Arama

Popüler aramalar

‘’Taraftar, kendine taraftar!‘’

Cumartesi günü Antalya Atatürk Stadı'nda yaşananlara tanıklık ettikten sonra maç yazıma şu şekilde başlamıştım: "Şu taraftar denen garabet artık beni tiksindiriyor. Maçtan önce dakikalarca yapılan uyarı anonsuna, onca centilmenlik çağrısına rağmen, Antalya taraftarının Eskişehirsporlular'a maç içinde ana-avrat küfür etmesinin akılla, mantıkla, insanlıkla bağdaşır bir yanı yok. Statlar, maç esnasında olağanüstü hal görüntülerini andıracak şekilde polis ve asker kaynamasına rağmen, bu küfürlerin önüne geçilememesinin de anlaşılır bir tarafı yok. Oysa, bütün tribünler kameralara alınıyor. O küfürü ettirenleri ve edenleri dışarı almak çok da zor olmasa gerek. Ama bunu yapacak irade nerede? Bu çirkinlik aslında sadece Antalya'ya özgü değil. Bütün statlarımız hemen hemen aynı. Ülkemizdeki taraftar kültürsüzlüğü, görgüsüzlüğü, akıl sınırlarını aşmış, kahredici boyutlara ulaşmış durumda."

Bu yüz kızartıcı durumun sadece Antalya'ya özgü olmadığını bir gün sonra gördük zaten. BJK İnönü ve Ankara 19 Mayıs statlarındaki taraftar tahribatını hepimiz biliyouz. İnönü'de Aykut Kocaman gibi bir insanlık abidesine dahi küfürler edildi. Ankaraücü taraftarı Ünal Karaman gibi bir beyefendiye yaka silktirmeyi başardı. Şunu artık net bir şekilde anladık: Taraftarın takımla ilgisi yok. Onlar kendi tatminlerinin peşinde. Kimi maddi, kimi manevi. Onlar kendi oyunlarını oynuyorlar. Bu sorunu çözmesi gerekenler ise sadece seyrediyor. Yazıklar olsun.

08 Aralık 2008, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Vasiyet‘’

Dünya Engelliler günü anısına...

Babasını toprağa verdiğinde askerliğinin bitimine üç ay vardı. Amansız hastalığa yenik düşen talihsiz adam, son nefesini vermeden önce birliğinden izinli gelerek baş ucunda bekleyen basketbolcu oğluna, “Seninle gurur duyuyorum, eminim bir gün Türkiye’nin en değerli oyuncusu sen olacaksın” demişti. O da “Elbette babacığım” dedikten sonra şöyle devam etmişti: “Senin emeklerini boşa çıkarmayacağım. Sana söz veriyorum. Ülkenin en iyi basketbolcusu olacağım.”
Bu, askerin babasıyla son görüşmesiydi.
Vatani görevini bitirip yeniden hayata atılan genç sporcu terhisinden aylar sonra babasının mezarını ziyaret ediyordu. Derin bir sessizlik içinde uzun uzun babasının yattığı yere bakan genç adam, gözlerinden süzülen bir kaç damla yaşın ardından elleriyle toprağı çapalamaya başladı. Parmakları toprağın arasında gezinirken, bir yandan da hıçkırıklar eşliğinde babasına sesleniyordu: “Rahat uyu babacığım, vasiyetini yerine getirdim. Türkiye’nin en iyi basketbolcusu oldum.”
Sustu. Bir müddet daha için için ağladı. Ardından burnunu çekerek geri döndü ve koltuk değneklerine yaslanarak mezarlığı ağır ağır terketti.
O, Tekerlekli Sandalye Basketbol Ligi’nin “En Değerli Oyuncusu” seçilmişti.
Terhisine bir kaç gün kala Güneydoğu’da üzerine bastığı kör bir mayın ayağının birini alıp götürmüş ve basketbol hayatını tekerlekli sandalye üzerinde sürdürmesine neden olmuştu.

