Arama

Popüler aramalar

‘’Aziz Şen!‘’

Hayatın bana öğrettikleri arasında en çok faydalandıklarımdan biri de fazla iyimser olmamaktır. Zira iyimserlik saflığın en saf halidir. Bizim gibi yalnız jeolojisi değil, ekonomisi, sosyolojisi, psikolojisi de fay hattı gibi kırılgan ülkelerde iyimserlik körlüktür. İyimserlik aklın prangasıdır. Gerçekleri görmemize, yaklaşan tehlikeleri sezmemize engeldir. Olaylara, olanlara, insanlara, dünyaya karşı ne kadar kuşkucu olursanız o kadar ayakta kalırsınız. Düş kırıklığı yaşamamanın tek yolu pembe gözlükleri çıkarmaktır. Sonuçta karşımızda zalim ve adaletsiz bir dünya ile bu dünyayı bu hale getiren insan vardır.
Ve insan her şeydir. İyiyle kötünün, güzellikle çirkinliğin, şefkâtle zulümün, medeniyetle ilkelliğin, aydınlıkla karanlığın bileşenidir insan. İnsanın olduğu yerde her türlü sürprize hazırlıklı olmak gerekir. Her daim zinde ve tetikte kalmanın tek çaresi budur. Bu, belki sizi huzursuz eder ama güçlü ve özgür kılar. Zincirlerinizden boşalırsınız. Kafanızdaki mitleri, putları kırıp atarsınız. Daha az üzülür, daha az acı çekersiniz. Ve daha fazla birey olursunuz.
İşte, son günlerde aklı selim Fenerbahçeliler’in yaşadığı hayal kırıklığının altında yatan neden de bunlardır. Yani inandıkları, güvendikleri, bazılarının ise tapındığı Aziz Yıldırım mitinin parçalanması... Aziz Bey’in de hepimiz gibi günahları, zaafları olan bir insan olduğu gerçeğiyle yüzleşmelerinden başka bir şey değildir, olanlar.
Sonuçta hepimizin içinde varlığını sürdüren yıkıcı ve makyavelist duyguların esiri olabilmektedir Aziz Yıldırım da...
Bir yanda Fenerbahçe’yi dünya kulübü yapma yolunda adımlar atarken, diğer yanda eski ilkel alışkanlıklara dönebilmektedir. Fenerbahçe’yi Ali Şen zihniyetinden ve tahakkümünden kurtarmaya çalışırken zaman zaman
kendisi de Ali Şen’leşebilmektedir.

Fenerbahçe’nin Başkanı hiç futbolcunun ayağına gider mi?
Ali Şen’in aşağılayarak ve Fenerbahçe seyircisine hedef göstererek kovduğu Aykut Kocaman’ı futbolun başına getirip iade-i itibar yapmak gibi ulvi bir davranış sergilediği sırada Mehmet Topuz transferinde izlediği yöntemin ve bu yöntem içindeki ana dişli Cemil Turan’ı amatör branşların başına getirmesinin başka izahı yok. Ki, o Cemil Turan’ı holiganlara bilet sattığı için kulüpten uzaklaştıran de bizzat kendisidir. Bir Fenerbahçe Başkanı’nın rakip takımı tuttuğunu açıklayan bir futbolcunun ayağına, yanına ‘hatırlı abiler’i de (Fenerbahçe’nin ve Başkanı’nın onlar kadar hatırı yok mu?) alarak ikna için gitmesinin ise iler tutar yanı yok. Eminim, bunu Ali Şen bile yapmazdı! Rakibin çağdışı yöntemlerine aynı şekilde karşılık vermek Fenerbahçe’nin büyüklüğüyle bağdaşacak bir tarz değildir.
Fenerbahçe seyircisine modern tesisler, çağdaş yaşam alanları kurarken, bir final maçında vakur duramaması, dahası yanındaki yöneticilerin taraftarı tahrik etmelerine engel olmaması da Aziz Bey’in ikilemlerinden biridir. Oysa, rakibe saygının Fenerbahçe geleneklerinin en önemli parçası olduğunu Aziz Bey herkesten iyi bilmektedir. Fenerbahçe’nin çıkarlarını savunmak, bir basketbol salonunu savaş alanına çevirtmek olmamalıdır?
Belki bu işe soyunduğu sırada böyle bir niyeti ve hedefi yoktu ama Aziz Yıldırım şu anda bir misyon şefidir. Taşıdığı o misyon ki, yalnız Fenerbahçe’yi değil Türk futbolunu da kaçınılmaz olarak bir devrime sürüklemektedir. Elbette devrimler sancılı olur. Lakin geriye dönüş affedilmez bir hatadır. Aziz Yıldırım’ın son zamanlarda sergilediği tutum ve davranışlar ise ne yazık ki budur. Ve karşı devrimcilerin ekmeğine yağ sürmekte, değirmenine su taşımaktadır. Ali Şen gibi olarak Ali Şen’e karşı mücadele edemezsiniz. Etmeye kalkarsanız, kazanımlarınız bir ‘Pirus Zaferi’ olmaktan öteye geçmez. Geriye kalan ise beyhude bir savaşın enkazıyla, tükenmeye yüz tutan umutlardır; Fenerbahçeli’nin umutları...

Bülent Hoca neden ‘Uygun’ görülmedi?
Son iki sezona baktığımızda Türkiye’nin en başarılı teknik direktörü hiç kuşkusuz Bülent Uygun’dur. Sivasspor gibi mütevazı bir takımı yüzlerce milyon dolarlık bütçelere sahip İstanbul Devleri’yle yarıştırmak yalnız bizim ülkemizde değil, Avrupa’da da benzeri görülmemiş bir başarı öyküsüdür. Üzerine tezler yazılması gereken...
Gelgelelim, böylesine başarılı bir teknik adama hoca arayan Üç Büyük’ten teklif gitmedi. Hadi Galatasaray’la Trabzonspor’un tutumu anlaşılabilir... Bülent Uygun’un Fenerbahçeli kimliği, taraftar tepkisi, yabancı hoca isteği vs. Peki, bit pazarına nur yağdırarak yeniden Daum’un ipine sarılan Fenerbahçe Bülent Uygun’u neden düşünmedi acaba?
Geçmişte yaşanan Ziya Şengül, Rıdvan Dilmen, Oğuz Çetin, Turhan Sofuoğlu deneyimlerindeki başarısızlık mıdır Fenerbahçe’yi Bülent Uygun’dan uzak tutan, yoksa genç teknik adamın henüz büyük takım ağırlığını kaldıramayacağı düşüncesi mi? Ya da Bülent Uygun’un sportif kimliğinin dışındaki sosyal ve siyasal ilişkileri midir Aziz Bey’e beklenen hamleyi yaptırmayan? Kimbilir? Aziz Yıldırım ve Bülent Uygun’dan başka!..

02 Temmuz 2009, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Galatasaray, Beşiktaş, Vefa!..‘’

Futbolun nankör bir yüzü vardır. Çünkü futbolda sadece bugün yaşanır. Ve o futbolun bugünü geçmişle geleceğin izdüşümü değildir. Bir geçiş noktası, bir ara istasyon da olmaz. Bugün sadece bir malzemedir. İştahla tüketilen, ardından istastiki değerler arasında yerini alan... Bugün, bir gün sonra dün olur ve sadece rakamsal bir veri olarak anlam ifade eder. Geçmiş, geçmiştir!

Futbolda dünün yeri yoktur. Dün ne yaptığın da o kadar önemli değildir. Önemli olan bugün ne yaptığın, yarın ne yapacağındır. Eğer bugünde ve yarında yerin yoksa kağıt bir mendil gibi buruşturulup tarihin çöp sepetine atılırsın. Yani durum o kadar acımasızdır. Özellikle de futbolun endüstrileşmesindan sonra... Zira, endüstriyel futbolda herkes, her şey bir metadır. Taraftarlar, teknik adamlar ve futbolcular... Adına kulüpler dediğimiz endüstriyel çarkların dönmesi için birer araçtır hepsi. Kullanılırlar, kullanılırlar; ardından da o dev çarkların dişlileri arasında un ufak edilirler. Sonrası bir büyük yalnızlıktır. Özellikle de teknik adam ve futbolcular için.

Geleneksel değerlerini nispeten koruyabilmiş olan bazı kulüpler daha dengeli bir tavır geliştirirler. Bugünü yaşarken geçmişle geleceği harmanlarlar. Geleceğe koşarken de, geçmişe sırt çevirmezler. Gelenekleri arasında adına 'Vefa' dediğimiz olgu baş köşeye oturtulur. O nedenle eski değerlerine sahip çıkarlar. Bazıları da bunu başaramaz. Belki tamamen kaybetmezler vefa duygusunu. Ama öncelikleri arasında olmaz genellikle. Günlük hercümercin içinde unuturlar bazı anlamlı davranışları, jestleri. Belki de bazen bilerek yaparlar. Bitmeyen bir öfke ya da husumet nedeniyle. Kimbilir? Sonradan akıllarına gelse de kırılan kırılmıştır artık! Toplasan ne fayda!

İşte görüyorsunuz, Beşiktaş'ın Ertuğrul Sağlam'a, Galatasaray'ın da Hasan Şaş'a yaptığını. Kuşkusuz ikisi nicelik olarak aynı şey değil. Ama nitelik olarak öyle mi? İkisi de aynı kapıya çıkar. Şampiyonluğu anasının ak sütü gibi hak eden Beşiktaş'ta ne yönetimin, ne Mustafa Denizli'nin, ne de futbolcuların Ertuğrul Sağlam'ın adını bir kez bile anmayışını nasıl yorumlayacağız? O Ertuğrul Hoca değil miydi, bu takımın temelini atan, 6 haftada 14 puanla liderin sadece 2 puan gerisinde namağlup bir takım bırakan? Sizce şampiyonlukta hiç katkısı yok mu Ertuğrul Sağlam'ın? Bir kuru teşekkürü bile haketmiyor mu? Keza Galatasaray'ın, kulübe 11 yıl hizmet verip sayısız kupa ve şampiyonlukta emeği geçen Hasan Şaş'ı bir mektupla kovmasını hangi davranış kalıbına sokacağız? Üstelik buna benzer davranış kusurlarından daha önce sabıkalıyken... Nereden baksanız tutarsızlık, nereden baksanız vefasızlık! Şunu öğrendik, Vefa artık bir semt adı! Yoksa Galatasaray ve Beşiktaş da mı öyle?..

02 Haziran 2009, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Antalya çok sıcak!‘’

Burada bildik şeyleri tekrarlama niyetinde değilim. Ancak geçtiğimiz bir kaç gün içinde yaşananlara bakınca uyarı görevimi yerine getirme ihtiyacı hissettim. Her sezon sonu kümede kalma mücadelesi çerçevesinde ülkenin çeşitli kentlerinde tırmanan gerilimin bu yıl ki adresi Antalya oldu. Üst üste aldığı kötü neticeler sonucu kendini bir anda ateş hattının içinde bulan Antalyaspor cephesinden yükselen seslerle, Hikmet Karaman’ın gereksiz intikam hezeyanı hafta sonu oynanacak maçı bir anda korku filmine dönüştürdü. Şu bir gerçek: Antalyaspor son bir kaç maçında hakemlerin kurbanı oldu. Bunlardan birinin ben de canlı tanığıyım. Ancak buradan bir komplo teorisi üretmeli miyiz? Olayı yerel seçim sonuçlarına kadar götürerek siyasetin futbola müdahele ettiği ve Antalyaspor’un küme düşürüleceği iddialarının sağlam bir dayanağı var mıdır? Kaleye girmeyen topların ya da hakemlerin çaldığı yanlış düdüklerin arkasında bir takım kirli ittifaklar aramanın mantığı nedir? Hikmet Karaman’ın haklı olsa bile rövanşist duygularla maça hazırlanmasını neyle izah edeceğiz? Karaman sezon başında Antalyaspor’dan kovulmasaydı, bu maçı daha mı az önemseyecekti? Nereden bakarsanız bakın ortada bir sorumsuzluk var. Verilen yersiz demeçlerin Antalyaspor taraftarını barut fıçısına dönüştüreceğini tahmin etmek için kahin olmak gerekmez. Çıkması muhtemel olayların önüne geçmek için herkes soğukkanlı olmalı ve sorumlu davranmalı.

29 Mayıs 2009, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Fenerbahçe neden büyük?‘’

Başlığa bakıp da çok iddialı bir yazı döşeneceğim düşünülmesin. Fenerbahçe'nin büyüklüğünü sorgulamanın benim haddime düştüğünü de sanmıyorum. Zira o büyüklük zaten tescillidir. Ayrıca büyük takımı büyük yapan bir çok parametre mevcuttur. Ben sadece birinden söz edeceğim. İşe önce bir hatırlatma yaparak başlayacağım: 1999/2000 Sezonu. Galatasaray Fatih Terim yönetiminde üst üste 4. şampiyonluğuna koşuyor. Tarihinin en parlak dönemini yaşayan Sarı-Kırmızılı ekip, gerek sportif, gerekse mali açıdan ezeli rakipleriyle arasındaki farkı giderek açıyor. Fenerbahçe o sıralar tesisleşmeyle meşgul. Ligde bir türlü istediği balansı tutturamıyor. Galatasaray'ı o sezon durdurmaya en yakın takım Beşiktaş. Ve Fenerbahçe ligin sonlarına doğru çıkıyor Beşiktaş'ı İnönü'de yenerek Galatasaray'ın önünü açıyor. Kimse buna akıl erdiremiyor. İşte büyüklüğün sırrı da burada. Büyük takımlar her ne koşulda olursa olsun, sahaya kazanmak için çıkarlar. Maçın sonucunun kime yaradığı ya da yaramadığı onları ilgilendirmez. Onları sadece kendi kazanımları ilgilendirir. Çağdaş düşünce de bunu gerektirir. Fenerbahçe bu sezon da aynısını yapıyor. Kimin ne yaptığıyla veya yapmadığıyla değil, kendisinin neler yapabileceğiyle meşgul. Çıkıyor dürüstçe, adilce oyununu oynuyor, yapması gerekeni yapıyor. Türk futbolundaki mantalite değişikliğinin de öncülüğüne soyunuyor. Büyüklüğüne yakışacak şekilde... Bence gönüllerin şampiyonunu arayanlar önce Kadıköy'e bakmalı.

26 Mayıs 2009, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Eskişehir hayat buldu‘’

Aslına bakarsanız, gerek iki kentin sahip olduğu potansiyel, gerekse başta fair play olmak üzere ürettikleri futbol değerleri olarak düşmeyi hak etmeyen takımlardan ikisi Konyaspor ile Eskişehirspor’dur. Ancak ne var ki, sezon içinde zaman zaman yapılan yönetimsel ve teknik hatalar iki takımı da sırat köprüsünde karşı karşıya getirdi.
Hafta boyunca bu maç üzerine yapılan yorumlar, karşılaşmanın bir gerilim filmi geçeceği şeklindeki beklentileri arttırmıştı.
Emniyet güçleri de önlemleri iki katına çıkarmıştı. Fakat beklenilen olmadı. Çünkü maç öncesi iki takımın teknik direktörü Giray Bulak ile Rıza Çalımbay’ın dostça kucaklaşmaları, futbolcuların da onlara ayak uydurması maçı normal seyrine soktu. Burada benim garipsediğim durum, taraftarlara ‘maçı ayakta seyredin’ şeklinde anons yapılmasıydı. Bunun talimatlara aykırı bir çağrı olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.
İki takımın da fazla risk almadan birbirini yokladığı ilk yarıda Eskişehirspor daha atak olan taraftı.
Oyunun kontrolünü elinde tutan Kırmızı-Siyahlılar’da, başta Engin Baytar olmak üzere forvet oyuncularının taktik disiplinden uzak olmaları, buldukları pozisyonların heba olmasının en büyük nedeniydi. Burada Engin Baytar’a bir parantez açmak istiyorum: Yetenekli bir futolcu olan Baytar, aynı zamanda da art niyetli bir sporcu. Gerek rakibe, gerekse hakemlere karşı... Attığı golden sonra Konyaspor tribünlerinin önüne gelip ev sahibi taraftarları tahrik etmesi affedilir gibi değildi. Nitekim onun bu terbiyesizce davranışından sonra statta gerilim tırmandı. Küfürler ve sahaya atılan yabancı maddeler birbirini kovaladı. Bir kendi bilmezin, bir maçı nasıl çığırından çıkaracağına iyi bir örnekti.
Galip olduğu bölümde Eskişehirspor risk almışken Giray Bulak’ın Serhat’ı oyuna sokması doğru bir hamleydi. Ancak oyundan çıkacak futbolcu Bülent Bölükbaşı mı olmalıydı, tartışılabilir. Zira, Bülent Bölükbaşı da rakip alandaki boşlukları çok iyi değerlendirecek çabukluğa, sürate ve futbol zekasına sahip bir futbolcu. Ayrıca çıkana kadar sahanın en etkili ismiydi.
Bu sonuçla aslında deplasmanlarda pek başarılı olamayan Eskişehirspor rahat bir nefes alırken, Konyaspor işini çok zorlaştırdı.
Yeşil-Beyazlılar’ın kalan iki haftada 6 puan çıkarması gerekir. Ki bunun, bu futbol anlayışı ve kadro yapısıyla kolay olacağını sanmıyorum.

18 Mayıs 2009, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Şampiyon Ertuğrul Sağlam!‘’

Hakikat nedir? Bizim gördüklerimiz mi, yoksa bakış açımızın dışında kalan mı? Somut gerçekle, mutlak gerçek arasındaki nüansı belirleyen parametreler nelerdir? Bu parametreleri neye göre koyarız? Ve hangisi daha gerçektir? Somut olan mı, mutlak olan mı? Bugün Süper Lig'deki tabloya baktığımızda ortaya çıkan aslında budur. Puan cetvelindeki sıralamayı baz aldığımızda en başarılı teknik direktör olarak Bülent Uygun'u görüyoruz. Bülent Uygun, Sivassspor'la çıktığı 31 maçta 60 puan toplamış. Puan baremine göre teknik adamlar arasında ilk sırada. 31 maçta 54 puan toplayan Luis Aragones ise ikinci! 29 maçta 48 puanla Ersun Yanal üçüncü, 25 maçta 48 puanla Mustafa Denizli dördüncü, 21 maçta 46 puanla Ertuğrul Sağlam da beşinci sırada yer alıyorlar. Bir de madalyonun diğer yüzü var: Maç başına toplanan puan ve başarı yüzdesine göre hesaplarsak görüntü değişiyor. Ertuğrul Sağlam yüzde 2.2 ortalama puan ve yüzde 78.5'la birinci sırada. Bülent Uygun 1.94 ve yüzde 69.3, Mustafa Denizli de 1.92 ve yüzde 68 ile Ertuğrul Hoca'yı takip ediyorlar. Şimdi bu iki tabloya göre hangisi daha başarılı? Ve gerçek hangisi? Bu, meseleye nereden baktığımıza bağlı. Benim bakış açıma göre Ertuğrul Sağlam 'Yılın En Başarılı' teknik direktörüdür. Şayet Beşiktaş şampiyon olursa, bu takımın temelini atan ve liderin iki puan gerisindeyken bırakan odur. Keza, dağılmaya yüz tutan Bursaspor'u toparlayıp UEFA Kupası'nın eşiğine getiren de... Tablo ortada. Reel ekonomi gibi!

Teknik adamlarOGBMAYP%Ort.P.
1.Ertuğrul Sağlam21137134134678,52,2
2.Bülent Uygun31179548236069,31,94
3.Mustafa Denizli251465422348681,92
4.Ersun Yanal29158640285365,51,83
5.Luis Aragones31166953325461,31,74

12 Mayıs 2009, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Messi'ye bak Arda!‘’

Benzer birçok özellikleri var. İkisi de çok genç. İkisi de yıldız. İkisi de yetenekli, çocuksu, sempatik, muzip, cana yakın. İkisi de çocukların, gençlerin idolü, rol modeli. Biri dünyanın gözbebeği, diğeri de bizim. Lakin bir noktada birbirlerinden taban tabana ayrılıyorlar. Messi üstüne katarak tarihsel bir figür olma yolunda hızla ilerlerken, Arda şöhretin ağırlığı altında ezilmeye başladı. Öyle ki son zamanlarda hangi taşı kaldırsan altından Arda çıkıyor. Bilerek ya da bilmeyerek, kendisine duyulan sempatiyi bitirecek olayların ortasında boy gösteriyor. Eylemleriyle, söylemleriyle, yaşam tarzıyla bir futbol yıldızından çok kenar mahalle kabadayısı görüntüsü sergiliyor. Tavırları, tarzı öylesine itici ki, sanki karşımızda Kurtlar Vadisi’nin en kurdu Polat Alemdar’ın kötü bir kopyası duruyor. Galatasaray asaleti ve terbiyesi dururken, o mafya jargonunu benimsiyor. Bu konuda o kadar ileri gidiyor ki, üzerinde silah resmi olan tişörtle halkın arasına karışabiliyor. Oysa diğer yanda Messi çocukları pençesine alan genetik bir hastalığın adını tişörtüne taşıyarak dünyanın dikkatini bu illete çekiyor. Biri ne kadar anlamlıysa, diğeri o kadar manasız ve sığ. Messi yaşatın diyor, Arda ise...



Sorun yaşta değil başta!
‘Arda henüz 22 yaşında’ diyenlerin seslerini duyar gibiyim. Messi de öyle! 22 yaş deyip geçiştiremeyiz. Ne de olsa Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştır, 21 yaş. 68 kuşağının dünyayı değiştirmek için harekete geçtiği yaşlardır aynı zamanda 20’li yaşlar. Sorun ne yazık ki yaşta değil, başta! Arda, nereden geldim değil, nereye geldim demelidir. Nereden geldiğinin bu saatten sonra önemi yoktur. Gelmiş olduğu nokta, çocukluğunda edindiği varoş kültürünü terketmesini zorunlu kılmaktadır. Galatasaray gibi köklü bir kulübün sembol oyuncusu olmak yolunda ilerlediğini unutmamalıdır. Metin Oktay’ın tahtının varisi olmak istiyorsa, şimdiki kafa yapısını değiştirmelidir. Edindiği çevreyi de... Kendisini hoş görüp sırtını tapışlayanlara kanmamalıdır. Düştüğü zaman ilk tekmeyi onlar vurur çünkü.
Arda sorumlu davranmaya mecburdur. Bulunduğu konum bunu gerektirir. Zira bir popüler kültür ikonudur. Bir modeldir. Arda silahlı tişörtle gezerken, bu ülkenin genç nesli de onun resminin, isminin basılı olduğu tişörtleri giymektedir.

Ya bu işi başarır ya da...
Arda’nın kendisini örnek alan bu nesle şiddet mesajı vermeye hakkı yoktur. Üstelik bu ülke şiddetten bu kadar muzdaripken. Arda sahip olduğu misyonun farkına varmalı ve kendisini ona göre dönüştürmelidir. Bunu başardığı takdirde futbol tarihimize adını altın harflerle yazdıracaktır. Aksi halde parlak bir gecede aniden kayan yıldızlar gibi boşluğa düşüp kaybolacaktır. Seçim kendisinin...

08 Mayıs 2009, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Fener ile Antep'in onuru!‘’

Adına futbol dediğimiz şu tuhaf oyun aslında hayata dair bir çok gizem barındırır içerisinde. Futbola sadece oyun deyip geçemeyiz. Futbol, oynayanın ve oynatanın karakterine dair sayısız ipucu verir izleyenlere... Sahada oynanan oyun, oynayanların temel karakteristik özelliğinin bir yansımasıdır bir bakıma. Oyuna bakarak, oyuncuyu tahlil edebiliriz. Futbolu dünyanın en popüler oyunu yapan niteliklerinden biri de budur. Futbol bu yüzünü geçtiğimiz hafta bir kez daha gösterdi bizlere. Fenerbahçeli ve Gaziantepsporlu futbolcular bir hafta boyunca üretilen komplo senaryolarını boşa çıkaracak sonuçlara imza attılar; işlerini yapmak suretiyle. 'İşlerini yapmak' cümlesinin altını bilerek çiziyorum burada. Çünkü gerçekten de sadece işlerini yaptılar. Onlara atfedilen onur, gurur gibi yaldızlı kavramlar, aslında bu toplumun değer yargılarının nasıl ters yüz edildiğinin, algıların negatif anlamda nasıl değiştiğinin çarpıcı bir göstergesidir. Nicedir bu ülkede yapması gerekeni yapan insanlar kutsanıyor. Tıpkı dürüstlüğün erdem olarak kabul edilmesi gibi. Oysa ne dürüstlük bir erdemdir, ne de Fenerbahçeli ile Gaziantepsporlu futbolcular iddialı rakiplerine boyun eğmedikleri için onurludur. Her ikisi de olması gerekendir. İnsan olmanın gereğidir. Çağdaşlığın, medeniyetin göstergesidir. Ne zaman ki dürüstlük ve iş ahlakı toplumun temel harcı olur, işte o zaman bu ülke çağdaşlık çizgisini geçmiş demektir. Gerisi çürümedir. İçinde bulunduğumuz süreç de budur. Ne yazık ki...

05 Mayıs 2009, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI