‘’Tecrübe sonuç belirler‘’
Stefan Kuntz döneminin en aklı başında 11’i ve oyun başlangıcı olabilir. Kariyer sezonlarından birini yaşayan Çalhanoğlu’nu savunma önüne kadar çekmek çok akılcıydı.
Hırvat savunmasının geniş alana yayılıp, Cengiz ve Kerem’e alan yarattığımız, Çalhanoğlu’nun uzun paslarıyla tehditkar olduğumuz plan çok başarılıydı.
Enerjisi yüksek hücumcuların baskısını Orkun ve Salih’le tamamlamak da sonuç verdi. Hırvatlar tecrübelerinin kabul etmeyeceği top kayıpları yaptı. Hızlı ve doğrudan kaleye gidebildik.
Problem, bu düzeydeki bir maçın kabul etmeyeceği son vuruşlarımız oldu. Avrupa’nın en iyilerinden Livakoviç’in, kalesinde büyük bir güvenle durması da talihsizliğimiz oldu.
Çalhanoğlu’nun sakatlığı ise kırılma anıydı. İki yay arasında her bölgeye ayak bastığı bir maçta bu kadar erken çıkması, tam bir kabus oldu.
Hırvatlar sonrasında oyunu tam anlamıyla domine edip, her şeyi iyileştirdiler. Soğukkanlı kalıp, kısa paslarla baskımızı kırdılar. Oyunu dar alandan çıkarıp, geniş bir sahaya yaydılar.
Arda Güler sahaya ayak basana kadar efektif oynayabilen oyuncumuz da yoktu. Baskın ama üretemeyen bir kısır döngüye girdik.
Belirleyici olan ise tecrübeydi.
Hırvatlar belli bir sistematik, disiplin ve plan dahilinde oynayarak kazandı.
İddia ediyorum, iki takımı dün sabah Bursa’da toplayıp tek bir idmana dahi çıkarmasanız, oyun yine çok farklı olmazdı.
Hırvatlar belli bir sistem dahilinde ısrarla deneyerek oynuyor.
Biz ise Kuntz’un 1.5 yılı bulan macerasında hala arayıştayız!
‘’Buruk’tan Jesus çıkmaz!‘’
Galatasaray sezon başından bu yana iz bırakabildiği çok az 90 dakika oynadı.
Kulağa itici geliyor ama işin aslı böyle.
İç sahada 20-30 dakikalık tempolu ama final dakikalarını ecel terleriyle bitirdikleri maçları hatırlayın. Tek farklı skorlarla.
Deplasmanda kazanabilme kabiliyeti lideri bu konumda tutabilen ayrıcalıktı.
Son yıllarda kronikleşmiş dış saha sendromunun üstesinden Okan Buruk’la gelebilmişlerdi. Kadıköy de buna dahil.
Konya’ya kadar. Okan Buruk, milli araya girerken Jesus olma cesaretini gösterene kadar hatta!
Elbette Buruk, ‘Jesus’a nasıl meydan okurum’ diye geçirmemiştir aklından. Her 11’i sürpriz olan, yarım asrı futbolla geçmiş bir markayla ispat çabasına girişmeyecek kadar akıllı bir teknik adam neticede.
Yaptıkları ise öyle değil. Jesus’un karizmasının sarsıldığı günün ertesinde böyle bir kadro macerasına atılmasının sebebi anlaşılır değil.
Birlikte oynayan oyuncu grubunu bozarak sahaya ayak basışı, anlaşılır değil.
Kaldı ki, kadro tercihi stabil kalsa da bu oyun ve işlevsellikle de dün geceki yenilgiden kaçamayabilirdi.
Sorun, Okan Buruk’un final haftalarına girilirken denemeye çalıştığı ya da çalışacağı işlerin tribünü tedirgin etmesi.
Akhisar ve Başakşehir maceraları takdir ötesi. Ama aynı işleri Galatasaray’da yapamayacağını bilmeli.
Kaçacak şampiyonluğun faturasını ödeyecek tek kişi Okan Buruk!
