‘’Derbi öncesinde Galatasaray'ın görünümü...‘’
Öncelikle şunu kabul etmemiz gerekir; Futbol tembel insan işi değildir. Top ayağına geldiğinde oynayıp sonrasında arkadaşlarını ve rakiplerini izleyen oyuncunun bugünün futbolunda yeri yoktur, topla becerileri ne denli gelişmiş olursa olsun...
Öyleyse, topa sahip olmayan oyuncunun da, topu ayağında tutan oyuncu kadar önemli olduğunu bilmek yetmez, bu gerçeğe inanmak gerekir. Her an hareketli, kapalı savunmalar arasına zekice yapılan girişimleri en çok Galatasaray'da görmekteyiz. Bu anlayışa bağlı olarak ataklarda arı gibi çalışan oyuncular izliyor, Galatasaray'ın ataktaki varyasyonlarından zevk alıyoruz.
Galatasaraylı oyuncular kanatlarda kurdukları küçük üçgenler sonucunda temponun düşürüldüğü, pas oyununa geçildiği izlenimini veriyorlar rakiplerine. Bu duraksama, bir anlamda topun öldüğü andır, ama aynı zamanda yeniden hızlanarak ölmüş izlenimi verilen toptan yaşam doğuruyorlar. Bu durum hücum oyuncularının, topun üzerinde tam bir hakimiyet kurmasına neden oluyor. Topun öldüğü andan yaşam çıkartmak, top kontrolünün ne denli değerli olduğunun göstergesidir.
Futbolu basit oynamak, kontrol, pas ve rakip savunma arkasına kararlı koşular yapmak Galatasaray'ın oynadığı futbolun temelini oluşturmaktadır. Eğer rakip savunma arakasına topsuz koşular yapamıyorlarsa, sonuç alıcı atak yapısını yeniden kurgulamak için en gerideki Maicon-Serdar Aziz ikilisine topu veriyorlar. Ligdeki takımların çoğu, böylesi bir atak olgunlaştırma girişiminden daha çok topu geriden ileriye amaçsız atarak oynuyorlar.
"Topu al, hemen pas ver" ilkesine bağlı olarak top dar alanda sürekli ayak değiştiriyor. Dışarıdan bakıldığında belki fazla bir mesafe aşılmıyormuş gibi görünen bu top dolaştırmaların sonucunda, rakip savunmanın yerleşimi ve kademesi bozuluyor. Bu bozulma sonucunda bir futbolcu defansın arkasına sızarak Gomis'in hareket alanına topu gönderiyor.
Galatasaray basit paslaşmalar ile ileriye çıktığı ve topu ileride tutabildiği için rakipleri gerilemek zorunda kalıyor. Oyundan beklenilen sonuç alınmadığı anlar da ya da Galatasaray'ın geriye düştüğü durumlarda çoğu teknik adamın yaptığı "kale önü karambolleri" yaratmaya dayalı, aslında hiçbir çekiciliği olmayan bir futbola dönüş yapmıyor Galatasaray. Son oynanan Konyaspor karşılaşmasında Maicon'u ileriye alıp sözkonusu oyuna yönelme görsek de, genelde karambol oyunu Galatasaray'ın futbolcu genel yapısıyla örtüşmüyor. Çünkü bu durumda uzun pasların yerini, uzun toplar alıyor. İkisinin arasındaki ayrımın farkında olmak, sağlam bir takım yapısı oluşturmanın unsurlarından biridir...
‘’Ödün vermez Fenerbahçeli: Halit Deringör‘’
Fenerbahçe tarihinin cumhuriyet nesli olarak bilinen, ilk kuşak oyuncularından Halit Deringör'ü de kaybettik. Halit Deringör benim saygıdeğer ağabeyimdi. 20 yıl gazetelerde sütun arkadaşı olarak görev yaptık, 35 yıldır da sevgi ve saygıya dayalı bir dostluğumuz vardı. Halit Ağabey cumhuriyetimize ve Atamıza öylesine düşkndü ki, kendisine çok yıllar önce açık çekler verildiği halde, deyim yerindeyse yok pahasına tam 65 yıl Cumhuriyet gazetesinde yazdı.
