‘’Trabzon alsa yazık olurdu‘’
Ancak tam da bu anlarda Şenol Güneş’in orta sahası ve hücum hattı, birbirini yeni görmüş, o an sahada ilk kez karşılaşmış gibiydi! Rakibin ekstra çabasını bile gerektirmeyen inanılmaz basit top kayıpları yaşandı, çok manasız ve zaman zaman komikleşen atak çabaları vardı... Bülent Korkmaz’ın Belediye’si biraz zorlayabilse daha o anlarda skor fırsatı bulabilirdi.
Aylardır birlikte yaşayan, çalışan, idman yapan ama sık sık birbirine ‘yabancı’ kalan oyuncuların sistemsizliğine Adrian kazan kaldırdı. Neredeyse ‘şans’ eseri bulduğu formanın hakkını en çok veren futbolcu haline gelen Polonyalı, sazı eline aldı. Çaldı, hızlandı, Belediye’yi zorladı. Golün onun ayağından çıkacak bir işle olacağı çok belliydi, öyle de oldu. Belediye kalecisinin müdahale edemeyip sadece set olabildiği nefis şutta top ballı çocuğun önüne düştü. O ana kadar bırakın katkıyı, oluşacak akınları bozan Henrique, skoru değiştiren isim oldu. Umarız bu gol onun Trabzon’daki kaderini değiştirmez!
İkinci yarıya Belediye skor dezavantajının altından kalkacağına inanarak, Trabzon kalecisi Onur ve önündeki dörtlü ise dökülerek başladı. Bu da zaten topallayarak ilerleyen Fırtına’ya en ağır darbeyi vurdu. Skor basit hatalarla çok kısa sürede 1-0’dan 2-1’e döndü. Sonra yine haldır-huldur bir Trabzonspor... Olcan, Volkan, Alanzinho’lu ama nereye varacağı belli olmayan, ‘kaleyi görenin’ diyenin forvetini aradığı bir Trabzonspor... O anların yine en iyisi Adrian ama yetmeyen bir randıman. Sonra, 80’e doğru Janko’nun girişi, gol atan Henrique’nin ıslıklarla kulübeye gidişi... Evet kısa sürelerle 2 ağır maça çıkan taraftı Bordo-Mavililer, hakları var. Fakat neyin, hangi hatanın mazereti olabilirdi dünkü futbol? Skorun aksi olsa, Trabzon kazansa o zaman da Belediye’ye yazık olurdu.
‘’Golcüsüz bu kadar‘’
Maça geçmeden önce Trabzonspor’un kurumsal kimliğine yakışmayan bir sıkıntının sürdüğünü hatırlatalım. Trabzonspor’un bazı idmanlarda kapılarını basına kapatmasını anlarız ama kendini dünyaya kapatma hakkı yok. Tüm uğraşlara rağmen Janko’nun durumu ne, ne kadar yok, Colman’a yine ne oldu, Sapara nerede, bu hayati (!) bilgilere ulaşamıyoruz. Doğumgünü kutlaması, vefat ilanı sektirmeyen kulüp sitesi basına kapalı idmanlarda yaşananları, özellikle de böyle kritik bilgileri paylaşmak zorunda. Ama bu diyalog eksikliği artık çok can sıkıcı, saçma bir tavır halini aldı. Bu kulüpler kimsenin malı, kimsenin oyuncağı, kafasına göre kural uyduracağı yerler olmamalı.
Ve maç... Gençler önünde attığı gibi bu kez kalesinde şok bir gol gören Bordo-Mavililer, aslında çabuk toparlandı. Ancak ‘asıl golcüsü’ olmayan, golcü türetmeye çalışan her takımın yaşayabileği problemler yaşandı. Topu ceza sahasına getirmekte, hatta içine sokmakta zorlanmayan Trabzonspor, final vuruşlarında kaliteli ayakları gününde olmasına rağmen istediğini alamadı. Hücum etkinliği anlamında istikrarsızlık sebebiyle bir sistem oturmadığı sürece de bu tip bocalamalar ancak Gençlerbirliği maçındaki kadar sürprizler üst üste gelirse atlatılır.
Puan cetvelindeki konumu itibariyle kazandığı-kaybettiği her puanla zirve ya da dibe yaklaşan Trabzon’un en azından ilk yarıdaki oyunu bir golcüyle desteklendiğinde umut olabilir.
‘’Malumların fetvası!‘’
Benim duruşunu en çok merak ettiğim isimlerden biri ise kaptan Tolga’ydı. Fikirlerine, kişiliğine, samimiyetine inandığım için. Evelemeden gevelemeden sordum, o da net konuştu:
“Serhat bu profesyonel bir iş. Bazen karıştırıyoruz biz duygularla profesyonelliği. Burak gidiyorsa profesyonel bir iş yapıyor, normal karşılamak lazım. En büyük sıkıntı herkesten Trabzonluluk, Trabzonsporluluk beklemek. Ben yaparım bunu, daha fazla paraya, başka şehre gitmem, gidemem. Benden beklesinler ama herkesten beklemek o insanlara haksızlık!”
Çok kısa ve güzel özetlemişti. Takım kaptanı ve Trabzon’un çocuğu olmasına rağmen popülist değil, realist olmuştu.
Bu kez Onur Kıvrak söylentileri çıkınca ortaya o geldi aklıma. Ve sonra da ajanslardan ‘malumların’ malum mavraları...
Neymiş, Trabzonspor istemezse kimse Trabzon’dan oyuncu alamazmış... Falanmış filanmış. Sonra da akıl tutulması yaşar gibi buyurmuşlar, sözleşmesinde şu kadara gider diye. Neresinden tutarsanız hezeyan, neresinden bakarsanız skandal. Bu taraftar, bu camia artık kendi gerçekleri, artıları, eksileriyle yüzleşebilecek kadar büyüdü. Artık kapıların arkasında ‘çocuklar duymasın’ tarzı küçük harflerle konuşup, kapının öbür tarafında “Biz kimiz biliyor musunuz?” diye bağırmanın anlamı yok. Komik oluyorsunuz.
Olay Onur’un, Burak’ın gitmesi, onların yerine başkasının gelip gelememesinin çok önündedir. Bu tip söylemler, ‘malumlar’ Trabzonspor markasına verilen en büyük zarar, sokaklardaki insanların kafasındaki en büyük provokasyondur. Vallahi de her soruya cevap vermek, her mikrofona konuşmak, her kameraya bakmak zorunda değilsiniz!
Devre arası son fırsat
Trabzonspor’un halen oturmayan ve oluşmayan ideal kadrosunun önündeki en büyük engel bazı mevkilerdeki aşırı yoğunluk. Her türlü kulübede oturanda aklı kalır insanın. Birbirine benzeyen çok oyuncu var ve hepsi şans beklemekte haklılar. Kendini haklı gören, şanslı gören ama oynamayan futbolcunun yaşadığı ve yaşatacağı sıkıntı da futbol ailesindeki herkesin malumudur. O nedenle devre arası Trabzon için büyük şans. Çünkü oynamayanlardan kurtulma, yabancı kontenjanını açma adına ciddi bir fırsat olacak. Bu sürecin en az ekonomik ve duygusal kayıpla atlatılması, yapılacak transferlerden daha önemlidir. Önünü daha net görecek, aklı daha az kulübede takılı olacak bir Şenol Güneş’in de daha verimli olacağı kesin. Ancak bu fırsat da kaçarsa o zaman travma katlanır, kimse kusura bakmasın.
‘’Bol bonuslu bir gece‘’
Neyse... Bunlar başka günün konusu. Geçelim düne... İdeali bir türlü oluşmayan Trabzonspor için gece birkaç bonusla beraber başladı. Aksi halde Ankara’dan çıkmak bu kadar kolay olmazdı.
Ama önce gitti Emerson ‘ekstra’ bir gol attı, sonra Kuddusi Müftüoğlu Petkoviç’i attı! Eğer bir küfür-kafir yoksa o duran top hareketliliğinden oyuncu atılmaz, atarsan ayıp olur.
Bu iki sürpriz gelişmeye Adrian ile Colman’ın inisiyatif alarak oynaması ve Zokora’nın varlığı eklenince Trabzonspor nefes aldı. Eksik oynamasına rağmen Gençler’in bunu hissettirmeme gayreti de takdir gerektirirdi.
Ancak sonuçta Trabzonspor gibi deneyimli ayakları olan, böyle bir galibiyete de aç bir takıma karşı çok uzun süre eksik şekilde aynı direnci göstermek zordu.
Gençler’in fişini çeken ise Adrian-Halil ikilisi oldu. İlk yarı sonu iyi bir işbirliği ile gelen gol, Fuat Çapa’nın öğrencilerinin umudunu tüketti. İkinci yarıda kafasına göre ayarladı tempoyu Trabzonspor, yeri geldi hız yaptı, yeni geldi vitesi boşa attı. Neresinden bakarsanız bakın Bordo-Mavililer için üstlere tutunma maçıydı, kazanıldı. Toparlanma için son şans olacak devre arasına kadar bu moral şimdilik yeter.
‘’Travmanın büyüklüğü‘’
O zaman açıklanabilecek, düzelmesi Trabzonspor’un elinde olan durumlardan bahsetmek gerekir. Nedir onlar...
Trabzon’un savunmadan orta alana, oradan hücuma ve tribüne kadar tüm sıkıntılarının bir gecede ortaya bu kadar net çıkması aslında bir fırsat.
Çünkü kopuk kopuk iyi oyunlar, istikrarsız orta alan, en az gol yerken bile çok pozisyon veren savunma, kalecilerin de takımı tek başına kurtaramayacağı gerçeği...
Ve ilk ağır yenilgide taraftarların ağır protestosu. Hepsini bir gecede yaşadı Bordo-Mavililer. Tribün protestosu, başlı başına bir konu. Ancak yine Egemen-Selçuk-Burak işlerine dönmeyeceksek sahadaki futboldan yönetimi sorumlu tutmak en son nokta olmalı. Fenerbahçe’nin iyi bir geri dönüş yaptığı, Aslan’ın Melo’nun kalesinde devleşerek (!) kazandığı haftada böyle bir yenilginin, tepkiyi travmaya çevirdiği kesin.
Ancak yarın bambaşka bir kadro oluşturulmayacağına göre bu kadro üzerinden bir iyileştirme sağlamak şart. Bunu da maksimum 1-2 transfer dışında teknik heyet yapacak. Artık Trabzonspor’un istikrarlı bir orta sahaya, hücum sistemine ve yokluğu bu kadar sırıttığı için Zokora’nın alternatifine ihtiyacı olduğu kesin. Bunlar bir gecede olmaz ama önceki gecenin tekrar yaşanmaması için biraz işi sıkı tutmak lazım sanki.
Kaptan Tolga’nın sorumluluğu
Avni Aker’deki tepkilerin bazılarını yüksek sesle duyduk, bazılarını görüp-duyanlar kulağımıza fısıldadı. Ancak bir olay yaşandı ki, altını çizmek gerekli. Çünkü Tolga Zengin sahada olmasa da bir kaptanın ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Kulübeden, 3-4 metreden ağır küfür ve hakaretler yükselirken, üstelik kendisi de hedef adam değilken bir oyuncunun Avni Aker’de ayağa kalkıp tavır alması, arkadaşlarına sahip çıkması fazlasıyla kıymetli. Tolga Zengin zaten özel, futbolu bıraktığı gün takım elbiseleri giyip kulüpte geniş yetkiler alması gereken bir adam. Bu olayı duyan az olmuştur belki ama duyanlar, duymayana anlatsın.
Ünlü yöneticiler nerede!
Akşam saatlerine kadar bekledim, ‘malumlardan’ bir ses çıkar diye. Çıkmadı. İsim yazmayacağım. Onlar kendilerini, Trabzonlular da onları bilir. İsimlerinin önünde Trabzonspor Yöneticisi yazılı olmasa konuştuğunu kendi bile dinlemeyecek kişiler yine yok ortada. Çünkü kriz var, sıkıntı var. Üstelik rant yok. Konuşursa sağduyu çağrısı yapacak, başkanına, hocasına sahip çıkacak, çok işe yaramayacak! Susuyorlar o nedenle. Ha diyeceksiniz ki, bu adamlar zorla mı girdi yönetime... Haklısınız. Başkan Sadri Şener’in belki en ciddi hatasıdır, kendisini bu kadar yalnız bırakan bir ekip seçmek. Ama o da farkında ve en kısa zamanda gerekli hamleler gelecek!
‘’Patriot lazım!‘’
Öyle goller yedi ve aynı anlarda öyle pozisyonlar verdi ki Şenol Güneş’in ekibi, ancak kalecisi dahil birbirini yeni tanıyan bir savunma bloğu bu acemilikleri yapardı. Tabi burada Eskişehirspor akınları gelişirken onlara en ufak rahatsızlık bile vermeyen Trabzonspor orta sahasından da bahsetmemek olmaz. Çünkü o bölgedeki dağınıklık sadece olgun hücumlara darbe vurmadı, rakibi de iştahlandırdı. E kim engelleyecekti peki Eskişehir’i! Patriot bataryası mı kurmak lazımdı orta alana, savunmaya! Ama Trabzonsporlular’ın çilesi, Eskişehirliler’in şovu bitecek gibi değildi.
Servet Çetin deneyimli oyuncu... Baktı ki Trabzonspor evlere şenlik, ya nasip dedi... Colman, Emerson derken baktı Bamba’ya kadar gelmiş. E gelmişken boş da dönmemek lazım diye vurdu, Onur’u da yıktı, Avni Aker’in umutlarını da.
Umut var mıydı, Trabzonspor kazanır mıydı? Bence dünkü fiyasko futbolla Trabzonspor’un Eskişehir gibi derli-toplu bir takımı yenmesi değil, puan alması bile imkansızdı. Ersun Yanal ve öğrencilerini aldıkları sonuç kadar, oynadıkları futbol ve ligde geldikleri nokta için kutlamak lazım. Trabzonspor’un da amirinden memuruna dünden ders alması!
‘’Çok değerli‘’
Çünkü bir türlü kazanma adına istikrar yakalayamayan, deplasman 1 puanlarını neredeyse normal karşılayacak bir ruh haline bürünen Trabzonspor kadrosu, önemli eksiklerine rağmen fark yaratabileceğini gördü, gösterdi.
Evet, Cuper’in öğrencileri ilk yarıda ev sahibi olma avantajını da kullanarak Trabzonspor’a ciddi sıkıntılar yaşattı, Fırtına zaman zaman yarı sahayı bile geçmekte zorlandı. Ancak bu kez orta alanında büyük bir sirkülasyon yaşayan Bordo-Mavililer’in, Zokora-Adrian yokluğunda, Colman’ın formsuzluğunda daha da iyisini yapması sürpriz olurdu. Formda ve düzeni kurulu Ordu karşısında gösterilen direnç, ikinci yarıda oyunda dengenin, skorda ise üstünlüğün kurulmasına yol açtı. 61’in Trabzon ve Trabzonsporlular için ne kadar önemli olduğunu belki tam kavramamıştır ama Janko’nun 61’deki golü Bordo-Mavililer’e hiç kuşkusuz ekstra bir sevinç yaşattı. Avusturyalı golcü, atsın atmasın, kadroda olması gerektiğini de gösterdi. Bundan sonra daha iyi bir Janko izleyeceğimiz kesin.
Olcan, kendisi için bir paragraf açılmayı hak etti. Eleştirdiğimiz Olcan’dan eser yoktu sahada. Oyuna girdi, oyunu, her şeyi değiştirdi. Böyle oynadığı sürece onu Trabzonspor’da kimse kesemez, milli takıma alınmaması da haksızlık olur. Orduspor sonuçta kaybetti ama kendi karakterinden vazgeçmeden oynadı. Cuper’in öğrencilerinden her maçı kazanmasını beklemek biraz haksızlık olur. Onlar da ligdeki tüm ekipler gibi takılacak ama kaybederken yaptıkları basit hataları da tekrarlamamak zorundalar. Eğer hedefleri üst sıralarsa.
‘’Hadise!‘’
Sponsorlu organizasyonları seven, yarım ekmek döner, ayran ve konser karşılığı oy verip siyasi görüş destekleyen bir halk olmamıza rağmen milli takımın sponsor biletli 500. maçı bu kadar az ilgi görüyorsa bunu açıklamak gerçekten zor. Üstelik rakibin de Danimarka gibi izlenmeye değer bir ekip olduğu düşünüldüğünde.
Hani özel maç olduğu için skoru önemli değil ya, o zaman bunu mu sorgulasak biraz?
Neden acaba bu tavır? Bunu Abdullah Avcı’nın tercihleriyle, Başkan Yıldırım Demirören ile açıklamak mümkün değil. Sevmiyor muyuz acaba Milli Takımımız’ı? Oysa çok da milliyetçiyizdir biz! O zaman başka bir şey var.
Sence ne var derseniz, bence milli takımımızın içi boş. Bugün Danimarka gibi bir rakibe karşı 500. maçımız ilgi görmüyorsa, ilgi çekemiyor demektir. İlgi çekmek için heyecan uyandırmak, ama önce o heyecanı duymak lazım.
Gereksiz prim polemikleri, anlık patlamalar, hoca didişmeleri derken yavaş yavaş bu hale getirdik Milli Takımımız’ı. Artık futbolumuzun en büyük unsuru değil, polemik konusu Ay Yıldızlılar. Kavgası, hamaseti ve doğal olarak başarısızlıklarıyla. Yukarıda Allah var, heyecan vermiyor takımımız, Türk futbolunu tanımlarken kullanabileceğimiz bir tabir yok. En fazla dönemsel çılgınlıklarımız var, bizi de ondan dolayı seviyorlar. Jenerasyon değişiyor, bu tablo da değişir mi? Belki. Ama kaçan her turnuva biraz daha tüketiyor içimizdeki ‘milli’ sempatiyi.
Maç mı ne oldu? Güzeldi, hem bizim çocuklar hem onlar iyi niyetliydi, açık futbol vardı 500’ün hatırına. Biz Arena’ya gidemedik ama siz Danimarka’dan geldiniz ya, size de teşekkürler Danimarka!