‘’Büyük hedef önemli‘’
Duruma sadece Karadağ yenilgisi gözüyle baktığımızda somut sebepler önümüzde. Burada aslan payı Montella’nın! Ay-Yıldızlı kariyerinin en kötü tercihlerini yapmış olabilir. Ve muhtemelen en kötü yönettiği 90 dakika. Mert Günok’tan başlayıp, Kerem Aktürkoğlu’na kadar bireysel hata izleri de sürmek mümkün. Ama bakmamız gereken daha büyük bir fotoğraf. Ve çok daha ilerisi.
Montella-A Mili Takım birlikteliğinin 14 ayda bize neler kazandırdığını ve neler vadettiğini görmeliyiz. Önümüzdeki büyük hedef, 2002’den bu yana gidemediğimiz Dünya Kupası finalleri. Ajandası dolu futbol insanlarının söylediklerini kulak arkası etmek lazım. Küçük hesaplar, büyük planları bozmasın. Devam…
‘’Montella döneminin en kötüsü‘’
Montella döneminin en öngörülemez maçıydı muhtemelen.
İddiasız Karadağ’ın bu kadar motive olacağı, kader dakikalarında zeminle bu kadar mücadele edeceğimizi kestiremezdik. Vuruş kalitemizin bu kadar dipte olacağını da.
Bir an önce öne geçip, rakibin gardını kırmak gereken maçlar vardır. Zira, sadece prestij için sahaya çıkmış, tabelada geride kalan ve moral motivasyonunu yitirmiş bir takımı tüketmek her anlamda kolaydır. Aksi ise başınızı hayli ağrıtabilir. Tıpkı dün akşamki gibi..
Üstelik, kaliteli ayaklarınız kendi vuruş standartlarının altında kalırsa. Mert Günok da kariyer serüveninin ‘en tatsız goller’ listesine girecekleri yerse.
Ve elbette Montella da her fırsatta kendisini eleştirmek için fırsat kollayanlara bu kadar kolay malzeme verirse! Top artık zeminde gitmezken, Karadağ sert ve disiplinli savunmasına ısrarcı şekilde devam ederken.
Hava topu indirecek Enes Ünal yerine Semih’i oyuna sokmak, akla gelenlerin sadece bir tanesi.. Dakikalar boyu oynamaya devam etsek değişecek tek şey saha zemininin kötülüğüydü.
Hala sonsuz bir kredisi var ama Montella’nın en ciddi ikazı dün gece aldığını umut edelim.
Aksi takdirde Andorra’ya kaybetmiş teknik adamların tutarsız ve dayanaksız eleştirilerine maruz kalacak.
‘’Genele bakmak lazım‘’
İlk yarıda planın büyük kısmının hayata geçtiğini söylemek mümkün. Banış, Arda, Yunus, Kerem dörtlüsü adam eksiltebilen, dar alanda topla rahat oynayabilen yetenekler. Arkalarındaki iki pas ustası; Çalhanoğlu ve Kökçü’nün varlığı ile yeteneklerini sergileyebilecekleri uygun koşulları da buldular. Topu ileride tutarak, Karadağ yarı alanında sürekli kalabildik. Dönen topları da toplayıp, tekrar atak tazeleyebildik.
Bu durum fazla efor sarf etmeden, rakip alanda kalabilmemizi sağladı ancak net fırsat bulabildiğimizi söylemek zor. Zira Galler çok disiplinli ve bu yetenekli oyuncu grubuna boş alan bırakmayan ısrarcı bir savunmayla karşımızda kaldı. Yapılabilecek şey, çizgiye inip Galler savunmasının dengesini bozmaktı ancak 67’de Yunus - Enes ikilisinin yaptığına kadar bunu başaramadık.
İlk yarıdaki kadar dönenleri de toplayamaz olduk. Galler belli aralıklarla da olsa sahayı çabuk geçip, tehditkar olabildi.
Oyunun bu yöne evrilmesinin bizi biraz tedirgin ettiğini de söylemeli. Bu tedirginlikle tempomuzu kaybettiğimiz de bir gerçek.
Grupta buraya kadar gelmişken bir kaza kurşununa gitmemiş olmak gecenin iyi tarafı. Penaltıyı kaçırmış olmak elbette kötü tarafı ama genel tabloya bakmak lazım.
Gelişen bir oyunumuz var. Montella, istediklerinin büyük kısmını bu oyuncu grubuna yaptırabiliyor. En önemlisi de bu bu milli takım gelecek için hayaller kurmamızı sağlıyor.
‘’Efsanevi‘’
Oyunu bölümlere ayırmak lazım. 13. dakika bittiğinde şut sayıları 6-0’dı. Trabzon ortalama her iki dakikada bir şut şansı bulabilmişti.
Bunun sebebi Fenerbahçe’nin ayağa pasla oyuna başlama ısrarıydı.
Mourinho, o andan itibaren uzun oynamaya, orta alanı çabuk geçmeye karar verdi. Ayağa paslar, uzun toplara döndü. Oyun dengelendi. Trabzon sadece önde basıp, topu alıp, finalize ettiği atakları terk edip, kalesini savunmak zorunda kaldı.
Ancak Fenerbahçe gole, bolca bulduğu kornerler ve kaptığı toplar ya da set hücumundan ulaşmadı. Trabzon’da bu sezon kronikleşen hücumdaki top kaybının devamında, En Nesyri’nin şık pası Fred’le gole dönüştü.
İkinci yarıyı ise kısa notlarla özetlemek zor. Zira çok sıra dışı bir 45, daha doğrusu 63 dakikaydı!
Fenerbahçe savunmaya çalışırken, Trabzon tekrar rakip ceza alanına girebilme şansları yakaladı. 2 VAR müdahalesi, 2 penaltı golü sonrası ibre yine değişti. Burada taraftar coşkusunun rüzgarın yönünü değiştirdiğini söylemeli. Bir kulübe müdahalesinden bahsetmek zor!
Son bölümün belirleyicileri ise Mourinho ve Amrabat oldu. Mourinho, 2. penaltı atışını dahi beklemeden, İrfan Can, Dzeko, Kostiç’i sahaya attı.
Burada Şenol Güneş’ten de bir hamle beklenirdi. Yapmadı!
Devamında Fenerbahçe ısrarının karşılığını alırken, Trabzonspor acemiliğinin bedelini ödedi. Eşitlik sonrası hamle Şenol Güneş’ten geldi ancak işlerin Fenerbahçe için iyiye gittiğini, Trabzonspor için zorlaştığını gördük. Trabzon’un enerjisi tükendi. Yarı alana hapsoldular.
Özellikle Fred-İsmail değişikliği sonrası Amrabat tüm oyun merkezini ele geçirdi. Onun baskın oynadığı son 15-20 dakikada her iki takımdan da aynı seviyede efor verebilen tek bir oyuncu bile olmadı.
Sorumluluğu alan, isyan eden, finali de yapan oyuncu oldu. Sofyan Amrabat efsanevi bir bitirişle noktayı koydu. Her anlamda…
‘’Sonuç odaklı‘’
Dizilişin sürekli değişmesi, Galatasaray’ı az da olsa düzenden çıkarmış. Birkaç pozisyon birden değişince, haliyle oyun ezberiniz bozuluyor. Buna rağmen, sorumluluk alan oyuncular standardını koruduğunda belli bir seviyede mücadele edebiliyorsunuz. Üstelik daha çok isteyince, ibreyi kendinize çevirebiliyorsunuz.
Sanchez, Sara ve Osimhen gibi..
Topu Beşiktaş’a teslim etmek de Galatasaray’ın üretken yapısını törpülemiş gibiydi ama diğer yandan tehditkar kalmak ve rakip savunmayı zorlayıcı olmak faul, fauller duran top, duran toplar gol getirdi.