‘’Başkan çok yıprandı‘’
Trabzonspor Başkanı Ahmet Ağaoğlu’nun bırakma sebebi saha sonuçları. Zira, özellikle Abdullah Avcı döneminde ekonomik politikalardan ciddi anlamda sapıldı. Ağaoğlu döneminin ilk başlarında 15 milyon Euro seviyelerine inen maaş bütçesi hali hazırda 40 milyon Euro seviyelerine gelmiş durumda. Trabzonspor, Avrupa gelirlerinden mahrum kalıp, lig yarışından da kopunca, Abdullah Avcı’nın taleplerinin karşılık bulamadığı görüldü. Bu süreçte Avcı’yı en çok destekleyen isim olan aynı zamanda transferleri finanse ettiği bilinen Asbaşkan Ertuğrul Doğan, kan değişiminin gerekli olduğunu yüksek sesle söylemeye başladı. Doğan, yönetimde kendisine yakın olan isimlerle, ‘Daha güçlü bir kadro kuralım’ önerisiyle Ağaoğlu’nun kapısını çaldı.
‘Kulübün önünü açarım’
Ağaoğlu ise kulübün özellikle mali stratejilerinden sapmanın, uzun vadede kendilerini eski krizli dönemlere sürükleyeceğini iletti. Başkan “Sizin önderliğinizde devam edelim” önerisine çok çarpıcı bir karşılık vererek, “Yönetim kurulu kongre kararı alsın. Yeni adayların önünü açmak için ben bırakırım” dedi. Özellikle pandemi döneminde kaçan şampiyonlukta çok fazla yıpranan ve yorulan, 38 yıl sonra gelen şampiyonluğa rağmen camia içindeki çatışmaları sonlandıramadığını düşünen Ahmet Ağaoğlu’nun kararı net.
Asılsız iddialar...
Bazı platformlarda iddia edildiği gibi TFF Başkanlığı beklentisinde olduğu doğru değil. Milletvekilliği teklifi aldığı da asılsız bir iddia. Ağaoğlu yakın çevresine, “65 yaşına geldim. 20 yıl civarı Golf Federasyonu Başkanlığı, Kulüpler Birliği Başkanlığı, Trabzonspor Başkanlığı yaptım. Hatta bir süre üçünü birlikte idare ettim. İşimden, ailemden uzak kaldım. Trabzonspor’u şampiyon yapmış bir başkan olarak bırakıyorum” ifadeleriyle kararının net olduğunu aktarıyor.
‘’Türkiye şampiyonu elendi‘’
Trabzonspor, futbol adına haksızlığa uğradığı bir turu geride bıraktı. Ülkede buram buram acının teneffüs edildiği günlerde bu maçları oynamak bile mental bir sağlam duruş. Takdir edilesi.
Saha içindeki organizasyonun da hakkını vermeli. Hatta dün geceki maç için ilkinden çok daha övgü dolu konuşmalı.
Abdullah Avcı’nın Başakşehir’de zirvesini yapıp, Trabzonspor’da rakiplerini mahkum bıraktığı geçiş oyununun her versiyonu vardı.
Taktik plan mükemmele yakındı. Böylesi bir maçta yakalanabilecek her fırsat bulundu. Olmadı.
Futbolun başka gerçekleri var. Sadece 90 dakikaya, bir tura, bir sezona sığacak hacimde değil üstelik.
Sezon başı yapılanması, strateji, fayda/maliyet.. Kadro yapılanması ya da aklınıza ne gelirse.. Bir futbol politikası belki de..
Bariz hataları olmadığının altını çizip, Larsen’in sol bek, Bartra’nın sağ bek başladığı bir oyunu kafanızda yeniden kurgulamaya çalışın!
Çok daha önemlisi, dün geceden kopup rakamlarla değerlendirip, ‘Bu iş buraya nasıl gelir!’ diye sorgulayalım.
Türkiye liginin şampiyonu, İsviçre’de şampiyon olamamış bir takıma elendi. Güncel piyasa değeri kendisinden 100 milyon Euro daha az (140-40) bir ihracatçı ekibe..
İlk 11’inden kimi alıp, Trabzonspor 11’ine koyacağınıza bir çırpıda yanıt veremediğiniz, 170 bin nüfuslu bir şehrin temsilcisine boyun eğdi Türkiye şampiyonu!
‘’Oyun adil değil!‘’
Trabzonspor adına mucizevi bir senaryoydu. Abdullah Avcı’nın geçmiş yıllardaki “At ve tut” felsefesi için rüya gibi bir başlangıçtı. Üstelik 12. saniyede.
Teknik adamlık kariyerini, oyunu tutup, kendi deyimiyle ‘geçiş oyunu’ üzerine kuran bir hoca için daha iyi senaryo olamazdı. Ama hiçbir şey eskisi gibi değil. Tarihi şampiyonluk sonrası oyunu, kadroyu, felsefesini değiştirmeye çalışan Avcı, yapmak istediğinden pişman olmalı. Zira, final haftalarının üstesinden gelemediği kariyerinin zirvesinde sezon başından bu yana değişimi idare edemiyor. Çok sebep var, onlar ayrı yazı konusu.
Okan Buruk’a 3 yerli zorunluluğuna rağmen önemli bir konfor sağlayan isim ise Mauro Icardi. Seferoviç’le başlayıp, kısmen Gomis’le devam ettiği sezonda Icardi’ye sahip olmanın lüksünü yaşıyor. Teknik ve mental anlamda ekstra bir güce sahip. Saha dışına rağmen üstelik!
Icardi, sahaya ayak bastığı günden bu yana tüm atmosferi değiştiren bir marka oldu. Doğrusu zaten öyleydi. Hareketsiz ama soğukkanlı ve iş bitirici. Gol atmasa dahi. Mertens’i kenarda tutup; Kerem, Barış, Rashica, Yunus’u örgütleyen bir merkez o. Kariyerlerinin başındaki bu oyuncu grubu için bir lütuf.
Mourinho’nun teknik adamlık kariyerinin en iyi santrforu Drogba’dan bu anlamda daha öne çıkan meziyetlere sahip.
Çok şey söylenebilir muhtemelen ama en doğrusu, ‘denge bozucu’ olması. Icardi’nin sahada olduğu hiçbir oyun adil değil!
‘’Net bir imha!‘’
Okan Buruk, Başakşehir’i düzenden çıkarmayı amaçlamış. İlk yarıda ev sahibi, Galatasaray’ın 2 katı (272-137) fazla pas yapmasına rağmen tabelada yazan 0-3’ün nedeni bu plan.
Galatasaray, Başakşehir’in bildik şekilde sahaya yerleşmesine hiç izin vermedi. Üstelik Icardi, Mertens gibi ‘yıldız’ hücumcularla başardı bunu. Elbette Toreira’nın müthiş sezgileri, planı zirveye taşıdı.
Asıl presi ikinci bölgede yaptılar. Mahmut’u hiç döndürmeden. Merkezin en önemli ismini imha edince, Başakşehir’in tüm pas bağlantılarını kopardılar. Traore ve Chouair’i 63 ve 64’te kulübeye gönderen bir bezdiricilikle..
Goller geldikçe oyun planı iflas eden Başakşehir’de tüm bloklar dağıldı. Galatasaray için geniş alanlar varoldu. Bunun doğal sonucu olarak Kerem ve Rachica gibi iki driplingçi, hiç ummadığı bir hakeket alanı buldu. Icardi ve Mertens’in boş koşuları da Başakşehir’i hiçbir akını takip edemez hale getirdi. Emre Belözoğlu teknik adamlık kariyerinin en büyük çaresizliğini yaşamış olabilir.
Bu maçın bir mesajı daha var. Buruk, özellikle hücum oyuncularının meziyetlerini daha iyi kullanmaya başladı. Teknik adamlıkta ona zirve yaptıranın savunma değil, hücum olduğunu herkesten daha iyi biliyor. Yerli rotasyonuna çözüm bulduğunda bu sezon Jesus’a meydan okuyabilecek tek hoca konumunda.
‘’Fenerbahçe için daha fazlası..‘’
Jesus’un Fenerbahçe’ye neler kattığı ve katabileceklerini örnekleyen harika bir maçtı. Her şeyin tüm çıplaklığıyla görüldüğü bir oyun oldu.
Bunun yanı sıra rakipleri tarafından doğru analiz edildiğinde, Fenerbahçe’nin yaşaması muhtemel handikaplar ortaya çıktı. Bu eksiği en son deplasmandaki Rennes maçında görmüştük. Yenilen gollerin başlangıç ve bitiş senaryosu ile.
Ömer Erdoğan’ın iyi analizine rağmen ortaya çıkan skorun ilk nedeni Fenerbahçe’nin erken öne geçişi. 2. gol için de çok beklememesi.
Skora rağmen, Jesus’un ileride oynama arzusu Ankaragücü’ne ofsayt kararlarıyla -ki ikisi de doğru- son bulan iki gol getirdi.
Skorun değişmemiş olması, Fenerbahçe’nin şansı.
Fenerbahçe savunmasının arkasını hızlı hücumcuları için fırsat gören Ömer Erdoğan, topu çıkarmak için de bir formül bulmuştu.
Baskıyı tam anlamıyla yemeden sürekli İrfancan’ın üzerinden, duvarı geçmek istediler.
İrfancan’ın 4 faulle (Fenerbahçe toplamı 15) oynaması, 16 ikili mücadelenin sadece 6’sını kazanabilmesi buradaki handikapı açıklıyor.
Jesus’un sihri de bu defolara rağmen ortaya çıkıyor.
İkinci yarının büyük kısmında savunmasını 5-6’lı dizip, orta saha çizgisinden 20 metre kadar geri çekti.
Sonrasında hızlı hücumcularını beslemeye başladı. Bu senaryoda dahi Valencia ve Pedro ile iki çok net pozisyon, Rossi ile de bir gol buldu.
Ankaragücü skor bulabilse, bu kez başka bir plan devreye girecekti. Karagümrük maçının bir benzeri olasıydı.
Görünen o ki Jesus, riskli planına sadık kalacak. Zira onun için gol yemek sorun teşkil etmiyor. Daha fazlasını atacak bir takım yaratmış durumda.
Fenerbahçe’yi yenmek için Karagümrük ve Ankaragücü’nün yaptıklarından daha fazlası gerekiyar.
‘’Teknik adam derbisi!‘’
Jesus’un bu kez çok net dizilen savunma dörtlüsü, Beşiktaş’ın hızlı kanatları ve Weghorst tehdidi için kurgulanmış gibiydi. Planın bu bölümü çok iyi işledi. Muleka - Redmond ikilisi ne dripling alanı ne de pas/orta imkanı bulabildi.
Savunmadan Weghorst’a ulaştırılan toplarda Gustavo-Serdar Aziz ikilisinin hava hakimiyeti, olası Beşiktaş akınlarının olgunlaşmasını engelledi.
Diğer yandan Jesus’a göre -maçtan bağımsız- daha endişeli olan Ismael, taraftarın itici gücüne rağmen çok cesur değildi.
Rosier ve Masuaku’yu, Redmond-Muleka ikilisinin üretemediği anlarda, oyunu genişleterek çizginin daha ilerisinde kullanmayı düşünmedi. Özellikle Valencia tehdidi, Rosier’nin, oyunun son 20 dakikasına kadar geride kalmasına neden oldu.
Planlar böyle olunca ortaya çıkan şey de finali olmayan atak denemelerinden ibaret kaldı.
Maçın temposu iki teknik adamın hamleleriyle arttı. Özellikle Beşiktaş lehine. Ghezzal’ın sahaya ayak basması, Rosier’nin de kendini ileri atmasını sağladı. Zaten pozisyonlar da öyle geldi. Ismael’in oyuncu değişiklikleri kadar Jesus’un 70’lerdeki tercihleri de ibreyi Beşiktaş’a çevirdi.
Genele baktığımızda Jesus istediğini almış, Ismael her şeye rağmen yeterince cesur davranamamış gibi görünüyor.
Fransız hoca futbolcuları bir tarafa, dün geceki tribünleri daha iyi kullanabilmeliydi.
Tersi bir senaryoda muhtemelen Jesus, oyuncuları ve taraftarıyla rakip kaleye saldırır olurdu.