Size bir özür borçluyuz...

Aslında siz-biz ayrımı yapmak da yanlış. Lakin, yaşam standartlarımız bizleri bu ayrıma itiyor. Belki, biz engelsizler Tanrı’nın daha sevgili kullarıyız. En azından şimdilik!
Sizleri anlayabileceğimizi sanmıyorum. İnsan sahip olduğu bir şeyi kaybetmeden, kaybedenleri anlayamaz ki...
Neler hissettiğinizi, ne acılar çektiğinizi, ne zorluklarla karşı karşıya olduğunuzu kendimizi sizin yerinize koyarak ne kadar anlayabiliriz ki? Sakın sizlere acığıdımı düşünmeyin. Sizleri bir birey yerine koymayarak bir insanlık suçu işlediğimizi anlatmaya çalışıyorum sadece.
Günlük hayatınızı kolaylaştıracak, sizleri yaşamın içine çekecek düzenlemeleri yapmadığımız için görev kusuru işlediğimizi dile getirme çabası içindeyim.
Bu bir günah çıkarma değil. Sekiz küsur milyon insanını yok sayan, evlerine hapseden bir ülkenin engelsiz bireyi olarak utanç duyuyorum. Her yıl 3 Aralık Özürlüler Günü nedeniyle göstermelik törenler düzenleyip sonra da unutan bir zihniyeti de lanetliyorum.
Ve sizden özür diliyorum.
En azından kendi adıma...
(Bu yazı, Dünya Engelliler Günü dolayısıyla 07.12.2005 tarihinde yayınlanmıştır. Aradan geçen üç yıllık zaman zarfında değişen hiç bir şey olmadığı için noktası virgülüne aynen yayınlıyorum. Sadece kullandığım fotoğraf farklı. Tabii nicelik olarak...)

05 Aralık 2008, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kaptan Lincoln!‘’

Galatasaray’ın Avrupa Kupaları’nda çok iyi oynadığı ve bileğinin hakkıyla galip gelerek UEFA’da bir üst tura çıktığı bir maçın kritiğine eleştiriyle başlamak ilk bakışta doğru bir yaklaşım gibi görünmeyebilir. Üstelik bu eleştiri, dün gecenin en iyilerinden biri olan Lincoln ile ilgiliyse... Galatasaray’da bir gelenek vardır: Kaptanlık her zaman takımın en eski oyuncusuna verilir. Böyle olduğu içindir ki, Sarı-Kırmızılı takımın efsane futbolcusu Hagi, bu takımın başında bir kez bile sahaya kaptan olarak çıkamadı. Ancak dün gece kimin, ne gerekçeyle aldığı bilinmeyen bir karar sonucu futbolculuğuyla olmasa bile, davranışlarıyla ve spor ahlakıyla tartışılan Lincoln, Galatasaray kaptanı olarak Berlin Olimpiyat Stadı’na çıktı. Hagi’ye layık görülmeyen kaptanlık, Lincoln’e nasıl layık görülür? Galatasaray kaptanlığı bu kadar ucuz mu?
Bu sezon Galatasaray’ın en önemli özelliklerinden birisi, ligde başka, Avrupa’da başka oynaması. Bunun temel nedeni takımda enternasyonel tecrübesi yüksek oyuncuların fazla olması ve Sarı-Kırmızılı futbolcuların ligi hafifseyip, önlerine asıl hedef olarak UEFA Kupası’nı koyması. Üç gün önceHacettepe maçında tel tel dökülen bir takımın, dün gece futbol dersi vermesinin başka izahı yok.
Galatasaray’ın Hertha önündeki iyi futbolunda, uzun bir aradan sonra ilk kez bir arada oynayan Mehmet Topal-Barış Özbek ikilisinin de rolü büyüktü. Rakip ataklarda adeta ‘dalgakıran’ görevi gören bu ikili, defansı rahatlattıkları gibi, kaptıkları toplarla sık sık takıma kontraatak imkanı da tanıdı.
Bu sonuç, Galatasaray’ı nihai hedefina bir adım daha yaklaştırdı. Ancak Galatasaray, şayet mayıs ayında Şükrü Saracoğlu Stadı’na çıkmak istiyorsa, ya Skibbe’yi tartışmaktan vazgeçmelidir, ya da gereken radikal değişikliği bir an önce yapmalıdır. Zira bu takım, ülkemize ikinci Avrupa Kupası’nı getirecek kaliteye sahiptir. Ve şans ayağına kadar gelmiştir.

04 Aralık 2008, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Tayfun Türkmen'e bir Ali Şen lazım!‘’

Futbolun dili birdir derler, ama fiili durum öyle değildir. Sahadaki futbolun dili belki birdir; ancak sahanın dışına çıkınca durum değişir. Futbol, saha dışında farklı dillerde ifade edilir. Kimi dil naiftir, kimi saldırgan, kimi efendi, kimi zalim, kimi de zehirlidir. Ve o diller de aslında futbola aittir. Yıllar önce Fenerbahçe'nin Trabzon'u deplasmanda yenerek şampiyon olduğu gün Aykut Kocaman futbol tarihimize geçecek şu dili kullanmıştı: "Şampiyon olduğumuz için çok sevinçliyim. Ancak Trabzonlu arkadaşlarımızı düşününce fazla sevinemiyorum. Onlar için üzülüyorum. Futbolu böylesine hayat-memat meselesi haline getirmememiz lazım." Aykut Kocaman'ın insan yüreğinin bir sesiydi bu. Lakin kendisiyle aynı dili konuşmayanların hoşuna gitmemişti bu açıklama. O zamanın Fenerbahçe Başkanı Ali Şen tarafından derhal aforoz edildi ve takımdan uzaklaştırıldı. Aykut Kocaman'ın bıraktığı izler bugün hala silinebilmiş değil. Ali Şen ise Fenerbahçe'de bir kriz olduğunda ancak hatırlanıyor.
Geçtiğimiz hafta Eskişehirspor'un 3-0 geriden gelerek 4-3 kazandığı Denizlispor maçının ardından Tayfun Türkmen'in mikrofonlara yaptığı açıklama Aykut Kocaman'ı bir kez daha hatırlamamıza neden oldu. Türkmen de tıpkı bir dönem beraber çalıştığı Aykut Hoca gibi, "3-0 geriden gelip maçı kazanmak çok sevindirici. Ancak bu sevincimi doyasıyısa yaşayamıyorum. Çünkü Denizlisporlu arkadaşlarımızın durumuna da çok üzüldüm."

İşte bu dildir, futbolumuzu selamete çıkaracak. Yıllar sonra bir futbolcumuzun çıkıp da rakibi için üzüldüğünü açıklaması, Aykut Hoca'nın bıraktığı etkinin ne derece derin olduğunun en önemli göstergesidir. Bereket, bu dili kesmeye yeltenecek bir Ali Şen yok ortalıkta. Gelecek adına umutlanmamız için yeterli bir gerekçe...

01 Aralık 2008, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Polat kulübeye!‘’

Eminim Skibbe için hayatının en zor maçlarından biriydi. Her ne kadar Galatasaray, gruptaki ilk iki maçını kazandıysa da, dün alınacak kötü bir sonuç, Alman çalıştırıcı için kaçınılmaz sonu hızlandıracaktı. Bu, Skibbe’nin yaşadığı trajedinin bir boyutuydu. Diğeri ise, olası bir galibiyette aslan payının Kalli’ye verileceğiydi. Sonuçta Skibbe ne İsa’ya yaranacaktı, ne de Musa’ya...
Aslında Galatasaray’ın sorunu, ne Skibbe, ne Kalli, ne de sahadaki heyecanını, coşkusunu, enerjisini, ruhunu kaybetmiş bazı şöhretler. Sorun, yönetim. Sorun, çağdışı yönetim tarzı. Sorun, bir büyük takımın yönetimine yakışmayacak skandal kararlar alınması... Skibbe bir hataydı. Tazminatını vermemek için Skibbe’nin yardımcılarının gönderilmesi daha vahim bir hataydı. Ligde giderek hedeften uzaklaşıldığının anlaşılmasından sonra geçen yıl takımı yüz üstü bırakıp giden Kalli’nin, Skibbe’nin teknik danışmanı olarak tekrar çağrılması, hatanın ötesinde, deyim yerindeyse tüy dikilmesiydi. İşine karışıldığı gerekçesiyle istifa eden bir futbol adamının, başarısız bulunan bir başka futbol adamının işine karışması için tekrar geri getirilmesi, eşine ender rastlanır bir basiretsizlik örneğidir. Bir teknik adamı başarısız buluyorsan gönderirsin, olur biter. Tazminatı vermemek gibi küçük hesaplara bakmazsın. Bu tür küçük hesaplara bakarsan, büyük takımın başkanı ve yöneticisi olamazsın.
Dün gecenin aslında en suçsuz insanı Skibbe’ydi. Dünyada üst üste bu kadar refüze edilip, hem futbolcularının, hem taraftarın, hem de kamuoyunun önünde böylesine küçük düşülülüp başarılı olabilecek bir başka teknik adam daha olduğunu sanmıyorum. Bu yazının dün geceki maçın sonucuyla hiç bir alakası yoktur. Galatasaray nasıl olsa tur atlar. Ama bu kafayla nereye kadar gidilebilir ki?

28 Kasım 2008, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Halis öğretmen!‘’

En meşakkatli mesleklerden biridir öğretmenlik. Aynı zamanda en kutsalıdır da... Zira insan yetiştirmek, dünyanın en zorlu ve en çok emek gerektiren işidir. Bir ömür süren çileli bir yolculuktur öğretmenlik. Bu yolculuğa çıkmak yürek ister, cesaret ister. Bir nevi adanmış hayatlardır, öğretmenler. İşte bu adanmışlıktır, onları hayat denen bu orta oyunun baş aktörleri yapan. Tıpkı, geçtiğimiz haftanın başaktörü hakem Halis Özkahya gibi. Özkahya, bu pespaye düzenin ipini çeken isimdi geçen hafta. Yöneteceği maç öncesi kendisini arayan Ankaragücü başkanını ihbar ederek, Türkiye'de bu işlerin nasıl döndüğünü gözler önüne serdi. MHK'yı devrim gibi bir karar almaya itti. Muhakkak ki hakemler bundan önce de aranıyordu. Bazıları kirli pazarlıkların içinde de yer alıyordu. Ama biz farkında değildik. Kimin kimi aradığını, kimin elinin kimin cebinde olduğunu bilmiyorduk. Halis Özkahya gibi yürekli bir adam çıktı, tabuları yıktı. Yapılması gerekeni yaptı. Çünkü o aynı zamanda bir öğretmen. Batman'da insan yetiştiriyor. Dün 24 Kasım'dı. Yani Öğretmen Günü. Bu vesileyle başta Halis öğretmen olmak üzere tüm öğretmenlerimize saygı ve sevgilerimizi sunuyoruz.

24 Kasım 2008, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Haftanın kahramanı: Son Gazi‘’

Aslında haftanın değil, haftaların, ayların, yılların; kısaca, cumhuriyet tarihimizin kahramanı demeliyiz, Albay Mustafa Şekip Birgöl için... Bugün, son bağımsız Türk yurdunda ömür tüketiyorsak, bu onun ve Atatürk'ün önderliğindeki diğer silah arkadaşlarının sayesindedir. O günlerden, bugünlere kalan son Kurtuluş Savaşı yadigarıydı Birgöl. Bir kaç gün önce kaybettik. Türkiye, son kahramanına yakışacak bir cenaze töreniyle uğurladı Albay Birgöl'ü. Hafta sonu ise Birgöl'ün ruhu statlarımızdaydı. Tribünler tek yürek oldu; anısı önünde saygıyla eğildiler. Huşu içinde yad edildi. Sezonun en anlamlı anmasıydı, Mustafa Şekip Birgöl için düzenlenen saygı duruşları. Futbol Federasyonu'nu bu kararından dolayı bir kez daha kutluyorum. Daha önce Kocaelispor-Denizlispor maçının yazısında değinmiştim. Burada bir kez daha tekrarlama ihtiyacı hissediyorum: Dahili ve harici bedhahların gün be gün bütün cumhuriyet değerlerimizin içini boşaltmak üzere harekete geçtiği şu günlerde son Gazi Birgöl'ün statlarda anılması, alkışlanacak bir karardı. Atatürk Türkiyesi'nin federasyonu böyle olmalı. Futbolun, futboldan öte bir fenomene dönüşmesini sağladıkları, ulusal bilinci yeniden canlandırdıkları için Futbol Federasyonu'na bir teşekkür borçluyuz. Bu borç, vicdan borcu, gönül borcu. Ödemeliyiz.

18 Kasım 2008, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Beşiktaş'ın hakkıydı‘’

Futbolda bir realite vardır: Büyük takımlar, büyük hocalarla çalışmalıdır. Ancak bu şekilde birlikte daha da büyüyebilir, daha büyük hedeflere koşabilirler. Son yıllarda kulübesinde bir türlü istikrar sağlayamayan Beşiktaş, sonunda büyük hocasını buldu.
Beşiktaş kazanamamasına rağmen, dünkü maç bunu bir kez daha ispatladı. Türkiye’nin yetiştirdiği en büyük teknik direktörlerden biri olan Denizli’nin, Beşiktaş’a kendi karakterini yansıttığını sergilenen futboldan gördük.
Hangi şartlarda olursa olsun kazanmaya koşullanmış, sürekli hücumu ve golü düşünen, topa rakibinden daha fazla sahip olarak maçın büyük bölümünde oyuna hükmeden, koşan, mücadele eden bir Beşiktaş vardı dün Bursa’da. Maç öncesi yaratılan atmosfere ve bozuk zemine rağmen pozitif futboldan örnekler verdi Siyah-Beyazlı takım.
Özellikle maçın ilk yarısında adeta tek kale oynayan Beşiktaş’ın golü bulamamasının nedenleri, kötü zemin nedeniyle final paslarının yerini bulmaması, son vuruşlardaki beceri noksanlığı ve Nobre ile Holosko’nun gününde olmamasıydı.
Denizli’nin ikinci yarıdaki hamleleri de Beşiktaş’ın golü bulabilmesi için yetmedi. Yorulan Delgado ve Tello’nun tempolarının düşmesi de önemli etkendi. Bu iki futbolcunun temposunun düşmesi ve pres yetersizliği maçın son bölümünde Bursaspor’a orta alan hakimiyetini getirdi. Ve ev sahibi, Beşiktaş’ın üstüne gelmeye başladı. Buna karşın Beşiktaş ise uzun toplarla Bobo ve Serdar Özkan’ı defansın arkasına sarkıtarak pozisyon üretmeye çalıştı. Bunda zaman zaman başarılı da oldu.
Serdar Özkan’ın değerlendiremediği net pozisyon bu maçta Beşiktaş’ın kaderini tayin etti. Maç Beşiktaş’ın hakkıydı. Bu skor kimseyi yanıltmamalı. Siyah-Beyazlı takım her geçen hafta daha iyi futbol oynuyor. Ve Kartal, bana göre şampiyonluğun 1 numaralı adayı.

17 Kasım 2008, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI