Arama

Popüler aramalar

‘’'Arda'n varsa...‘’

Elano, Keita, Leo Franco ve diğerleri... Bunlar herkesin kabul ettiği üzere Galatasaray’ın bu sezonki flaş transferleri... Öyle mi? Kuşkusuz öyle. Lakin, akıldan çıkarmamamız gereken bir unsur var ki, bütün bunların içinde en flaş transferin kesinlikle Arda Turan olduğu gerçeğidir. Zira, koluna kaptanlık pazubandını takan, sırtına da 10 numaralı formayı geçiren Arda, bütün bunların moral motivasyonunun yanı sıra Rijkaard’ın saha içinde verdiği özgürlük sonucu bütün yeteneklerini sergileme fırsatı buldu. Bambaşka bir kimlik ve bambaşka bir futbol fenomeni olarak karşımıza çıkan Arda Turan, bu sezon ligi domine edecek en önemli figür olmaya şimdiden adaylığını koydu. Öyle görülüyor ki, o oynadıkça Galatasaray gol atmaya ve kazanmaya devam edecek. Tıpkı dün gece olduğu gibi. Ligin en dişli takımlarından biri olan Ankaraspor’un Galatasaray’a kafa tuttuğu anlarda sazı eline aldı, oynadı, oynattı; ardında da kilidi açan golün asistini yaptı.

Sonrasında ise Sarı-Kırmızılı takımın üstüne gelen Ankaraspor’un geride bıraktığı boşluklara sarkan arkadaşlarına attığı paslarla pozisyonlar yarattı, izleyenlere adeta bir görsel şölen sundu. Allah onu nazardan saklasın. Adeta bir makine gibi çalışan Galatasaray’ın aksayan isimleri Milan Baros ile Elano’ydu. Elano’nun uyum sürecini göz önüne alırsak, onu eleştirmek için henüz erken. Ancak Baros’un dökülmesini nasıl izah etmek gerekir? Bırakın pozisyona girmesini ve gol atmasını, ona giden paslar duvar tenisi gibi Galatasaray kalesine akın olarak geri dönüyor. Sarı-Kırmızılı ekibin teknik patronu Frank Rijkaard, Milan Baros’un yerine mutlaka Nonda’yı monte etmeli.

Ankaraspor’un ligde olmasına her zaman karşı çıktım. Ancak başkanı ve takımın hemen hemen yarısı, bir oldu bittiyle Ankaragücü’ne transfer edilerek lig macerasının sona eriş sürecinin başlatılması, ancak Türkiye’ye özgü absürd bir durum olsa gerek. Umarım Futbol Federasyonu’nun hukukçuları bu konuya bir an önce el atarlar.

01 Eylül 2009, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Diyarbakırspor açılımı!‘’

Malum, son zamanların moda deyimidir, açılım... Biz de bugün burdan yakalım. Ama farklı pencereden. Biliyorsunuz, siyatesette açılan açılana! Eh, futbol kusur kalır mı? Bir açılım da futbolda gerekiyordu. Önceki gece açıldılar! Neler neler yoktu ki açılımda! Taş, sopa, çakmak, şişe, biber gazı, holigan, küfür... Cephane boldu. Belli ki, düşmana (!) karşı hazırlıklıydılar. Ve organizeydiler.

Diyarbakır'da bu olanları basit bir futbol terörü olarak görüp geçiştirmeli miyiz? Bas cezayı Diyarbakır'a, sorun çözülecek mi? Takım ceza alınca tribündeki terörist ıslah olacak mı? Olan biten, sadece Atatürk Stadı'nda gördüklerimiz mi? Yoksa derinlerde çok daha büyük çatışmalar mı var? Mesela, sosyo-ekonomik zeminde ve siyaset ikliminde gelişen politikaların Diyarbakırspor üzerinden yeşil sahadaki tezahürü olamaz mı, Fenerbahçe maçında yaşananlar? Orada hedef Diyarbakırspor muydu, Fenerbahçe miydi? Buna iyi bakmak lazım. Diyarbakırspor'a Gaffar Okkan zamanından beri neden devletin dışında yerel unsurların-yönetimlerin sahip çıkmadığını sorgulamak gerekir.

