‘’Pozisyon üretemeden kazandı‘’
Galatasaray’ın etkili değilse de etkin olduğu ilk devrede birkaç hücum girişimi dışında kontrol genelde deplasman takımındaydı. Çünkü Beşiktaş sadece ve sadece Milot Rashica üzerinden oynamaya çalıştı. Hâl böyle olunca o bölgeyi savunmak Galatasaray için hayli kolaydı. Üstelik Rashica ortalarında ‘’sıfır’’ çekerek rakibin işini daha da kolaylaştırdı. Sol tarafından Arthur Masuaku’nun bir iki orta girişimi dışında hiçbir şey yapamayan Beşiktaş’ın balansı gözle görülür biçimde bozuktu ve çözümü de var gibi görünmüyordu. Ne Semih Kılıçsoy ne Cenk Tosun… O bölge bir türlü çalıştırılamadı. Oysa Galatasaray hem alanları kullanmakta hem de oyunu iki kanatta da örgütlemekte daha rahat ve daha iyi görünüyordu. Nihayet maç başından beri Lucas Torreira ile Kerem Demirbay’ın Beşiktaş oyun kurulumunu engelleyemediği ilk an 61. dakikaydı. Oyuna yeni giren Raschid Ghezzal karşı karşıya pozisyonda Muslera’ya takıldı ve o andan itibaren Beşiktaş en azından oyuna dahil oldu! 67’de Rashica! Yapmaması gerektiği halde onca ortayı heba eden Raschica en az üç pas seçeneği varken rakibi nişanlayan bir şut daha denedi. O an Fernando Santos kenarda ne düşünmüştür acaba?
Çırpındı sahada
Ernest Muçi de çoğu pozisyonda topu en az Gedson Fernandes kadar sevdiğini göstermek için çırpınıp duruyordu sahada. Galatasaray temkin / fırsat oyununa geçince Beşiktaş yeniden çekildi oyundan. Meğer kısacık anlardaymış onların da yapabilecekleri şeyler. Ülkenin şampiyonluğa oynayan ikilisinden biri ciddi bir pozisyon üretemeden maçı kazandı. Keza ev sahibi de oynayamadığı için kaybetti. Peki bunca para bu vasat altı maç ve maçlar için mi harcanıyor? Ya TFF ile kulüpler? İptal edilen yayın ihalesinden beklenen paralarla bunlardan daha iyi maçlar vaat edebilirler mi sizce?
‘’Necip Uysal'ın öğrettikleri!‘’
Yazmaktan sıkıldım ama durum bu; Beşiktaş maçlarının ilk devresi izlenirlik açısından sıkıcıdır. Bu sadece Beşiktaş tarzının değil rakiplerin oynama düzenlerinin de belirlediği bir durum. Beşiktaş ilk devre uzun süre ‘’tiki taka’’ yapmayı sürdürse de tempo düşüklüğü nedeniyle Konya savunma bloğunu -ki takımın tamamıydı- yerinden oynatamadı! Bir kez sol kanat ortasında şaşırttılar savunmayı o da sonuçsuz kaldı. Ardından Ernest Muçi şutunda seken topu Salih tamamladı, gol oldu. İlk yarı Beşiktaş açısından Semih Kılıçsoy’un çaprazdan kaleciye nişanladığı şutu dışında bundan ibaret sayılırdı. Savunmada ise dört kritik pozisyonda faulle kesilen Necip Uysal ‘’dokunuşları’’ vardı! Ülke ‘’vasat altı’’ oyun temposunun sergilendiği maçın ikinci devresi de farklı değildi! Düşüne taşına oynayan iki takım da zafiyet arayışındaydı. İlginçtir pozisyonlara ender giriliyor ama pozisyonlar kolay gelişiyor, kolay görünüyordu. Elbette bu doğrudan savunma zafiyetleriyle ilgiliydi. Hatta Beşiktaş’ın ikinci golünü Beşiktaş antrenmanlarında bile atabilmek zor olurdu. Ama atıldı işte.
Gayretle direnenler...
Beşiktaş bu rölanti oyun, bu mecalsiz ama en azından Konya karşısındaki savunma kurgusuyla kupada bir eşiği daha geçti. Bu oyun bu düzey için yeter ama insanları tribüne çekmekte hala çok uzakta. Çoğu zaman oyun yani gösteri sonucun çok ötesine geçiyor. Ülkedeki futbol eliti bunu kavradığında işler süratle yoluna girecek ve oyun her seviyede değer görecek. ‘’Birinci ‘bir’ diğerleri hiç’’ yaklaşımı ancak böyle kırılır ve bu güzel oyun ancak böyle değer üretir. Yani içerikle, eğlenceyle, romansla! Bilinir romans gücünü ‘’kaybetme ihtimali’’nden alır. O nedenle kaybetmekten korkmayanlar en sağlam romantiklerdir. Oyunu da şiddetle kazanmak isteyenler değil kaybetmekten korkmadan oynayanlar kazanır esasen. Bir de Necip Uysal gibi kendi ikliminin zalimliğine sessizce ama gayretle direnenler!..
