Arama

Popüler aramalar

‘’Nefes değil suni teneffüs‘’

İşimi sağlama almış, “Nasılsa futbol içimizi ısıtır!” içerikli kışlık futbolsever duasını etmeme rağmen sıkı da giyinmiştim. Yine de üşüdüm! Zaten gecenin tek gerçeği ve net durumu İstanbul’u esir almış soğuktu. Gerisinde, dakikası dakikasına uymayan takım performansları, adına en normal şekliyle ‘acayiplik’ denilecek futbolcu hataları, yağmur mu kar mı belli olmayan yağış şekli, stattaki mini ekranlara bizi mahkum eden pozisyon (!) zenginlikleri ve Çarşı’nın ülkemizdeki siyasi kafa karışıklığına yeni boyut getirebilecek Erbakan dövizi.

Trabzonspor bu maçta hem hedefi hem de ihtiyacı itibariyle biraz daha varyasyon beklenen taraftı. Üstelik Almeida ve Q7 gibi iki önemli oyuncunun yokluğu da bunu yapabilme adına bir şanstı. Ancak Bordo-Mavilililer’i etkisi altına almış olan ‘değişim’ rüzgarı dün de isteneni alacak şekilde topu etkilemedi. Hep söyledik, söylendi; Trabzonspor birlikte oynayınca adeta Anadolu Ateşi. Ama o iletişim kesilince, herkes ayrı telden çalınca bir sirk gibi. Kimseyi kimseye uydurmak mümkün değil. Sihirbaz da var çünkü, amele de! Bazen ortalama bir oyuncusu sürpriz yapıp puan kurtarıyor ama gün geliyor puan kurtarması gerekenler en büyük darbeyi vuruyor. Elbette eksikler de bunda önemli rol oynuyor ama en azından dün geceki piyangodan sonra derlenmek, toparlanmak gerekiyor. Çünkü Trabzonspor’un en büyük kozu ‘ortalama yıldızları’ değil, takım oyunu.

Ancak neresinden bakarsanız bakın bundan sonrası adına nefesten fazlası, suni teneffüstü kızdırılan ve kızgınlığını fazlasıyla çıkartan Burak önderliğindeki Trabzonspor’un. Bu galibiyet de en az yenilgiler kadar irdelenmesi gereken bir sonuçtur diyor, demeçleriyle, futboluyla önümüzdeki haftalara bakıyoruz.

07 Mart 2011, Pazartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Kahraman değil ‘liderler' lazım!‘’

Tribünlerinin, daha da önemlisi içinin boşaldığı, heyecanının kaybolup, iyiye de kötüye de tepki vermeyecek kadar kendi karakteristiğinin dışına çıktığı yakın geçmiş günlerini düşününce, son dönemlerdeki Trabzonspor’un ligimizi bir kenara koyalım, futbol yaşam keyfi için ne kadar önemli bir renk olduğu açıktır.

Her ne kadar son dönemlerde Trabzon şehri, hangi yelpazeye bakarsanız bakın futbolcudan çok ‘siyasetçi altyapısına’ döndüyse ve en yumuşak söylemle, ‘iş yapabilme kabiliyeti artması için’ Trabzonspor Kulübü de buna göz yumduysa bile, derin felsefeler yerine basit şekilde ‘hırs’ ve ‘heyecanla’ açıklanabilecek renk sevdasını mutlaka ayrı tutmak lazım. Çünkü çok seveni var Bordo ile Mavi’nin, Trabzonlu olmasa da, bazıları gibi ‘ilçe’ üzerinden politika muhabbetlerinde geri kalsa da. Ve onların görmek, konuşmak, paylaşmak istediği tek şey futbol. Zaten Trabzonspor da ne zaman onun dışına çıkılsa sıkıntılar yaşıyor. Bakınız ikinci yarı öncesi ve hemen başı!

Yani açarsak...

Gün; derde derman değil, kadroya ağırlık sınıfını geçemeyen ara transferlerin hangi iş bilirlerin manevrasıyla alındığının sorgulanma günü değil.

Gün; yönetime takımdan çok takviye yapılmasının, katılanların şimdiye kadarki farkının tartışılarak mevcutların ileride “İşimizi yapma fırsatı verilmedi” mazeretine zemin hazırlama günü değil.

Gün; kadrodaki oyuncuları gidecek-kalacak diye ayırma, biraz sendeleyeni ‘yuhalama’, kötü düdük çalanlara takımın geleceğini çalacak eylemlerle karşılık verme günü değil.
Gün; imam-cemaat ilişkisini unutup, taraftara ‘yapmayın’ derken, ‘diğerleri’ başlatsa dahi ‘polemiklere’ girme günü değil.

Gün; medyayı ‘İstanbul-yerel’ diye ayırıp, iyiyle-kötüyü ayırt etmek yerine her yükü böylesi dipsiz kuyulara atma günü değil.

Ve unutmadan, bunlar bir gazeteci olarak benim görevim hiç değil!

Sonuç olarak görünen o ki; Trabzonspor’a final haftalarında, mutlu bitse de bitmese de ‘tarihi’ olacak bu yolculukta krizleri yönetecek lider, hatta liderler lazım. Şimdi diyeceksiniz ki istiyorsun Türkiye’de en zor yetişen şeyden, hem de bol kepçeden. Çıkabilir, çıkması gerekir. Her mevkisinde, yönetiminde, teknik ekibinde, futbolcu topluluğunda bu vasfı olan insanlar vardır, sadece ‘kahramanlık’ değil, ‘liderlik’ yapmalıdır.

Farkı ‘liderler’ şu satırları okuduktan sonra anlayacaktır...

Kahraman: Savaşta ya da tehlikeli bir durumda yararlılık gösteren kimse.

Lider: Topluma yarar sağlayan değişimi yönetmek için sorumluluğu; sezgi, zeka ve bilgiye dayalı karar ve uygulamalarla taşıyan, elindeki gücü kullanabilme kapasitesine bağlı olarak, çevresini etkileyen, gerektiğinde aldığı zor kararların ve sonuçlarının ardında durmasını bilen kişi.

05 Mart 2011, Cumartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Bugünden sonra...‘’

Taraftar anketinde (bordomavi.net) sorulan soru; “O sene bu sene mi?” şeklinde ve hem kafa hem de kalplerdeki beklentiyi ortaya koyuyor ama asıl dikkat çekici olan şıklar: ‘Evet’ ve ‘Kesinlikle’...

Yani; karamsarlığı değil, umudu ve inancı yükseklere, tüm kalbiyle inananlara yönelik bir çalışma.
Yani; ‘Rakipler de takılırsa neden olmasın’ diyeceklere de, ‘Medya izin verirse...’ hurafesinin ardına sığınacaklara da, Bursaspor gerçeğine rağmen hâlâ, ‘Trabzon’un şampiyonluğu istenmiyor’ saçmalığını savunanlara da yer yok bu ankette. Tıpkı bu tiplere Avni Aker’de de yer olmadığı gibi.

Çünkü sorulan sorunun içeriğinde işaret edildiği gibi ‘o sene bu sene’ olacaksa önce ‘o günlerin bu günler’ olduğunu bilmesi gerekenlerin yeri olmalı o stat. Bugünün yıldızının taraftar olabileceğini düşünenlerdenim. En az takımdaki üst düzey oyuncular ve hatta eksiklerin bile yerini doldurabilecek kadar.

Tabii ki bu futbolcuların hiç sorumluluğu olmadığı anlamına da gelmiyor. Fenerbahçe maçında 1-2 istisna dışında sahada gezen ‘formalı şahısların’ kendileri olmadığını kanıtlayıp, asıl kimliklerini göstermeliler. Evet, ne kupadan eleniş ne de Fenerbahçe yenilgisi dünyanın sonu değildi. Dünyanın sonu değil ama, ligin sonu yaklaştı. Mutlu son için bu kısa dönemin ‘hep birlikte’ aşılması işin olmazsa olmazıdır. ‘Yarından sonra’ diye bir film vardı hani, o dünyanın kaderini yakından etkiliyordu. Trabzon’un filmi ise ‘bugünden sonra’ adıyla kendi şehrinde vizyona giriyor.

06 Şubat 2011, Pazar 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Trabzon kaybeder‘’

Trabzon, iyi ki gitmiş, görmüş olduğum, insanıyla tanışmaktan büyük mutluluk duyduğum kentlerin başında gelir. Küçük bir şehirdir ama çok şey sığdırmıştır içine... İnsanının heyecanı, enerjisi de zaten o dar alana yetmemiş, abartmıyorum, tüm dünyaya yayılmıştır. Gittiğim ve gidenden bildiğim kadarıyla bir Trabzonlu’nun, genel tabirle Karadenizli’nin olmadığı bir coğrafya yoktur. Trabzon önce Karadeniz’in, sonra Türkiye’nin önemli bir markasıdır ‘dar alanına’ rağmen. Ve o şehrin en önemli markasıdır Trabzonspor. Üstelik gelişerek, büyüyerek. Eskiden şehir takımı, şimdi takım şehri taşımaktadır. Kulüpten büyük bir ekonomik işletmesi yoktur. Ve en büyük eğlencesi, hatta eğlence Trabzon-Trabzonspor ilişkisinde hafif kalır, hayat tarzı futboldur. Gidenler bilir, Trabzonspor’un başarısına odaklı bir şehir hayatı vardır, ‘genel seçim’ zamanı bile gündemin ikinci sırasıdır. Zira seçilmek için ‘kulübe’ uğramak olmazsa olmaz şartlardandır. Merak eden varsa biraz baksın-baktırsın şu son popüler döneminde kimler gelmiş-geçmiş kulüpten, kimler antrenmanları izlemiş, kimler kulübü ikinci adresi bellemiş. Trabzonspor’suz Trabzon sıradanlaşır demek bile çok iddialı bir söylem gelmemektedir. Tüm bunları biraz uyuyanların damarına basmak, bilmeyenlere de neden şaşırdığımı anlatmak izin yazdım. Avni Aker’in bir boş koltuğunun bile kalmasının mantıklı açıklaması mümkün değildir. Başkan Sadri Şener de isyan etmiş, ‘uyanın’ demiş. Görülmeye layık ve görülmek istenen yerde bir takım var ama görenler giderek azalıyor. Aslında kentin kucaklamadığı, anlamsızca yalnız bıraktığı Trabzonspor puan değil, kent kendisinin en büyük değerini kaybediyor.

Burak’ın yerinde olmak

Hiç istemezdim... Onu en çok eleştirenlerden biri olup üzerine samimi şekilde sohbet edebildiğimiz bir futbolcu kardeşimizdir Burak Yılmaz. Ve o Burak’ın Ankaragücü maçından sonra yarılan yerin dibine girmek istediğini düşündüm. Ben olsam öyle hissederdim. Hayat bulduğu zemine gömülmek. Üstüne basılan yeni yeşermek üzere olan bir çiçek gibi... Islıklandı, yuhalandı. İyi-kötü oynadı gerçekliğinden uzak, haksızca hadsizce. Avni Aker dolmalı, dışarda insan kalmalı diyoruz ama mümkünse bu kadar sağduyudan uzak olanlar dışarda kalmalı.

‘Resmi’ sakillik...

Trabzonspor girmezdi bu işleri, girdi. Hem de Şenol Güneş’in, “Hakem konuşmadan devam” dediği günün ertesinde. ‘Herkes penaltı’ demiş, e herkes yarın başka bir an için ‘değil’ derse ne olacak? Resmi sitede olmasa ‘bir çıkıştır’ denilir, geçilir ama iş resmileşince hiç sempatik durmuyor. Trabzonspor’da icraatlarını başkalarının doğruları üzerinden şekillendirenler var ama bu onların haddini aşar. Çünkü üzülerek bunun ‘geçici bir çıkış’ değil, eksen kayması olduğunu da dün fark ettim. Güneş’in camiaya mesajından, “Tuzağa düşmeyin”, sonucu çıkmış! Bir de açıkca söylense bari kimmiş tuzak kuran. Zaten bu tutumdaki tüm ‘resmi’ açıklamalar can sıkarken Trabzonspor’un da bu çarka girmesi hiç sevindirici gelmedi.

Aman hocam, sen yapma

Şenol Güneş samimiyetinden şüphe duyulmayacak, ufku geniş, gelişime açık, tanıdıktan sonra kolay kolay kötü düşünemeyeceğiniz bir kişiliktir. Saygı duyar, hep ‘bir bildiği vardır’ derim. Fakat dünkü toplantısını keşke kapalı kapılar ardında, bu kadar içselleştirdiği ‘zarar gelmeyecekler’ huzurunda yapıp hiç ‘bizi’ karıştırmasaydı. Şenol Güneş bile İstanbul’a ‘tuzağın merkezi’, medyasına ‘taraf’ diyorsa vay halimize dedim. Selçuk işini kullanırlar, alet olmayın, demiş. Hocam, eğer 3 büyüklerse ‘kollanan’, günlerdir Alex-Fener diyaloğu gündemde, Beşiktaş ve Galatasaray’a yapılan eleştiriler ansiklopedi olmaz mı? Trabzonspor, devlerin en sempatiği, en az rahatsız edileniyken, hakkı her zaman (en azından tarafımızca) hep verilirken nereden çıktı hocam bu İstanbul’a öykünme?

25 Ocak 2011, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Dün ve yarın‘’



İlk diyaloğumuz 3 yıl önce bu zamanlar telefonda olmuştu. Seçim için adaylarla sıcak teması koruyor son mesajları alıyorduk. O konuşmayı izleyen 3 yıl içinde bazı ‘krizli’ anlar yaşasak da, hep seviyeli, yardımlaşmalı bir medya-kulüp başkanı diyaloğu içinde olduk. Sadri beye kendi payımıza teşekkürler.

Her ne kadar kraldan çok kralcılar, yenilikler ortaya koymak yerine, “Filanca kulüpte oyuncuya, şuna-buna böyle kolay ulaşabiliyor musun?” diyerek çalıştığı ‘büyük’ kuruma yakışmayacak kadar ‘küçük, sığ ve başkası’ odaklı sınırlar çizmeye kalksa da, Başkan Şener, spor kamuoyunca şahit ve hemfikir olunan ‘pozitif’ tavırlarıyla -tabi ki Şenol Güneş ile beraber- ‘gergin’ büyüklerimize bir tavır alternatifi olmuştur. Spor kamuoyu adına teşekkürler. Trabzonspor’un futbol alemine hem saha içinde hem de dışında neler kattığı gün gibi ortadadır. Yeşil zeminde başlayan kolbastının tüm ülkeye, plaka kodlu gösterilerin tribünlere nasıl yayıldığı malum. Trabzon’un olası şampiyonluğundaki kutlamaları da tüm spor severlerin beklediğini eklemek isterim.

Ve gelelim bundan sonrasında ‘bizi’, yani gazeteci kimliğimizi ilgilendiren boyutlara. Başkan sağolsun önceki gün ciddi vakit ayırdı, dinledi, samimiyetle anlattı, itiraflar yaptı. Aslında topu da bize attı. Söz uçar, yazı kalır; röportaj zaten çoktan kalıcı boyutta yerine oturdu ama şimdiden hatırlatacaklarımız da birikti.

Barcelona ile ‘altyapı temaslarının’ ne aşamada olduğunu sık sık soracağız. Zira Trabzon’un altyapısı, Türkiye’nin altyapısına temeldir.
Yeni yönetimini, daha doğrusu yeni dönem yönetici profilini çizerken, “Para veren değil, proje üreten” vurgusu yapmıştı, idarecilerinin katkısını sorgulayacağız.

Görev sürelerinin sonunda bitmesi beklenen stat, gündemde olan Trabzonspor Koleji gibi kent projelerinin takipçisi olacağız.

Futbolun bugünü pek olmuyor, saat gece yarısını geçtiğinde ‘yarına’ terfi ediyor, ‘dün’ oluyor. Kısacası dünü sormaya, gelecek için meraklanmaya devam...

Son bir not: Yeni yönetim kadrosunda olmayacak, bazıları ‘kırgın’, bazıları ise ‘fahri’ olarak çalışmaya devam edecek isimlerin de olası her kutlamada gerektiği şekilde ‘ağırlanması, onurlandırılması’ gerektiğini hatırlatmak da bizim boynumuzun borcudur, unutmamak yakışır.

