‘’Bruno Alves ne olmalı!‘’
Oyuncular kıyasıya mücadele ediyor, babası her şeyi tek tek anlatıyordu. Çünkü doğuştan görme engelliydi Selim Özkan...
Buna karşın Beşiktaş-Türk Telekom maçı için salona koşmuş, büyük coşkuyaortak olmuştu.
Üç dakika elektrikler kesildiğinde, ilgili kurumları, bütün sülalesiyle birlikte anan bizler için karanlık korkunçtur, değil mi?
Selim’in hayatı, bizim bakış açımıza göre korkunç işte; yani kapkaranlık...
Fakat bir de ‘gönül gözü’ var işte...
Bakarken görmeyen, duyarken işitmeyen, konuşurken söylemeyenler anlamaz bunu!
Selim gibi aydınlık insanların özelliğidir.
Selim gibi etrafına ışık saçan gençlerin...
Selim’e değil sorum, o büyük adama, ‘Baba’sına...
Selim bir Galatasaraylı olsaydı; Galatasaray-Fenerbahçe maçına gitseler, Bruno Alves’in hareketini nasıl anlatırdı oğluna...
Selim bir Fenerbahçeli olsaydı; Galatasaray-Fenerbahçe maçına gitseler, Bruno Alves’in hareketini nasıl anlatırdı oğluna...
O Baba’nın vereceği cevaplar, Fenerbahçe Yönetimi’ne yol gösterecek ışık olmalıdır.
2016 Mümkün mü?
Trabzonspor, Mersin İdmanyurdu’nu 3-1’le geçti...
Goller; Belkalem, Medjani, Cardozo ve Oktay’dan...
Beşiktaş, Sivasspor’u 3-2 yendi...
Goller; Demba Ba (2), Olcay, Da Costa ve Hakan’dan...
Çaykur Rizespor ile Balıkesirspor 2-2 berabere kaldı.
Goller; Giray, Holosko, Andre Santos ve Jabbie’den...
Galatasaray, Fenerbahçe’yi 2-1’lik skorla devirdi.
Goller; Sneijder (2) ve Alper’den...
Gaziantepspor, Kardemir Karabükspor’u tek golle yıktı
Gol; Chico’dan...
Bursaspor, Eskişehirspor dostluğunda 4 gol vardı.
Goller; Bakambu (2), Hürriyet ve Mori’den...
Akhisar Belediye, Kasımpaşa’ya 2 attı.
Goller; Gekas ve Uğur’dan...
Torku Konyaspor-Başakşehir ve Gençlerbirliği-Kayseri Erciyesspor maçları golsüz tamamlandı...
Toplam 23 gol atılmış 6. haftada...
16’sı yabancılardan...
Yüzde 66’sı...
Daha basit bir ifadeyle her 3 golden 2’si yabancılardan...
İzlanda’ya 3-0 mağlup olduk...
Çek Cumhuriyeti’ne 2-1 yenildik...
Letonya ile 1-1 berabere kaldık...
3 maçta 2 gol atmış, 6 yemişiz...
Daha basit bir anlatımla attığımız her 1 gol, yediğimiz 2 gol olarak geri dönmüş kalemize...
Bu şartlarda maç kazanabilmemiz mümkün mü? 2016 mümkün mü?
Zafer Büyükavcı
‘’Galatasaray başarılı‘’
Ligin 5. haftasında ilk 5’e şöyle bir göz atalım.
******
Lider Beşiktaş... Deplasmanda puan kaybı yok... Mersin’de, Bursa’da ve Balıkesir’de hep aynı skorla kazanmış: 1-0... İçeride galibiyeti yok... Rize’yle de Eskişehir’le de hep aynı skorla berabere kalmış: 1-1... Bütün maçlarını deplasmanda oynasa şampiyonluk garanti! Bu fikstürde ise mutlu son için 2 yol var; Ya Fikret Orman ve ekibi İnönü’yü insanüstü bir çalışma ile beklenenden önce tamamlayacak ya da kalan iç saha maçları için başka bir stat ayarlanacak. Çünkü Biliç ve ekibinin en büyük rakibi; Olimpiyat...
******
İkinci Mersin İdmanyurdu... Yalan söylemeyeceğim, sezon başında “Balıkesir ve Mersin düşer, üçüncü takım ise ilk yarının sonunda belli olur” demiştim. Şu ana kadar oluşan görüntü, beni mat etti. Rıza Çalımbay’a ve öğrencilerine bir özür ve tebrik borcum var. Fakat şimdilik... Elbette haklı çıkmak gibi bir derdim yok, fakat yine de uyarmak gerek; İyi başlamak değil, iyi bitirmek önemli...
******
Üçüncü Galatasaray... Hem de Başkan Ünal Aysal’a, yönetim kuruluna, teknik direktör Prandelli’ye ve taraftarına rağmen... Kim hangi hikayeyi anlatırsa anlatsın, benim gözümde olan şudur: Ünal Aysal 3 yıldır har vurup harman savurmuştur, 3 Temmuz sonrası Türkiye’nin maddimanevi her açıdan en çok kazanan kulübünü bir çıkmaz sokağa sokmuştur. Gelir tavan yaparken borçlar ödenemez rakamlara ulaşmış; tarihin en büyük oyuyla seçilmesine rağmen camia içinde insanlar birbiriyle konuşamazanlaşamaz hale gelmiştir. Ne kadar zengin olduğu hiç de önemli değil, fakat Galatasaray Başkanı olduğu için Türkiye kendisini tanımış, üç yıl önce sokaktaki 10 insandan birinin belki ismiyle hitap edebileceği bir şöhretten, şimdi ülkenin cumhurbaşkanı kadar konuşulan insanı hale gelmiştir.. Ve şu an yaptığı şeyin en nazik ifadesi ‘bırakıp kaçmak’tır. Prandelli... Milli takımlar, bir teknik direktör için elbette en büyük kariyerdir. Fakat Dünya’nın en büyük teknik direktörlerine bakarsanız, hiç birinin milli takım çalıştırmadığını da görürsünüz. Bu açıdan bakıp şu kısa macerasına göz gezdirdiğimde; Galatasaray için Prandelli değil, Prandelli için Galatasaray’ın bir şans olduğunu söyleyebilirim. Zaten kariyerindeki en büyük kulüp de
Galatasaray değil mi!
Ve gelelim taraftara...
Galatasaray; UEFA Kupası’nı da Süper Kupa’yı da alırken, sahadakiler kadar payı vardı Sarı-Kırmızılı tribünlerin... Bugün, daha iyi maddi şartlar sunan Fenerbahçe yerine Galatasaray’ı tercih eden kaptanını ıslıklayıp, sadece para için formasını giyen bir şovmeni alkışlıyorlar. Ayıp ediyorlar...
******
Dördüncü Fenerbahçe...Sezon sonunda şampiyon da olabilir, ilk beş basamakta olmayabilir de... Her an her şeyi yapabilecek bir takımları var. Sonunu bilemem, ama şu uyarıyı yapabilirim; Kalbi olanlar, Fenerbahçe’nin maçlarını izlemesin!
******
Beşinci Akhisar... Kısa ve net: Böyle bir kulüp ve böyle bir futbol takımı önünde saygıyla eğilirim.
‘’Kavganın başkenti Fenerbahçe‘’
Çekirdek bir aile düşünün; Anne, baba ve çocuklar... Anne her gün ‘dır dır’ ederse, o evde huzur olmaz. Baba her gün gerginse, kavga ederse, o evde huzur kalmaz... Evin ağabeyi, ‘büyümek’ kavramını, ‘kardeşlerini hırpalamak’ olarak algılarsa, huzursuzluk çıkar... Evin kardeşi, büyüklerini dinlemez, kötü arkadaşlar ve dolayısıyla kötü huylar edinirse, huzur kaçar... Akrabalar işi düzeltmek yerine, herkesi birbirine düşürürse, millet birbirini parçalar...
Anne-baba sürekli çatışma halindeyse, o evde yaşayan çocuklar da etkilenir bu durumdan... Daha gergin, daha uzlaşmaz, daha öfkeli ve şiddete daha eğilimli bir ruh haline bürünür o çocuklar... Bu durumda o çocuklardan daha başarılı, daha ılımlı, daha uzlaşmacı olması beklenemez...
Kulüpleri de bir aile gibi düşünmek gerekir aslında...
Başkan ve yöneticiler, ebeveynler...
Teknik direktör büyük ağabey...
Futbolcular kardeşleri...
Taraftar ise hısım-akraba...
Başkan ve yöneticiler, yani ebeveynler kavga halindeyse... (Bakınız; Başkanvekili Abdullah Kiğılı istifa etti. CEO Hasan Hakkı Yılmaz istifa etti. Başkan Aziz Yıldırım sürekli gergin... Asbaşkan Mahmut Uslu hep sinirli...)
Teknik direktör, yani büyük ağabey evi terk etmişse, ya da evden kovulmuşsa! (Bakınız; Ersun Yanal ile sezon başlarken yollar ayrıldı, takım İsmail Kartal’a emanet edildi.)
Futbolcular arasında hır gür, kavga kıyamet almış başını gitmişse... (Bakınız; Henüz 4 hafta geride kaldı. Emre ile Emenike kavgası halâ ‘soğuk savaş’ halinde sürüyor. Moussa Sow-Diego kapışması halen akıllarda... Bruno Alves alınıyor oyundan, basıp gidiyor soyunma odasına, kulübeye eyvallah bile etmeden...)
Taraftar stada gelmiyor, gelemiyor, ya da geldiği halde sadece olay çıkarmaya çalışıyorsa... (Bakınız; Süper Kupa Finali’nde yabancı maddeler ve çıkan olaylar nedeniyle ceza aldı Fenerbahçe... Kadıköy’de oynadığı iki lig maçında (Karabük ve Gaziantepspor) stadın yarısından çoğu boştu.)
Aile içi şiddetin kol gezdiği... Şiddetli geçimsizliğin tavan yaptığı... Büyüklerin birbiriyle kavga ettiği, çocuklar gibi küstüğü...
Küçüklerin örnek aldığı büyüklerine özendiği ve doya doya kapıştığı...
Hısım-akrabanın araya girip işi tatlıya bağlamak yerine yangına körükle gittiği...
Siz böyle bir aileden ne bekliyorsunuz?
Başarı mı!
Yunus Emre’den Fenerbahçe’ye
Çiçeklerle hoş geçin, balı incitme gönül,
Bir küçük meyve için, dalı incitme gönül...
Başın olsa da yüksek, gözün enginde gerek,
Kibirle yürüyerek, yolu incitme gönül...
Mevla verince azma, geri alınca kızma,
Tüten ocağı bozma, külü incitme gönül...
Dokunur gayretine, karışma hikmetine,
Sahibi hürmetine, kulu incitme gönül...
Sevmekten geri kalma, yapan ol, yıkan olma,
Sevene diken olma, gülü incitme gönül...
Konuşmak bize mahsus, olsa da bir güzel söz,
Ya hayır de, ya da sus, dili incitme gönül.
‘’Durmak yok...‘’
Gökhan Gönül, 27 Kasım 2010’da oynanan Fenerbahçe-İstanbul Büyükşehir Belediyespor maçının ardından konuşmuştu: “Rakip oyuncular mağlup oldukları için hakeme yüklendi. Ben kazanan takımın oyuncusu olarak şikayetçiyim. Hakemlere nasıl bir cesaret vermişler ki, maçta bize hakaret ediyor. Sözlerini açıklasam olay olur.”
Aynı maçın diğer tarafında söz bu kez... Konuşan isim kaptan Efe İnanç; “Hakemin futbolculara karşı hitap şekli çok kötü. Tahrik eden bir konuşma tarzı var. Futbolcular olarak resmen bir tek dayak yemediğimiz kaldı.”
Rüştü Reçber, Fenerbahçe’ye karşı Beşiktaş kalesini koruduğu derbinin (30 Nisan 2012) ardından itiraf etmişti: “Çok düşündüm ama itiraf edeceğim. Ben hakeme hakaret ettim ve bana aynı şekilde cevap verdi. Beni niye atmadı? Kimse bana ‘sen adam değilsin’ diyemez. Ben maç stresiyle bir şeyler söylerim ve cezamı verir atarsın, 3-5 maç yerim.”
..Ve önceki gün Onur Kıvrak patladı: “Yediğimiz golden önce kesinlikle faul var, devam ettiriliyor. Maç esnasında bir şeyler söylüyorsun; tahrik edici gülümsemeler, bir şeyler, ‘başımdan git’ demeler... Tamamen beni değersizleştirmek için çabalıyorlar...”
Emre Belözoğlu, Felipe Melo gibi agresif adamlar söyleseler; kafanızda yine de bir soru işareti olur! Fakat Rüştü Reçber, Gökhan Gönül, Efe İnanç ve Onur Kıvrak gibi sahadaki ve saha dışındaki duruşlarında ‘sıfır faul’ olan adamlar bunları söylüyorsa, dikkate alınmalı...
Peki dikkate alınmış mı?
Merkez Hakem Kurulu, ilk ihbarın (Gökhan Gönül) yapıldığı günden bu yana Halis Özkahya’ya 73 resmi maçta görev vermiş. Özkahya, bu maçlarda 331 sarı, 26 kırmızı göstermiş, 17 kez de penaltı noktasına gitmiş.
Yönetici hakaret ederse hak mahrumiyeti veriyorsun. (Ne işe yarıyor, halâ anlamış değilim ama en azından bir ceza!)
Futbolcu kural dışı hareket yaparsa cezayı kesiyorsun. (Son günlerde maç sonrası demeçlere ve tivitlere de ceza kesildi.)
Taraftar yasaları ihlal ederse, atıyorsun içeriye... (Genelde büyük abilere dokunmuyorlar ama olsun!)
Ya hakemler? Durmak yok, küfre devam herhalde!
WC!
Saracoğlu Stadı’nın hemen yanında oturan bir ağabeyim dert yandı. Pilot kendisi, çoğunlukla ülke dışında... Buna rağmen diyor ki;
“Avrupa maçı oynanırsa, herhalde UEFA istiyor ki, derenin hemen yanına bir sürü seyyar tuvalet konuyor. Maçtan saatler önce konuyor, maçtan saatler sonra kaldırılıyor. Böylece hem ihtiyacı olanlar sıkıntı yaşamıyor hem de çevre temizliğine büyük katkı sağlanıyor. Fakat lig maçlarında böyle bir uygulama yok. Maç günleri benim evimin bahçesi, umumi tuvalet gibi kullanılıyor. Pisliği bir tarafa, aile olarak kafamızı camdan dışarı çıkartamıyoruz. İlla ki, UEFA’nın baskı yapması mı gerekli...”
Beyefendi, Kadıköy Belediyesi’ne de başvurmuş, sonuç alamamış. “Lütfen yazın” dedi. Yazdık... Hem Kadıköy Belediyesi hem de Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’ın konuyla ilgili harekete geçeceklerini umut ederek...
‘’Kayıkçı kavgası!‘’
Galatasaray Başkanı Ünal Aysal, Melo’ya verilen 2 maçlık cezayı yorumluyor.
“Galiba bu süreç böyle devam edecek. Biz de sesimizi mümkün olduğu kadar yüksek şekilde duyurmaya çalışacağız. 3.5 senedir her gün biraz daha artan dozda bu hayal kırıklığını yaşıyorum. Tarafsızlık gibi bir ilke, sadece kağıt üzerinde kaldı. Önümüzdeki günlerde bu nasıl düzeltilebilir, yanlışlıklara nasıl son verilebilire bakacağız.”
Demesi gereken üç kelime aslında: “Melo kes artık!” Fakat Melo’ya tek bir eleştiri yok.
Üstelik idmana gidiyor Ünal Aysal ve Melo’nun yanaklarını okşuyor, ‘aferin, arkandayız’ diyor.
Fenerbahçe Kulübü internet sitesinden, Volkan’a verilen 3 maçlık cezayı yorumluyor.
“Hukuki çelişkileri ve adil yargılanma haklarını hiçe sayan bu karara imza atanlar ile Türk Sporu’nun alacağı yol çok da uzun ve güvenli olmayacaktır. Bununla birlikte; Türk Milli Takımı ve Fenerbahçe’nin kaptanı olan Volkan Demirel’e sistemli uygulanan bu linç kampanyasının farkında olduğumuzu ve bunun tüm sorumlularının tarafımızca dikkatle takip edileceğini duyururuz.”
Denmesi gereken üç kelime aslında: “Volkan artık sus!” Fakat Volkan Demirel’e tek bir eleştiri yok.
Üstelik Başkan Aziz Yıldırım, kafileyi Trabzon’a yolcu ederken yanına Volkan Demirel’i de alıyor.
Biraz empati yapmak lazım...
Mesela; Volkan Demirel, bir taraftarın yazdığı “Ünal senin t.ş.klarını öpsün” tivitini paylaşsa....
Ünal Aysal bey ne düşünür, Galatasaraylılar nasıl tepki gösterir?
Mesela; Felipe Melo, “Belediye sokak köpeklerini zehirlesin, yoksa bu iş bana kalacak” der ve Volkan’ı işaret ederse... Volkan Demirel ne düşünür, Fenerbahçeliler nasıl tepki gösterir?
Biri 109, diğeri 107 yaşında iki kulüp... Birinin sembolü Metin Oktay, diğerinin Lefter Küçükandonyadis... Onlarca başkan, onlarca yönetici, onlarca futbolcu gelip geçmiş tarih boyunca... Ve getire getire bu noktaya getirmişsiniz iki büyük kulübü... Melo’ya Volkan Demirel’e esir olmuşsunuz...
Kayıkçı kavgası yapıyorsunuz... Bravo... Emin olun ki; tarih sizi de yazar.
Sapıklığa gülünür mü?
İşadamı Uzak Doğu’ya gitmişti. Her zamanki ‘madamını’ aradı ve hoş bir gece geçirmek istediğini söyledi.
Gelen konuk, otel odasının loş ışığında soyunup yatağa girmişti ki,
bizimki kızın hayli genç olduğunu fark edip sordu:
- “Kaç yaşındasın sen?” -
“13” cevabını verince genç kız, adam yataktan fırlayıp pantolonuna davrandı.
- “Hayrola” dedi genç kız.. “Batıl itikatların mı var?”
“Tebessüm” başlığıyla yazdı Hıncal Uluç bu satırları, iki gün önce Sabah gazetesinde... İnsanlara ‘gülün’ diyor yani! Sapıklığın gülünecek bir tarafı olabilir mi?
‘’Çayı boşverin hızara gidin!‘’
Fenerbahçe, geçtiğimiz sezon ne ise şimdi de o... Yani 'Şampiyon' takım aynen korunuyor, üstelik, tek transfer Diego da büyük ihtimalle sakatlığı nedeniyle oynamayacak. Kısacası, Ersun Yanal'ın elindeki ne ise İsmail Kartal'ın elinde ki de o...
Galatasaray, Olcan Adın ve Yasin Öztekin takviyeli kadrosuyla yer alacak Süper Kupa Finali'nde... Kulübede de Mancini yok, Prandelli var. Fakat bakın kadroya... Kalede Muslera; savunmada Alex Telles, Semih Kaya, Aurelien Chedjou, Veysel Sarı; orta alanda Felipe Melo, Selçuk İnan, Olcan Adın, Yasin Öztekin; hücumda Burak Yılmaz ve hemen arkasında Wesley Sneijder... 11'de 9 aynı yani...
Kim kazanır kim kaybeder bilemem... Fakat bildiğim şu; Pazartesi gecesi Türkiye kazanabilir... Neden mi? Açalım...
Galatasaray Başkanı Ünal Aysal diyor ki; "Süper Kupa maçı bir fırsat. Oturup bir bardak çay içmek de bir fırsat. Kişisel hırs, kin ve düşmanlıkla ilerleyen bir insan değilim. Tarafsız sahalarda oynanan maçlar böyle bir imkân yaratıyor."
Sözler harika, düşünce müthiş, ahhh bir de uygulansa...
Şüphelerim var. Çünkü mevcut düzende görev yapan yönetici kısmına pek de inanasım gelmiyor. Fenerbahçelisi, Galatasaraylısı, Beşiktaşlısı, Trabzonsporlusu fark etmiyor. Hiçbiri konuştuğu gibi davranmıyor. Samimi değiller, çoğu zaman şirinlik peşinde koşuyorlar. Hakikaten samimi iseler... Naçizane benim de bir önerim var...
Sene; 1958... Yer; Trabzon... Türkiye Amatör Futbol Birinciliği'nde, Trabzon İdmanocağı ve Ankara Havagücü takımları aynı puan ve averajla 1. olunca, kupa ortadan 2'ye ayrılarak 2 takıma veriliyor. İki takım da Türkiye birincisi ilan ediliyor.
Sene; 1973... Yer; İzmir... Altay ve Fenerbahçe'nin de yer aldığı dörtlü turnuvanın finalinde Göztepe ile Galatasaray karşı karşıya geliyor. Finali 3-2 kazanarak kupayı alan Galatasaray'ın yöneticileri, hakemi kusurlu buluyor ve Göztepe'nin kupayı alması gerektiğini söylüyor. Bu jeste karşılık Göztepeli yöneticiler de kupanın Galatasaray'da kalması gerektiğini ifade ediyor. Orta bir yol bulunuyor; bir hızar makinesiyle kupa tam ortadan kesiliyor ve iki takım şampiyon oluyor.
Sene; 1959... Yer; Ankara... Dilaver Argun anısına düzenlenen turnuvanın finalinde Gençlerbirliği ile Ankaragücü, birbirlerine üstünlük sağlayamıyor. Çözüm yine aynı; kupa ortadan ikiye bölünüyor...
Sene; 1958... Yer; İstanbul... Adnan Menderes adına özel bir kupa düzenleniyor. Galatasaray ve Fenerbahçe arasındaki final berabere bitiyor. Menderes randevuları olduğunu, kalamayacağını söylerken; şunu öneriyor; "Kupayı ortadan kesin, kardeş kardeş iki kulübe de bir yarısını verin." Bir demirci ustası çağrılıyor ve kupa ikiye bölünüyor. Biri Fenerbahçe, diğeri Galatasaray'ın müzesinde halen...
Pazartesi gecesi Manisa'da Süper Kupa Finali oynanacak... Yine bir tarafta Fenerbahçe diğer yanda Galatasaray olacak. Bu finalin bütün geliri, Soma'da yitip giden 301 madencinin ailesine bağışlanacak. Kutsal bir maç olacak bu... Başlama vuruşundan son düdüğe kadar duygusal bir hikayesi olacak.
Hâl böyleyken... Müzenizdeki yüzlerce kupanın yanına bir tanecik daha eklemek için kavga etmeyin... Final başlamadan böldürün o kupayı; hakem ilk düdüğü çalmadan havaya kaldırsın Emre Belözoğlu ile Selçuk İnan... Kısacası; bir bardak çayı falan boş verin... Hakikaten dost olmak istiyorsanız, en geç pazar günü bir hızara gidin...
‘’Bu ayıp bize yeter!‘’
Bir Dünya Kupası’nda daha Brezilya’yı tuttum! Nedenini bilmem, ama çocukluğumdan beri böyledir bu... Almanlar’ın attığı her gol içimi yaktı doğrusu, o kadar canım acımıştı ki, Hollanda’nın attıklarını hissetmedim bile!
Sadece 2002’de karşı tribündeydim. Çünkü biz vardık orada ve maalesef iki kez Brezilya’ya kaybetmesek, çocuklarıma, torunlarıma anlatacağım Dünya Kupası şampiyonluğu öykülerim olacaktı belki de. Olmadı...
Brezilya’da James Rodriguez’e bayıldım, Messi’ye verilen ödüle şaşırdım, Neuer diye bir efsaneyi izledim. Koskoca bir ay geçti futbolla, onlarca yıldız vardı gözümüzün önünde... Fakat benim adamım ne Messi’ydi ne Ronaldo ne de Rodriguez... Benim kürsümün en üstünde Cüneyt Çakır vardı, hemen yanındaki basamaklarda ise Tarık Ongun ve Bahattin Duran...
Olmadığımız bir Dünya Kupası’nda, Mesut Özil’in şampiyonluk kutlaması sonrası sanal aleme koyduğu Türk Bayrağı ile teselli bulduk, doğru...
Ancak Cüneyt’le, Bahattin’le, Tarık’la gurur duyduk.
Üç maç yönettiler... Üç kusursuz maç... Üç şahane yönetim, üç mükemmel 90 dakika... Ve şundan eminim ki, ilk Dünya Kupası’nda yarı final verilen bu kadro; 2016’da Avrupa Şampiyonası, 2018’de Dünya Kupası Finali’nin de en büyük adayı... Hele hele İtalyan Rizzoli’nin yönetimini gördükten sonra!
Türkiye sınırları içinde vermediği bir penaltı, çalmadığı bir faul nedeniyle yerlebir ettiğimiz insanlar bunlar...
Fenerbahçeliler’in Galatasaraylı, Galatasaraylılar’ın Fenerbahçeli, Beşiktaşlılar’ın bize düşman, Trabzonsporlular’ın istemediği adamlar onlar...
Tribüne oynayamazlar, taraftarları yok çünkü...
Futbolun büyülü dünyasının her gün önümüze koyduğu ve ‘bunları konuşun’ dediği ‘burjuvalar’dan değiller...
“Yazık, 500 milyara oynuyor çocuk” diyoruz ya bazen... (Çünkü diğerleri trilyonlar kazanıyor!) Onlardan değiller... Para alıyorlar evet, ama profesyonel değiller!
Yeşil sahalarda halâ emekçiler varsa eğer, onlar... 24 maç yönetse, 30 bin Euro kazanıyor en iyisi! Büyük takımlarda forma giyen bir yıldız, maçbaşı alıyor bu parayı...
Büyük takımlarda forma giyip maçbaşı 30’ar bin Euro alan o adamların oluşturduğu Türkiye Milli Takımı, yine yoktu bir büyük organizasyonda... Onlar vardı ama...
Dünya Kupası’na katılmamız halinde ‘milyonlarca’ lira prim verecektik profesyonellere, ama onlara ne veriyoruz.
Bir hiç...
Ödül yönetmeliği var bu ülkede...
Olimpiyatlar’da birinci olan sporcuya 1000, ikinciye 600, üçüncüye 300 Cumhuriyet altını veriyor.
Olimpiyatlar’da birinci olan takımda her sporcuya 500, ikincide 300, üçüncüde 150’şer Cumhuriyet altını veriyor.
Universiade’da, Akdeniz Oyunları’nda ve uluslararası yarışlarda da var bu ödüller... Kimine 100, kimine 25’er Cumhuriyet...
(Bu arada yeni yönetmelik bu... 2013’te değişti. Daha önceki ödüller, yaklaşık iki katıydı.)
Sporcuya var ödül, teknik direktöre var, antrenöre var, Basketbol Milli Takımı’ndan hatırladığımız üzere yöneticilere bile var!
Kime yok biliyor musunuz?
Brezilya’da gruplarda Rusya-Cezayir ve Brezilya-Meksika; yarı finalde ise Arjantin-Hollanda maçını yöneten Cüneyt Çakır’a, Bahattin Duran’a ve Tarık Ongun’a yok...
Brezilya’da Türkiye’yi temsil eden, üç maçta yaklaşık 3 milyar insanın televizyondan takip ettiği bu üç adama tek bir kuruş ödül yok yönetmelikte...
Parayla yapamayacağın reklamı yaptı oysa bu adamlar; karşılığı şimdilik kuru bir teşekkür, yarın küfür mü olmalı?
Bu ayıp bize yeter!
‘’Gölge oyunu!‘’
Barcelona'da Andoni Zubizarreta; Bayern Münih'te Matthias Sammer; Real Madrid'de Emilio Butragueno... Hepsi de dönemin efsaneleri ve şu an Sportif Direktör olarak, kulüplerine hizmet veriyorlar.
"Sanchez'in kalitesi, Barcelona için yeterli değil" demez Zubizarreta... Kroos gidecek olsa bile arkasından laf etmez Sammer... Higuain'i gönderseler de, kötü ayrılmaz Butragueno...
Hafta 7 gün 8, basın toplantısı yapmaz bu isimler... Sürekli gazetecilerin karşısına oturup 'teknik-taktik' konuşmaz, kulüp içi sorunları basın kanalıyla ilgili kişilere ulaştırmaz...
Çünkü profesyonel onlar... Bu nedenle Zubizarreta, Tata Martino'ya; Sammer, Pep Guardiola'ya; Butragueno, Carlo Ancelotti'ye saygı duyar...
Teknik adamın sınırları bellidir, Sportif Direktör'ün belli. Kimse sınırlarını ihlal etmez...
Olması gereken de budur zaten...
*****
Geçelim saha içine... Fernandes gitti. Almeida artık dönmez... Jones 'kalmıyorum' dedi, Gökhan Töre'nin durumu ne olacak, belirsiz...
Geçtiğimiz yıl onlar varken üçüncü olabildi Beşiktaş... Şimdi onlar gitti, yerlerine alınan tek oyuncu var; Cenk Tosun...
"Stadımızı ikinci yarıya yetiştiririz" diyor yöneticiler ve kombineleri satışa çıkartttılar... Rakam halen 3900 civarında...
Taraftarı suçlamayın lütfen... Stadın yok, yıldızların gitmiş, taraftara 'işte yeni yıldızın' diyebileceğin tek bir transfer bile yapmamışsın... Üstüne üstlük 'takımı yönetsin' diye görev verdiğin iki adam, 'gölge oyunu' oynuyor. Hacivat ile Karagöz sanki!
*****
Durum maalesef bu Beşiktaş'ta... Artık Başkan Fikret Orman'ın devreye girmesi şart...
Önce 'özen'li bir çalışma yapmalı, sonra neşteri vurmalı... Yoksa seneye 'ön eleme şansı' bile yakalanmaz...









