‘’Avantajını korudu‘’
Süper Lig’in hal ve gidişi belli, ortalama takımlarla “zirve yolcuları” arasında hatrı sayılır fark yok. Farkı yaratan “oyun gücü” değil, oyuna etki koyan “özel oyuncular”! Gerçi bu maçta böyle işlemedi denklem. Savunma oyunu oynaması beklenen Antalya önde basınca Galatasaray için fırsatlar da kendiliğinden oluştu. Önce penaltı ardından devre bitimine yakın ikinci Kerem Aktürkoğlu golü. Hani şu taraftarının kalbini kırmak için özel çaba sarf ettiği bizim çocuk; Kerem. Tribünde utananlar var mıdır? Vardır elbet ama kırılan kalbe dokunmak da gerek değil mi? Öyle bir maç ki, Antalya’nın rakamları “topla oynama” dışında çoğunlukla daha iyi ama şampiyonluk adayı Galatasaray 2-1 önde.
Akışında gidiyor...
İkinci devre de ilkinden farklı değil ama kural değişmiyor; ülkeye gelen futbolcular ya gaz ya sıvı halde! Yani bulundukları kabın şeklini alıyorlar! Galatasaray’ın ara transferde kadrosuna kattığı sol bek Derrick Köhn, görüntüye rağmen ülke eğilimini alarak hakemi aldatmaya çalışıyor, kanımca aldatıyor da. Ancak bu kez Kerem penaltıyı direğe nişanlıyor. Gelgelim, maçın devamına... Sıradan, buralı ve tanıdık… Baskı altındaki şampiyonluk adayı “güç gerektirmeyen” bir oyunla yarıştaki avantajını korudu. Büyük ihtimalle bu lig Galatasaray-Fenerbahçe maçına kadar suni gerilimlerle devam edecek. Şimdiye kadar işler akışında gidiyor, bakalım bundan sonra neler olacak?
‘’Kim, ne oynadı anlayan var mı?‘’
Öyle bir lig izliyoruz ki, diptekiyle üsttekini oyun olarak birbirinden ayırmak imkansız neredeyse. Bu durum Avrupa’nın merkez ülkelerinde oyun gücünün eşitliğini anlatabilir ama bizde anlattığı sadece onca harcamaya rağmen ‘’oyunsuzluk’’tan öte değildir. Beşiktaş neredeyse düşmesi kesinleşmiş İstanbulspor’a karşı topu eline almayı başaramıyorsa bunun izahı kolay olmasa gerek… Üstelik uluslararası kariyer bir hoca üç de ‘’özel futbolcu’’ almışlarken!.. ‘’Neden aldılar?’’ sorusunu Türkiye’de soran olmaz sanıyorum. Çünkü burada futbolun ilk koşulu transfere para harcamak, harcatmaktır.
Beri yandan sahi, Joe Worrall nasıl oluyor da Necip Uysal’ı kesemiyor? Ve onca yıldır Necip’i mağdur eden taraftarlar ile yazar, yorumcular neden bu duruma anlaşılır bir açıklama getiremiyor? Durumu anlamak isteyenlere ters bir örnek vereyim… ‘’Dünkü çocuk’’ Semih Kılıçsoy’un golü attığı yerin yaklaşığından ‘’uluslararası golcü’’ Cenk Tosun topu üstten dışarı atıyor. Gelin görün ki, sözleşme pazarlığında kuşkusuz ki golü kaçıran önde olacaktır!
Futbol oynuyormuş gibi!
İkinci devresinde de oyunda büyük bir değişiklik olmadı. Farklı olan sadece Beşiktaş’ın ikinci golü atmış olmasıydı. Devamında o kadar sıradan bir oyun izledik ki, bunu izlemek için bu kadar para harcamaya hatta insan zihnini bu denli meşgul etmeye gerek var mıydı?
İnsanı izlerken yoran bir oyuna ‘’futbol’’ adı veriliyor bu ülkede. Ardından da döne dolaşa ‘’hakem kararı’’ tartışıyor çoğunluk sanki futbol oynanıyormuş gibi!.. Sonuçta ikisi de oynayamıyor ama Beşiktaş ile Trabzon lig üçüncülüğü için oynuyor. Peki üçüncü olan takım ne yapacak sizce? Tıpkı ilk iki takımın yapacağı gibi, gibi önce transfer yapacak ardından da yeni transferlere ihtiyacı olduğunu söyleyecek… Şaşıracak mıyız? Elbette hayır…
‘’‘Gerilim filmi’ var‘’
Denir ki, ’Fenerbahçe kendi sahasında taraftar baskısı nedeniyle oynayamıyor’! Bu saçma sapan tezin savunanı da hatırı sayılır bir kalabalığa tekabül eder ülkede. Örneğin tüm maç sahada kalmış Edin Dzeko ne yapamamıştır? Evet, gol atamamıştır ama yeni moda deyimle ‘Derine gelip pas istasyonu’ da olamamış mıdır? Ya da milyonlarca Euroya ülkeye kazandırılmış Cengiz Ünder ile Rade Krunic’in oyuna katkısı nedir? Fenerbahçe için epeydir ’Alarm zili’ çalıyor ve ligin başındaki baskılı, akışkan oyunun yerinde yeller esiyor. O zaman soru şu? Antrenmanlarda neler oluyor ve olan biten nasıl ölçülüyor? Örneğin, dün bir bugün iki antrenman yapmış Serdar Dursun sahaya önce gönderiliyor ama takımla yüzlerce antrenman yapmış Michy Batshuay’nin ‘Karambol oyunu’ için sahaya son bölümde atılıyor! Yetmiyor son an penaltısı Batshuayi’ye attırılıyor. O yedek kulübesinde kalsa elbette penaltıyı atacak biri olacak ama Fenerbahçe takımında durum bu mu olmalı?
Varlık gösteremeyince...
Ya da onca maç kenarda tutulan Mert Hakan Yandaş bir anda ‘Kurtarıcı oyuncu’ya dönüşüyor! Haliyle Fenerbahçe’nin sorunu epeydir ‘Kenar yönetim anlayışı’ gibi duruyor. Ancak kazandıkça, daha doğrusu ligin diğer takımları kazanacak varlık gösteremeyince, işlerin nerede aksadığı tespit edilemedi ve sonuçta perdeye bu tür ‘Gerilim film’lerinin yansıması da kaçınılmaz oldu. Ve son olarak... ‘Penaltıydı, değildi’ benim tartışma konum değil ancak böyle bir son dakika durumu diyelim Galatasaray için gerçekleşse ve onlar kazanmış olsa Fenerbahçe cephesinde neler yaşanırdı?
‘’Maç değil yürek sızısı!‘’
Biliyorduk Beşiktaş ilk devreleri oynamıyor ya da doğrusu oynayamıyordu ama bu kadar “oynayamama” aşırıya kaçtı! Sahi 22 milyon euro üzerinde bonservis ödeyip iki özel oyuncu alan takım bu muydu ve bu takım antrenman yapıyor muydu? Bunu kanıtlayacak en küçük bir emareye rast gelen olmamıştır sanırım. Deniyordu ki, “Beşiktaş kontratak oynamaz”! Deniyordu ki, “Sahamızda hiçbir takım bizden fazla koşamaz”! Dendi de dendi… Neticede oyunsuz geçen ilk devre “iç sıkıntısı” daha da ötesi “büyük bir sızı” olarak geçip gitti.
Şöyle düşünelim…
İkinci devre başlar başlamaz kornerden gelen pası Rashica ortaladı! Maç başından bu yana Beşiktaş 14 ortanın sadece birinde isabet sağladığından olsa gerek tüm Konya savunması uyudu! Nihayet topa vurup vurmadığını belirleyemediğimiz Semih kafayı uzattı da tribündekiler dahil hepimiz uyandık. Devamı sadece top kapmaya çalışma, kapılan topu şut mesafesine taşıma ve şut atma olarak geçip gitti. Şimdi şöyle düşünelim… Konya düşmemeye Beşiktaş Avrupa’ya gitmeye uğraşıyordu. “İki takım arasındaki 7 farkı bulun” deseler skoru ihmal ederek neleri sıralardınız acaba? Bu ülkede bir maç bu oyunsuzlukla oynanıp üstelik biri de kazanırken bir yandan da “yayın ihalesi”nden gelecek paraları hesap edenler var. Üstelik Beşiktaş gibi üretemediği parayı hesapsızca savuran onca takım kimsenin gözüne değmezken!..
‘’Daha iyi olabilirdi ama bu da iyi‘’
Maçın başındaki tedirgin edici Prag hücumlarının savuşturulması yaklaşık 10 dakika sürdü. Ancak ardından devreye iki oyuncu girdi. İlki Davinson Sanchez, ikincisi Kerem Demirbay. Bu iki oyuncu Prag hücumlarını önce ceza sahası önünde ardından da orta sahada söndürdü. Oyun kurulumunda ise rakibin analizini boşa çıkaran tahmin edilemez biri vardı; Mauro Icardi. Orta sahaya kadar gelip şimdilerde, ‘Bağlantı oyuncusu’ adı verilen pozisyonu icra eden İcardi gol dışındaki birkaç girişiminde ilk pasörüydü. Kısaca ilk devre oyun egemenliği ilk bölüm dışında Galatasaray’ındı. Ancak ikinci devrenin başlamasından kısa süre sonra Sparta Prag teknik direktörü Brian Priske’nin kariyer başlangıcındaki, ‘Duran top uzmanlığı’nı devreye alacak bir faul pahalıya patladı ve maça beraberlik geldi. Ardından ‘Mertens usta’nın rakibe de çarpan şutu tedirginliğe son verecek golü getirdi. Fakat hikaye böyle bitmeyecekmiş! Önce Victor Nelsson, kademeyi darmadağın eden derin pasta son adam faulünden kırmız kart gördü ve iki dakika sonra da onun olmadığı bölgeden kafa golünü yedi Galatasaray! Ancak daha muazzam işler son dakikalara sıkışmıştı.
Gerisini Prag düşünsün
89. dakikada Muslera’nın karşı karşıya kurtarışı öncesindeki Sparta Prag davranışını tekrar tekrar izlemeyi öneriyorum. Gol olmadı ama futbolun doğrularına muazzam bir örnekti! Ve ardından Barış Alper Yılmaz’ın taşıyıp Icardi’nin şutuyla tamamlanan hücumla Galatasaray perdeyi kapattı. Belki ülkenin beklediği net skorla tamamlanamadı maç ama ikinci maça rahat gol atan bir Galatasaray gidecek ve artık devamını Sparta Prag teknik ekibi düşünecek!
Bir de son not! Bizim takımların uluslararası maçlarını anlatan spiker arkadaşların ’Haydi çocuklar’ ile başlayan cümlelerinin muhatabının kim olduğunu anlayabilmiş değilim! Sahadakileri mi gayrete getirmek istiyorlar yoksa biz televizyon izleyenlere mi gaz veriyorlar, çözemedim! Eğer muhatap biz isek, ki biziz gibi görünüyor, oturduğumuz yerden ne yapabiliriz ki?
‘’Necip ile Mert etkisi!‘’
Biz izlemekten bıkıp usandık ama milyarlarca borcuna rağmen onca paraya onca transfer yapan Beşiktaş ilk devreleri oynayamamaktan bıkmadı. Bahisçilerin sık başvurduğu “gol beklentisi” istatistiğine (xG) göre ilk devre şöyleymiş: 0.11. Yani sadece ‘’gol hayali kurmuşlar’’ o da soyunma odasında! Peki, “İlk devre boyunca Beşiktaş’ın en etkili oyuncuları kim?” diye sorsam yanıtınız Necip Uysal ile Mert Günok olmaz değil mi? Ama öyle. İkinci devre başlar başlamaz Kayseri sağlı sollu gelirken Beşiktaş hala uykudaydı ve uyanacak gibi de görünmüyordu. Pozisyona giremese de Kayseri topu gezdirdi ve Beşiktaş’ın oyundaki bıkkınlık katsayısını gittikçe yükseltti. Tek seçenekleri ‘Uzun vur hata bekle’ idi ama Kayseri tersine son bölümü son derece baskılıydı. Ve bu bölümde de Beşiktaş’ı ayakta tutan yine o “beğenilmeyen” Necip ile Mert oldu.
Kaynak neresi!
Doğrusu ya maçta yazacak çok şey olmadı. Yine de ilginç bir son not da şöyle olsun. Ayağının tozuyla sahaya sürülen Ernest Muçi’nin neler yapacağını doğrusu çok da merak etmiyordum. Daha yeniydi ve beklentiyi yüksek tutmamak gerektiğini bilecek kadar futbolla ilgiliydim. Ama bu transfer için Polonya Cumhurbaşkanı Andrezj Duda’nın aracı olduğu haberini sabah okuduğumda “Bu kadarı da olmaz artık” demiştim! Nihayetinde propaganda yapacağım derken ölçünün kaçtığını maç öncesinde öğrendik. Legia Varşova, “Gazetecilerin yaratıcılığını biliyoruz ancak bu sefer hayal güçleri fazla ileriye gitmiş” açıklaması yaptı. Şimdi soru şu; sizce bu haberin kaynağı neresidir?