Ödün vermez Fenerbahçeli kimdir diye bir soru sorulduğunda, bizim kuşaklar hiç duraksamadan "Halit Deringör" derlerdi. İlkelerinden asla ödün vermedi. Fenerbahçe kongrelerinin en renkli insanlarından biri ve yine kongrelerin en acımasız eleştirmeniydi. Bir tek sevdası vardı o da Fenerbahçe'ydi. En acımasızca eleştirdiği başkan Ali Şen olduğu halde, Ali Bey ona çok büyük saygı duyar ve severdi. Ali Şen ve onu yakından tanıyanlar bilirdi ki, Halit Deringör hiç kimseden hiç bir kurumdan en küçük bir çıkar beklemezdi. Eleştirileri ve konuşmaları hep daha iyi bir Fenerbahçe içindi.
Herkes Fenerbahçe'yi ilk şampiyon yapan yerli olarak Mustafa Denizli'yi bilir. Bu doğru değildir. Fenerbahçe'yi 1964 yılında İngiliz teknik adam Oscar Hold'un yerine göreve getirilen Halit Deringör şampiyon yapmıştır. Sağ ayaklı olduğu halde Fenerbahçe'de tam 11 yıl hiç yedek kalmadan solaçık oynamıştır. Fenerbahçeli futbolcu olarak 1948 olimpiyatlarında forma giydi, Avusturya ile yapılan ilk milli maçta da yine o solaçık oynadı.
Halit Deringör futbolu bıraktıktan sonra Bursa'da amatör takımlarda hocalık yaptı. O günlerde Bursaspor henüz kurulmamıştı. Dolayısıyla, Bursaspor'un kuruluş aşamasında, Bursa futboluna büyük hizmetler vermiş, bu ilimizde tam dokuz yıl aralıksız hocalık yapmıştır.
Halit Deringör ödün vermez bir Fenerbahçeli olduğu gibi aynı zamanda ödün vermez Cumhuriyetçi ve Atatürkçü'ydü. "Ben Kürt kökenliyim ama asla Kürtçü değilim" derdi ve onun bu söylemini hiçbir zaman unutamam. Bu yüzden demokrasinin kesintiye uğradığı dönemlerde büyük sıkıntılar yaşadı. Futbolculuktan sonra, Tütün Eksperliği mesleğini sürdürdü. O sırada türlü sürgünler yaşadı. Ama ülkesine ve insanına olan inancını hiçbir zaman yitirmedi.
En son, yaklaşık 1.5 yıl önce Fenerbahçe'nin Dereağzı Tesisleri'nde buluştuk. Tesislerde çalışanlar için çıkan yemekten birlikte yedik. Saatlerce sohbet ettik. En kötü olasılıkla haftada ya da 15 günde bir telefonla konuşurduk. Cumhuriyetimizin kuruluşundan bu yana futbolumuzun tanığı olan "Büyük Fenerbahçeli" Halit Deringör'ü ne yazık ki dün kaybettik. Işıklar yoldaşı olsun...
‘’Futbolumuz taça mı çıkıyor?‘’
Büyük takımlarımızın teknik direklerinin söyledikleri sözlerin medyaya yansıma biçimine baktığımızda, futbolumuz taca çıkmış hatta ofsayta bile düşmüş durumda! Futbol piyasasında dolaşan büyük paraların karşılığında ortaya konulan oyun ve yapılan konuşmalar, futbolun beşiği sayılan İngiltere'de bile insanları çıldırtırken bizim ağzımızdan çıkanları kulaklarımız duymuyor. Kos koca takımlarımızın teknik direktörleri konuşurken saygıda kusur etmemeleri, milyonlarca insanımızın, gencimizin ağızlarından çıkacak birkaç güzel söze ihtiyaçları varken işi "taç hırsızlığı" na kadar götürdüler.
Şenol Güneş ligimizin öğretmen-ağabey teknik direktörlerinden biri olmasına karşın zaman zaman verdiği düşünsel mesajları bazı kuraldığı davranışları ile yerle bir ediyor. Geçen yıl Fenerbahçeli futbolcunun gırtlağına sarılması, bu hafta sonu Gernçlerbirliği oyuncusunun neredeyse gözüne parmağını sokmaya kalkması salt rakiplerini değil Beşiktaş yandaşlarını da üzmüş olmalı. Şenol Güneş'e yakışmayan bu tür davranışlar yüzünden biz yıllarca Fatih Terimi eleştirdik. Hal böyle oluncu, Fatih Hoca'nın bir gün yedek kulübesindeki davranışlarıyla diğer teknik direktörlere olumlu anlamda örnek olacağını hiç ama hiç aklıma getirmezdım
Aykut Kocaman ise yaptığı yanlışlığın üstünü örtmek için yeni yanlışlıklar yapmaya devam ediyor. "Taç hırsızlığı" söylemini bir espiri olarak ortaya attığını söyleyerek yanlışı yanlış ile doğrulamaya kalkıyor ki, bu olanaklı değil. İki yanlıştan bir doğru çıkmaz! Oysa, bu durumlarda basıt ve güzel oyun olan futbol içinde basit çözümlemeler de barındırır. Her insan yanlış yapıyor. Özellikle teknik direktörlük gibi sorumlu hatta sorunlu ve stresli bir görevi sürdürenler de hata yapabilirler. Hatayı hata ile örtmeye çalışmanın bir mantığı yok!
Uzun uzun cümlelerle derdini anlatmaya da gerek yok! İki sözcük her şeyi açıklamaya yeter: "Özür dilerim". der geçersiniz. İnsanlar bunu anlar. Eğer isterseniz "yanlış anlaşıldığım için özür dilerim" dersiniz. İnsanlar bunu daha da iyi anlar ve hatta yanlışlarınız ile küstürdükleriniz varsa size sempati bile duyabilirler.
Futboldaki taç atışının hırsızlığı olmaz, yanlışlığı olur.Taç hırsızlığının ne dilimizde bir karşılığı var ne de espiri yeteneğimizde... Espiri yeteneğinizi geliştirmek istiyorsanız Özkan Sümer'den ders almanızı öneririm. Saygıdeğer hocamızın öğrendiğim son espirisi şöyle: Trabzonspor'un başındayken bir maçını devre arası olur. Özkan Hoca hızla soyunma odasına girip "Lemi, sen ısın" demiş. Lemi de ona "iyi de Hocam ben oynuyorum zaten" der. Hocanın yanıtı hazırdır: "Senin oynadığını kim gördü?".
‘’Fatih Terim Gümüş'ü parlatıyor...‘’
Ligin son on maçlık dönemecine girildiğinde her karşılaşmanın zor olduğuna tanıklık ettik bu hafta. Galatasaray'ın ataklardaki zenginliği, oyunu rakip kale önünde çeşitlendirme becerisine karşın Konyaspor'un direnci karşısında zorlandığını da gördük.
Sarı-kırmızılı takım coşkulu hücum oyununu ortaya koyarken birtakım sorunlar da yaşamıyor değil. Bunlardan birincisi, kendini atak oyuna öylesine kaptırıyor ki, hücumu bir şekilde sonuçlandıramadığı anlarda, top kendi kalesine döndüğünde defansif problemler yaşıyor. Bu durumda özellikle Serdar Aziz rakip atakları durdurmaya çalışırken acımasız davranıyor. Bursaspor forması altında sivrilmeye başladığı günlerde çok beğendiğim ama çapraz bağ ameliyatı olduktan sonra bir türlü eskiye dönemeyen Serdar Aziz, cesur ve kuralları doğru uygulayan hakemlerle karşılaştığında çoğu karşılaşmada çift sarı karttan oyun dışında kalmaya adaydır.
İkincisi ise çabuk forvetler karşısında Serdar Aziz-Maicon ikilisinin bocalaması... Konyasporlu Volkan Şen çok uygun bir durumda ikinci golü atabilse, maçın devamında nelerin olabileceğini, Galatasaray'ın bu zor durumun altından nasıl kalkacağını tahmin etmek kolay olmayacaktı. Daha önce 2-0 geriden gelip maçı 4-2 kazandı ama son derece dirençli Konyaspor iki farklı öne geçtikten sonra avantajını kolay yitirecek bir takım görünümü vermedi bize.
Denebilir ki, Galatasaray'ın çok güçlü hücum oyuncuları var ve şu anda ligde hiçbir takım onlar kadar atak zenginliği sağlayamıyor. Yedekten gelen oyuncuları bile her zaman oynuyormuş gibi moral değerleri yüksek başlıyor maça. O futbolculardan biri de Sinan Gümüş'tür. Fatih Terim'in dönmesiyle birlikte, Tudor tarafından unutulan, oynatılmayan ve bu yüzden üzerinde siyah lekeler oluşan Gümüş yeniden parlamaya başladı.
Ligin ikinci yarısı başlarken Sinan ve Yasin için yazdığım yazı tam da anlamını buldu. Çünkü Sinan Gümüş, Gomise attırdığı golden sonra öyle güzel bir vole golünün sahibi oldu ki, Metin Oktay voleleri kadar olmasa da, büyük gol ustasına bir gönderme yaptı. Sinan Gümüş'ün oyuna girdikten sonra takımına yaptığı katkı şunu göstermektedir: Fatih Terim, Tudor gibi bazı oyuncuların üzerine çizik atmıyor, her oyuncuyu hazır tutuyor. Biliyor ki, uzun lig maratonunda her oyuncuya sıra gelecektir. O sıra geldiğinde Gümüş gibi parlıyorsanız rakiplerin gözünü kamaştırırsınız...
‘’Şenol Güneş'e inanamıyorum!‘’
Gençlerbirliği ligin fizik olarak en güçlü takımlarından biri. Maçın ilk yarısında çok önemli iki pozisyonu kaçıran Gençlerbirliği'idi. Gerçi Babel'in iki uygun gol durumunda attığı şutlar tribünleri heyecanladırsa da, Ankara temsilcisinin gol girişimleri daha netti.
Beşiktaş'ın fizik mücadele olarak zorlandığı bu karşılaşmanın en önemli yanı Şenol Güneş'in artık kanıksadığımız yanlış değişiklikleriydi. Şenol Güneş ya takımı yanlış kuruyor ya da değişikliklerde sorun yaşıyor. Maçın golünü atan Talisca karşılamşmanın en kötü oyuncusuydu. Fizksel yetersizliği maç boyunca gözden kaçmadı. Bu yetmiyormuşcasına Şenol Hoca maça fizik olarak daha da yetersiz olan, asla Beşiktaş'ta forma giymesi mümkün olmayan Vagner Love'u sahaya sürüyor ve Oğuzhan Özyakup gibi yumuşak sitilli bir oyuncuyu da alana çıkartıyor. Bu durumda Beşiktaş'ın maçı kazanması futbolun cilvelerinden biri olsa gerek.
Şenol Güneş, Vagner Love'u oynatmak için elinden geleni yapıyor. Brezilyalı futbolcu da ne bulduğunu anlamak mümkün değil. Oyuna girdikten sonra, fizik mücadelenin içinde ayakları dolaşan Love alanda kaldığı süre içerisinde takıma hiç bir katkı yapmadı. Şenol Hoca sanki Love'u Negrado'nun önüne çıkartmak istiyor ama bu olanaklı değil. Negredo ile Love kıyas kabul edemez. Dün akşam son dakikalarda alanda kalsa maçını skoru Beşiktaş lehine daha da artabilirdi.
Trabzonspor ve Gençlerbirliği karşılaşmalarında dikkat çeken bir gelişme Beşiktaş'ın artık kanat oyunlarına ve Quaresma'nın gereksiz ortalarına ihtiyaç duymamasıdır. Beşiktaş, Mario Gomez'in oynadığı dönemde olduğu gibi oyunu ceza alanı etrafında olgunlaştırmayı, kazanmanın öncelikli yolu olarak görmektedir. Talisca'nın attığı gol ve geçen hafta Negredo'nun hazırladığı pozisyonlar bu gerçeğin bir göstergesi olsa gerek.
Beşiktaş son derece zorlu bir dönemden dokuz puan ile ayrıldı. Neredeyse ligden kopması söz konusu iken şampiyonluğun bir numaralı adayı haline geldi. Başakşehir deplasmanından galibiyetle dönecek olan Beşiktaş'ın şampiyonluk kapısı sonuna kadar açılacaktır. Yeter ki, Şenol Güneş'in Vagner Love aşkı bitmek bilsin...
‘’Kadın ve spor...‘’
Kadınların eşitlik sorununa ilişkin uzun yıllardır verdikleri örgütlü mücadeleye karşın, bugün dünyanın birçok yerinde egemen olan kültür, kadınların erkeklere göre zayıf olması ve bu yüzden kadınların sportif etkinliklere katılımı engellenmektedir. Antik çağdan bu yana süregelen kadın ile erkeğin eşitlik sorunu bugün de duyarlı bir konu olma özelliğini korumaktadır. Bilindiği gibi, Antik Çağ'da kadınların spor etkinliklerine katılması bir yana izlemesi bile yasaktı. Orta çağa gelindiğinde ise kadınlar için formüle edilmiş yaşam biçimi şöyleydi: "En güzel kadın, en az hareket eden kadındır".
Her türlü ideolojik ve yapısal engellemeye karşın son yıllarda kadınlar spordaki erkek egemenliğine önemli bir darbe vurmuşlardır. Birkaç gün önce Arabistan'da kadınlar maratununu televizyon haberlerinde izleyince, dünya kadınlarının spordaki eşitsizlik üzerine dev adımlarla yürüdüklerinin sevincini yaşadım. Birçok ülkede kadınların spor yapması günümüzde bile zor. Hatta 2000'li yılların başında ülkemizin yedi ilinde lisanslı kadın sporcu yoktu. Kadın ve spor konusunda batıda başlayan akım bütün dünyada kadınların önünü açmaya başlamıştır.
1970'li yılların başında temel sorun, kadınların spor yapabileceği takımların oluşturulmasında yetersiz kalınmasıydı. Ne var ki, 20. yüzyılın son çeğreyinde kadın hareketleri sonuç verdi ve bu eylemler kadınların hemcinsleri için yeni olanakların sağlanması sonucunu getirdi. 1972 Münih olimpiyatları öncesinde kadınlar 3000 metreden fazla koşturulmazken bugün maraton koşuyorlar artık.
Doğaldır ki bu kazanımlar kolay elde edilemedi. Kadınların verdiği mücadele pek çok ülkede hükümet politikalarında değişikliğe gidilmesine neden oldu. Bunların en önemlisi 1972 yılında Amerikan kongresinen aldığı karardır. Eğitim yasasının 9.madedsinde şöyle denir "ABD'de hiç kimsenin cinsiyeti yüzünden herhangi bir eğitim programına katılması engellenemez". Ama buna karşın lise ve kolejlerde yöneticiler bu yasaya itiraz ettiler. Bu yüzden yasa beş yıl sonra yürürlüğe girdi. Erkekler kadınlardan daha eşit kalmaya devam etmek istiyorlardı. Erkekler için kabul gören değer yargısı"bütün insanlar eşittir ama erkekler daha da eşittir" şeklindeydi.
Sporun sağlıkla olan ilişkisinin 1970'li yıllardan itibaren keşfedilmesi insanlarda sağlık bilincini yükseltmeye başlamış ve buna bağlı olarak kadınlar birçok spor dalına yönelmişlerdir. Tüm yaşlardaki kadınlar arasında gelişmiş kaslar istenilir bir özellik olmuştur. Ama geleneksel standartlar bugün bile pek çok moda dergisinde yaşatılmaya devam ediliyor. Kadın sporcular bu standartları zorlayarak değiştirme isteğinden geri durmuyorlar..
Kadınların spora katılımı kendiliğinden olmamıştır. Yıllarca erkekler kendilerine sağlanan yeni kaynaklarla beslenmiş ve böylece gelişmiş, destek görmüştür. Aynı koşullar kadınlar için de sağlanmalıdır. Eğer destekler ve özendirmenin devamlılığı olmazsa bugüne değin kaydedilen gelişmeler tehlikeye atılmış olur. Bununla birlikte kadınların spor yapma olanakları 1970'lerin öncesine dönemez. Bazı kulüpler ekonomik sıkıntıya düştüğünde kadın takımlarını kapatsalar bile...
‘’Şenol Güneş'in büyük hamlesi!‘’
Hiç kuşku yok ki, Türk futbol tarihini yazanlar ya da en azından futbolumuzun kültür güncesini tutan medya mensupları Şenol Güneş için çok iyi şeyler yazacaktır. O iyi şeyler Şenol Hoca'nın hakkıdır da. Ancak benim gibi, şeytanın ayrıntıda gizli olduğunu çok uzun yıllardır bilen, futbolda küçük ayrıntıların büyük sonuçlar doğurduğunu ya da en azından insanları üzecek yıkıntılar yarattığını yaşayarak gören biri olarak tarihe birtakım dip notlar düşmemiz gerektiği inancındayım.
Şenol Güneş, Beşiktaş'taki ilk yılında tam altı stoper değiştirdi, stoperlere verilen paralarla neredeyse Süper Lig'de bir takım kurulabilirdi. O günlerde yanında bir stoperi inatla oturtuyordu. Oysa stoper, biraz da sol bek Gençlerbirliği'nden yılın transferi olarak alınmıştı. Sonunda Güneş'in stoperleri birer birer ya sakatlandı ya da takımdan gönderilmek zorunda kaldılar. Bir zorunluluk sonucu forma vermediği Disco Tosic takıma girdi. O Tosic 2.5 yıldır savunmanın cengaveri, Trabzonspor karşısında da adeta kale gibiydi, aşılması mümkün değildi.
Burada Olcay Şahan ve Kerim Frei'ye yaptıklarını ve onları takımdan nasıl uzaklaştırdığını konu edecek değilim. Ancak bu oyunculara üvey evlat muamelesi yaparken kendisine zaman zaman sineye çekilmeyecek hareketler yapan Quaresma'yı da görmezden geldiğini söylemek gerekir. Çünkü onun arkasında seyirci var, tribünleri karşısına almak istemiyor. Quaresma yüzünden, geçen sezonun en iyi futbolcularından biri olan Lens'i öylesine yok saydı ki, moral değerleri sıfıra inen Hollandalı bir türlü kendini bulamıyor.
Şimdi günlerdir yazıp, altını çizdiğim Negredo-Love seçimine gelelim... Negredo sezon başından bu yana ülkemizdeki en iyi santrfordur. Ama Şenol Güneş bunu göremiyor. Üstelik Vagner Love gibi ununu elemiş, eleğini duvara asmış birini ona tercih ediyor. Değerli dostlar, affınıza sığınarak yazıyorum, 39 yıllık futbol akademisyeni olarak Güneş'in Love tercihine hiç bir anlam veremiyorum. Bu oyuncunun Beşiktaş'a alınması cinayetttir, oynatılmasını ise anlatacak sözcük bulamıyorum. Peki şimdi, Negredo'nun oyuna girdikten sonra yaptıklarına ne diyecek yorumcular? "Şenol Güneş'in büyük hamlesi mi?" Geçiniz...
Beşiktaş'ta iki yıl şampiyonluk yaşamış, üçüncü şampiyonluğa giderken Trabzon Havaalanı'nda üç beş kişinin sataşmasını memleket meselesi yapan hatta onları "Fenerbahçeli" olmak ile suçlayan bir teknik direktörün takım kurarken sağlıklı davranabileceğine bütün ülke inansa bile ben inanamam!.
‘’Fenerbahçe'nin kafası karışık!‘’
Fenerbahçe'nin oyununun karmaşık olduğunu biliyoruz. Örneğin sağdan giden Dirar sağa gidiyor ama son noktada ne yapacağını bilmiyor. Buna karşın soldan giden Hasan Ali Kaldırım daha net görüntüler veriyor ama o da son nokta da yetersiz kalıyor. Ama gene de Fenerbahçe'nin en iyi oyuncusu Hasan Ali Kaldırım. Şampiyonluğa oynayan bir takımın en iyi oyuncusu sol beki ise bu takımın genelinde bir sorun var demektir.
Fenerbahçe her iki kanattan da ataklar geliştiriliyor ancak topu kurtarıp net pozisyonlar hazırlayacak gol durumları oluşturulamıyor. Maçın ilk yarısında kalesinde iki gol gören Fenerbahçe, Hasan Ali Kaldırım'ın kendine özgü girişimi ile sadece bir pozisyon hazırlayabiliyor. Kendi alanında bu denli güdük bir futbol oynayan Fenerbahçe'nin kazanmasının zor olacağı açıktır. Fenerbahçe'nin ikinci golünün de hazırlayıcısı yine Hasan Ali Kaldırım.
Sarı-lacivertli takım için maçtan birkaç gün önce başlayan ve karşılaşma saatine değin süren "yorgunluk sendromu"na ilişkin yorumlar beni bile yordu! Nerden çıkıyor bu yorgunluk edebiyatı. Her gün ağır antrenmanlar yapan ve sezon öncesinde belli olan zorlu maç programına göre sezona hazırlanan bir takım için yorgunluk nasıl bahane olabilir? Hafta arası Akhisarspor'da kupa maçı oynamadı mı? Fenerbahçe'nin kadrosu Akhisar'a göre daha geniş ve avantajlı değil mi?
Ancak sorun, bu yüz milyonlarca dolar karşılığında oluşturulan kadronun artık mahalle arasında bile terkedilen doldur boşalt taktiğiyle oynatılmasında... Böyle bir futbol oynatılmak için bunca parayı harcemaya ne gerek vardı Artık sezonun sonu yaklaşıyor ama Fenerbahçe'nin kalıplaşmış, ezberlenmiş bir oyun yapısı yok. Hal böyle olunca da kazanmak rastlantılara kalıyor. Akhisarspor'un attığı üçüncü golde Fenerbahçe savunmasının hali neydi? Rakip forvet golü attığı anda onu engellemeyi bırakın, yaptığı vuruşu bozacak bir savunmacı bile ortada yok!
Fenerbahçe bu maçı kaybederek ligdeki avantajının büyük bir bölümünü yitirdi. Bundan sonra rakiplerinin kaybetmesini bekleyecek. Kalan on haftada iki rakibinin de altışar puan yitirmesi mümkün ama Fenerbahçe'nin her maçını kazanması olanaklı değildir!