‘’'Top Arda'ya aşık'‘’
Fenerbahçe gündemi soğumaya başladığı son iki üç günde Avrupa Şampiyonası’ndaki ilk maçtaki, ‘Atmosfer basıncı’nın oluşması için reklamlardan medyaya kadar topyekun bir taarruz başlatılmıştı zaten. Maç tam da oluşturulmuş bu havaya uygun başladı. Savunma takımı olarak ünlenen Gürcistan’a karşı yüklendik ama çoğunda ‘Bilinçli’ görünmedik. Tempoyu ve pası yükselttiğimiz o daracık zaman diliminde iki gol bulduysak da biri ofsayta takıldı. Rakip ise az ama etkili geliyordu. Birkaç denemenin üzerine kendi ortalamalarına göre ciddi sayıda pas yaptıkları hücumlarında dar açıdan golü de buldular. Turnuva başından beri bir iki maç hariç görüldü ki çoğu takım arasında kapanmayacak farklar yok. Gürcistan da öyle.. Topu ele alma konusunda isteksiz görünseler de ele aldıkları toplar da ‘İş yapar’ göründüler. Yine de turnuvadaki ilk golümüzün organizatörü Hakan Çalhanoğlu’nu oyun içinde biraz daha öne doğru oynayacak biçimde topla buluşturabilsek işler daha rahat ilerleyecekti. Ancak rakip de bunu biliyordu ki çoğunlukla sırtı rakibe dönük toplar almak durumunda kaldı Çalhanoğlu. Yani maçı anlatan arkadaşımız Özkan Öztürk’ün ‘Bir duran top daha kazandık. Bunlar önemli gol seçenekleri’ mealindeki sözlerinin aksine oyuna tempo ve akışkanlık kazandırarak rakibi şaşırtacak olan Çalhanoğlu’nun özelliklerine uygun bir oyun inşa edemedik.
Çelmeyi bize takmadılar
Evet baskılıydık ama rakibin de buna hazırlığı var gibiydi. Nihayet rakip çıkarken ki ceza sahası içinde hamlede geciktiği için topu rakibe kaptıran Arda Güler’di, çıkışı yakalayan Mert Müldür ile Kaan Ayhan baskısında top sahada geçebileceği en yüksek marifetin ayağına geçti! Ve Arda’ya da Mert Müldür’ün golüne nazire yapmak kaldı! Ne demişti Carlo Ancelotti; ‘Top Arda’ya aşık’! Aynen öyle oldu. Kendi adıma Gürcistan’ın bu grupta birine çelme takabileceğini düşünüyordum. Neyse ki o son anlarda kaçırdıklarıyla bu biz olmadık ve neticede turnuva başlangıcı için zorlandığımız bir maçı iki şutla öyle ya da böyle geçmiş olduk.
‘’Eğlencenin tadını çıkaracak‘’
Yersiz zamansız değiştirilen kurallarıyla, arkası gelmez münakaşalarıyla, onca komplo teorisinin kol gezdiği ve tüm bunların kaçınılmaz sonucu olarak hayli düşük seviyeli bir futbol sezonu daha nihayete erdi. Geçen sezon dahil ülkenin en çok şampiyon olan takımı Galatasaray bir kez daha şampiyon oldu. Beri yanda gerek düşme hattındaki karışıklık gerek bir önceki maçı deplasmanda kazanmış olan Fenerbahçe geceye umutlu başlamıştı. Lakin ligde kalma mücadelesi veren Konya o denli mecalsizdi ki, sık sık antrenman eksiği dillere dolanan Mauro Icardi çoğu maçta yaptığı gibi elini kolunu sallayarak iki gol attı. Haliyle Kadıköy’deki şampiyonluk beklentisi Konya’daki maçın 51. dakikasında sona erdi. Başlarda zaman zaman tribülansa girse da ligin büyük bölümünde tutarlı oynayan Galatasaray özellikle Şampiyonlar Ligi grubundaki Manchester United ve yenilmiş olmasına rağmen Bayern Münih maçlarında kendi sınırlarını ciddi anlamda test etti kanımca. Orada ülke için yetecek derecede oyunun olgunlaştırdı. Bu olgunlaşmanın yetmediği kimi maçları da bireysel marifetlerin devreye girmesiyle sorunsuz halletti. Türkiye Süper Ligi’nde onları zorlayacak takım yok gibiydi ama yine onlar açısından şaşırtıcı olan geçen hafta kendi sahalarında oynadıkları Fenerbahçe maçındaki halleriydi.
Bizi neler bekliyor!
Yine de bu hale rağmen Konya’da gayet rahat bir galibiyetle hedefe ulaştılar. Şimdi haklı olarak eğlencenin tadını çıkaracaklar. Ülkenin en borçlu “Üç İstanbul”lusu açısından sevinilecek ya da avunulacak şeylerin olduğu bir sezonda. En çok şampiyon olan Galatasaray yine şampiyon oldu… Sezonu sorunlu tamamlayan Beşiktaş, Türkiye Kupası’nı kazanarak hasarını minimize etti. Bu ülkedeki en büyük başarısızlık sayılan ‘İkinci’ Fenerbahçe ise şampiyonu yenmiş olarak tamamladı sezonu. Yani hepsine bir hikaye konusu verdi futbol. Artık kim nasıl anlatırsa hikayesini! Bakalım gelecek sezon bizi neler bekliyor!..
‘’Önce uzattı sonra hediye etti!‘’
Beşiktaş’ın neredeyse tek hücum planının Ghezzal ile ters kanattaki Muçi’ye ceza sahası çevresinden şut denetmek olduğu bir ilk yarı izledik. Masuaku ve Svensson’un nafile ortaları ise sadece göstermelik olarak kaldı. 13. dakikada Eren Elmalı’dan gelen topta tek adamdan gol yiyen Beşiktaş, evet devre boyunca rakibine başka fırsat tanımadı ancak Paul Onachu golünde önce stoper Necip Uysal’ın orada ne aradığı bir muammaydı!
Akabinde diğer stoper Omar Colley’in geri geri kaçarak rakibinin top sürmesine izin vermesi ise ikinci tuhaflıktı. Golden sonra Beşiktaş’ın top kazanması da kolaylandı. Ancak kolay kazanılan topların verimli kullanıldığından söz edilemez. Ta ki, son dakikada art arda kullanılan kornerlerin sonuncusunda Bardhi’nin eline gelen toptan kazanılan penaltı en azından 15-20 dakikalık yüksek çabanın ödülü oldu. Fakat 54. dakikada ilk devre Beşiktaş’ın ‘Gizli oyun kurucusu’ Muleka, Trabzon savunmasının içinde aldığı topla geri çekilerek dengelerini bozdu. Ardından da Salih Uçan’a golü attırdı. Akabinde ilk devre Uğurcan Çakır’ın yaptığı kritik kurtarışlara Mert Günok’un yaptığı nazireleri izledik.
Sonunda can yanacak!
Nihayet 89’da kornerde savunmaya yardıma gelen Vincent Aboubakar’ı gücüyle ekarte eden Meunier’in kafa vuruşunun ardından gelen Pepe golü maçı uzatmaya taşıdı derken... Aynı Pepe maç bitmeden topu önce Al Musrati’ye ardından da kupayı Beşiktaş’a hediye etti! Son bir iki not; Nasıl oldu da Beşiktaş yönetiminin paha biçemediği Semih Kılıçsoy kendisini yetiştiren Serdar Topraktepe tarafından maç süresinden tasarruf etme dakikalarında oyuna alındı ve topa değmeden maçı tamamladı? Ve şu meşale denen garabeti kim yakıyorsa yakmasın, kim övüyorsa bu saçmalığı övmeyi bıraksın. Bu manasız gösteri, korkarım yakında can yakacak
‘’’Büyük Fenerbahçeli’ye rağmen kazanmak!‘’
‘Kaybetme korkusu’nun tüm ligi vasat altına çektiği Türkiye’de ülkenin en çok harcayanlarının ülke vasatına dahi ulaşmakta zorlandığı bir ilk devre izledik. Maç önü ve devre bitimindeki Mert Hakan Yandaş’ın tanıdık manasızlıkları da olmasa konuşacak şey bulmakta zorlanılır cinsten bir maça bakıp durduk! Stadyuma gelmiş 50 binden fazla, televizyon karşısındaki milyonlarca insan daha fazlasını hak etmiyor muydu?
İkinci devre başlarken de hakemin burnunun dibinde bitiveren Mert Hakan dosta düşmana ne kadar büyük Fenerbahçeli olduğunu göstermeyi sürdürüp durdu! Oysa Fenerbahçe’nin sembol oyuncularından heykeli de dikilen Alex de Souza böylesi işlere tevessül etmediği gibi tenezzül de etmezdi. O da Fenerbahçeli’ydi değil mi? Bu arada 52. dakika civarlarında Fenerbahçe tribününden meşalaler yakıldı. Diyelim geniş kitleyi kontrol etmek zor ama sayısı belli deplasman takımının içeri meşale sokma yöntemini engellemek de mi mümkün değildi? İsmail Kartal, 65’te az önce sarı kart alan ‘Büyük Fenerbahçeli’yi Joshua King’le değiştirdi. Muhtemelen 9 kişi kalma sınırına yaklaşan takımı ‘Büyük Fenerbahçeli’den korumayı düşündü. Derken Mert Hakan’ın 4 kornerinin ardından Sebastian Szymanski’nin kullandığı ilk kornerde Çağlar Söyüncü ile golü buldular.
Neden Trabzon’da olmadı?
Tuhafı son haftalarda gol yağdıran Galatasaray’ın karşı kaleye gidemeyişiydi. Öyle ya da böyle Fenerbahçe şampiyonluk şansını son haftaya taşıdı üstelik uzun zamandır yenemediği rakibini sahasında yenerek... Bu galibiyet şampiyonluk şansından öte Galatasaray’a sahasında kutlama yaptırmayan Fenerbahçe’nin başkanlık yarışında mevcut başkan Ali Koç’un elini hayli güçlendirdi diye düşünüyorum. Ve son soru... Onca polis maç sonu sahaya girip korumayı sağlayabiliyorsa bu uygulama neden Trabzon’da hayata geçirilmedi?
‘’Akışına bırakılan maç‘’
Maç başlamadan İsmail Kartal’ın saha içine gelerek ‘çocukça yaptığı’ motivasyon konuşmasına şahit olduk. Muhtemelen takımın yarısından fazlası ne söylediğini anlamamıştır ama teknik adamlarının vücut dilinden hadisenin hayli ciddi olduğu sonucunu çıkarmış olmalılar! Beri yandan daha da tuhafı, maçı daha çok kazanmak zorunda olan ev sahibi Fenerbahçe’nin ilk devre topla temasının rakibinden geri olmasıydı: Yüzde 45'e yüzde 55!
Yine tuhaftır bu duruma karşın ‘kaleci kurtarışı’nda 1’e karşı 9’la Bilal Bayazit rakibi Dominik Livakovic’in önündeydi. Gelin bu yaman çelişkiyi çözün... Ayrıca sürekli ‘analiz’den söz eden İsmail Kartal, sezonun neredeyse tamamında 120 dakikada 1 gol atan Edin Dzeko’yu tercih etmişti. Oysa bu maçta da ilk golü atan Mitchy Batshuayi, 50 dakikada bir gol atıyordu sayısal verilere göre. Lakin rakibi analiz ederken takım analizini unutmuş olmalı Fenerbahçe teknik ekibi.
Asıl heyecan kongrede
Şampiyonluk için ipler zaten ellerinde değildi. Onlar da tadını çıkarmaya çalıştı. Üstüne bir de Kayseri oyundan iyice düşünce rahat rahat istediklerini yapmaya başladılar. Ancak böyle söylediysem yoğun bir baskı anlaşılmasın. Sıradan, gerilimi olmayan, ülke vasatında bir maçtı izlediğimiz. Öyle ki, Galatasaray’dan gelen ikinci gol haberiyle tribün de çekldi maçtan. Yani Fenerbahçe de Kayseri de tribün de akışına bıraktı maçı!
Galatasaray’ın son dakika galibiyet golüyle Kadıköy’deki maç da anlamını iyice yitirdi. Artık konu şampiyonluk beklentisini aştı ve Fenerbahçe’de başkanlık düğümüne çevrildi! Aziz Yıldırım başkanlığını açıklarsa -ki kimi kaynaklar çarşamba gününü işaret ediyor- Fenerbahçe için şampiyonluktan daha büyük bir heyecan kuyruğa girmiş olacak...
‘’Zarar sezonunda fayda!‘’
Doğrusu ya, ülke rutinini aşan herhangi bir şey yoktu sahada ilk devre. Bildik “ülke vasatı”! Hücum eder gibi görünen ama nasıl hücum edeceğini bilmediğini gösteren iki takım. Kenarda, güvensizliğin göstergesi olarak göğüslerinde kollarını kavuşturmuş iki “teknik adam”! Lakin sahada “teknik bilgiyi” çağrıştıran en ufak bir şey yok. Az sayıda kırık dökük gol girişimi çok sayıda yersiz top kaybı! Maçı süsleyen en özel şey 35. dakikaya doğru sahaya çöken “kara karga”ydı! 4-5 dakika boyunca sahanın top indirilmeyen ancak indirilmesi gereken geniş alanlarını en iyi ve doğru kullanan oydu! Bir süre sonra baktı olmuyor, o da sıkıldı… Nihayet çekti gitti bizi çaresizliğimizle başbaşa bırakarak.. Ezcümle, futbol adına “yok denecek kadar az”dan daha az şey oldu. Derken 70’e kadar da pek birşey olmamıştı ki, Beşiktaş’ın yapamadığı Ankaragücü savunması yaptı!
Muci, hediye verdi
Arkadan oyun kuralım derken, “oyun kuramayan Beşiktaş”a Ernest Muçi ile bir hediye verdi... Ardından yine sıradanlık! Tribün temaşasını çıkarsanız o koca stadı yapmayı gerektirecek pek birşey bulamazsınız. İki takım için de futbol adına bulunacak en iyi ifade; “çaresizlik” olabilir... Bu arada Atakan Çankaya’ya edilen o galiz küfürler o pek meth edilen “Beşiktaş ruhu ve duruşu”nun neresinde yer alır acaba?!! Neticede Beşiktaş, nihayete erer ya da eremez bu “zarar sezon”unda kendine öyle ya da böyle bir fayda çıkarmış oldu. Yine de bu “fayda” gelecek için yeter mi denirse!.. Bu oyun ve bu anlayışla şimdilik hayli zor görünüyor...
‘’Plan değil, tesadüf! ‘’
“Futbol, şahsi beceri gerektirir ama aslında toplu oynanan, yani insanların takım halinde oynadıkları bir oyundur. Hayat da öyle değil mi? İstediği kadar yetenekli ol, iyi bir takımın yoksa kaybedersin”! Böyle başlıyordu Serdar Akar filmi “Dar Alanda Kısa Paslaşmalar”. Lakin bu diskur eksik kalıyor, tamamlanması gerek. Epeydir sadece “takım olmak” yetmiyor bir de “tempolu” olmak gerekiyor. İlk yarı boyunca topu elinde tutup Konya’nın 128 pasına karşılık 322 pas yapan Fenerbahçe, takım olarak birlikte görünse de tempoyu yükseltemeyince rakibini savunmada hareket ettiremedi. Geriye Ferdi Kadıoğlu’nun bindirmeleri kaldı. Onlarda da Ferdi penaltı noktası ya da ceza yayına çıkaracağına ya Edin Dzeko’ya gönderdi ya kendi denedi! Kısaca ilk yarı ciddi bir şey olmadı desek yeridir. İsmail Kartal ikinci devreye iki değişiklikle yapıyı değiştirmeye gayret etti ancak bu kez de üst üste gelen Osayi Samuel ile İrfan Can Kahveci sakatlığına takıldı...
Ciddi sorun...
Yani başlangıç planını bu kez zorunlu olarak revize etmek zorunda kaldı. Yine de Dzeko’ya top indirme inadını sürdürdülerse de Dzeko kaleci Jakup Slovik’e takılıp durdu. Devamında Tadiç ile Serdar Dursun yer değiştirince oynanacak oyun da belli oldu; kenarlardan üç uzuna top gönder! O andan sonra plan değil tamamen tesadüf devreye girecekti Fenerbahçe için, girmedi. Dolayısıyla matematiksel olarak Fenerbahçe’nin iddiası sürüyorsa da epeydir oynayamadığı ortada bir takım olarak bunca transfere rağmen çok ciddi sorun ve tartışmaların onları beklediğini tahmin etmek zor olması gerek... İlk başlığın da İsmail Kartal tercihi olacağı muhakkak...
‘’Başlangıç ve bitiş‘’
“Belirsizlikler takımı” Beşiktaş ile ligdeki yeri tahminlerin üzerinde olan “Düzenli Rize”nin maçı tahmin edileceği gibi ilerledi ilk yarı boyunca. Topu elinde tutan Beşiktaş, verimlilik konusundaki bildik sıkıntılarından kurtulamayınca maça tempo yükleyemedi. Rize ise fırsatçıydı. Kornerden golü buldu bulmasına ama yine kornerden gelen bir topu kontrol edemeyince “şişirme bir vuruş”tan golü kalelerinde gördüler. Beşiktaş, ülkenin o bildik orta/şut seçeneğine sıkıştığı için deneyip durdu devre boyu! Oysa pas sayısında üstündü rakininden… Ancak bizde düşük tempoda top gezdirmek, “topla oynama”dan sayılıyor! Onlar topu ağır aksak gezdirince Rize savunması da yerinden oynamadı. Haliyle dikkatlerini dağıtmak mümkün olmadığından, ciddi anlamda yorulmadılar da… O nedenle ikinci devreye de ilki başlayıp Beşiktaş’ı zorlamaya başladılar. Bu bölümde Mert Günok takımının en görünen oyuncusuydu. Yine de oyun dengede giderken çıkmaya çalışırken “ters ayakta yakalanan” Rize, Ghezzal’ı kontrol edemeyince dengesiz yakalanıp yediği ilk gole benzer bir gol daha yedi. Ancak maç başındaki Beşiktaş’ı taklit edip iki dakika içinde yine bir duran toptan karşılık verdi…
Muradına eremedi!
75’ten sonra Beşiktaş ciddi girişimlere kalkıştıysa da onca hoca değişilikliğinin de etkisiyle “hücum acemisi” olduğundan muradına eremedi! Yine de değişen iki stoperinin başlangıç ve bitiş golleriyle maçı kazandı. Şimdi… Yönetim, esasen aklından bile geçirmediği Serdar Topraktepe kapısını “taktik gereği” aralık bırakmıştı sezon sonuna kadar. O kapı kapandı artık. Ne var ki bu, Topraktepe’den kaynaklanan bir durum değil. Yöneticilerinin adı değişse de kararsızlığı değişmeyen Beşiktaş, doğru çizgide kalamadığı için olan geleceğine oluyor!