adnan Sezgin, Colin Kazım transferinde ne kadar saçma sapan bir tasarrufa gittiyse, Berk İsmail Ünsal’ın alınmasında da o kadar isabetli iş yaptılar. Çünkü geleceğe yatırım yaptılar. Ben Berk’i seyretmedim. Ancak transferi gerçekleşir gerçekleşmez hakkında bilgi topladım.
İstatistiklerine baktım. Gaziosmanpaşa’dan hocası olan Hasan Saka ve Milli Takım’dan hocası Abdullah Ercan’la konuştum. Her ikisi de Berk İsmail hakkında müthiş referans verdiler. U18 Bölgesel Ligi’nde bu sezon toplam 9 maç oynayan ve 12 gole imza atan genç futbolcunun en dikkat çeken özelliği, bir maç hariç, tümünde rakip ağları havalandırması ve 90 dakika sahada kalması. Bu, onun istikrarını gösterir. Gelelim teknik özelliklerine: Hasan ve Abdullah hocaların ifadesine göre; uzun boyuna rağmen, çabuk, süratli ve atletik. Üstün top tekniğine ve hava hakimiyetine sahip olan Berk, iki ayağını da çok iyi kullanabiliyor. Bire birde kolay adam eksiltiyor, hareket halindeyken sert ve isabetli vuruşlar yapabiliyor. Abdullah Hoca, Berk’in gelecek açısından çok önemli bir potansiyele sahip olduğunu söylerken, Hasan Hoca da Galatasaray’ın yeni Hakan Şükür’e kavuştuğunu iddia ediyor ve ekliyor: “Şükür’e benzer bir özelliği de insan olarak çok efendi olması. Eksiği ise, rakibe pres konusundaki yetersizliği. Bunu da zamanla giderir.”

Fenerbahçe’nin elinden kapılmış

Berk İsmail Ünsal’ın transfer hikayesi ise oldukça ilginç. Galatasaray’la oynanan bir hazırlık maçında oyuna sonradan girmesine rağmen başta Gökhan Zan olmak üzere Sarı-Kırmızılı defansı zor durumlara sokan Berk ilk olarak bu maçta Adnan Polat’ın dikkatini çekiyor. O zaman Gaziosmanpaşa’nın kapısını çalan Polat, istenen astronomik rakam sonrası geri adım atıyor. Ancak vazgeçmiyor. Aradan geçen zaman içinde scout ekibinden 10 hocaya Berk’i izlettiriyor. Bu arada Müjdat Yetkiner de Fenerbahçe için takip ediyor ve mutlaka alınması yönünde rapor veriyor. Bunun üzerine Galatasaray bir kez daha Gaziosmanpaşa’yla masaya oturarak 16 yaşındaki bir futbolcu için hayli yüksek bir rakam sayılabilecek 400 bin liraya Berk’i renklerine bağlıyor.

Bu arada, Berk’in Fenerbahçe Futbol Okulu’nda futbola başladığını ve Kuştepe’deki sahanın yanında çıkan bir mahalle kavgası nedeniyle korkup Gaziosmanpaşa’nın altyapısına geldiğini de hikayesine eklersek, Galatasaray’ın Emre Belözoğlu’ndan sonra ikinci altyapı zaferine imza attığını iddia edebiliriz. Galatasaray’a ve Türk futboluna hayırlı olsun.

06 Ocak 2011, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI