Arama

Popüler aramalar

‘’Quaresma'nın toplamı bu kadardır!‘’

Öncelikle Fenerbahçe'yi kutlamamız gerekir. Önce on, sonra da dokuz kişi kaldığı halde Beşiktaş ile başa baş bir mücadele ortaya koydu. Bu da gösteriyor ki, Fenerbahçe'nin sorunu kalite değil eldeki oyuncuların doğru bir kurguyla oynatılmamasıdır. Soldado gibi çabuk ve rakip savunmaya sorun yaratan bir oyuncu varken deplasmanlarda Fernandao ile başlamak hangi düşüğncenin ürünüdür?

Quaresma'nın Beşiktaşa verdiği zararı siyah-beyazlı takımın tarihinde hiç bir futbolcu vermedi dersek abartma yapmış olur muyuz çok da emin değilim. Ancak bu oyuncuyu Beşikta^'ın başına bela eden kesinlikle Şenol Güneş'tir. Slavan Bilic Portekizli oyuncunun dilinden anlıyor, zaman zaman kulübeye alarak onun azgın sürgünlerini budamayı biliyordu. Ancak Şenol Güneş ona sınırsız bir özgürlük tanıdı.

Şunu bilemedi Şenol Güneş; Quaresma gibi oyuncular kendini güçlü hissettikleri anda takımın başına her tüğrlü belayı getirebilir. Nitekim, lig maçında Kamani'nin inanılmaz hataları yüzünden attığı iki gol nedeniyle kendini vazgeçilmez hissettiği anda sonun başlangıcına yaklaşmış da oldu.

Ligde oynanan ve Beşiktaş'ın kazandığı karşılaşmada Cüneyt Çakır'ın kırmızı kartlık hareketini görmezden gelmesi yüzünden alanda kalan "şımarık" Portekizli, doğru ve dürüst bir hakem bulunca kenidini alanın dışında buldu.

Bundan daha önemlisi, genelde hesap kitap bilmeyen Şenol Güneş'in, bir gol kaçırdı diye Lens'i dışarı alıp Quaresma'yı oyuna alması Beşiktaş'ın kupadaki yazgısını da belirlemiş oldu. Oysa on kişi kalmış Fenerbahçe'nin savunması üzerine çabuk bir oyuncu olan Lens'in yapacağı baskı maçı siyah-beyazlıların lehine çevirebilirdi. Şenol Güneş aceleci kişiliğiyle nasıl lig maçını lehine çevirdiyse, aynı duyguyla oyunu Fenerbahçe'ye armağan etti.

Kalite ve kalitesizlik üzerine Fenerbahçe için söylenen tüm sözler bu maçtan başlamak üzere yutulmuş durumda. İkinci maçta Beşiktaş Fenerbahçe'yi eleyerek finale kalabılir ama bu asla Fenerbahçe'nin kalite sorununu gündemde tutamaz. Üç gün önce 3-1 yenilen bir takımın rakip alanda gösterdiği direnç, eksik kalmasına rağmen ortaya koyduğu mücadele dikkat çekicidir.

01 Mart 2018, Perşembe 23:00
YAZININ DEVAMI

‘’Kazanan her zaman haklıdır!‘’

Beşiktaş ile Fenerbahçe ligde karşı karşıya geldikten sonra bu kez de kupada kozlarını paylaşacaklar. Lig maçında yaşanılanlar Fenerbahçe açısından ilginç görüntüler ortaya çıkardı. Geçmişte, iki takmın birbirine farklı galibiyetleri olsa da, futbol açısından, son maçtaki Beşiktaş üstünlüğü pek az rastlanılan bir durumdur. Karşılaşmanın büyük bölümünde kendi alanından çıkamayan hatta dişe dokunur bir atak bile geliştiremeyen Fenerbahçe'nin bu durumu, iki takım arasındaki kalite farkına bağlandı. Oysa ligin ilk yarısında Fenerbahçe, Beşiktaş'ı yenmişti.

Bu noktada Fenerbahçe'ye haksızlık yapıldığı kanısındayım.Çünkü ligin üçte ikilik bölümünün bittiği şu günlerde Beşiktaş ile Fenerbahçe'nin puanları eşit. Gerçi Beşiktaş'ın zorlu Şampiyonlar Ligi mücadelesi futbolcularının üzerine ek bir yük bindiriyor, ama artık bu çağda ve profesyonellik kültürü gelişmiş yabancı oyuncuların, takımların 11'lerini oluşturduğu bir dönemde yorgunluk ve yıpranmışlık gerekçesine sığınmak çok da anlamlı değil.

Anlamlı ya da dikkat çekici olan sonuca göre düşünme ve tabeladaki görüntüdür. İki hafta önce Başakşehir'e top göstermeden deplasmanda yenen Fenerbahçe'nin yaptığı tam saha prese övgüler yağdırılırken, Beşiktaşa keybedince, durumu kalite farkına bağlamak gerçekçi değil kanımca. Salt bizde değil, futbolun profesyonelleşmeye başladığı ilk yıllardan beri tabeladaki görüntü, ligdeki sıralama futbolcuların ve takımların genel durumlarını belirleyici hale geldi.

Üstelik bu anlayış yeni de değil. 1930'lu yıllarda, futboldaki ilk ciddi sistemin(WM sistemi ya da üç bekli sistem) mucidi olan Arsenal'ın ünlü menajeri Herbert Chapman'da tabeladaki görüntüden şikayetçiydi. Aynı zamanda Cahambridge Üniversitesi'nde de hoca olan teknik adam, ölümünden önce Arsenal'ın üç yıl üst üste şampiyonluğunu gördüğü halde gidişattan memnun değildi. "Artık bir takımın iyi oynaması şart değil. Ne olursa olsun gol atmalılar ve puan almalılar. Futbolcuların becerilerinin belirleyicisi lig tablosundaki konumlarıdır aslında".

Kısaca özetlenecek olursa; kazanan hem haklıdır hem de beceriklidir.Kimse artık futbolun sanat yönüne bakmıyor. Sisteme katkı yapılıyor mu ve breysellik takım oyunu çerçevesinde kontrol altına alınabiliyor mu? Çok büyük umutlarla alınan Valbuena'nın becerileri de sistem içerisinde kontrol altına alınmaya çalışıldığında, futbolcu topla oynama isteğini ve hissini yitiriyor. Dönüp dolaşıp futbolu istatistik temeline oturtanlar, bütün istatistikleri Aatıf'tan daha iyi olduğu halde Valbuena'nın daha az görev almasını neye bağllıyorlar acaba?

Genel lig tablosondaki görüntü her şeyi belirlediğine göre, Fenerbahçe için "kalitesiz" denebilir mi? Zorluk derecesi yüksek tüm maçlarını geride bırakmış bir takım liderden sadece üç puan gerideyse, kalan 11 maçta ipi göğüslemeye en yakın takım hangisidir?

01 Mart 2018, Perşembe 11:30
YAZININ DEVAMI

‘’Güneş hatasından dönünce...‘’

Alanımızda, mesleğimizde ne denli uzmanlaşsak da hata yapabiliriz. Bu, insanlık durumuyla ilgilidir. Hata yapmak doğamızda olduğuna göre, önemli olan hatamızı çabuk görüp gidermenin yollarını bulmaktır. Şenol Güneş'in alana çıkarttığı 11'de de birçok hata vardı.

"Kafa golü nasıl atılır?" konusunda ders verecek bir vuruş yapsa da Vida ile Tosic'i yan yana oynatmak hataydı. Üstelik Vida, Fenerbahçe'nin Fernandao ile açık ofsayt durumda attığı golde de derslik hareket etmesine karşın... Eğer kaleniz tehlikeli bir atak ile karşı karşıya ise, kaleciniz de ileri çıkmışsa, stoperlerden biri kalenin diğeri ise kalecinin güvenliğini almak zorundadır. Vida, Fenerbahçeli oyuncuların vuruşuna engel olmak için, futbol bilgisini kullanıp kaleyi korumaya çalıştı. Biraz dikkat etse golü de kurtarıyordu. BU doğrularına karşın henüz Beşiktaş 11'inin direk oyuncusu değil.

Vida-Tosic ikilisiyle maçın gidişatının değişmeyeceğini Şenol Güneş gördü. Medel'i stopere çekip, Tosic'i sol beke kaydırıp, Adriano'yu ise orta alana kaydırıp, boğuşan orta alandan, oyun yapıcı orta alana geçiş yapıldı. Maçın da takımların da yazgısı bu değişikliklerden sonra terse döndü. Medel Fenerbahçe'nin ikinci golünü çabukluğu ve oyun bilgisiyle kalenin güvenlğini alıp kurtardı. Bu dakikadan sonra Beşiktaş belki de profesyonel dönemde hiç görülmedik bir şekilde Fenerbahçe'yi kalesinin önüne hapsetti.

Şenol Güneş başlangıçtaki hataların kendi başına ne işler açacağını, Vagner Love'un "iş görmez" oyununu da farketti. Love konusunda benim anlamadığım hatta kimsenin beni ikna edemeyeceği bir gerçek var. Brezilyalı forvet, Aytemiz Alanyaspor'da ya düşmemek ya da "düşme hattının üzerinde bir yer tutmak" amacıyla mücadele ediyordu. Yaşı 35'e merdven dayamış bu oyuncuyu, Beşiktaş gibi "her maçını final" havasında oynayan bir takıma nasıl transfer edilir? Hadi edildi, "Negredo'ya bir şey olursa yedekte dursun" mantığıyla kulübede tutarsınız.

Negredo ile Vagner Love neye göre kıyaslanıp Brezilyalı sahaya sürülüyor? Benim bu seçime aklım ermiyor, eren varsa da yazsın, okuyup, öğrenelim. Negredo'nun büyük bir sanrtfor olduğunu görmek için sonradan oyuna girip Quaresma'ya iki asist yapması mı gerekiyordu? Maçtan sonra gazetelere bakıp bazı yorumcuları okuduğumda "kahraman yaratma" anlayışımızda bir ortalama tutturmak bir yana daha da depreştiğini, azgınlaştığını gördüm.

Quaresma yılda bir ile 4 gol ortalaması ile oynayan bir forvet. İkisini, Negredo'nun ustalığı, Fenerbahçe kalecisinin acemilği sonucunda attı. Bundan sonra en az beş maç Quaresma'dan verim alabilirseniz aşk olsun! Üsteliki Cüneyt Çakır'ın son derece kötü yönetimi sayesinde kırmızı karttan da kurtuldu. Bilerek, tasarlayarak Valbuena'ya arkadan yaptığı girişime mahalle arasında hakemlik yapanlar bile kırmızı kartı gösterirdi.

Küçük bir not da Aykut Kocaman için... Sevgili Hocam, maçın ikinci yarısında Beşiktaş kalecine gidemeyen bir Fenerbahçe'de Fernandao ne işe yarar?

26 Şubat 2018, Pazartesi 13:07
YAZININ DEVAMI

‘’Gomis'in basit golleri...‘’

Latinlerin her dönemde dilden düşürmedikleri ve toplumlar üzerinde çok eskiden beri etkisi olan güzel bir sözü vardır; "Simpleks sigullum veri" Türkçe'ye " güzellik basitliktedir" şeklinde çevriliyor. Johan Curyff'da "Benim oyunum" adlı enfes kitabında "futbol basit bir oyundur, ama basiti yapmak zordur" der. Galatasaray'ın bu sezon oynadığı futbolun sonuç alıcı olmasının en önemli nedeni, her takımdan daha fazla "basit oynayan" futbolculara sahip olması. En başta gelen de, attığı basit gollerle daha şimdiden gol krallığının bir numaralı adayı Gomis...

Siyahi oyunucunun topla buluştuğunda en çabuk ve ekonomik şekilde arkadaşlarına verip boşa çıkması atttığı gollerin de hazırlayıcısı oluyor. Gomis'in attığı gollerin geneline özellikle de Bursaspor'a attığı üç gole bakarsanız ne görürsünüz? Doğru yere koşu ve tek vuruş. Galatasaray'ın golcüsünün topu aldıktan sonra birkaç kişiyi çalımlamaya kalktığını hiç gördünüz mü? Curyff kitabında iyi futbolcunun tanımını da şöyle yapıyor: "Topa bir kere dokunup, nereye koşacağını bilen oyuncu"...

Böylece, Beşiktaş'a geldiği ilk günden beri hakkında tek olumlu şey yazmadığım, kendisine gelen her topu eveleyip geveleyen, ayaklarına dolaştıran, bunu yaparken, doğru iletişimin yolunu açan beyindeki sinaps ağlarını bile birbirine dolaştıran Quaresma'nın, iyi futbolcu tanımına uymadığı da anlaşılmış oluyor.

Quaresma'dan söz açılındığında Beşiktaş'ın neden atakta zorlandığı, Galatasaray'ın ise neden leblebi gibi goller attığının nedeni de ortaya çıkıyor. Beşiktaş, Quaresma'nın karanlığa kurşun sıkar gibi yaptığı amaçsız ortalardan çok şey bulamazken, Galatasaray kanatlarda oluşturduğu üçgenler sonucunda basit paslaşmalar ile rakip savunmanın dikkatini dağıtıp kale önünü boşaltıyor. Kurulan üçgenden bir oyuncu rakip arkasına sarkıyor, ceza alanının aut çizgisi ile kesiştiği noktadan, boşalan kale önüne yerden "gol pası" veriliyor. Zaten o boşluğa Gomis koşusunu çoktan yapmıştır. Sonuç, boş kaleye yapılan basit vuruşlar.

Gomis'in attığı gollerde iki oyuncu anahtar rol oynuyor. Rodrigues ve Linnes... Sağ tarafta kurulan üçgenlerin gol öncesi görünen adamı Rodrigues, göze çok batmayan ama başlangıçta etkin rol üstlenen isim ise Linnes'tir. Fatih Terim bu nedenle ondan vazgeçmiyor. Futbol artık böyle oynanıyor. Gereksiz çok pas yapmak değil, hedefe yönelik paslar sonucunda, gol pasına dönüşecek ataklar geliştirmek... Beşiktaş'ta, Quaresma oynadığı sürece böyle bir oyun kurgusunu oluşturmak olanaklı değildir. Gomis'e böylesine basit goller atacak gol durumları hazırlanırken, Beşiktaşlılar Negredo'ya henüz bir tek pozisyon bile hazırlayamadılar. İspanyol golcünün isyanı ve kendisini yiyip bitirmesi de bundan olsa gerek...

25 Şubat 2018, Pazar 14:36
YAZININ DEVAMI

‘’Derbinin anahtar faktörü Şenol Güneş'tir!‘’

"Futbol iyi futbolcuyla oynanır" söylemi artık klasik hale gelmiştir. Bu hüküm doğrudur da! Şenol Güneş'in ilk sezonunda Alman santrfor Mario Gomez toplamda 28 gol atarak adeta Şenol Hoca'yı sırtında taşımıştır. Bu sezon Beşiktaş'ın bütün forvetlerinin toplamı 28 gole ulaşamadı ligde. Güneş'in ikinci şampiyonluğunda ise Beşiktaş sadece Başakşehir ile yarışmış, diğer büyükler lige erken havlu atmıştır.

Peki, Beşiktaş kötü futbolculardan kurulu bir takım mı? Asla! Siyah-beyazlılar ligin en iyi futbolcularına sahip. İşte sorun da burada zaten. Şenol Güneş bu iyi kadronun içinde doğru bir 11 çıkartmakta zorlanıyor. Geçmişteki iki şampiyonluğu ortalama 11-13 futbolcuyu oynatarak kazanan Şenol Güneş, bugün 22 futbolcusundan hangisini 11'e alsa sırıtmayacak bir kadronun içinde bocalıyor. Bu bağlamda belki de Pepe ve Talisca'nın oynamaması Şenol Güneş için avantaj olacak. Kafasının içindeki karışıklık biraz daha çözümlenecek olan Güneş karşılaşmayı ilginç hale getirecek bir unsur olabilecektir.

İki büyük takım arasında geçmişte yaşanmış çok ilginç maçlar oynanmıştır. Son zamanlarda Fenerbahçe daha çok kazanmış olsa da, geçmişten gelen "ilginç maçları kazanma" geleneği Beşiktaş'ı daha avantajlı kılmaktadır. Kadıköy'de dokuz kişi kalmış ve kalecisinden yoksun Beşiktaş'ın kazanması böylesi bir ilginç duruma örnektir.

Ne var ki, geçmişten gelen Fenerbahçe'nin Galatasaray'a, Beşiktaş'ın Fenerbahçe'ye ve Galatasaray'ın Beşiktaş'a karşı olan avantaj geleneği, yabancı futbolcu sayısı arttıkça ortadan kalkmıştır. Yani, artık büyük maçların sonuçlarını, çeşitli ülkelerden gelen yabancı futbolcuların kültürleri, algıları ve futbolu oynama biçimleri belirliyor.

Bugün Fenerbahçeli futbolculara "Beşiktaş Kadıköy'de sizi 9 kişi ve kalecisiz yendi" derseniz, onlar "olabilir, futbolda bunlar var" der geçerler. Biz ise, en azından "vay be" der konuşmayı günlerce sürdürürüz. Beşiktaş, Bayern Münih'e 5-0 yenildikten sonra başta Şenol Güneş olmak üzere tüm kulüp mensupları kerpengi indirdi, Şampiyonlar Ligi'nin kapısına kilit vurdular. Oysa Bayern'in hocası Jupp Heynckes Beşiktaş'ın bu skoru hak etmediğini söylüyor. Robben ise İstanbul'da her şeyin mümkün olabileceğini savunuyor. Demek ki, algılar da kültürler de faklı.

Nasıl ki, her cocuk dünyaya anne babalarının genlerini taşıyarak ama ebeveynleri dünyanın en kültürlü insanları olsa da "sıfır bilgi" ile gelirlerse, yabancı futbolcularda kulüplerin arasında geçmişte yaşanmış ilişkilerden pek etkilenmezler. Onlar kendi algıları ve yaşadıkları deneyimlere göre futbol ilişkilerini düzenlerler. Bu bağlamda, Beşiktaş'ın ev sahipliğinde oynanacak derbide geçmişte yaşanılanlar belirleyici olmayacaktır.

Fenerbahçe'nin en önemli dezavantajı, yabancı futbolcuların "forma aşkı" diye bir derdinin olmaması, olaya tamamen profesyonel bakmaları. Bu da yabancı futbolcu ağırlıklı takımların deplasmanlarda çekingen davranmaları, pozisyonlarda yüzde yüz ile oynamamaları anlamına geliyor. Seyirci baskısından olumsuz etkilenmeleri de işin diğer bir yanı. Fenerbahçe, seyircisiz Başakşehir'i deplasmanda çok rahat yendi ama Dolmabahçe'de aynı rahatlığı bulamayacaktır.

Bu etkenlerin yanında, derbinin yazgısını Aykut Kocaman'ın 11'i değil, Şenol Güneş'in kuracağı takım belirleyecektir. Genel takım savunması iyi, ataklarda sorunlu Fenerbahçe ile genel takım savunması zayıf pas uyumu ve atakları güçlü Beşiktaş mücadelesinde sonucu biraz da kaleciler etkileyecektir. Bu konuda da Fabri'nin, Volkan'a olan atletik üstünlüğü söz konusu.

23 Şubat 2018, Cuma 12:32
YAZININ DEVAMI

‘’Vida mı Şenol Güneş mi?‘’

Denebilir ki, Beşiktaş Avrupa mücadelelerinde bu tür karşılaşmalarla hemen hemen her yıl karşılaşıyor. Liverpool'dan sekiz, Leeds United'den altı, doksanlı yılların başında Dinamo Kiev'den beş ve aynı takımdan geçen sezon altı gol yediği belleklerimizdeki tazeliğini koruyor. Bayern Münih'ten yenilen beş gol ise gerçekten Beşiktaş'ın hak ettiği bir sonuç değildi. Çünkü Bayern, 1970'li yılların ortalarında izlerken nefesimizi tuttuğumuz, Ajax ve Liverpool ile, Avrupa'da devler mücadelesi veren bir takım değil artık. Eğer Bayern Münih Şampiyonlar Ligi şampiyonu olacaksa bu, Avrupa futbolunun da, Türkiye'de olduğu gibi uzatmaları oynaması anlamına gelmektedir.

Beşiktaş'ın, Bayern Münih karşısında özellikle fizik olarak aciz duruma düşmesinin Vida'nın atılmasıyla çok da ilgisi yoktur. Asıl neden, Şenol Güneş'in zorluk derecesi yüksek hiçbir karşılaşmada doğru seçimler yapamaması, bir anlamda krizi yönetememesi. Bir futbol takımının savunması ne denli güçlü olursa olsun, genel takım savunması yetersizse o takımın Bayern gibi bir ekiple baş etmesi mümkü olmaz. Beş gol yiyen bir takımın en iyi oyuncusu kalecisi ise siz o takımın savunma sistemlerinin halini bir düşünün...

Bayern Münih çok iyi oynayarak mı Beşiktaş'a beş gol attı? Hayır! Sadece Alman ekibinin fizik kalitesi her geçen dakika öne çıkarken Beşiktaş'ın vidaları adeta gevşedi. Bir makina gevşek vidalarla nasıl işlevsel hale gelebilir. İsterseniz Beşiktaş makinasının vidalarına biraz daha yakından bakalım.

Altı ay peşine koşulduktan sonra devre arasında takıma katılan Hırvat futbolcu Vida'nin görev aldığı hiç bir maçta Beşiktaş başarılı olamadı. Bırakın Beşiktaş'ı ya da başka büyük takımları, ligin üst sıralarının hayalini kuran ortalama takımlarda bile artık oynayamayacak olan Caner Erkin Bayern'in karşısına çıkartılmaz. Oysa Medel sağ bekte Adriano solda, madem Tosiç oynayabilecek konumdaydı, Vida'nın yerine görev yapabilirdi.

En son Şampiyonlar Ligi maçını ne zaman oynadığını kimsenin hatırlamadığı, henüz takıma uyumunda fikir birliği oluşmamış Love sahaya çıkartılırsa Bayern ile baş edemezsiniz. Oysa Negredo bu maçlar için transfer edilmişti. Quaresma savunma yapmaz. Talisca'nın savunma yönü neredeyse sıfıra yakın. Atiba'nın fizik gücü ancak Türkiye ligine yeter. Bu kadar eksikle bu sonucu normal karşılamak gerekir. Bu sonucu hazırlayan Vida değil Şenol Güneş'tir. Daha önce de değindiğim gibi Şenol Güneş, Beşiktaş'taki kariyerinin sonuna doğru hızla gidiyor...

21 Şubat 2018, Çarşamba 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Aykut Kocaman sosyolog gibi...‘’

Futbolcu ve teknik adam olarak, futbolumuzda saygın bir yer edinen, işler kötü gittiği zaman her insan gibi tepkisel davransa da Kocaman'ın verdiği mesajlar salt sporsal değil aynı zamanda toplumsaldır da. Hafta sonu 3-0 kazanılan Aytemiz Alanyaspor maçından sonra konuşan Kocaman'ın sözlerini toplumbilim (sosyoloji) ile ilgilenenler çok daha iyi anladılar. Kocaman'ın sözleri bir temel gerçeği gündeme getirmesi bakımından da çok önemlidir.

Önce Aykut Hoca'ya kulak verelim: "Hakemler içinde yetersiz, meslek ahlakından yoksun isinler varsa antrenörler ve futbolcular arasında da var. Antrenörler futbolcular sütten çıkmış ak kaşık değiliz."

Peki, Aykut Kocaman'ın bu sözleri hangi temel soruyu gündeme getirmektedir? Sorunun özünde futbolun temizliği ya da kirliliği yatmaktadır. Bu konuda toplumun genelinin inancı futbolu kirleten unsurların başında medyanın geldiğidir. Aykut Kocaman'ın sözleri bu yanlış inancı da yerle bir etmektedir. Çünkü medyanın görevi asıl üretici güçler olan futbolcular, teknik adamlar, hakemler ve futbolun içindeki diğer yan unsurların ortaya koyduğu tutum ve davranışları topluma iletmektir. Futbolun içindeki ana unsurların iyi ya da kötü davranışları medya tarafından haber yapılır, yorumcular da bu haberler ya da televizyon görüntüleri üzerine yorum yaparlar.

Olaya sosyolojik açıdan baktığınızda da konu Aykut Kocaman'ın söyledikleriyle aynı noktada buluşmaktadır. Nasıl ki okullardan öğrencileri çıkartırsanız geride hiçbir görevli kalmazsa futbolda da futbolcuyu çıkartırsanız geriye ne antrenör ne hakem ne de yönetici kalır. Dolayısıyla futbolcu futbolun temelidir, teknik adamlar ve hakemler de ana noktanın etrafında birer çember oluştururlar. İyi de kötü de bu nokta ve etrafındaki iki çemberin içinde üretilir.

Öyleyse denebilir ki futbolcular, teknik adamlar, hakemler ve yöneticiler düzgün, eğitimli, sorumlu olmazsa futbolda hiçbir şey yolunda gitmez. Bizler yıllardır bu köşelerden, bilgimizin yettiği kadar bu gerçekleri dile getirdik. Bilgi yerine ulaştı mı bilemiyorum. Ama bir önemli gerçek var ki o da şudur: Kendini popüler dünyaya anlatmakta zorlanan bilim adamlarının yıllarca uğraşılarını Aykut Kocaman iki cümlede özetleyip önümüze koydu. Hani, yaşanmış bir an en büyük teorilerden daha devrimcidir ya, Aykut Hoca'da yaşadıklarını dile getirdi. Kocaman popüler bir insan olduğundan söyledikleri geniş kitlelere ulaşacak ve tartışılması gereken unsurların kimler olduğu futbol dünyasında yeni bir yol açacak. Futbolda neyi görmek istiyorsanız "futbolcular, teknik adamlar ve hakemlere" bakın. Görmek istediğiniz her şey ordadır.

18 Şubat 2018, Pazar 13:22
YAZININ DEVAMI

‘’Fatih Terim neyi değiştirdi?‘’

Galatasaray'da işler iyi gidiyor. Fatih Terim'in göreve gelmesiyle birlikte estirdiğ rüzgar, takımın üzerindeki bulutları dağıtmış durumda. Donk gibi hiç hesapta olmayan bir oyuncunun bile takıma kazandırılması "Terim etkisi" olarak değerlendirilebilir. Ancak başa dönüp bazı gerçekleri anımsatmakta yarar olduğu kanısındayım.

Galatasaray'ın, Hırvat teknik adam İgor Tudur ile başladığı bu sezonun ilk sekiz haftasında yedi galibiyet bir beraberlik aldığını unutmamalıyız. Dokuzuncu hafta Fenerbahçe beraberliği ve bir hafta sonra da Trabzonspor yenilgisi sonrası Tudor ile ilgili soru işaretleri çoğalmaya, Hırvat teknik adam sorgulanmaya başladı.

Ligin ilk sekiz haftasının sonunda Galatasaray'a ilişkin genel düşünce "bu takımı kim durduracak?" şeklindeydi. İgor Tudor'un yaşamadığı Sivasspor yenilgisine karşın Terim'de, Hırvat hocanın "mutlu dönem"inden geçiyor. Bu bağlamda, Fatih Terim'in, Galatasaray'da neleri değiştirdiğini daha somut biçimde görmek için Fenerbahçe ve Trabzonspor karşılaşmalarını beklememiz gerekiyor.

Örneğin savunmanın temel direklerinden biri olan Maicon'un büyük maçlarda ortaya koyacağı performansta "Terim etkisi" ne kadar belirleyici olacak? Çünkü Tudor döneminde oynanan büyük maçlarda Maicon, takımın ağrıyan karnıydı. Hele bir Başakşehir karşılaşması var ki, Adebayor karşısında neye uğradığını şaşırdı. Başakşehir'in attığı beş golün üçünden direk sorumlu oldu.

Burada konuya başka bir yönüyle de bakmak gerekir. Tudor, Başakşehir ve başka birkaç maçı üçlü savunmayla oynattı. Maicon geniş alanda çabuk ve becerili oyuncularla bire bir oynayamaz. Rakip ataklarında ya diğer stoper arkasına kademe yapmalı ya da sol bek ters kademeye gelmelidir. Ligin ilk yarısında bir de sol bek sorunu olduğu savunulurken, Maicon ile üçlü savunma oynamak Tudor'a özgü bir uygulama olsa gerek . Terim'in böyle bir hataya düşmeyeceğini sanıyorum, üstelik artık gerçek bir sol bek de var, Japon oyuncu Nagatomo.

Maicon gibi Gomis'in de büyük maç performansının yetersiz olduğunu düşünüyorum. Gomis çok kuvvetli ve süratte devamlılığı gelişmiş bir oyuncu. Bu yüzden attığı gollerde belirleyici olan koşu temposudur. Rakip savunma arasına ve arkasına atılan toplarda karşı savunmayı koşarak geçip basit vuruşlar ile gollerin atıyor. 17 golün önemli bir kısmı böyle atıldı. Fatih Terim'in, Gomis'i ne kadar etkilediğinin yanıtını da birkaç hafta sonra başlayacak büyük maçlarda göreceğiz.

Galatasaray Tudor döneminde 8 büyük maç oynadı ve hiçbirinde galibiyet alamadı. Hatta, bu maçlarda sadece iki gol atabildi. Birkaç hafta sonra şu sorunun yanıtını da alacağız sanırım: Galatasaray'ın büyük maçlardaki kötü performansı Tudor'dan mı yoksa takımdaki oyuncuların genel özyapısından mı kaynaklanıyor? Hep birlikte göreceğiz...

16 Şubat 2018, Cuma 09:00
YAZININ DEVAMI