Devlet arka çıktığı için mi Diyarbakırspor'u sahiplenmiyorlar, yoksa Yeşil-Kırmızılı renkler, hazzetmedikleri bir ligde oynadığı için mi? Kritik soru bu! Derin devlet var da, derin Diyarbakır yok mu, sanıyorsunuz? Sakın Diyarbakırspor da, ayrılıkçı harekete alet edilmek isteniyor olmasın? Ve sakın sokaklara kadar taşan olaylar intifadının bir provası olmasın? Havada sinsi bir tuzağın kokusu var. Diyarbakırspor fotoğrafı çok flu. Dikkatli bakmalı! Ve dikkatli olunmalı!

25 Ağustos 2009, Salı 18:00
YAZININ DEVAMI

‘’Hagi'den de büyük!‘’

Kabul, çok iddialı bir başlık. Böyle bir iddiada bulunmak için henüz çok erken olduğu görüşünde olanlar itiraz da edebilir. Hagi’nin bu takıma ve ülke futboluna olan katkılarına, geçmişine, futbolcu kimliğine, büyüklüğüne, anısına saygısızlık yaptığımı düşünenler de olabilir. Lakin benim bu sezon gördüğüm en önemli realite, Arda’nın inanılmaz bir gelişim gösterdiği, takımı sadece bir kaptan olarak değil, gerçek bir virtiöz olarak müthiş yönettiği şeklinde. Yalnız yönetmekle kalmıyor, futbolun tüm güzelliklerini sahaya yansıtıyor. Top alıyor, veriyor, şut atıyor, adam kaçırıyor, pres yapıyor, duran top kullanıyor, boş alanlara kaçıyor, isabetli ortalar yapıyor.

Zaman zaman sergilediği estetik hareketlerle de gerek takımı, gerekse tribünleri coşturuyor, havaya sokuyor. Bir yıldızdan daha ne beklersiniz ki? Arda’nın yaşını göz önüne aldığımızda önümüzdeki yıllarda ülke futbolunu aşıp, dünya futbolunun en önemli yıldızlarından biri olacağını ileri sürmek kehanet sayılmamalı. Yolun açık olsun Arda, diyelim ve bu bahse burada bir nokta koyalım.

Elbette Galatasaray gibi bir takımın kendi sahasında kazandığı farklı bir maçı bir futbolcuya mal etmek diğerlerine haksızlık olur. Benim iddiam zaten sadece Kayserispor maçı için değil. Arda’nın genel performansına bakarak bunu söylüyorum. Galatasaray zaten Rijkaard’la farklı bir futbol kimliğine büründü. Hemen hemen tüm futbolcuların performansı yükseldi. Takım oyunu ön plana çıktı. Arda gibi bir lider olunca da seyrine doyum olmayan bir futbol izlemeye başladık. Bazı aksayan yönler giderildiği takdirde Galatasaray bu sezon yalnız ligin değil, UEFA Avrupa Ligi’nin de en büyük favorisi. Bayraklar sandıklardan çıkarılmalı...

24 Ağustos 2009, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Galatasaray Muz Cumhuriyeti mi?‘’

Önce Galatasaraylılar’ı rahatsız edecek bir kaç soru soralım: Fenerbahçe’nin son 10 yılda Galatasaray’ı idari ve mali açıdan sollamasının nedenleri nelerdir? Fenerbahçe’nin iyi yönetilmesi mi, Galatasaray’ın kötü yönetilmesi mi? Yoksa ikisi birden mi? 10 yıllık Aziz Yıldırım iktidarı boyunca Galatasaray’ın 4 başkan değiştirmesi Sarı-Kırmızılı kulübe ne getirdi, ne götürdü? Aziz Bey’in bu kadar uzun süre başkanlık yapmasının nedenini salt tesis hamlesine bağlamak doğru mudur?
Eğer Fenerbahçe’deki grupların tahakkümüne son verilmeseydi Aziz Yıldırım her şeye rağmen koltuğunu koruyabilir miydi? Aziz Yıldırım başkan seçildikten sonraki ilk kongrede kaşından aşağı gözün var denilerek devrilseydi, Fenerbahçe bu hale gelebilir miydi? Fenerbahçe’de yaşanan değişim ve dönüşüm, büyük kulüplerdeki yönetim istikrarının ne kadar önemli olduğunun göstergesi değil mi? Ve bu istikrar neden bir türlü Galatasaray’da sağlanamıyor? Bunda camiadaki bölünmüşlüğün ne kadar payı var?



Neden Galatasaray hala liseli-lisesiz gibi manasız bir çekişmenin ve gruplaşmanın içinde debelenip duruyor? (Şimdi de bu kavgaya bir de üniversite eklendi.) Kim ya da kimler yapıyor bu kötülüğü Galatasaray’a? Eğer bu kısır çekişmeler olmasaydı UEFA Kupası’nın getirmiş olduğu fırsatlar kaçırılır mıydı?

Üzerinde uzun uzun düşünülmesi ve cevap aranması gereken bu soruları aklıma getiren, mart ayında yapılacak kongre öncesi camiada yaşanan hareketlilik. Ezelden beri Adnan Polat antipatisine sahip olan lisecilerin alternatif arayışında olduğu zaten biliniyordu. Şimdi harıl harıl bunun çalışmasını yapıyorlar. Galatasaray yeniden bir seçim sath-ı mailine giriyor. Girilirken de ortaya saçılan söylemler, dünyada en çok tanınan Türk takımı-markası olan Galatasaray’ın neden ezeli rakibinin gerisine düştüğünün en açık göstergesi. Bilgin Gökberk televizyonda aynen şunu söyledi: Şimdi Kalamış Tesisleri’nden geliyorum. Orada Liseli bir Galatasaraylı bana, “Benim 700 oyum var”, bir diğeri de “Benim 300 oyum var” dedi. Özhan Canaydın’da bana bir görüşmemizde kendisinin 1300 oyu olduğunu söylemişti.

Şimdi bu ne demek oluyor? Ey okur, soruyorum: Bir kişinin bu kadar oya sahip olması camia için sağlıklı mıdır? Demokratik midir? Kendisine kayıtsız şartsız bağlılık gösteren bir gruba hükmeden kişi, bütün yönetimlerin üzerinde bir ‘Demokles’in Kılıcı’ gibi asılı durmaz mı? İstediğini seçtirir, istemediğini devirmez mi? Galatasaray gibi ‘batıya açılan pencere’ olmakla övünen bir kulüpte hala kişi ve zümre tahakkümünün olması, feodal yöntemlerin geçerliliğini koruması gelişimin önündeki en büyük engel değil midir? Galatasaray hızla bir yol ayrımına geliyor: Ya çağdaş bir yapılanmaya giderek dünya kulübü olacak, ya da erken kalkanın devrim yaptığı bir Muz Cumhuriyeti’ne dönüşecek. Tıpkı Fenerbahçe’nin eski hali gibi!..

Forvetin ilacı Sercan Yıldırım
Son yıllarda Türk futbolu iki büyük yıldız yetiştirdi: Arda Turan ve Sercan Yıldırım. Arda zaten Galatasaray’da, Sercan da transfer edilmek isteniyor. Haldun Üstünel’in bu transferi bitirmek için görüşmeler yaptığı iddia ediliyor. Eğer alınırsa, Galatasaray Tanju Çolak ve Hakan Şükür’den sonra en büyük yerli transferini gerçekleştirmiş
olur.

ASY’deki değişim
Galatasaray’ın bu sezon Ali Sami Yen’de oynadığı üç maçta da dikkatimi çeken en önemli şey, seyircideki değişimdi. Geçtiğimiz yıllarda küfürlü tezahürat nedeniyle Sarı-Kırmızılı takımın epey ceza almasına neden olan taraftarın bu sezon küfürden arındığını görüyorum. Özellikle de her maçta rakip kim olursa olsun Fenerbahçe aleyhine yapılan küfürlü tezahüatların bu sezon kalktığına şahit olmak beni bir hayli mutlu etti. Küfür, yerini büyük bir coşkuye ve ‘hep destek, tam destek’ düsturuna bırakmış. Eski açık denilen yer, Liverpool’un ünlü Kop Tribünü’nü anımsatıyor. Çoğunluğunu öğrencilerin oluşturduğu taraftar grubu, tribünü karnaval alanına çeviriyor. Öyle gözüküyor ki, Galatasaray taraftarı Ali Sami Yen Stadı’nı son sezonunda şanına yakışır şekilde uğurlayacak. Umarım bu değişim bir kaç kötü sonuçta tersine dönmez. Umarım hep böyle kalırlar.

Kalemim satılıktır!
Bu mesleğe başladığım anda maaşımla geçinemeyeciğimi anladım ve kalemimi satmaya karar verdim! Fiyatım kişilerin ekonomik gücüne ve yazacağım yazının etkisine göre hep değişti! İyi fiyat aldığım anda benden ne istenirse yaptım! Kalemim bazen savunma, bazen de hücum silahı oldu! Müşterimin menfaatleri neyi gerektiriyorsa ona göre bir kılıç gibi salladım kalemimi! Şöyle geriye dönüp baktığımda o kadar çok tetikçilik yapmışım ki, paraya para dememişim! “Sahalardan çekilen zerafet: Özhan Canaydın” diye yazmışım; Canaydın’ın adamı olmuşum!
Sonra daha yağlı kapı bulmuşum! Rahmetli anasına küfür edilen Aziz Yıldırım için, “Aziz Yıldırım’ın anası, benim de anam” demişim. İyi bir işti! Bazen Fatih Terim’e satmışım kalemimi, bazen Mustafa Denizli’ye! Ve daha nicelerine! Şimdi de duydum ki, Murat Yalçındağ ile Haldun Üstünel için çalıştığım açığa çıkmış! Cin fikirli bazı liseciler tespit etmişler! Murat Bey patronumun kardeşi, ondan pek fazla bir şey istemedim, Haldun Bey’den ise karınca kararınca!.. Ne yapalım geçim dünyası! Anlayamadığım bir tek şey var: Bu kadar çok adama iş yaptım da ben niye hala yat-kat sahibi olamadım? Ucuza mı gidiyorum ne?!!

20 Ağustos 2009, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bursa ve Eskişehir modeli‘’

Bursa ve Eskişehir modeli

Fenerbahçe'nin Denizli'de puan kaybetmesi sonucu Galatasaray'ın şampiyon olduğu gün Kayseri'deydim. O meşhur 16 dakika sonunda sokaklar bir anda ana-baba gününe döndü. Bütün Kayseri, Galatasaray'ın mucizevi şampiyonluğunu kutluyordu. Bense olan biteni şakınlıkla izliyordum. Çünkü Galatasaray'ın, İstanbul'da şampiyon olurken yendiği takım Kayserispor'du. Ve o Kayserispor bu sonuçla tarihinde ilk kez katılma hakkı elde edeceği UEFA Kupası'nın dışında kalmıştı. Kayserili buna üzülmek yerine Galatasaray'ın şampiyonluğuna seviniyordu! Bunda elbette o dönem Fenerbahçe'ye karşı Anadolu'da oluşan antipatinin de rolu vardı. Ama neresinden bakarsanız bakın kolay kolay hiç bir ülkede eşine rastlanmayacak absürd bir durumdu. Bunun sebebi çok basit: Anadolu kentlerinde şehir takımına sahip çıkacak bir taraftar kültürünün oluşmaması.

Anadolu'nun çoğu kentinde İstanbul takımları futbolseverin birinci tercihi oluyor. İşte bugün bu geleneği yıkmaya aday iki kent var: Bursa ve Eskişehir. Her iki kentimizde yaşayan futbolseverlerin ilk tercihi kendi şehirlerinin takımları. Hatta çoğunun tek tercihi... Olması gereken de budur. İstanbul-Anadolu arasındaki uçurumun oluşmasında önemli etken olan bu durumun diğer kentlerimizde de yaygınlaşması Türk futbolunun kurtuluşu olacaktır. Futbol piyasasındaki arz-talep dengesi değişecektir. Anadolu daha fazla maddi olanaklara kavuşacaktır. Bursa ve Eskişehir modeli örnek alınmalı. Anadolu'nun başka çaresi yok.

19 Ağustos 2009, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Galatasaray bir semt takımı değildir!‘’

Galatasaray artık bir lise takımı da değildir. Evet, temelini lise atmıştır, lise beslemiştir, lise büyütmüştür; lakin bugün çapı, potansiyeli, etkisi, kapsama alanı yalnız liseyi değil, Türkiye’yi dahi aşmıştır. Galatasaray ismi, markası, sevgisi, sempatisi yeryüzünün en ücra köşesine kadar ulaşmıştır. Öyle ki, bugün Galatasaray’ın sahip olduğu potansiyele dünyada hiç bir kulüp yaklaşamamıştır. 2000 yılında gerçekleşen ‘büyük patlama’nın etkisi o kadar sarsıcı, o kadar devasa boyutta olmuştur ki, Galatasaray sadece Türkiye’nin de takımı olmaktan çıkmıştır. Galatasaray bundan böyle evrensel bir fenomendir. Galatasaray 9 yıl önceki başkaldırısıyla yalnız biz Türkler’in değil, İslam Dünyası’nın, Üçüncü Dünya’nın, Asya’nın, Afrika’nın, Türki cumhuriyetlerin ve hatta deniz aşırı okyanus ülkelerinin de onuru, gururu, takımı olmuştur.

İşte bazı lisecilerin -liseli değil- anlamadığı ya da anlamak istemediği, gördüğü ama görmezden gelmeye çalıştığı da budur. Galatasaray markası liseyi kat be kat aşmıştır. Galatasaray yalnızca onların değil, Galatasaray’ı kalbinde hisseden, Sarı-Kırmızı renklere gönülden bağlı herkesindir. Galatasaray, yüreği Galatasaray için çarpan yeryüzündeki tüm Galatasaraylılar’ındır. O nedenle hiç bir şahıs veya zümre Galatasaray’ı vesayet altına alamaz. Galatasaray kendini liseli diye tanımlayan ve aslında ‘lisecilik’ yapan, dar görüşlü, kafatasçı, ayrımcı, oligarşik bir grubun malı olamaz (Bu grubu akl-ı selim liselilerin de tasvip etmediğini biliyorum). Kimsenin Galatasaray’ı ‘harici-dahili’, ‘liseli-lisesiz’ diye bölmeye ve birbirine düşürmeye hakkı yoktur. Galatasaray ancak el birliğiyle, gönül birliğiyle, ortak bir sinerjiyle layık olduğu yere getirilebilir. Ekonomik açıdan gerçekten zor günler yaşayan Galatasaray’ın bugün her şeyden çok birlik ve beraberliğe ihtiyacı vardır. Galatasaray’ın UEFA zaferinden beri uyuyan potansiyelini harekete geçirmek ve Sarı-Kırmızılı kulübü dünyanın 1 numarası haline getirmek her Galatasaraylı’nın asli görevidir. Liseli de, lisesiz de, liseci de, lise karşıtı da bunu kafasına sokmak zorundadır. Zıtlıklar, fikir ayrılıkları, farklı tarz ve yöntemler elbette olacaktır. Olmalıdır da... Demokratik teamül bunu gerektirir. Ancak bunları düşmanlık vesilesi haline getirmek her kesime zarar verir. En çok da Galatasaray’a. Tıpkı 9 yıldır verdiği gibi... Gün, birlik ve beraberlik günüdür.

Galatasaraylılar Derneği’nin tuhaf talebi
Geçtiğimiz hafta yazdığım “Galatasaray gerçekten Bizans mı(ş)!” yazısı bazı liseliler tarafından tepkiyle karşılandı. Benim lise düşmanı olduğumu iddia edenlerden, Adnan Polat’ın tetikçiliğini yaptığımı söyleyenlere kadar çeşitli teoriler üretildi. (Bu arada Adnan Polat’la son 2 yıldır telefonla ya da şifahi görüşmemi ispatlayan olursa, derhal meslekten istifa edeceğim.) Hakaret ve ölümle tehdit edenler de oldu, medenice tartışanlar da... Bunların hepsi normal. Kendilerince haklı da olabilirler. Ancak benim anlamadığım Galatasaraylılar Derneği’nin verdiği anti-demokratik tepki oldu. Ben o yazıda bütün liseyi töhmet altında bırakmamama, derneğin ismini kullanmamama rağmen, Genel Yayın Yönetmenimiz Necil Ülgen’e hitaben bir bildiri yayınlanarak, benim işten atılmam talep edildi. Şimdi bu mudur demokratik olgunluk? Hani nerede kaldı tahammül?

Adnan Polat neden hedef alınıyor?
Her türlü sıkıntıya rağmen Galatasaraylılar geleceğe umutla bakıyor. Sebebi de, başta Rijkaard olmak üzere yapılan transferlerle, stadın bir yıl sonra bitirilecek olması. Bu sezon olası bir şampiyonluk ya da Avrupa başarısıyla, stadın hizmete girerek Galatasaray’ın süratle düzlüğe çıkması, Adnan Polat’ın elini kuvvetlendirecek etkenler. Böylesi bir durumda Polat’ı kongrede devirmek mümkün olmayacaktır. Meselenin bir yönü budur. Diğeri ise Galatasaray için iki milat var: Biri UEFA Kupası, diğeri de stat. UEFA Kupası lisesiz bir başkana nasip olmuştur. Bedelini de kısa zamanda derdest edilerek ödemiştir! İşte lisecinin tahammül edemediği budur: Stadın da lisesiz bir başkana kısmet olması. Oysa hizmet hizmettir. Liseli-lisesiz, ne farkeder ki? Aslolan Galatasaray değil mi? Yoksa ben çok mu safım?!!

Ayhan Akman değişmeli
Galatasaray’ın yeni sisteminde en önemli dişlilerden biri Ayhan Akman’dır. Son Gaziantep maçında da sahanın en iyisiydi. Ancak Ayhan, yana ve geriye pas şeklindeki risksiz oyun anlayışını değiştirmek zorundadır. O zaman katkısı iki katına çıkacaktır.

Gezer’e özür borçluyum
Gazintep maçı yazımda penaltı nedeniyle ağır bir şekilde eleştirdiğim Bünyamin Gezer’in daha sonra haklı olduğunu görmek beni hakemlik açısından mutlu etti. Kendisine büyük bir haksızlık yaptığım ve taraftara hedef gösterdiğim için özür diliyorum.

13 Ağustos 2009, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Büyüklük böyle bir şey!‘’

Her yeni sezon, yeni umutlar, yeni heyecanlar, yeni hayaller demektir. İşte bu duygu ve beklentilerle Türkcell Süper Ligi'nin 52. sezonuna 'merhaba' dedik. İlk hafta oynanan maçlara bakıldığında bizleri oldukça zevkli ve çekişmeli bir sezonun beklediğini söyleyebiliriz. Rekabetin üst düzeyde olduğu bir lig yaşanması en büyük temennimiz. Bunun yanısıra mücadelenin fair play çerçevesi içinde geçmesi bir diğer dileğimiz. İlk hafta bu konuda güçlü emareler verdi. Aşırı sıcağın futbolcuların metabolizmasını ve sinir sistemini olumsuz etkilemesine rağmen karşılaşmalar centilmence mücadelelelere tanık olduk. Hep böyle kalsınlar diyelim ve asıl meseleye geçelim:

Beşiktaş'ın bedavaya Kızılay'ın reklamını yapması ne kadar anlamlıysa, Fenerbahçeli futbolcuların kalp krizi geçirerek hayatını kaybeden Espanyol Kaptanı Dani Jarque için kollarında siyah bantla maça çıkması da bir o kadar takdire şayandı. İşte büyük takımları büyük yapan değerler bunlardır. Beşiktaş'ın ülkesinin en önemli hayır kurumuna verdiği desteği ve bunu düşünenleri canı gönülden kutlamak gerekir. Dünyanın bir başka yerindeki meslektaşlarının acısını içlerinde hissedecek kadar empatileri gelişmiş olan Fenerbahçeli futbolculara da gönüllerimizin en mutena yerinde özel yer açmalıyız. Bu onların hakkı...

11 Ağustos 2009, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’'Arda'kadabra!‘’

İki sihirbaz vardı sahada: Arda ve hakem Bünyamin Gezer! Biri şapkasından takımı adına üç gol çıkardı, diğeri ise penaltı!.. Anlaşılan Galatasaray bu sezon da sadece ezeli rakiplerine karşı mücadele vermeyecek. Sarı-Kırmızılı takımın federasyon ve hakemlere karşı da sürekli tetikte bulunması gerekecek. Adnan Polat’ın yaktığı barış çubuğunun dumanı henüz tüterken, aşırı sıcak ve neme rağmen ısrarla bu maçı 19.30’da oynatmanın başka izahı olabilir mi? Haftanın tüm maçları 21.00’de, Fenerbahçe’nin ki 21.45’te, Galatasaray’ın ise 19.30’da! Üstelik Gaziantep gibi ülkenin en sıcak şehrinde... Pes!

Rijkaard’la farklı bir kimlik kazanan Galatasaray’ın yeni sisteme giderek adapte olduğunu gördük, dün gece. Bol pas, ani yön değiştirmeler, defas arasına atılan toplar, sahanın her yerinde pres, yardımlaşma, toplu savunma, toplu hücum ve etkili duran toplar, Galatasaray’ın oynadığı futbolun temel karakteristik özellikleriydi. Bu sistemin ana dişlisi ise Arda Turan’dı. Kaptan, her geçen gün sahadaki duruşuyla, futboluyla, attığı ve attırdığı gollerle büyüdükçe büyüyor. Türk futbolu uzun yıllardır hasretini çektiği yıldızına geç de olsa kavuştu. Kavuştu, kavuşmasına da, korner atarken, kafasına yağan su şişelerine ne demeli? Tek kelimeyle, yazık!

Geçtiğimiz sezonun flaş takımlarınan biri olan Gaziantepspor’da ise değişen pek fazla bir şey yok. Güney temsilcisi, yine ligin iyi futbol oynayan, dişli takımlarından biri olacağını Galatasaray karşısında gösterdi. Özellikle ilk yarının ikinci bölümünde Galatasaray’dan daha iyi oynayan, sahaya hükmeden ve pozisyonlar bulan taraftı Kırmızı-Siyahlı ekip. Tabata ve Beto gibi iki etkili silahı olan Gaziantepspor’a bu sezon da Julio Sezar katılmış. Mükemmel bir gole imza atan Brezilyalı oyuncu, Galatasaray’ı en çok zorlayan isimdi. Öyle görülüyor ki, bu sezon Gaziantep’ten çıkmak o kadar kolay olmayacak.

10 Ağustos 2009, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI