Arama

Popüler aramalar

‘’Söz bitti‘’

Abdullah İnal, Abdullah Özdemir, Abdullah Sivri, Abdülmüttalip Akay, Adem Abokan, Adem Çetiner, Adem Varol, Ahmet Akbulut, Ahmet Akdemir, Ahmet Ali Aslan, Ahmet Avcu, Ahmet Bal, Ahmet
Çelik, Ahmet Ergün, Ahmet Erol, Ahmet Gülcü, Ahmet Güven, Ahmet Kaya, Ahmet Soluk, Ahmet Şen, Ahmet Varal, Akif Doruk, Ali Biçak, Ali Çifitçi, Ali Gül, Ali Kavas, Ali Kilit, Ali Şahin, Ali Şentürk, Ali Yanar, Ali Yüksel, Arif Demir, Aşkın Koyun, Aydın Özgün, Ayhan Avcı...

Bayram Ali Dağlı, Bayram Bayındır, Bayram Erol, Bayram İndirik, Bayram Parça, Beytullah Çakır, Bilal Ay, Bilal Bilgi, Bilal Malkoç, Burak Karayel... Celal Sevinç, Cemal Kaya, Cemal Yıldız, Cemil Taşdemir, Cengiz Çantal, Cengiz Kargı, Cengiz Şimşek...

Davut Ağız, Davut Çeçen, Davut Duran, Davut Köse, Doğan Yıldırım, Dursun Demircan... Emin Esen, Emin Kurt, Emin Mazı, Emrah Çakır, Emrullah Armut, Engin Yıldırım, Ercan Cezeli, Erdal Demirel, Erdoğan Köse, Erdoğan Merdim, Erdoğan Sevben, Ergun Koyakkaya, Ergün Akkuş, Ergün Sidal, Erkan Altuntaş, Erkan Doğdu, Erol Işık, Erol Uysal, Ersan Çetin, Ersin Keçeli, Evren Sarı...

Faruk Karahan, Fatih Köse, Fedai Bozdağ, Ferhat Avkaş, Ferhat Canbaz, Ferhat İren, Ferhat Tokgöz, Feridun Çelik...

Gafur Şen, Gazi Osman Sümer, Gökhan Yılmaz, Göknur Kocagedik, Güngör Kayrak...

Hakan Taşdemir, Hakan Uçkun, Hakkı Doğan Sal, Halil Ergöz, Halil İbrahim Doğan, Halil İbrahim Hamurcı, Halil Koca, Halil Şevik, Harun Keskin, Hasan Akkaş, Hayri Türker, Hayrullah Baygül, Himmet
Anaçlı, Hüseyin Avkaş, Hüseyin Dalbudak, Hüseyin Demir, Hüseyin Kılınç, Hüseyin Kilinç, Hüseyin Top...

İbrahim Biçer, İbrahim Çelik, İbrahim Çırak, İbrahim Duman, İbrahim Gezer, İbrahim Gökçe, İbrahim Kutbey, İbrahim Salgın, İbrahim Sungur, İdris Arslan, İdris Duran, İlkay Yıldırım, İlyas Özkan, İlyas
Yıldırım, İsa Aldemir, İsa Çalış, İsa Sadan, İsa Sevben, İsmail Aslan, İsmail Canbal, İsmail Aslan, İsmail Çata, İsmail Çoşkun, İsmail Değirmen, İsmail Gezer, İsmail Gürpınar, İsmail Kalkan, İsmail Kutlu, İsmail Öztürk, İsmail Şengür, İsmail Tulum, İsmail Yıldırım, İsmet Yılmaz...

Kader Yıldırım, Kadir Özel, Kamber Çağlar, Kamil Çal, Kasım Softa, Kazım Karaçoban, Kemal Çoban, Kenan Akdeniz, Kenan Aksoy, Kenan Avcı, Koray Karadağ...

Mahmut Akbulut, Mehmet Akif Günaydın, Mehmet Ali Özcan, Mehmet Ateş, Mehmet Azman, Mehmet Çelik, Mehmet Efe, Mehmet Emin Çardak, Mehmet Eser, Mehmet Gülşen, Mehmet Şentürk, Mehmet Yavaş, Mehmet Yetim, Mesut Memiş, Mesut Özkoç, Metin Burmalı, Metin Uslu, Mithat Özdirik, Muhammed Arslancan, Muhammed Çağan, Muhammed Girğin, Muharrem Çiçekli, Muharrem
Şen, Muhsin Taş, Murat Avcı, Murat Gezgin, Murat Gümüş, Murat Kandemir, Musa Kara, Musa Karaçoban, Mustafa Çalı, Mustafa Dağlı, Mustafa Fenerli, Mustafa Kaya, Mustafa Kocabaş, Mustafa
Korkmaz, Mustafa Sedat Toprak, Mustafa Türkhan, Muzaffer Eren, Mücahit Yardımcı...

Nihat Kayrak, Niyazi Bayram, Niyazi İzmir, Niyazi Kurban, Numan Kandemir, Nuran Yankın, Nurettin Kara, Nurettin Yıldız, Nurullah Köse, Okan Merdim, Orhan Öksüz, Osman Fındık, Osman Özgün, Osman Şam, Ömer Afacan, Ömer Elibol, Ömer Özcan, Özay Eren, Özcan Bozdağ, Özcan Öncü, Özcan Sarı, Özgül Çiftçi, Özgür Çevirgen, Özgür Şen...

Ramazan Aldemir, Ramazan Çakır, Razaman Çatar, Ramazan Doğan, Ramazan Kökçü, Ramazan Mercan, Ramazan Savaşan, Ramazan Sökmen, Ramazan Şahin, Ramazan Uçkun, Ramazan Ünal, Ramazan Yavaş, Recep Aldemir, Recep Gümcür, Recep Terzi, Recep Türk, Remzi Artar, Rıdvan Kazancı, Rıdvan Koçhan, Ruhi Dağlı...

Sadettin Yılmaz, Sadık Akdağ, Sadık Çakır, Sadi Almaz, Sadrettin Güngör, Saffet Şahin, Saim Özcan, Sait Karaca, Sami Yıldırım, Sebahattin Aydın, Sefer Hazar, Sefer Yayla, Selahattin Kayrak, Selami Tizel, Semai Aktaş, Serkan Buran, Serkan Güneş, Seyit Ali Çetin, Sezai Kilinç, Sinan Yılmaz, Suat Esen, Süleyman Akcan, Süleyman Aldemir, Süleyman Çata, Süleyman Kandemir, Süleyman Tunahan Ulusoy, Şaban İlçi, Şahin Aydın, Şavki Değirmen, Şenay Baygül, Şerefettin Girgin, Şerif Genç, Şerif Gezgin, Şevket Saban, Şinasi Tokmak, Tebib Kaska, Talip Özten, Tayip Şenlik, Tezcan Şentürk, Tolga Özcan, Tuncay Sidal, Tuncay Şahin, Tuncer Ülhan, Turgay Yağcı, Turgut Yılmaz...

Uğur Canbey, Uğur Çolak... Veysel Arkan... Yahya Aybak, Yıldırım Güney, Yılmaz Çifitci, Yılmaz Erol, Yunus Yılancı, Yüksel Akcan, Yüksel Cangül, Yüksel Yaşar... Zabit Ataş, Zekeriya Kuzu, Zeki Coşkun, Zeki Gezer, Zeynel Uzar, Zühtü Yıldırım...
********************
Hiç tanışmadık sizlerle ve bundan sonra da tanışma şansımız yok...

Yapabileceğim tek şey malesef bu...

Aziz hatıralarınız önünde saygıyla eğiliyorum. Mekanınız cennet olsun kardeşlerim.

21 Mayıs 2014, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Futbola yabancı!‘’

Yabancı kuralı bu sezon 6+0+4’tü... Yani; kadronuzda 10 yabancı bulundurabiliyor; 6’sını sahada veya kulübede tutabilirken, 4’ü tribüne çıkartıyordunuz. Kulüpler, “Bu sınırlama kalksın” diye bastırıyor; 6+2’ye ‘fit’ oluyor.
15 kulüp fikir birliğine varmıştı. Fenerbahçe ile Akhisar’ın inadı kırıldı, “Çoğunluğa uyarız” dediler. Beşiktaş halen 5+0+3 ya da 5+1+2 formülünde diretiyor. Hâl böyleyken... 33 haftası geride kalan sezona bir göz atalım isterseniz...

Galatasaray’da 35 oyuncu forma giymiş. 14’ü yabancı... Maç başına yabancı sayısı 5,3...
Elazığspor’da 35 oyuncu forma giymiş. 12’si yabancı... Maç başına yabancı sayısı 3,6...
Bursaspor’da 32 oyuncu forma giymiş. 10’u yabancı... Maç başına yabancı sayısı 5,5...
Eskişehirspor’da 31 oyuncu forma giymiş. 10’u yabancı... Maç başına yabancı sayısı 5,2...
Erciyesspor’da 31 oyuncu forma giymiş. 10’u yabancı... Maç başına yabancı sayısı 5,0...
Antalyaspor’da 31 oyuncu forma giymiş. 9’u yabancı... Maç başına yabancı sayısı 2,8...
Rizespor’da 30 oyuncu forma giymiş. 11’i yabancı... Maç başına yabancı sayısı 5,1...
Sivasspor’da 30 oyuncu forma giymiş. 10’u yabancı... Maç başına yabancı sayısı 4,2...
Trabzonspor’da 30 oyuncu forma giymiş. 10’u yabancı... Maç başına yabancı sayısı 4,7...
Beşiktaş’ta 29 oyuncu forma giymiş. 12’si yabancı... Maç başına yabancı sayısı 4,6...
Gaziantepspor’da 29 oyuncu forma giymiş. 9’u yabancı... Maç başına yabancı sayısı 4,3...
Kayserispor’da 29 oyuncu forma giymiş. 12’si yabancı... Maç başına yabancı sayısı 5,3...
Kasımpaşa’da 28 oyuncu forma giymiş. 8’i yabancı... Maç başına yabancı sayısı 5,2...
Gençlerbirliği’nde 28 oyuncu forma giymiş. 10’u yabancı... Maç başına yabancı sayısı 5,1...
Akhisar’da 27 oyuncu forma giymiş. 6’sı yabancı... Maç başına yabancı sayısı 2,8...
Konyaspor’da 27 oyuncu forma giymiş. 10’u yabancı... Maç başına yabancı sayısı 4,6...
Karabükspor’da 26 oyuncu forma giymiş. 10’u yabancı... Maç başına yabancı sayısı 4,6...
Fenerbahçe’de 24 oyuncu forma giymiş. 10’u yabancı... Maç başına yabancı sayısı 4,9...

Ligin en az futbolcu oynatan kulübü Fenerbahçe, şampiyon olmuş.
Ligin en çok futbolcu oynatan kulübü Elazığspor, küme düşmüş...
Fenerbahçe’de 10 yabancı var, maçbaşı ortalaması 4,9...
Elazığ’da 12 yabancı var, maçbaşı ortalaması 3,6...

Topu topu 6 yabancısı var Akhisar’ın, ama Avrupa yarışına bile dahil oldu... Çünkü nokta atışı yapmışlar. (Bruno gibi, Niasse gibi...)
Kayserispor’un Akhisar’a göre 2 katı, 12 yabancısı var. (Nobre’yi de Türk sayıyoruz bu arada) Bırakın Avrupa yarışını, lig yarışında bile tutunamadılar.

‘Sınırlama’ denilince, tüylerim diken diken oluyor aslında... Çünkü sonsuz özgürlük isteyenlerdenim. Hayatın her alanında ‘sınırlar kalksın’ isterim.
Ancak tablo ortada... Sen, sana verilen hakkı dahi kullanmıyorsun; fakat daha fazlasını istiyorsun...
Kimse kusura bakmasın ama; bu ‘özgürlük’ değil, ‘şımarıklık’!

(NOT: Kulüplerdeki futbolcu ve oynatılan yabancı sayılarını Aslıhan Çil; Maç başına denk gelen yabancı futbolcu sayısını ise Haber1903’ten temin ettim. Emekleri için teşekkürler... Bu arada küçük bir not daha: Stoch, Krasic gibi bu sezon hiç forma giymeyen isimler, değerlendirme dışında kalmıştır.)

14 Mayıs 2014, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kangren‘’

Fernandes’e saldıran diyor ki; “Kötü bir amacım yoktu, sarılmak için koştum...”

Mahmut Uslu’ya yumruk atan diyor ki; “Hadi canım anca gidersiniz dedim ve yanağından makas almak için elimi uzattım.”

Eboue’ye muz gösteren diyor ki; “Kısa süre önce ameliyat oldum, o nedenle meyve ile besleniyorum.”

Benim kulübüm tertemiz, deme... Benim yöneticim onlar gibi değil, deme... Benim taraftarım yapmaz, deme...

Üç aşağı, beş yukarı... Hepsi aynı...

“Bağdat Caddesi’nde GS Store’un ne işi var”, deme... “Mahmut Uslu’nun bu maçta ne işi var”, deme... “Sahaya atılan bıçak açık mıydı, kapalı mı”, deme...

Fernandes’e saldırana... Mahmut Uslu’ya yumruk atana... Eboue’ye muz gösterene... Sahaya bıçak atana...

Cüzzamlı muamelesi yap. Onu tecrit et, uzaklaştır insan içinden, arana alma... Kangren olmuş serçe parmağın gibi düşün onu... Kes at... Tehdit gibi algıla onu... Boyun eğme, def et...

Böyle yapmazsan belki yine günü kurtarırsın amma... Böyle yaparsan geleceği kazanırsın...

07 Mayıs 2014, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Akhisar'ın Başkanı kim?‘’

İkinci en değerli oyuncusu, 1.8 milyon Euro verirseniz alabileceğiniz Bruno Mezenga... Geri kalanlar, dört büyüklerde doğmuş, büyümüş, hayal kırıklığı yaşamış isimler... Yolları, Akhisar’da kesişmiş... Oğuz Dağlaroğlu, Kerim Zengin, Bilal Kısa, Uğur Demirok, Çağdaş Atan, Emrah Eren, Mehmet Akyüz, Kenan Özer gibi...

Başlarında; şöhretli futbol günlerini, şaşalı Galatasaray kariyerini bir kez bile diline dolamamış, Fatih Terim’in yanında üstlendiği Milli Takım yardımcı antrenörlüğü görevini bahane edip takımını yalnız bırakmamış Hamza Hamzaoğlu...

Başkanları kim? Kaç kişi cevap verebilir buna!

Kerem Bulut, Bahattin Köse kim? Kaç kişi, yanıtlayabilir bu soruyu? Statları neresi? Sezon boyu deplasmandaydılar, bir kez sızlanmadılar. Ev bildiler, herkesi dize getirdiler...

Öncelikle hakkını teslim edelim bu mütevazı takımın... Bu başkanın, bu teknik adamın ve bu isimsiz kahramanların... Sonrasında geçelim maça...

***
Fenerbahçe şampiyonluğunu ilan etmiş, Akhisar’ın ne Avrupa hedefi ne de küme düşme stresi var. Aslına bakarsanız, maç gazozuna! Buna karşın, Akhisar’ın futbola olan saygısı alkışa değer... Fenerbahçe yedeklerinin ise neden onbirde olamadıklarının bir kanıtı bu 90 dakika...

Bazı isimler için küçük parantezler açmak şart... Gökhan Gönülsüz Fenerbahçe gece, Gökhan Gönüllü Fenerbahçe gündüz gibi... Mert sıfır hatayla oynuyor ve bu kadar gol yemek zorunda kalıyor, yazık! Emre, bu maçta bile hakeme küfrediyor. Ayıp!

Ve son sözlerimiz assoliste... Yıllar önce sınavdan iyi not almak için koştuğu bu topraklarda, dün Türkiye Şampiyonu olarak alkışlandı...

Tebriklerimiz Ersun Yanal’a...

05 Mayıs 2014, Pazartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Unutulmaz!‘’

45 artı 9. dakikada Emenike atıyor golü... Evet, yanlış okumadınız, 45 artı 9... Çünkü çıkan olaylar nedeniyle tarihi bir uzatma gelmişti, fakat o uzatmalar bile oynanamadı. Hakem, maçı tatil etti ve bütün oyuncular soyunma odalarına girdi. Asıl gerilim ise işte o an başladı. Saniyeler yelkovanı, yelkovan akrepi kovalıyor; saatler akıp gidiyor; fakat Fenerbahçe kafilesi bir türlü Avni Aker Stadı’ndan çıkamıyordu. Tribünlerdeki gerilim, Trabzon caddelerine taşmıştı; havalimanı yolu güzergahında yeterli güvenlik sağlanamadığı için, Sarı- Lacivertliler soyunma odasında tutuluyordu. Maç, 19.57’de bitmişti. Fenerbahçe kafilesi ise 00.54’te ayrılabildi Avni Aker’den... Aradaki saatler nasıl geçti derseniz... Onu da o dadan biri anlatsın isterseniz;

“Stat içinde yaşanan olaylardan sonra soyunma odasına gittik. Normalde duşumuzu alır, otobüse biner ve uçağa gideriz diye düşünüyorduk. Ama öyle olmadı tabii ki... 15 metrekarelik o odadasaatlerce kaldık.

Biz kalabalığız, oda ise küçük... İçi daralıyor insanın, ama yapabileceğin hiç bir şey yok. Sohbet ettik sürekli. O anlar bizi daha da güçlü yaptı. Odada herkes birbirine söz verdi, herkes yemin etti. ‘Ne olursa olsun, bu yıl şampiyon olacağız’ diyorduk.

‘Büyük bir aile olduğumuzu dosta düşmana gösterelim’ diyorduk. O odada herkes inanılmaz hırslanmıştı. Bazı oyuncular şaşkındı, fakat olayları hemen unuttuk. Çünkü güçlü olmalıydık.”

Tarih, 18 Nisan 2014... Yer, Can Bartu Tesisleri’ndeki toplantı odası...

17 Nisan’da Yargıtay’dan kötü haber gelmiş... Televizyonlarda, gazetelerde, internet sitelerinde hep aynı yorumlar: Başkan Aziz Yıldırım her an cezaevine dönebilir...

20 Nisan’da Beşiktaş derbisi var; Fenerbahçe bu derbiyi kazanırsa, şampiyonluğunu ilan edecek. Fakat iki gün öncesinde moraller alt-üst... Samandıra’da adeta ölüm sessizliği var.

Başkan, adeta ‘veda konuşması’ için gelmiş Can Bartu Tesisleri’ne... Bir sandalyeye oturmuş, karşısında tüm Fenerbahçeli futbolcular, teknik ve idari kadro... Anlatıyor, anlatıyor, anlatıyor...

“Fermanı verdiler, kalemi kırmışlar zaten. Alın terlerimize ihanet ettiler. Fenerbahçe şike yapmaz, bize kimse para teklif edememiştir. Bu ülkede şampiyonluk değil, Avrupa’da şampiyonluk istiyoruz. Siz görevinizi yapın, şampiyon olun...”

Aziz Başkan’ın bu sözlerine Emre Belözoğlu, 2010-2011 Şampiyonluk madalyasını hediye ederek karşılık vermek istedi.. Ve film koptu o an... Gördüklerimizi değil, orada olanları, orada olan bir dost anlatsın
şimdi;

“Başkan’ı dinlerken, gözlerinden düşen damlaları görüyorduk. Başkan kendisini zor tutuyordu, ama gözyaşlarına hakim olamıyordu. Bizler de ağlamak üzereydik. Aramızda ağlamaktan utananlar vardı. Şundan eminim, herkesin içi ağlıyordu. Hayatım boyunca yaşadığım en duygusal anlardan biriydi. Başkan’a söz verdik;Desteğiniz bize güç verdi. En kötü günümüzde yanımızda oldunuz. Biz de en kötü
gününüzde sizi yalnız bırakmayacağız. Hep sizin yanınızda olacağız.” O gün hüzünden dökülen gözyaşları, bir kaç gün sonra şampiyonluk coşkusuyla sevinçten dökülecekti.. Ve Fenerbahçeli futbolcular
sözlerini tutacak, Aziz Yıldırım’a tarihin en değerli şampiyonluk kupasını hediye edecekti.

İkinci yarının başlarında eriyen fark, yine açılmıştı. Fenerbahçe, tarihin en erken şampiyonu olmak için sahaya çıkıyordu. Sonuçta hedefe ulaştılar. 34 haftalık yarışı, 31. haftada noktaladılar ve Fenerbahçe’nin 19. şampiyonluğuna imza attılar. Bu kadar çok ‘gel git’in yaşandığı, sevinç ile hüznün, barış ile savaşın, öfke ile sükunetin bu kadar birbirine karıştığı bir dönem daha yoktu. Bedenleri 31 futbol maçı kadar yorulmuştu belki ama, beyinleri muhtemelen birkaç sezonluk efor sarfetmişti.Böylesine enteresan bir sezonun ardından akıllarda iki önemli olay kaldı. Kiminle konuşsak, kime sorsak, hep bu iki olaydan bahsetti. Onlar neler mi? Anlatalım...

Tarih, 10 Mart 2014... Yer; Avni Aker Stadı... Bir yanda Trabzonspor, diğer tarafta Fenerbahçe var. İlk yarı bitmeden maç bitti! Sarı- Lacivertli kafile, yaklaşık 5 saat soyunma odasında mahsur kaldı. O anlarda
neler yaşandı?

Tarih, 18 Nisan 2014... Yer, Can Bartu Tesisleri... Aziz Yıldırım karşısına almış bütün teknik ve idari kadroyu, futbolcuları... Veda ediyor sanki! Ne kadar uğraşsa da engel olamıyor gözyaşlarına, futbolcular da
ağlayacak ama...

Arena'da tuzağa düştük!

Bir Galatasaray-Fenerbahçe derbisinden daha çok, bir Felipe Melo-Emre Belözoğlu derbisi yaşanmıştı bu kez... Sonuçta kazanan, Felipe Melo’ydu. TT Arena’da oynanan o karşılaşmayı, Fenerbahçeli bir futbolcu şöyle anlatıyor: “Puan farkı açılmış, Arena’da rakiplere büyük bir darbe indirme fırsatı doğmuştu. Yöneticiler ve teknik heyet, bu maça büyük önem veriyordu. Galatasaray’ın sahasında galip gelerek işi bitirmek istiyorduk. Maçtan birkaç gün önce teknik heyet bizi sürekli uyarıyordu. Aslına bakarsanız, bizler, yani futbolcular da kendi aramızda sürekli konuşup, aynı uyarıları tekrarlıyorduk. Kesinlikle gergin olmayacaktık, provokasyona gelmeyecektik. Defalarca konuştuk, ama nasıl olduysa, Arena’da rakibimiz bizi inanılmaz olaylarla provoke etti. Biz her şeyin futbolun içinde kalmasını isterken; istenmeyen hareketler, istenmeyen derecede sertlik geliyordu rakipten... Sonuçta kartlar havada uçuştu. Evet, tuzağa düşmüştük.Büyük hayal kırıklığı yaşadık. Ancak bunun nedeni sadece kaybetmek değildi. Biz, futbolu sahaya oynayıp kazanmak ya da kaybetmek peşindeydik. Olmadı, çok üzüldük. Bir yandan da şunu anladık; hiç bir rakibi, Fenerbahçe’yi fizik gücü ve kalite üstünlüğüyle yenemez... Bu derbinin de, bu sezonun da özeti budur.”

03 Mayıs 2014, Cumartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için‘’

Eskişehir, Sivas ve Kasımpaşa galibiyetlerinin ardından takım içinde çok şey değişmişti. Hatta Ersun Yanal ile Sow arasındaki gerginlik bile bitmişti. Sow, kadrodışı kalmanın zihninde yarattığı tahribattan kurtulmuş; son düdük çalana kadar mücadele eden takımına nasıl fayda sağlayabileceğini düşünmeye başlamıştı. Aslında buna mecburdu, çünkü tesislerde, idmanlarda, fitness salonunda ya da maçta; neresine dönerse dönsün, bambaşka kişiler hep aynı şeyleri söylüyordu: “Biz takım olarak inanırsak, mücadele edersek, yüreğimize ortaya koyarsak her maçı kazanabiliriz. Kaybedebiliriz, ama asla pes etmemeliyiz...”

***

“Eskişehir’de, Sivas önünde ve Kasımpaşa’da gösterdiniz ki; biz bir takımız... Sizin bu savaşçı ruhunuz, bize her maçı kazandıracaktır. Son dakikada attığımız gol için herkes ‘şans’ yorumu yapıyor. Ben elbette bu görüşe katılmıyorum. Siz de reaksiyon gösterin, Fenerbahçe’nin, yani bu ailenin büyüklüğünü gösterin. Şansın değil; mücadelenin kazandığını gösterin. Çıkın, son düdüğe kadar savaşın.” Elazığ maçı öncesi, Fenerbahçe soyunma odasında Yanal’ın bu sözleri yankılanıyordu. Takım içinde motivasyon tavan yapmıştı. Fakat içlerinden biri için, bu konuşmanın çok daha büyük bir anlamı vardı. Kasımpaşa maçında kadrodışı kalan Sow’un özlemi sona ermiş, Yanal bu kez Emenike’yi tribüne yollamış, ona ilk 11’de görev vermişti. Senegalli mesajı aldı, ağlara 3 gol birden bıraktı.

***

Yabancı kuralı gereği, her hafta birileri dışarıda kalacaktı. Yanal’ın elinde ise hepsi birbirinden değerli yıldızlar vardı. Kasımpaşa ve Elazığ maçlarındaki tercihleri, Yanal’ın forma adaletini gösterdi. Belki de Ersun hoca ile takım arasındaki gerçek kaynaşma, işte o an başladı. Artık tribüne çıkan da mutluydu, kulübe de oturan da, sahada oynayan da...

***

Galatasaray derbisi kazanıldı, Beşiktaş derbisi 10 kişi kalınmasına rağmen berabere bitirildi. İlk yarıda tek hayal kırıklığı, Karabük’te yaşanmıştı. Her şey yolunda gidiyordu. Ancak ikinci devre kâbus gibi başladı. Bu kez,sakatlıklar baş ağrıtıyordu. Emenike 18, Webo 19, Sow ise 20. haftada sakatlandı. Bu arada 19. haftada Eskişehir’e, 20. haftada Sivasspor’a kaybedildi, 22. haftada Elazığ ile berabere kalındı. Üç maçta da ciddi hakem hataları vardı. Özellikle Sivas’ta Yunus Yıldırım’ın yönetimi, Sarı-Lacivertli camiada infiale yol açmıştı. Tablo sıkıntılıydı: Emenike, Webo, Sow sakattı... Egemen, Baroni cezalıydı. Üç maçta 8 puan kayıp vardı, rakiplerle aradaki puan farkı neredeyse sıfırlanmıştı. Ancak...

***

Santrforların yokluğunda önce Aziz Yıldırım sonra da savunmacılar devreye girdi! Ersun Yanal ve talebeleri yerlebir edilirken, Başkan’ın ağzından şu cümleler dökülüyordu: “Bu takım şampiyon olacak...” Kasımpaşa maçını Bekir kazandırdı, Elazığ’da beraberliği Topal getirdi, Gençlerbirliği maçını Emre Belözoğlu aldı. 24. haftada sıkıntılar bitti. Santrforların hepsi sahaya dönmüştü ama Emenike’nin dönüşü bir başkaydı! Üst üste Trabzon, Erciyes, Gaziantep maçlarında Fenerbahçe’nin 6 golünün 4’ünde, alınan 9 puanın tamamında onun imzası vardı. Bursa maçı ise santrforların defilesine şahit oldu: Asistler Emenike’den, goller Kuyt, Sow ve Webo’dan...

***

Bu süreç, şampiyonluk günü açılan o pankartın doğduğu süreçti... Çünkü sakatlar, cezalılar, hakem kararları ve daha bir çok olumsuzluğun yaşandığı bu anlarda, Fenerbahçe’yi yeniden ayağa kaldıran yegane güç ‘takım ruhu’ydu. En çaresiz anlarında, hep kendi kahramanını yarattı Fenerbahçe... Bir gün Kaptan Emre çıktı sahneye, bir başka gün Bekir İrtegün... “Fenerbahçe için henüz erken” denilen gencecik Alper harikalar yarattı, Caner Erkin kendini aştı. İhtiyaç anında Holmen kurtardı takımını, hiç umulmayan bir anda Kadlec... Gökhan dizindeki yırtıkla oynadı, Volkan ‘ameliyat şart’ denmesine karşın masaya yatmadı. Bu süreç, şampiyonluk günü pankart olarak Kadıköy’de açıldı: “Biz bir aileyiz... Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için...”

Filmin adı: Doksanlar - Başroller: Webo, Emenike, Egemen

Süper Lig’in 4. haftasında büyük bir kırılma yaşanabilirdi. Bir hafta önce Sivas önünde harikalar yaratan Fenerbahçe, bu kez ligin flaş ekiplerinden birine konuk oluyordu. Maçın özeti şuydu; Kasımpaşa öne geçiyor, Fenerbahçe yakalıyordu. Dakikalar 90+2’ye geldiğinde skorbordda 2-2’lik eşitlik yazıyordu. Artık evlerde televizyonlar kapatılmaya başlanmış, statta ‘kalabalığa kalmayalım’ diyerek eve dönüş yolculukları başlamıştı. Tam da o anda Pierre Webo çıktı sahneye ve daha sonra ‘serisi çekilecek bu filmin galasını’ yaptı. Kasımpaşa deplasmanından uzatmalarda attığı golle galip dönen Fenerbahçe, sonuçta üç puandan çok daha fazlasını kazanmıştı; Özgüven... İşte bu duygu, ligin ilerleyen haftalarında
defalarca gol olarak vücuda gelecek, Fenerbahçe’ye mucize puanlar kazandıracaktı. Kayseri’deki Erciyes maçında 90+5’te Emenike attı; Bursa’da 90+1’de gelen Batalla golüne 90+4’te Egemen yanıt verdi; Antalya’da 90’da Sow vardı. Kasımpaşa, Erciyes, Bursa ve Antalya... Dört zorlu deplasmanda, 4 uzatma golüyle gelen 12 puan... Fenerbahçe, ligin bitimine 3 hafta kala şampiyonluğunu ilan ederken, bu maçların önemi bir kez daha hatırlanacaktı.

Sivas'ta yaşananlar hakem hatası değildi


Eskişehir, Sivas ve Elazığ maçlarındaki hakem kararlarını sorduk Fenerbahçeli bir futbolcu dosta... İşte görüşleri; “Sivas’ta yaşadıklarımız herkesi şaşkına çevirdi. Kimse yüksek sesle söylemese bile, herkes içinden ‘önümüzü kesiyorlar, bilerek böyle yapıyorlar’ diye düşünüyordu. O ana kadar hakem hataları olduğuna inanıyorduk, Sivas maçından sonra bizim önümüzü kasten kesmek isteyenlerin olduğuna inanmaya başladık. Verilmeyen penaltılar, görülmeyen fauller, gösterilmeyen kartlar ve bizim aleyhimize inanılmaz hatalar... Öyle kartlar çıkartılıyordu ki bizim takıma... Panik yaşamadık desek yalan olur, fakat kısa sürede toparlandık. Biliyorduk ki, şampiyon olmamız için sadece maçları kazanmakla kalmayıp, savaşarak başka engelleri de aşmamız gerekiyordu. Karar aldık, savaşacak, engelleri aşacaktık.”

Yarın:

15 metrekarede 5 saatlik zirve!
Evet... Arena'da tuzağa düştük!
Ağladı, ağlattı... Güldü, güldürdü...

02 Mayıs 2014, Cuma 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Fenerbahçe'nin kurtuluş savaşı‘’

İki yıl geçmişti üzerinden... Fakat halen sakız gibi uzayıp gidiyordu '3 Temmuz' süreci... 2011'de başlamış bir kâbustu, bitmek bilmiyordu. Başkan Aziz Yıldırım, yöneticiler İlhan Ekşioğlu ve Şekip Mosturoğlu özgürlüklerine kavuşmuştu; fakat mahkemeler sürüyor, her alanda sayısız belirsizlik can sıkıyordu. 10 Haziran 2013'te bir büyük şok daha yaşandı; Fenerbahçe Spor Kulübü, UEFA Disiplin Kurulu'na sevk edildi. Ersun Yanal ve futbolcuları, bir taraftan yeni sezon hazırlıklarını yaparken, diğer taraftan UEFA'dan gelecek kararı bekliyordu.

25 Haziran 2013'te güneş karardı! Çünkü Disiplin Komitesi'nden 2 artı 1 yıllık ceza çıkmıştı. Bunun anlamı şuydu: Avrupa Kupaları'na katılamayacaksınız... Gökyüzünde güneş, tüm cömertliğiyle ısıtıyordu yeryüzünü... Fakat Fenerbahçe'nin üzerinden kara bulutlar eksik olmuyordu. 15 Temmuz 2013'te Tahkim Kurulu, artı biri kaldırdı, 18 Temmuz'da da CAS, UEFA yürütmesini durdurdu. İşte bu müjdeydi, çünkü karar, Sarı-Lacivertliler'e, Şampiyonlar Ligi ön eleme maçlarını oynama hakkını veriyordu.

Nihayet, kara bulutların arasından sıyrılmış, yüzünü göstermişti güneş... Mahkeme duvarlarından, futbol sahasına göç başlamıştı. Yanal ve futbolcuları, böylesine bir ortamda sezonu açtı! 31 Temmuz'da deplasmanda 1- 1 berabere kaldıkları Salzburg'u, 1 hafta sonra Kadıköy'de yerlebir ediyor; Şampiyonlar Ligi'nde gruplara bir adım daha yaklaşıyorlardı.

Ağustos süper başladı, ancak büyük bir felaketle sonuçlandı. Hem masada hem de sahada...

11 Ağustos'ta Süper Kupa, Galatasaray'a kaptırıldı... 17 Ağustos'ta Süper Lig'e, Konyaspor yenilgisiyle başlandı. 21 Ağustos'ta Kadıköy'de Arsenal karşısında alınan 3-0'lık yenilgi soğuk duş etkisi yarattı. 24 Ağustos'taki Eskişehir galibiyeti 'pansuman' görevi görürken; 27 Ağustos'ta Arsenal'e karşı bu kez 2-0'lık yenilgi alındı. Ve bir gün sonra... 28 Ağustos 2013'te... Sezonun ilk hezimeti yaşandı... CAS, UEFA'nın kararını onadı ve Fenerbahçe'yi 2 yıl boyunca Avrupa Kupaları'ndan men etti...

18 Temmuz'da başlayan süreç, meğerse 'yalancı baharmış', anlaşıldı.

Ne Arsenal yenilgileri ne de Konyaspor mağlubiyeti bu kadar acıtmamıştı Fenerbahçeliler'in canlarını...

Acı artıyor, isyan büyüyordu. Çünkü hiç bir Fenerbahçeli, Fenerbahçe'nin şike yaptığına inanmıyordu.

Fenerbahçe'nin yol haritası, çıkmaz sokaklarla dolmuştu. Fakat 3 Temmuz 2011'de başlayan o malum süreç, yakıp yıkmadı Fenerbahçe'yi...

Aksine, biraraya topladı. Şampiyonluk geldiği gün, futbol takımının sahaya çıktığı pankart, bunun kanıtı olacaktı.

Sezon nasıl başladı, diye soruyoruz bir futbolcu dosta... Sözlerine, "Herkesin bildiği ve takip ettiği 3 Temmuz sürecinin gerginliğiyle" diye başlıyor.. Ve devam ediyor: "Bizler, yani futbolcular olarak sezona nasıl başlanılacağını çok merak ediyorduk. Teknik heyetimiz de çaresizdi, çünkü sezonun ne zaman başlayacağını onlar bile bilmiyordu. Avrupa'ya gidecek miyiz, gitmeyecek miyiz? Bilmiyoruz. Süper Kupa maçından sonra bir karar alındı; Avrupa'da mücadele edilmeyeceğine dair... Kısa süre sonra bir haber geldi; Avrupa'da oynayacaksınız diye... Bir varız, bir yokuz kısacası... Zaten muammalı bu durum yüzünden doğru dürüst bir sezon öncesi kampı yapamamışız. Buna rağmen, tamamen bir takım duruşu sayesinde, Salzburg gibi hazır, genç ve kaliteli bir ekibi elemeyi başardık... Fakat Arsenal gibi üst düzey bir takım karşısında, sezona ne kadar hazır olmadığımız da apaçık ortaya çıktı. Çok çalışıp, bu durumu çözebilirdik. Ancak çok çalışıp çözemeyeceğimiz bir karar daha karşımıza çıktı: Avrupa'dan men cezası aldık. O an için yapılacak tek tanım var: Büyük bir hayal kırıklığı... Bir kez daha cezalandırılmıştık..."

Ya tası tarağı toplayıp gideceklerdi... Ya da kalacak, inadına mücadele edeceklerdi...

İkinci şıkkı seçti Sarı- Lacivertliler... Koskoca Fenerbahçe camiası, Başkan Aziz Yıldırım'ın etrafında birleşti yeniden. Teknik heyet ile futbolcular kenetlendi.

Takım içindeki tecrübeli isimler, devreye girmişti. Yaşanan süreci hiç bir şekilde anlayamayan yabancılara durum anlatıldı. Yabancılar da dahil, artık herkes, içinde bulundukları bu 'saçmasapan durumu' kabullenmişti. Bu durum böyle devam edecek, fakat Fenerbahçe, 'Kurtuluş Savaşı'na devam edecekti. Volkan Demirel, Emre Belözoğlu, Selçuk Şahin gibi isimlerbaşta olmak üzere; takım içinde sık sık toplantılar düzenleniyor, adeta 'Kurtuluş Savaşı'nın anayasası hazırlanıyordu.

Bu anayasanın ilk maddesinde şunlar yazılmıştı: "Şartlar ne olursa olsun, Fenerbahçe'nin tek hedefi vardır: Şampiyonluk... Şampiyon olmak için yapılması gereken belli: Savaşmak... Savaşırsak kazanırız... Kaybedersek bile kazanırız."

UEFA Disiplin Komitesi, UEFA Tahkim Kurulu, CAS... Silivri, Metris, Çağlayan... Zekeriya Öz, Mehmet Berk, Mehmet Ekinci... Polisler, mahkemeler, cezaevleri... Yarışı en önde bitirmek için, işte bunların hepsini geride bırakmak gerekiyordu.

CAS'tan gelen 'felaket karar'dan sadece 3 gün sonra oynanan Sivasspor maçında o karar alındı...

Oynanan müthiş futbol...
Rakip kaleye gönderilen 5 gol...
Bitmek-tükenmek bilmeyen enerji...
Bir an olsun bile pes etmeyen futbolcular...
Tribüne çıksa bile küsmeyen yabancılar...
Dopdolu tribünler...
İnanmış yöneticiler...
İnanmış teknik kadro...
İnanmış futbolcular..
Ve elbette yazılacak muhteşem hikayenin baş aktörleri;
İnanmış taraftarlar...
31 Ağustos 2013 günü...
Sezonun henüz 3. maçıydı ve bir yemin etmişti Fenerbahçe camiası: Şampiyon olacağız...



Yarın: Filmin adı: Doksanlar... Başrol oyuncusu: Pierre Webo... Karabük, Eskişehir ve Sivas'ta neler oldu neler... Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için..

01 Mayıs 2014, Perşembe 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Virüs‘’

“Fenerbahçe’nin değil, Aziz Yıldırım Bey’in şike yaptığına eminim” dedi bir zat-ı muhterem...



Bir başka arkadaşın marifetleri de şöyle... İktidar partisi ile cemaat arasından su sızmazken...

“İddianamenin 182 sayfasını okudum. Aziz Yıldırım’ın avukatı gibi okudum, ‘3 maç’ dedim. İyice aşırı legalist bir şekilde okursan 9 maça çıkar dedim. Nitekim savcının iddiası da bu yönde. Aziz Yıldırım ve ekibi şike yapmıştır”
dedi.

“Bende zigzag yok... Bir insan aleni suç işlemişse ömür boyu futboldan men edilmesi, hukuken gereğinin yapılması konusunda hiç kimse bir şey yapamaz. ” diye de ek yapmıştı. İktidar partisi ile cemaat birbirine girince...

“Fenerbahçe’yi ligde Başbakan tutmuştur. Küme düşürülmesi için Paralel güçler talimat vermişti. Ayrıca Aziz Yıldırım için 50 yıla yakın ceza verilmesi planlandı. Ama Başbakan el koydu. Yıldırım’a oynanan oyunu bozdu!” dedi. “Burada Aziz Yıldırım’ın soruşturulma sürecinde usûl hataları olduğu yönünde ciddi şüpheler var. En baştan Aziz Yıldırım’ın mimlendiği, ardından Yıldırım ile ilgili dinleme kararı alınmış gibi gözüküyor” dedi. “Bu emniyet-yargı yapılanmasının hedefi Aziz Yıldırım’dır, hedefi Fenerbahçe değildir. Burada mühim olan bu soruşturma sürecindeki bizim de bilmediğimiz, bugün öğrendiğimiz usûlsüzlükler varsa ortaya çıkarmaktır” dedi.

Herşeyi bilen adam var bir de... Ergenekon’da... Balyoz’da... Poyrazköy’de... Şike ve Teşvik Davası’nda... Onlarca hayatın içine girdi... Çocukların babasız büyümesine, suçsuzların yıllarca hapis yatmasına neden oldu. Her yerde o var! Her şeyi biliyor! Oysa ki kendisi de biliyor ki, bildiği her şey, eline tutuşturulan kağıtta yazdığı kadar... Sonrası... Gelecek bir sonraki kağıda bağlı!



Virüslerin işgali altındayız... Hani bilgisayarına girer, tüm programlarını bir anda bozar, atar ya... Onun gibi işte...



Ülkemizin içine girdiler.
Hayatlarımızın içine girdiler...
Takımlarımızın içine girdiler...



Bizden yana olduklarında sevdik onları...
Bize karşı olduklarında nefret ettik.
Sonra bir baktık ki, rüzgârgülü gibi bu
arkadaşlar... Rüzgâr nereden eserse, o tarafa
doğru dönüyorlar...



Bugün benden olan, yarın karşıma çıkıyor...
Sevsem mi, nefret mi etsem?
İnsanın kafası karışıyor!



İyi olan ne varsa, yok ettiler!
Kötü olan ne varsa, beynimize yerleştirdiler.
Yaratılan her düşmanlıkta, akan her damla
kanda... Yakılan her mağazada, çıkartılan her
olayda... Suretleri olmasa da parmak izleri var...



Bu dünyada kazandıklarını
düşünüyorlar... Gün olur, devran
döner... O da olmazsa;
Öbür dünya var, unutuyorlar!

30 Nisan 2014, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI