‘’Nasıl kaybedersin!‘’
Oynamadan. Juventus maçından bile az ister, savaşmazsan. Benitez dahi bile olsa sen bu kadar ‘hariç’ olursan. Maçlara taraftar gelmiyor derken, geldiğinde o tribündeki Ahmet, Yasin, Serkan kadar olamazsan. Fiorentina-Milan olmayı bıraktım, Chievo-Udinese olamazsan. Gündemin Avrupa Ligi’nde bir yer olması gerekirken senin kafan başka yerde olursa. Tribünlerin 0-0’a razıyken Napoli’ye yenilince ‘istifa’ derse. Bosingwa’nın anladığını hocan anlamıyorsa. Skor 3-0, dakika 30, rakibin pas sayısı senin 3 katınken 1 oyuncun bile bozmak için, kızarak sarı kart bile görmüyorsa!
Nasıl kazanırsın!
Sivas, Başakşehir, Erciyes maçlarını kazanırken bile hatanı anlarsan. Kağıt üzerindeki kadrona değil de varsa bir ‘ideal takımına’ güvenir, onunla ynarsan. Bir şekilde öngörüde bulunup ‘ideal bir takım’
yaparsan. Sonuçta olmadı, olamazdı. Benitez’in şifresini bile okuyamayan, elindekilerle ‘Vahid’ dönemini hatırlatan bir teknik ekibin Trabzonspor’u İtalya’ya turistik değil de ‘iş’ seyahatine götürmesi zaten fazla iyimser olurdu. Her şeye rağmen biz Ersun Yanal’ı böyle tanımadık. Hatalar hep yaptı ama ısrar etmedi. Kadrosu ligi çözer ama bu yüksek tempoda hep patlayacak lastik gelecek için büyük güven
kaybı. Napoli ki, bu tempolu oyunu hep oynuyordu, Trabzonspor da bu tempoya hep yenik düştü. Bursa beraberliği, Beşiktaş yenilgisi, Fenerbahçe 2. yarısı... Ersun Yanal biraz kadrosuna bakmalı, plan yapmalı, ‘başkasının’ kadrosu olsa bile en iyisine kafa yormalı. Bu tur bitti, Avrupa gitti ama Trabzonspor ’un ligde bu kadar lüksü yok.
‘’Matematik ve kimya!‘’
Hani bir laf vardır, 1 maçtan fazlası, 3 puandan fazlası diye... Matematikle açıklamaya kalkarsanız pek mümkün olmayacak bir durumdur ama malum, futbolda işin kimyası da en az matematik kadar fark kıymetli bir argümandır.
İdeal kadroyu ya da kadromu; ‘Hakan-Bosingwa, Uğur, Medjani, Musa-Constant, Ekici, Yusuf, Sefa, Erkan-Cardozo’ şeklinde kurarsak, Trabzonspor, dün gece bu ekipten sadece 6 oyuncuyla sahaya çıkabildi. Sakatlıklar ve cezalar, ‘ideal kadro’ peşinde bir türlü aradığı huzuru yakalayamayan Bordo-Mavililer’in teknik ekibini yine alternatiflere mecbur etmişti. Üstelik ligin ne yaptığını bilen, bir oyun felsefesi olan takımı Başakşehir’e karşı bu dezavantajları aşmak ancak sahada bazı oyuncularınızın yaratacağı avantajlarla mümkün olurdu. Oldu da. Öncelikle Mehmet Ekici... Hem kendi işini yaptı hem de cezalı Erkan Zengin’in işini. Sadece gol atmak ve attırmakla kalmadı, alan kontrolünde önemli bir görev yaptı. Ekici’ye Sefa, Constant ve Özer de ayak uydurunca Bordo-Mavililer, 2 gol görmesine rağmen fazlasıyla karşılık verip son dönemlerin en iyi serilerinden birini yakaladı.
Bu takım için hala ‘Ersun Yanal’ın takımı’ demek mümkün değil, ancak küçük dokunuşları, kadrodaki tercihleri ve rakip analizleri, Bordo-Mavililer’deki atmosfere olumlu katkı yapıyor. Tabi bir de şunu unutmamak lazım ki, geçen sezona oranla çok daha fazla alternatifi olan, daha doğrusu kulübesi bulunan bir Trabzonspor takımı, şu kritik haftaların en ciddi avantajı.
Ve hafta içindeki Avrupa mesaisi... Başakşehir maçının kazanılması asla Napoli için belirleyici ya da ölçü elbette değil. Fakat dün gecenin kaybı- kazancı ile gelen-giden özgüven ve moral en az işin matematiği kadar kıymetli.
‘’Paralel Trabzonspor!‘’
Sadri Şener’i bir kenara koyarak başlamak lazım... Sonuçta Şener, kendisini bir taraftan ‘şampiyon’ ilan eden camiası tarafından yalnız bırakılsa da hem sahada hem de adliyede o sıkıntılı süreçte mücadele vermiş, doğru-yanlış birçok inisiyatif almış, elini taşın altına sokmuş bir başkandır.
Ancak yakın geçmişte Trabzonspor için kılı kıpırdamayan, sadece ‘kongre’ havası sezince ayağa kalkan, kulübe tesisteki personel kadar faydası olmayan, 3-5 farklı ve süslü kelimeyle fark yarattığını zannedenler yine fırsatçılık şansını kaçırmadılar, tebrikler.
Mevcut yönetim için ‘Siyaset bulaştırdı’ diyorlar...
Bakalım mı! Görevden ayrıldığı dönemin sonrasında dahil Şener zamanının en başarılı isimlerinden olan Mahmut Aksu, 2010-2011’in en parlak zamanında, Faruk Özak’ı işaret ederek, yönetim değişikliğinin siyasetten kaynaklandığı söylemedi mi? Kimin sesi çıktı, Uslu’ya kim kulak verdi, kim ‘derin’ Trabzonspor’a dokundu, dokundurdu. Dokundurmadı, dokunulamazdı. Çünkü o Özak, Trabzonspor’a tüm bakanlıkları döneminde yakın durmuş, vitrin olmuştu. Siyaset, mevcut iktidar zamanında da, öncesinde de, bundan sonra da sadece Trabzonspor futbolunun değil, ülke oyununun en önemli figürü
olacaktır. Kimse bunu Trabzonspor’a, Trabzon’daki başkanlık makamlarına endekslememeli, kimseyi kandırmak için komik duruma düşmemeli.
Ve çok daha basit bir hatırlatma, bu kadar uzaklara gitmeden... Trabzonspor’da mevcut yönetime karşı duran, kulis yapan, adaylığı halinde kendi ailesinden bile oy alması şüpheli olan seçim kovalayıcılarına bir bakalım mı!
Hangisinin alt-üst kimliklerinde bir siyasi argüman-parti yok. Ben olmasına karşı falan değilim, hakem de, federasyon başkanı da, yorumcu da takım tutacak, siyasi görüşü olacak. Fakat kendi tercihleri varken, karşısındakini ‘siyasi’ diye eleştirmek komik olmaktan öteye gider mi, gitmez mi onu da sizlere bırakıyorum.
Elini taşın altına koymayan, gün gelip kendisine ‘danışılmayınca’ kulühları değişen, daha 3-5 sene öncesine kadar başkanlığına ihtimal vermediklerine şimdi sokulmaya çalışan, olmayınca uzaktan
sallayanlar Trabzonspor’un enerjisini yıllardır emiyor, sonra da ‘eyvah kulüp batıyor, elden gidiyor’ diyerek ortalığı karıştırıyor. Kimsenin isminin, cisminin önemi yok, Trabzonspor kendi gerçekleri, kulisleri, ‘derini’ ile yüzleşmeden bu kulübün gerçek iç barışını sağlaması mümkün değildir. Ekonomik krizler, sportif başarısızlıklar atlatılır ama aile içindeki bu krizlerin iktidarın enerjisini alıp her muhalefete kan yapmaktan başka bir sonu yoktur. Her yönetimi kafasına göre eleştirmek, kulis yapmak, 1 yıl bile dolmadan kongreye çağırmak (Üstelik hem ekonomik şartları hem de genel cazibesi İstanbul’un gerisindeyken), bin yıldır kulübün içinde bulunup sadece tespit yapıp alternatif anlamında hiçbir şey sunmamak olsa olsa günümüz popüler deyimi ile ‘paralel’ yapıdır.
‘’Gölge oyunu‘’
Trabzonspor için dün karmakarışık bir gündü. Sivasspor ile yapılan çeyrek final maçı, kelimenin tam anlamıyla Başkan İbrahim Hacıosmanoğlu’na verilen rekor cezanın gölgesinde oynandı. Bordo-Mavili taraftarların sosyal medyadaki ceza isyanı, yönetimin açıklamaları derken eminim ki, Avni Aker’in yolunu tutanların birçoğu, “Acaba kim oynar?” değil, “Şimdi ne olacak?” diye soruyordu birbirine.
90 dakika, özellikle ilk yarısıyla sıradışı gelişince de, ortam biraz daha futbola döndü ama ‘bilinçaltı’ ikinci yarının sonunda tekrar su yüzüne çıktı. Kırmızıdır, değildir o işin başka tarafı. Ancak birçokları için sosyal hayatın tam da merkezinde yer alan futbolumuzda bu tip bilinçaltı ve zaman zaman da su yüzüne çıkan duyguların hiç de arka plana atılmaması lazım. Görmezden gelme, yok sayma, küçük görme, hep reytingi, albenisi, getirisi yüksek olanın yanında durma gibi hal ve hareketler futbolu değil, sosyal hayatımızı da vuruyor. Bunu görmek kulüp başkanından federasyon başkanına kadar koltuk sahibi olan, gelecekte iyi anılmak isteyen herkesin sorumluluğu. Yoksa maçların skorları, sarı-kırmızı kartları unutulur ama olaylar asla.
‘’Trabzon kalitesi‘’
Trabzonspor aşağı-yukarı benzer bir kadroyla sahaya çıkmıştı hafta içindeki kupa maçında sahaya. Dünün starları Cardozo da vardı, Ekici de, Bosingwa da... Ama olmamıştı. Üstelik Keçiörengücü gibi Erciyes ile mukayese edilemeyecek bir rakip karşısında. Olmamasının temel sebebi, Bordo-Mavililer’in ruh haliydi. Laubali, gayriciddi, gönülsüz, ‘bitse de gitsek’ havasında... Doğal olarak tesadüfe, rakibin ekstra gayretine (!) kalmıştı galibiyet. Ankaralılar da hata yapmadı, rutini oynadı, sonucun beraberlik olması kaçınılmazdı.
O geceden farksız kadro dün gece bambaşka bir ruh halindeydi. Belli ki Ersun Yanal’ın verdiği ‘ayar’ iyi gelmişti. Takımın maç motivasyonu tavan yapmıştı, pozisyon ve sistem kararlılığı ise inanılmazdı. İlk başlarda denediler, olmadı ama olana kadar ısrar ettiler. Kalite de zaten böyle ortaya çıkıyor. Yoksa istediğiniz kadar kağıt üzeri favorisi olun, boş. Üstelik sizin bozulmanız, bıkkınlığınız rakibe ekstra motivasyon bile olabiliyor.
Fırtına’nın Ekici ile bir başka olduğu, Cardozo’nun ne olursa olsun ilk 11’de olması gerektiği, Erkan’ın ekstra zenginlikler getirdiği, Bosingwa’nın Chelsea’deki formuna eriştiği, Hakan Arıkan’ın iyi tercih olduğu dün gecenin bir kez daha herkese gösterdikleriydi.
Sonuçta Trabzonspor, üst üste 2 Avni Aker promosyonunu iyi kullandı, 6 puan alırken, futboluyla da ciddi bir özgüven kazandı. Şimdi Ersun Yanal ve Erkan’dan tutun, Cardozo’dan Özer’e kadar Trabzonspor, Kadıköy’de çok özel bir maça çıkacak. Bu maç sadece tekniktaktik değil son dönemlerdeki gelişmelerin ardından bir psikolojik sınav anlamı da taşıyor. Geçebilenlerin sayısı ne kadar artarsa sonuç Trabzonspor için o kadar pozitif olur.
‘’Almanya, beyanlar ve yalanlar...‘’
ALMANLAR: Her ne milletten olursa olsun yabancı hayranlığına sonuna kadar karşıyım. Her milletten, memleketten Mevlana da çıkabilir, Hitler de... “Vay Alman hayranı” ile başlayıp küfürle devam edecek maillerin önüne geçme amacıyla bu ön açıklama. Gelelim yazının Almanlar’la ilgisine. Ocak ayına damga vuran, son dönemin iki dost kulübünü birbirine kırdıran Tolgay Arslan transferi mevzu. Ve tabi ki Almanlar’ın duruşu. Türkiye’deki ‘açık artırma’ atmosferini bilmelerine, oyuncunun kendi ücretinin 3-4 günde 4-5 katına tırmanmasını izlemelerine rağmen sıfır fırsatçılık yaptı Almanlar. Hatta 500-600 bin Eurolar’dan başlayan pazarlıklarda fiyat bile kırıp 450 bin
Euro’ya düştüler. “Sezon sonu mukavelesi bitecekti” diyenleri de duyar gibiyim. Peki ben de size şunu söyleyeyim; eğer Tolgay bir Türk takımında olsaydı, bırakın yarımsezonu, 1 ay sözleşmesi bile kalsaydı o 500 bin Euro ‘ederine’ sizce kaç para ‘gider’ istenirdi. Serbest piyasa da diyebilirsiniz ama eğer bir genel ahlak oluşturacaksak ya da oluşturamıyorsak bunun adı fırsatçılıktır. Benim ya da benim gibi düşünenlerinki ütopyadan bile öte
biliyorum ama en azından belki 1’e bin isteyenlerin, “ne götürsek kâr” diyenlerin, üzerine alabilenlerin az biraz yüzü kızarır.
BEYANLAR:
Erkan Zengin ile başlayıp, Tolgay Arslan ile polemik-kaos-beyan-yalan sürecinde Trabzonspor kanadı adına gelişmeleri yakından izlemeye, beyanları da sayfalara, sosyal medyaya, sanal dünyaya taşımaya çalıştım. Burada özellikle ve doğal olarak Başkan İbrahim Hacıosmanoğlu’nun beyanları ortamı sarstı. Başkan Hacıosmanoğlu’nu 10 yılı aşkın süredir tanırım. Sadece yöneticilik yaptığı dönemlerde değil, kulübün dışında olduğu zamanlarda da görüşmüş bir insanım. Belki bizim piyasa için biraz fazla ağırdı ilk konuşmaları ama yavaş yavaş herkes onu tanımaya başladı. “Değişir, sustururlar, daha ileri gidemez” diye düşündüler ama ne değişti, ne sustu
ne de ileri gitmekten geri kaldı. Benim de eleştirdiğim, kesinlikle yanlış bulduğum beyanları da oldu ama hiç değişmedi. O nedenle ortada bir beyan kirliliği var ise ben şahsım adına İbrahim Hacıosmanoğlu için, kendisinin beyanını yüzde yüz doğru olarak kabul ederim.
YALANLAR:
Uzun sayılabilecek süredir spor basınındayım. Çok yalan-dolan duydum, gördüm. Her seferinde artık daha fazla şaşırmam diye tahmin ediyordum. Ancak her zaman bir fazlasını yapmayı başaranlar çıkıyor. Ve işin en ilginç yanı tüm bunları yapan insanların çok dar bir alanda yaşıyor olması, en uzun 1 ay içinde bir kez daha karşılaşma ihtimalinin yüzde 100’e yakınlığı... Yani karşılıklı o kadar laf söyleyen, arkasından iş çeviren, birbirlerinin ekonomilerini ve imajlarını zedeleyen kişiler birbirinin yüzüne bakma zorunluluğu olan insanlar. Yüzlerin kızarmaması, kaçacak yer aranmaması ya da o kadar hakaretten sonra birbirlerine bir şiddet uygulamamaları tek şeyle açıklanabilir: Menfaat dünyası!
‘’Enerji meselesi‘’
Trabzonspor’un enerjisi ikinci yarı başlamadan yükselmiş, özellikle Erkan Zengin transferinin yarattığı psikolojik durum şehri tekrar hareketlendirmişti. Bu tablo dün rakamsal olarak da kendini hissettirdi. Takıma tavırlı duran Bordo-Mavililer’in maça ilgisi bu sezon pek olmadığı kadar fazlaydı. Tüm bunlar gösteriyor ki, saha içinde alınan sonuçlar kadar camianın enerjisini yükseltecek işler de Trabzonspor’u yarışa bağlıyor. Ancak Erkan Zengin, sadece saha dışında değil, saha içinde de fark yarattı, iki asistle kendisini transfer etmek için ciddi emekler harcayanları da kendi kredisini de inanılmaz derecede yükseltti. Sadece Erkan ile değil, genel anlamda da önemli oyuncu eksiklerine rağmen Trabzonspor dün çok farklı bir günündeydi. Yardımlaşmalar, koşu mesafeleri, rakibe verilen pozisyonlarda düşen yüzde... Her açıdan ligin ilk yarısına oranla çok daha derli toplu bir Trabzonspor vardı sahada. Evet, ligin ilk yarısında kaybedilen puanlardan dolayı bundan sonrasında Bordo-Mavililer’in gidebileceği nokta sınırlı belki ama asıl hedef olarak konulan gelecek sezon için iyi sinyaller kentin canlı tutulması anlamında çok kıymetli. Sonuç olarak 2015 yılı ve sezonun ikinci yarısı Trabzonspor için hayli iyi başladı, bunun sürekliliğini sağlamak taraftarından hocasına, başkanından futbolcusuna kadar herkesin meselesi.
‘’Önemli operasyon‘’
Trabzonspor'un yılan hikayesine nokta koyması, Erkan Zengin'i bu kadar patırdı-gürültünün ardından alması neresinden bakarsanız bakın önemli bir operasyondur. Hem teknik hem de psikolojik anlamda... Çünkü Trabzonspor taraftarının ve camianın genelinin son dönemlerde ciddi bir özgüven kaybı söz konusuydu. Fakat sezon başından bu yana yapılan transferler ve yeni hamleler bu özgüveni tekrar yükseltti. Ben Bordo-Mavililer'in birkaç takviye yapacağını da düşünmekle birlikte artık topun teknik direktör Ersun Yanal'da olduğunu belirtmek istiyorum. Bu sezonun beklentisi ve olabilirlilik çıtası belli ama gelecek sezon için Trabzonspor'un hedefi artık transfer değil, sportif şampiyonluk olmalıdır.