‘’Gol atmayı beceren kazandı‘’
Bir alan/zaman oyunu olarak futbol, içinden çıkılmaz bir problem koyuyor önümüze; ‘’Golü atmak mı golü yememek mi?’’ Doğru yanıt ‘’gol atmak’’ gibi dursa da, bu doğruyu tümüyle karşılamıyor. Çünkü, golü atmak için uğraşırken top rakibe geçtiğinde gol yeme ihtimalin yüksekse iş temelinden yanlıştır. Beşiktaş ilk devre kolay bir gol attı ancak aynı kolaylıkta iki de gol yedi. Peki sorun neredeydi? Bence, top rakipteyken ne yapacağını bilmiyor oluşlarında. Bir parça savunma/hücum dengesi olan takımlar için Beşiktaş o kadar da zor bir takım değil aslında! İkinci devre başında ilkine benzer bir gol atıp maçı dengeye getirdiklerinde bile ‘’oyun sarsıntısı’’ sürüp durdu. Peki sonuçta ne oldu? Beşiktaş Güven’e nihayet son dakikalarda iki top ulaştırdı. İlki zordu ikincisi istediği gibiÖ O gol oldu. Bir puan peşine takılıp ikinci devreyi unutan Kasımpaşa kaybetti, gol atmayı beceren ancak savunması sıkıntılı Beşiktaş kazandı.
Gecenin sorusu
Burak Yılmaz ve Gökhan Gönül’ün sakatlanmaları. Yaşları da düşünüldüğünde, acaba gelecek sezon yaşı yüksek oyuncular Beşiktaş için benzeri riskler taşır mı? Ne dersiniz?
Maçın starı
İki gol atıp maça atmosfer getiren Koita ile ligin ‘’yaş ortalaması’’nın zirve oyuncularından, performans uzmanı Atiba
Maçın olayı
Bir önceki maçta ‘’Hata yaparsa yapsın’’ denilen Rıdvan Yılmaz yerine Caner Erkin’in sahaya çıkması. Ve o Caner Erkin’in 63. dakikada Atiba’nın sarı kart alıp bir sonraki maçta cezalı duruma düştüğü pozisyonda yaptığı ‘’hayali koşucuk’’!
Kısa mesaj
Beşiktaş bu kadar belirsiz bir oyun anlayışıyla nereye kadar gider bilinmez. Gidebileceği yer rakiplerinin yapamadıklarına doğrudan bağlı olur ama istikrarlı olamaz
‘’Şimdi faturayı gençler mi ödeyecek!‘’
Galatasaray’ın halsizliği, Sivas’ın mecalsizliği ve ligin genel çaresizliği, Beşiktaş’ı bir anda Şampiyonlar Ligi denklemine soktu. Öyle bir lig ki, ‘yüksek ateşli’ Fenerbahçe’yi dahi aynı denkleme dahil ediyor. Son maçlarını yüksek skor ancak vasat oyunla geçiren Beşiktaş, eline aldığı oyunu istediği gibi oynadı ilk devre boyunca. Ancak sorun, geçirgenlik katsayısı düşük olsa da orta sahadaki Necip, Atiba, Elneny üçlüsünün top kullanma becerisi ve oyun yönü değiştirmedeki hızındaydı. Bu nedenle üçüncü bölgede rakip Kayseri’yi şaşırtıp, savurmada zorlandılar. Haliyle Kayseri kalesini savunmakta o kadar da zorlanmadı...
Neden oraya attın diye sormazlar
Lakin ‘tecrübeli Gökhan’ paraleldeki ‘çaylak Rıdvan’a ince işler gerektiren bir top atınca olanlar oldu! Baskı Rıdvan’a hata yaptırdı ve Hasan Hüseyin golü yaptı. Bu ülkede, “O top oraya neden atıldı?” diye sorulmaz. Soru, “Genç kendine verilen forma fırsatını neden tepti?” haline getirilir.
Bildiğimiz doğaçlamaya geçtiler
Golü atınca/yiyince denklem değişti. Kapanan Kayseri, hücuma bilinçli yayılırken, oyun düzeniyle maça etki edemeyen Beşiktaş oyuncularından ‘sorumluluk alarak oyunu çevirmesi’ beklenen oyuna geçti. Yani bildiğimiz doğaçlama! Gol de öyle geldi. Vida/Boateng/Atiba... Üç farklı mevki oyuncusu! Ama futbol bu dengesizliğe izin vermezdi, vermedi.
Oyuncular sorumluluk almamıştır!
Tahmin ederim, gece faturası gençlere kesilir! Önce Rıdvan sonra Ersin. Ya milyon milyon euro kazanan ‘yıldızlar’ ve onları sahaya gönderenler? En kritik oyuncusu Mensah’dan yoksun Prosinecki’nin bir oyun planı vardı ve maçı kazanmak için o plan fazlasıyla iyiydi... Ya Sergen Yalçın’ın planı? Muhtemelen dün akşam ‘oyuncular sorumluluk almayı ihmal etmiştir’!
‘’Burak Yılmaz döktürdü!‘’
Maçların ilk devrelerinde genellikle tempoyu yükseltmeden gol arayan Beşiktaş dün akşam da bu stratejiden vazgeçmedi. Ancak bu kez bir yardımcısı vardı; Konya! Son iki maçında gayet iyi görünen Bülent Korkmaz takımı Hadziamhetovic’in kırmızı kartıyla organizasyonunu tamamen kaybetti. Nasıl oluyor da bir takım iki hafta sonra böyle sönebiliyor? Bu durum nasıl açıklanır acaba? Ve rakip tehdidi hissetmeyen Beşiktaş oluşan alanları doğru kullanarak tempoya gerek duymaksızın oynamaya başladı.
Zevki alan Beşiktaş’tı
Maç başındaki nafile ortalardan sonra paslarla Konya ceza sahasına defalarca sızdılar ama ilk golü de bir ironi olarak Burak’ın çaprazdan attığı şahane şutla buldular. Devamında maç öyle bir hal aldı ki, Burak Yılmaz (35) döktürüyor Konyalı oyuncular adeta izliyordu. Haniyse iki takım da antrenman yapmaya başladı ama zevki alan elbette Beşiktaş’tı! Düşünün ki Beşiktaş’ın her daim en iyisi Atiba ortalığa dahi çıkmadı. 60’tan sonra başlayan oyuncu değişiklikleriyle tempo iyice yitince Beşiktaş çok efor harcamadığı maçı elini kolunu sallayarak kazanmayı bildi. Düşünmeden edemedim... ‘’Bir de kadroda olmayan Adem Ljajic yaratıcılığı eklense maç ne hal alırdı acaba?’
Maç dışı iki not...
İlki... VAR işi kafaları her daim karıştıracak ve durum gittikçe içinden çıkılmaz bir hal alacak. Soracak Konyalılar, ‘Vida pozisyonu neden izlenmedi?’. Ben soracağım, ’VAR neden hakemi aldatmaya yönelik kararlarına karışmıyor?’ İkincisi... Yıllardır yürütülen propaganda yüzünden hakemler neredeyse her kararlarını oyunculara açıklamak zorunda kalıyor. Bu saçmalığın gelecek sezon kesinlikle ortadan kaldırılması şart...
‘’Rakibi dağıttılar!‘’
Ljajic, Beşiktaş’ın elindeki yegane saha içi oyun planlayıcısı ve icracısı. Temposuz maçta, Beşiktaş her şeyiyle öndeydi. Gökhan’ın golüne kadar direnir gibi yapan Denizli, ardından darmadağın oldu.
Ortaya çıktı ki, teknik adamlar seslerini saha içine duyuramazsa futbolcuların antrenman drillerini sahada birlikte yorumlamaları mümkün değilmiş! Havai fişek manasızlığı durduktan sonra sergilenen oyunun seviyesi de bunun kanıtı oldu! Sahi ya stada yakın bir yerde bir zengin düğünü olsa ve memleketin vazgeçilmez saçma eğlencesi hava fişek gösterisi kimi zaman olduğu gibi 15-20 dakika sürse ne olacaktı? Ljajic Beşiktaş’ın elindeki yegane saha içi oyun planlayıcısı ve icracısı... Üst üste iki pozisyondan birinde skoru çıkartmayı başardı. Ancak tempo düşünce yaratıcılığın da önemi azalıyor. Haliyle koca maç ilk devre bir iki pozisyona sıkıştı.
Bu kadar gol yememeli!
Sahada yokları oynayan Denizli ise önce Mustafa Yumlu ile yaklaştı ardından kontradan Oscar Estupinan’la golü buldu. Bir takım bu kadar gol yememeli, değil mi? Görünen şuydu ki, temposuz maçta Beşiktaş her şeyiyle öndeydi. Antalya maçının ikinci yarısındaki tempoya tırmanınca Gökhan Gönül golüne kadar direnir gibi yapan Denizli ardından darmadağın oldu. Maç 67’deki üçüncü golde esasen bitince Beşiktaş, yedek kulübesini sahaya sürdü.
Omurga kimlerden oluşacak...
Kaleci Ersin, tehdit büyük olmasa da aldığı süre arttıkça gelişecektir şüphemiz olmasın. Keza Rıdvan da.. Sorun şu ki, bu oyuncuları geliştirecek takım omurgası kimlerden oluşacak? Yönetimin bu konudaki kararı hem teknik ekibi hem takımın geleceği olan genç oyuncuları doğrudan etkileyecek. Caner Erkin’den vazgeçmiş görünmek birinci olumlu sinyaldir. Bakalım neler olacak?
‘’Geldiler, yendiler döndüler...‘’
Hataları olsa da yaptıklarını doğruya yakın planla hayata geçiren Trabzon ile neredeyse her adımı bir öncekini tekzip eden, problemleri gitgide büyüyen Fenerbahçe karşı karşıya. Sahadaki takımlar da yönetimlerini taklit eder gibi... Biri düzenli, diğeri darmadağın, savruk. Sörloth, en güçlü yanı olan sol ayak içine aldığı pası gol yapınca Fenerbahçe’nin gerilmesi kaçınılmazdı. Gerginlik yedek kulübesinde patladı. “Fiili teknik direktör” Emre Belözoğlu çoğu zaman olduğu gibi kendine hakim olamadı ve takımını oyunun son bölümünde göstermesi beklenen olası etkiden mahrum bıraktı!
Trabzon savunmada organize ve sakin, fırsat buldukça da hücumda tehditkardı. Yedek kulübesindeki onca ‘hoca’ yetmiyormuş gibi tribündekilerden de teknik destek alan (!) Fenerbahçe’nin daha çok bireysel beceriye dayalı tarzı da hayli yardım etti onlara. Geldiler, yendiler, döndüler...
Gecenin sorusu
Madem ‘futbol pandemi protokolüne’ uyulmayacak, isteyen maskeye ve mesafeye istediği gibi davranacak, “İptal ettik” deyin olsun bitsin. Bir avuç insanı virüs bulaşısına karşı ikna edemiyorsak koca ülkeyi nasıl edeceğiz?
Maçın starı
Kayseri maçında sahada, dün ise kulübede yaptıklarıyla Emre Belözoğlu. Bir şekilde maça damga vurmayı biliyor! Ama bu damga kaç maçta takımının yarar hanesine kaydediliyor, işte sorun burada... Uğurcan, Ndiaye ve Abdülkadir Parmak da Trabzon’un iyileriydi.
Maçın olayı
Tribündeki Volkan Demirel’in telefon görüşmesinin ekrana yansıması! Tahmin edelim, kiminle, ne konuşuyordu? Aklınıza gelen ilk isim kim? Sizce Fenerbahçe’nin o ana kadar en hareketlisi Deniz Türüç’ü oyundan Tahir Karapınar mı almıştır?
Kısa mesaj
Trabzonspor geleceği kurmak için olanakları ölçüsünde doğrulara ne denli sadık kalmaya çalışıyorsa, Fenerbahçe tam tersi kararsız ve dengeden uzak adımlamalara devam ediyor!
‘’Kartal'ın işi zor‘’
Fiziksel olarak belirgin bir düşüş beklemiyordum oyunculardan doğrusu, yanılmadım da... Çünkü öncesinde de güç/hız verileri pek parlak değildi! Geriye kalan, kimin ‘acemilik’ yapacağıydı. Hücum eder gibi görünen Beşiktaş, ‘kapan/bekle/fırla’ oynayan Antalya’ya muazzam fırsatlar verince golleri yedi. Çünkü bilinçli hücum şablonu yoktu ve belli ki Sergen Yalçın’ın en güvendiği şey ‘oyuncu yeteneği’ydi. Bu nedenle iki bek Gökhan/Rıdvan defalarca aynı anda hücumdayken savunma güvenliği evlere şenlikti. Bu oyun epeydir, ‘Boyd atamadı, Ersin kurtaramadı’ türü basit klişenin çok ötesine geçmiş durumda.
Düzen korununca...
Bu maçın düzeni içinde Boyd, Antalya adına hücum etse Beşiktaş’ı darmadağın edebilecekken, takımında vasat ve beceriksiz göründü. Beşiktaş’ı anlamak için oyuncu değişikliklerine bakmak yeterli! Doğaçlamaya dayalı her değişiklik, olmayan düzeni iyice içinden çıkılmaz hale getirdi. Düzenini sakince koruyan Antalya ise, hücum acemiliklerine rağmen pek de efor harcamadan oyunu istediği dengede sürdürmeyi başardı.
Protokoller neden yazıldı?
Antalya alacağını aldı ama düzensiz ve başı bozuk Beşiktaş’ın işi hakikaten zor. Bu oyun için herhangi bir futbolcuya yıllık 500 bin Euro üzeri ücret ödemek gereksiz olacak... Çünkü oynanan, ‘oyuncu sorunu’ gibi durmuyor! Bir not da Rıdvan Yılmaz ile ona bu oyunu doğru belletenlere... Bu kadar nafile orta yapmak hem iyi hem doğru değil. Bu çaba belki oyuncuyu gayretli gösterir ama orta ile pas arasındaki farkı kavramadan ne iyi futbolcu olunur ne de futbol doğru oynanır. Ve son olarak izlediğim maçlarda gördüklerim üzerine soruyorum; madem kimse uymayacaktı onca ‘pandemi protokolü’ neden yazıldı?
‘’Oyunsuz hayat hayatsız oyun!‘’
Garip bir futbol ikliminde yaşadığımız çoğumuzun malumu. Korona öncesi oyunun endüstriyel niteliklerine methiye düzenlerden epeydir çıt çıkmıyor. Tersine, çoğu pozisyon değiştirip insan/sağlık dengesinden söz eder hale geldi. Kesinlikle haklılar, sağlık her şeyin önündedir. Yalnız, bu talep her canlı için geçerli değil mi? Kapımıza ekmeği getiren, ekmeği o sıcakta pişiren, unu fırına taşıyan, un edip eleyen, tarlasındaki buğdaya, çavdara çocuğu gibi bakan için de geçerli değil mi sağlık? Menemendeki domatesi, yumurtayı üreten, içtiğimiz suyu kapımıza koyan, kapı önüne bıraktığımız çöpü alıp götüren, interneti kesintisiz sağlayan için de geçerli değil mi? Eczanelerde, hastanelerde çalışanlar... Çiftçiler, taksiciler, otobüs şoförleri ve daha niceleri için...
Kibir kokusu yükseliyor
Yani... Spor sağlık arasında tanımlanan ilişkiden öncelikle kesif bir kibir kokusu yükseliyor. Sanki başka hayatlar yokmuş ya da daha az önemliymiş gibi. Beri yandan aynı zamanda oyunu önemsizleştirerek “Olmasa da olur” makamından da çalmaya çalışıyorlar. Ancak iş, tutulan takımın çıkarlarına gelip dayanınca yine çıkmaza giriyor!
Yeni normaller gerekiyor...
Sorunu doğru tespit etmek gerek. Apaçık ki, yaşantımızı korona öncesi “normal”lerle sürdüremeyeceğiz. Hepimize yeni “normal”ler gerekiyor ve bu her alanda gerekiyor. Öncelik ihtiyaçlarda elbette ancak duygusal/kültürel ihtiyaçları da ihmal etmeden. Futbol bize sadece yaşam için ilham vermiyor yeni normalleri nasıl kuracağımız konusunda da yardım edecek. Ligler 12 Haziran’da başlar, başlamaz orasını bilemem. Lakin sanki başlayacakmış gibi protokoller yazmak, gelişmelere göre protokolleri revize etmek gerek. Bu sadece futbol için değil okul, iş, otobüs, minibüs, şezlong, restoran masası için de böyle... “Yeni normal”i hep birlikte kurmaya gayret ederken kurallara “uyucu” olduğumuz kadar kuralları “koyucu” olmaya da aday olmalıyız ki, bilim insanlarının bulgu ve önerileri doğrultusunda yeniyi bir an evvel inşa edebilelim.
Arızalardan arındırarak oynamak zorundayız
Problemi sadece para/ekonomi parametresine hapsederek yaklaşırsak sadece futbol değil yaşamdaki hiçbir sorunu çözemeyiz. Bilim insanları, korona mücadelesinde zafer tarihini belirleyemiyor. Onlar, “Tamam koronayı yendik” diyene kadar hareketsiz mi kalacağız? Yoksa... Onların önerilerine kulak asmayıp sokağa çıkarken, sadece kendimiz için değil başkaları için de işlerimizi yaparken, topun ardından koşarken, maçı izlerken, ramazan pidesi kuyruğuna girerken korona öncesi normallerle davranmayı sürdürürsek bilim insanları o zafere ulaşmakta çok gecikir. Futbol, yüzlerce bileşeni olan karmaşık bir ekonomik modele sahip. O model, sektörel olarak bir çok ekonomik dinamiği de harekete geçirir. Kapısına kilit vurmadan ama nu eski işleyişin arızalarından da arındırarak oynanmak zorundayız.
Bir başlangıç olsun isterim
Bu kısa yazıda bir çok nokta ister istemez eksik kaldı, tam açıklanamadı. Bir başlangıç olsun ve eleştirilere göre her bir noktayı ayrı ayrı tartışalım isterim ama “tartışalım isterim”! Bitirişi de, biraz tumturaklı kaçacak belki ama Hang-Georg Gadamer’den bir alıntıyla yapayım; “Oyunun insan yaşamında temel bir işlevi olduğu bilinmesi gereken ilk konudur, çünkü insan kültürü oyun unsuru olmadan düşünülemez.”
‘’Kalede sorun büyük değil‘’
Karius’un gidişine olumlu yerden bakalım... Beşiktaş seneye tıpkı Trabzonspor’un Onur Kıvrak/Uğurcan Çakır tercihinde olduğu gibi iyi bir kaleci kazanmış olabilir. Çünkü elinde üç iyi genç kaleci; Utku Yuvakuran, Ersin Destanoğlu ve Doğukan Özkan var. Yani kaledeki sorun büyük değil.
Ülkenin en sıkıntılı takımı durumundaki Beşiktaş’ta işlerin yoluna girmesi kısa vadede mümkün görünmüyor. Gün geçmiyor ki, bir huzursuzluk haberi çıkmasın. Bilindiği gibi bu durum geçmişin olumsuzluklar dolu bakiyesinin zorunlu sonucu. Bugün ilk konu Karius olsun... Sonucun böyle tecelli edeceğini hepimiz biliyorduk ancak kaleci sözleşmesini tek taraflı fesh edince birden Beşiktaşlılar’ın içindeki “Beşiktaşlı” dışarı çıktı! Oysa bazı durumlarda “Karşılıklı teşekkür prosedürü”nü de becerebilmek gerekir. Zaten yönetim kültürü ve yönetme biçimi bunu gerektirir.
Zaten seneye yoktu...
Karius seneye yoktu, görülüyor ki Haziran’da devam edeceği açıklanan ligin geri kalanında da olmayacak. Olumlu yerden bakalım, Beşiktaş seneye tıpkı Trabzonspor’un Onur/Uğurcan tercihinde olduğu gibi iyi bir kaleci kazanmış olabilir. Çünkü elinde üç iyi genç kaleci (Utku, Ersin, Doğukan) var... Yani kaledeki sorun büyük değil.
Dorukhan Toköz benzeri isim şart
Diğeri, Atiba’nın alacağı 100 bin Dolar’ın ödenemediği haberi. Bu bölüm en azından ligin geri kalanı için, Karius’un yokluğundan daha yakıcı. Çünkü, Beşiktaş sahada Atibasız kalınca ne yapacağını bilemez görüntüde. Ancak, gelecek sezon için o bölge ya Dorukhan Toköz benzeri, geleceği olan -bu arada Fatih Aksoy’un takımdaki geleceğini gerçekten merak ediyorum- bir isimle ya da kuzey ülkelerinden basit ama güçlü oynayan aynı zamanda yıllık maliyeti 250 bin Euro’yu aşmayan bir oyuncuyla tahkim edilmeli.
Savurgan olmayan modele dönmek zorunluluk
Beşiktaş’ta 30 yaş üstü oyuncuların geleceğiyle ilgili radikal kararların alınacağı bu zamanlarda yönetim içinden de tartışma haberleri sızıyor dışarı. Her yönetimde görüş ayrılıkları ve tartışma olur. Bu, yapının sağlıklı olduğunun işaretidir. Ancak bizde ağırlıklı olarak yönetimdeki pederşahi tutumlar galebe çaldığından bu sağlıklı ortam süratle sıhhatini yitirir. Yine de koronovirüs yıllarında istemeden de olsa uyulacak mali disiplin ve yakın gelecekte takımların yaşça gençleştirilmesi zorunlulukları sorunları da çözecektir. Beşiktaş genetiğindeki savurgan olmayan, üretken ve eğlenceli modele dönmek durumunda. Bu belki kısa vadede şampiyonluk getirmez ancak bu modeli ne kadar erken hayata geçirirse kurtuluşu da o denli yakındır.









