Galatasaray, istediği alan baskısını yapamadığı, tamamen kontrol edemediği, tüm bunlara rağmen sonuç odaklı oynayıp, amacına ulaştığı bir 90 dakikayı geride bıraktı.
Beşiktaş’ın oyunu tatlim edici görünmese de plana sadık kalarak ve ezbere yaptıklarını tekrarlayarak sonuç almaya çalıştılar. İlk alandaki baskıyı geçtikten sonra Gedson’un bu sezon klasikleşen dikine koşuları, Rafa Silva’nın nokta atış pasları, Immobile’nin savunma arkasına sızmaları ile ısrarcı denemeler yaptılar. Sanchez ve Abdülkerim’in kusursuza yakın eforlarını geçemediler. Özellikle Sanchez’in sezgileri ve sertliği karşısında final hamlelerini yapamadılar.
İki duran topta rakibe iki net kafa vuruşu vermesi ise Beşiktaş adına sonu hazırladı.
Ve belki de topa bu kadar sahip olabileceklerini planlamamaları, hesabı şaşırtan en önemli sebepti.
‘’Topun kıymetini anlayınca..‘’
Okan Buruk, 90 öncesi, “Maçın başını, ortasını ve sonunu iyi oynamaya çalışacağız” derken, Kasımpaşa / Rigas derslerini aldıkları mesajı veriyordu.
Klasik bir başlangıç ile önde kalıp, ikinci topları toplayınca net fırsat bulamasa da atak devamlılığı yaratarak, rakip yarı alanda kaldılar. Galatasaray’ın oyunu bu denli domine edişinin bir diğer sebebi Alanya’nın pas kalitesinin geçmiş maçlara göre çok geride kalışıydı. Fatih Tekke’nin kenarda çıldırışları boşuna değildi.
Galatasaray için mühim olan, öne de geçmişken, ikinci yarıda yapacaklarıydı.
Okan Buruk oyuncu değişimi konusundaki olası eleştirileri de göze alarak 81’e kadar tek değişiklik yapmayı tercih etti. Mertens / Sallai değişiminin isabetli olduğunu da söylemek lazım.
Galatasaray kalabalık şekilde ileride kalarak, Sallai’nin adam eksiltmeleri ile tehditkar ve geri çekilmeden oynadı.
Alanya, alan / fırsat bulsa da topu doğru kullanamadı. Galatasaray, önde kalma planından taviz vermeden, topu çabuk alıp, dolaştırarak süreyi de eritmeyi başardı.
Kasımpaşa, Rigas maçlarından farklı olan şey de buydu.
Topu almak, topun kıymetini bilmek. Zira, Galatasaray savunarak maçları bitiremeyeceğini iki kötü tecrübe ile zaten öğrenmişti. Alanya’nın son dakikada Serdar Dursun ile kaçırdığı inanılmaz fırsat bu dersi pekiştirebilirdi!
Galatasaray bu sezon geçmiş yılara göre çok daha kırılgan olacağının sinyallerini veriyor.
Okan Buruk, mental sağlığını korumalı, yönetim futbolcu ödemelerini günü gününe yapmalı. Her hafta kötüye giden saha zemini acilen iyileştirilmeli.
Şu net, bu sezon psikolojik üstünlük Galatasaray’da değil.
‘’Temaslı oyuna dönünce..‘’
Galatasaray-PAOK maçından 24 saat sonra, bir kez daha tecrübe ettik. Avrupa’nın hangi liginden hangi takım olursa olsun, bize göre daha hızlı, daha tempolu oynuyorlar. Burada hakem faktörünü de es geçmemek lazım. Az düdük tempo yükseltiyor.
Fenerbahçe’yi ilk 20 dakikada zorlayan bu oldu. St Gilloise yarı sahayı çok hızlı geçip, Becao-Çağlar ikilisiyle doğrudan yüzleşti. Diğer etken, çizgi oyuncuları ile merkezdekiler arasında oluşturdukları koridorlardı. İrfan Can, Cengiz, Mert Müldür ve Oosterwolde’yi çizgiden içeri çeker hale geldiler. Özellikle bekler ile stoperler arasında alan bulup, hızlıca sızmaya çalıştılar.
Livakoviç’in konsantre hali olmasa, maç farklı bir tarafa evrilebilirdi.
En temel sorun ise İrfan Can, Szymanski ve Cengiz’in geriye doğru adam kovalar hale gelmesiydi.
Tadiç, Szymanski, Maximin, İrfan, Cengiz.. Sahada kimin olduğu fark etmez. Fenerbahçe yetenekli ayaklarını ileride tutup, geri koşmalarını engelleyemediği sürece dün geceki gibi korku dolu periyotlar yaşanması muhtemel.
İkinci yarıda Mourinho’nun ilk yarıdaki tüm defoları tamir etmesi ve doğru zamanlardaki oyuncu değişiklikleri, takım enerjisini yukarıda tuttu.
En önemlisi, Fenerbahçeli oyuncuların yoğun bir temasla oynamaya başladığını gördük. Topu sırtı dönük olmak zorunda kaldı rakip. Topu alsa da çoğunlukla dönemediler.
Bu durum Fenerbahçe’nin oyunu tutabilmesini ve ilk yarıdaki kötü anları yaşamamasını sağladı. Mourinho’nun doğrudan müdahalesi skoru ve oyunu Fenerbahçe’ye getirdi.
Gecenin özelinde ise şu cümleyi söylemek çok mümkün; “Fenerbahçe’nin en iyisi Livakoviç’ti”
Bu fikstür öncesi bu cümle kulağa hiç hoş gelmiyor!
‘’Kulübe kazandı‘’
Şaşırtıcı bir başlangıç oldu. Kontrolü terk edip orta sahaları çabuk geçti iki taraf da. Galatasaray ileride kalıp, top kapmaya çalışınca Maximin üzerinden planlanan oyun hayat buldu Fenerbahçe adına.
Okan Buruk, bu riske rağmen takımının ısrarla ileride kalmasını istedi.
Rakip sahade kalmak duran top, duran top pozisyon, pozisyon gol getirdi. Sonrasında her şey Galatasaray’ın istediği gibi gelişti. Öne geçince, topu daha fazla gezdirme, soğukkanlı kalma, tribünü bozma gibi opsiyonlar oluştu Galatasaray adına.
Bu denge bozulurken, topu/oyunu Galatasaray almışken Tadiç ve Szymanski tamamen taca çıktı! Fenerbahçe 9’a 11; 8’e 11 oynar hale geldi.
Daha ilk yarı bitmeden fiziksel olarak Galatasaray tamamen baskın kaldı. Fenerbahçe hızla enerjisini tüketirken, 2-0’dan sonra Galatasaray maça yeni başlamış gibi enerjikti.
Osimhen’in varlığı da dengeyi bozdu. Maç içi ve sonunda tartışılan bir performans sergilemiş gibi yansıtılsa da Çağlar ve Djiku’yu nokta mevkilerinden uzaklaştıran oydu. Mertens’e yaptığı asist ise hem fiziksel, hem pratik zeka isteyen bir refleks.
Dün gece daha etkili olamayışının nedeni ise kenar ortalarıyla beslenememesiydi.
Mourinho açısından da bakmak lazım. Chelsea’deki son döneminde savunma setleri, duran top organizasyonları ile ilgili hazırladığı görsellerin soyunma odası zeminine dökülmesi İngiliz medyasına sağlam malzeme olmuştu. Müthiş bir taktisyen ona şüphe yok. Lakin, yapmak istediğini eskisi kadar oyuncularına anlatamıyor gibi. Saha içine müdahaleleri de tatmin edici değil. Çift farvete dönüşü, orta saha merkezini terk edişi, Fred’i kenara alışı..
Anlaşılır tek hamlesi yok!









