11 Aralık 2010, Cumartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Aman dikkat‘’

Her ne kadar bizim ülkemizde ‘kimin’ yaptığına, ‘nasıl bir döviz’ taşıdığına, attığı ‘slogana’ göre farklı tepkiler verilse de protesto yürüyüşü aslında modern medeniyetlerin, toplumların, en doğal aykırılık haklarından biridir. Zaten adı üzerinde ‘protesto’ edilecek bir şey için yürünür genellikle, ‘protest’ kişiler olur o toplulukların içinde. Tıpkı bugün Bursa’da Trabzonlu ve Trabzonsporlular’ın yapacağı yürüyüşte olacağı gibi.

O malum görüntüleri izlediğimde gerçekten de neden, nasıl ve ne tür bir ruh hali ile yapıldığını anlamadığım şeyler işittim. Kesinlikle maksadını aşmış, belki bir daha sorsanız yapanın bile ‘yapmam’ diyeceği cümleler var, doğru. Protesto edilmeli mi, edilmeli... Ancak protestonun şekline çok dikkat edilmeli. Zaten protesto kariyerinde fevrilikten fazlaca problem yaşamış Karadenizliler, bu kez haklıyken haksız duruma düşmemeliler.

Örnekler verip can sıkmaya lüzum, bu gerilimi tırmandırmaya gerek yok. Kaldı ki, ‘normal’ Bursalılar’ın da bu haklı anında Trabzonlular’la birlikte yürüyeceğinden eminim...

17 Kasım 2010, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Trabzon'un tekrarı‘’

Trabzonspor’un Bursa performansı aslına bakılırsa bir dizi tekrarı niteliğindeydi... Çünkü yönetmeni aslında ‘oskarlık’ işler yapsa da ‘lobisi’ pek iyi olmadığı için ‘altın kozadan’ ileri gidemeyen Şenol Güneş olan Bordo-Mavililer, reklam sınıfındaki zorunlu oyuncu değişiklikleri dışında bir makine düzenini tutturmayı uzun süredir başarıyorlar. Bazen düşenler oluyor, kimi anlarda bireysel çıkışlar yaşanıyor ama asıl olan ‘takım oyunu’, sürekli direniş, hataya zorlayan baskı hep korunuyor. Bu takım yenilmez demek tabi ki abartılı bir iddia ama görülen o ki, 5-6 oyuncusu yerlerde sürünmediği, rakibi en az Trabzonspor kadar mücadele etmediği sürece Karadenizliler bu seriye devam eder.

Hakkını teslim etmek gerekir ki, Ersun Yanal’ın temelini atıp, yönetimin en ciddi yanlışı ve zaman kaybı olarak kabul edilebilecek Broos’un bozduğu takımı tamir eden ve ‘ruh’ veren Şenol Güneş’in bundan sonraki işi sanılanın aksine biraz daha zor olabilir. Zira, büyük maç fobisinden kurtulan Trabzonspor’un ‘sıradan maç’ sıkıntısını aşıp aşmadığı ilk yarının kalan periyodunda görülecek. Rakipler kadar bir başka tehlike de kentteki kongre kulislerinin artması olacaktır. Eğer, değil ağzıyla zihin gücüyle bile kuş tutsa Ay-Yıldızlı formayı en azından bu dönemde giyemeyeceği kanıtlanan Serkan’dan, bazen ‘psikopatlığı’ abartsa da Engin’in çıkışından, Jaja’nın resitalleri, Selçuk’un muhteşem işlerinden çok, yeni ‘yıldız’ yöneticiler konuşulursa vay o Trabzonspor’un haline demek hiç yanlış olmaz...

Bitirmeden Bursa’dan da bahsedelim. Şampiyonlar Ligi’ndeki ‘stajyer’ durumundan mı bilinmez ama Bursaspor’un kimyası bozulmuş, çok da belli ediyorlar. Zaman zaman saha kenarında, kimi anlarda sahada öyle kareler oluştu ki, yakın geçmişte zirveden düşüşe geçen Sivasspor’un ‘psikolojik hali’ akıllara geldi. Bu durum seyirciyi de gerer, baskıyı da körükler.

14 Kasım 2010, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Trabzon için büyük şans‘’

Evet, yıldızları formsuz, takım ise genel olarak moralsiz... Evet, teknik heyetin büyük bölümü formsuzluğa bağlı ‘zorunlu rotasyonu’ tutmadı, çareler ve alternatifler erken sıkıntı yarattı. Evet, Trabzonspor her anlamda rüzgarı arkasına almışken yönetim içi sorunlar yaşandı, bazıları bundan beslendi, kötü gidiş anlamsızca bunlara bağlanırken, takım da hiç beklenmedik şekilde kötü gidip hiç beklenmeyecek kayıplar yaşadı. Bu bardağın boş tarafı... Ancak bardağı yeniden doldurmak, sezon başındaki havayı yakalamak için de bulunmaz bir fırsat kapıyı çalmış durumda; zira Trabzonspor, bu kez Beşiktaş ile oynuyor...

Kavga vakti değil
Derbilerde zaten kendiliğinden başka havaya bürünen Bordo-Mavililer için bu 90 dakika neresinden bakarsanız yeni bir başlangıç. Çünkü Türkiye’nin en popüler ve formda takımı Beşiktaş karşısında yapılacak her olumlu iş ve neticesinde gelecek olumlu bir sonuç mevcut karamsar tabloyu tamamen tersine çevirebilir. Bu aşamada da birkaç şeyin devreye gireceği şüphesiz. En önemli görev, birleşmelerden çok dağılmalardan, başarılardan çok kaoslardan beslenen grupların ‘Trabzonspor camiası ve ailesi’ tanımının ve varlığının önüne geçmesini engellemek üzere sağduyulu kesimlere düşüyor. Bu takım hiç şüphesiz ki kentin en önemli varlığı, markası, her ailesinin bir parçası. Ne küçük olsun benim olsunlarla, ne ‘onun-bunun’ varlığına dayalı destek ya da kösteklerle bir yere varılmadığı gerçeği apaçık ortadayken hala bu izi sürenlerin en fazla o izlerin sahipleri kadar yol alabileceği de başka bir gerçektir.

Stat boş kalmamalı
O sağduyulu, o sporsever, centilmen ve duyguyu da bilen kitle artık öne çıkmalı, her çatlağın büyük kanyonlara, birkaç yenilginin büyük kaoslara dönmesini engellemeli. Eğer maç günü Avni Aker boş kalırsa en büyük hatayı o taraftar yapacaktır. Çünkü protokollerdeki, kulübedeki ya da sahadaki isimler değişse de, değiştirilse de en kalıcı kişilerin kendileri olduğuna ellerindeki bilet veya kombinelere bakarak anlamaları mümkündür. O nedenle destekleyecekleri ne protokoldekiler, ne sahadakiler ne de kulübedekilerdir. Destekleyecekleri aslında ailelerinin parçası olan Trabzonspor’dur.

Kimse vazgeçilmez değil
Elbette tribünler ve Trabzon ailesi kadar Trabzonspor’un mevcutlarının da sorumlulukları vardır. Tüm futbolcular Trabzonspor’da sevilmekte, benimsenmekte, gençlerce örnek alınmakta ve şartlar açısından da İstanbul ekipleri bile dahil birçok meslektaşlarının önünde yer almaktadırlar. Rakam vererek kimseyi baskı altına almak istemiyorum. Ancak tüm potansiyellerine, yaptıkları pozitif işlere rağmen bu istikrarsızlıkta biraz da kendilerinde suç aramalılar. Artık Türkiye’de de Trabzon’da da herkes her şeyin farkında ve kimsenin sonsuz kredisi de yok. Trabzonspor da mevcut imkanlarıyla gidenlerin yerini doldurabilir.

3 puan istemiyorlar!
İşin özü; erken havaya sokulup erken arıza yapan Trabzonspor’un Beşiktaş maçını mutlaka kazanması gerektiği değildir. İşin özü; o taraftarı ya da televizyonu başındaki insanları maç sonunda gururlandırmak, onurlandırmaktır. Çünkü onlar ruh sahibi, savaşan, kazanmasa bile kazanmış kadar sevindiren bir takım istiyorlar. Ve sadece kazanmaya şartlanmamış ve istekleri bu kadar mütevazi bir kitle de zor bulunur.

28 Eylül 2010, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI