Arama

Popüler aramalar

‘’2 yanlış 1 tur etmez!‘’

Son şampiyon Bursaspor önünde Süper Kupa ile sezonu açıp, ilk hafta tüm rakiplerinin rakiplerinden daha diri bir Ankaragücü ile karşılaşan, sonra da Liverpool’a sıkıntılı anlar yaşatan Trabzon’un süreçte aldığı Fenerbahçe galibiyeti, özgüven ve devamlılık açısından çok önemli... Üstelik yarıştığı ‘asıl rakipleri’ hala sistem ve 11 arayışlarını sürdürürken Bordo-Mavililer’in ‘idealini’ büyük ölçüde yakalaması da Şenol Güneş’in ciddi bir avantajı.

Yakın geçmişte sıkıntılı anlar ufukta gözüktüğünde, “Ben gitmem hocayı gönderirler” bilinçaltı düşüncesiyle oynayan Trabzonsporlu futbolcuların Güneş’in ağırlığı ve yönetimin ona tam desteği ile bambaşka bir ruh haline büründüğü kesin. Bu değişim Yattara’yı da oynatır, diğer cansız isimleri de canlandırır. Tüm bunlar Bordo-Mavili ekip için yıllardır arayıp da bulamadığı bir havanın ilk ama en belirgin işaretleridir. Çünkü Trabzonspor artık takım olma yolundaki kalın eşiği geçmiş, taraftarına stattan yenilse bile mutlu ve başı dik ayrılacağı güvenini verme noktasına gelmiştir. Zirveden erken kopan, heyecanı başka yerlerde arayan Trabzonspor’un bu kararlılığı lige de camiayı da bundan sonraki süreçte hayli renklendirecektir.

Sonuç olarak; evet, izleyenler için anlık güzellikleri bol bir maçtı... Beş gol, kaçan bir penaltı, sayısız pozisyon... Orta sahaların mola verdiği anlarda tek topla geçilen orta sahalar, zaman zaman halı sahada bile kızılabilecek hatalar. Keyifliydi o kesin. Maçı statta izleyenler de, televizyon başındakiler de son düdük çaldığında kendini yorgun hissetmiş bile olabilir... Ancak bu anlık mutluluğun perşembeyi de saracağını düşünmek fazla iyi niyetlilik olur. Fenerbahçe için PAOK, Trabzonspor için de Liverpool rövanşları, her iki kulüp için de sezonun üçte biri demek... Eğer Avrupalı ekiplerimiz dün geceyi bir futbol keyfi olarak kabul etmez de kazananı da kaybedeni de farklı yorumlarsa işleri hayli zor olabilir. Çünkü doğrular kadar yanlışların da olduğu bir geceydi, bunu da açık yüreklilikle kabul etmek gerekir.

24 Ağustos 2010, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kader değil, değişebilir!‘’

Çok uzaklara gitmeye gerek yok. Yakın geçmişe bakmak, Trabzonspor’daki istikrarsız, genelde belli bir stratejisi, pazarı olmayan transfer politikasını görmeye yeter. Teofilo krizdir, skandaldır neresinden
bakarsanız bakın. Ama sadece Sadri Şener ve yönetimi değildi bu hataya düşen. Ekonomisi, yarıştığı İstanbullular’ın gerisinde olan ve bu her yönetimce doğrulanan Trabzonspor, kimi zaman hovardalıkların
kimi zaman da gereksiz cimriliklerin ve kötüseçimlerin bedelini ödüyor.

Yönetim yiyen topçu!
Herkes hatırlayacaktır; Çek Ligi’nin gol kralı olarakgelen Tomas Jun’u. İlk röportajı yapmış, kahvesini
ısmarlamış, ATM’den parasını çektiğimiz genç oyuncunun ne kadar içine kapanık bir kişilikolduğunu anlamak için ‘kahin’ olmaya gerek yoktu. Gelmişti ama kimse Trabzon’u anlatmamıştı, sadece birçok transferde olduğu gibi şampiyonluklardan bahsedilmişti hep. Fakat o Jun, Prag’dan geliyordu, sosyal hayata çok düşkündü. Tutmadı, tutunamadı. Zaten tek golünü de kiralandığı Beşiktaş’ta attı. Ve şimdi sezonu kurtaran Türkiye Kupası’nı döneminde 2 kez kazanan Atay Aktuğ, adeta Jun ile beraber gitti. Aslında ?imdinin derdi ‘borsaya açılım’ vetakıma ‘para saçılımı’ Jun hüsranı kadar önemliydi.

Yıldız da tutmadı
Trabzon’un ‘kan uyuşmazlığı olası’ isimlere sevdası hiç bitmedi. Musampa geldi, hatırlarsınız diyemeyiz
çünkü oynamadan gitti! Gelirken verilen ‘başlık’ gibi ayakbastı’ paraları, garanti ödemeli anlaşmalar bugünkü yükün adımlarıydı. Nuri Albayrak yıldız için gökleri değil Bundesliga’yı işaret etti, Marcelinho geldi. Onu almak işti ama oynatmak daha büyük bir işti. Kısa sürede kulübün karmaşasından, şehirdeki baskıdan sıkılan yıldız, devre arasında gitti. Parası yanmadı ama üzülenlerin rengi Bordo-Mavi’ydi. Çok iyi başlamıştı
Kulüp, Ersun Yanal ve Şener’le iyi anlamda kimlik değiştirdi. Ceyhun, Selçuk, Colman, Alanzinho ve Giray gibi az riskli ve iyi sonuç veren tespitler yapıldı.Ancak bu ‘elit’, ‘hedefi olan’, Trabzon’u ‘nimet’ kabul
eden oyuncu topluluğuna yine uyumsuz katılımlar oldu. Gökhan Ünal’ın gönlünün, aklının Galatasaray’da ve İstanbul’da olduğu bilinirken, 6 milyon 250 bin Euro’ya ‘dostlar’ vasıtasıyla Trabzon’a getirildi. Bir de Tjikuzu hatası yapıldı ki, kime sorsanız ‘aman’ denilecek oyuncuya bile şimdiki‘eli sıkılığın’ sebebi paralar ödendi.

Ölçü birimi nedir?
Teofilo’nun vize krizi, sonra bunun vize değil oyuncukrizi olduğunun anlaşılması Trabzon’daki o olumlu
transfer havasına darbe oldu. Evet, yönetim hocalar izliyor, 2009’da en çok gol atan 4. oyuncuyu alıyor
ama aslında risk de alıyor. Kolombiya’da 26 yaşına gelmiş bu kadar iyi bir oyuncuyu ‘keşif’ nasıl olup da
sadece Trabzon’a nasip olmuştu? Devre arası transfer büyük risk iken, sadece Alanzinho’nun patlamasına
güvenip, ‘tartışılmazlara’ verilmeyen 3.5 milyondoları Teofilo’ya ödemek ayrı bir risk değil miydi?

Değişim için bir adım...
Tam rüzgar sırttan alınmışken bu havanın kötüyegitmesinde gönüllü-profesyonel herkesin payı vardır. O gönüllüler, yani yöneticiler, birkaçı hariç Başkan Sadri Şener’e en büyük zararı ellerini taşın altına
koymayarak vermektedir. Çünkü şimdi Trabzon yöneticiliği ile övünenlerden çok başkan hatırlanacak,
ondan hesap sorulacaktır. Tüm bunlar paralelinde yönetimin yöneldiği Makukula tercihi belki yeni
değişim için yeni bir adımdır. Çünkü Gökhan’ın tersine Trabzon’u istemekte, Jun’un aksine bizim ligimizde kral
olmuştur! Hayırlı olsun...

15 Temmuz 2010, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kaptan...‘’

Otobüs, gemi ve uçak kaptanı kadar önemlidir bence takım kaptanlığı...
Gözünün içine bakar çünkü ilk üçünde yolcular, diğerinde arkadaşlar, taraftarlar. Başkaları söylediğinde sıradanlaşanlar, ‘kaptanınız konuşuyorsa’ daha candan dinlenir, ilgilenilir.
Sadece sahada değildir pazu bandı bence, dışarıda da çok önemli bir kimliktir.
Trabzonspor bu kimliğini yine Yattara’ya teslim etti, saygılar...
Yazınca değişmeyecektir ama susmaya da gönül razı değil hani. İnsanın aklına geliyor yaptıkları-yapmadıkları! Girmeyeceğim hiç daha önceki verilere, kaç dakika oynamış, ne getirmiş, ne götürmüş, kaç maçta atılmış, o maçlarda neler kaçmış, saha dışındaki geyiklere.
Daha yüksek verim almaksa, kaptanlıkla ‘gazlamaksa’ amaç illa var mı buna ihtiyaç?
Acaba kendisi daha ne kadar el-bebek gül bebek olacak?
Kendi çocuğuna sırt çeviren, pasını-şutunu ‘yuhla’ ödüllendiren taraftar ne zaman ayılacak, kısa şovlara kanmayacak?
Trabzon mu Yattara’ya, Yattara mı Trabzon’a borç ödemeli?
Nedir artık kaptanlık kriterleri acaba?
Mesela kim verir ona bu yaşta, bu formsuzlukta yılda
3.5 milyon liradan fazla?
Zaten vereceğini anladığında ilk o değil miydi gitmek isteyen Araplar’a... Hani o ağlamaklı tavırla ‘Çok insana bakıyorum, sorumluluklarım var’ naralarıyla.
Hayırlı olsun, Yattara’yı kaptanı olarak içine sindirebilenlere.

30 Haziran 2010, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Demek ki oluyormuş‘’

Sıkıntıları hatırlatmanın da, o sıkıntılara yapılan yorumları gündeme taşımanın da pek anlamı yok... Ama bir noktaya işaret etmekte fayda var; Trabzonspor resmen maç seçiyor. Bakınız ligdeki son seriye, dönünüz Urfa’daki finale... 1 değil 5 gömlek farklıydı her biri... Bu kez en sıradanı Onur’du, diğer kahramanlık sınavlarının aksine.

Burak dünkü maçın kasedini saklamalı, zira bir daha bu kadar iyi oynayamayabilir.
Alanzinho genelde böyle ama Colman niye durur karşısında ‘büyük’ bulamayınca.
Engin’in sinirine de en iyi ilacın iyi futbol olduğu çok belli olmadı mı!

Kısacası isteyince oluyormuş, oldu. Bu tablonun iyi yanına bakıp, kupaya sevinmek de mümkün, biraz ders alıp şampiyonluk ortağı olmanın çok uzak olmadığını görmek de...

Buraya kadar olanlar takımı bağlar, başkanı bağlar, hocasının eline bakar. Ancak taraftar sahada gördüğüne bakar. Özellikle son 2 sezondur eski kötü imajını yıkan, kombine alan, takımına her şartta destek olan, organizasyonlarıyla gündeme damga vuran Trabzonspor taraftarının böyle bir kupaya ihtiyacı vardı. Keşke bir de taraftar o seromonide olsaydı, kupanın bir ucundan tutsaydı. Çünkü bu yolda en az futbolcular kadar onların da emeği vardı, zira onlar hiçbir zaman işlerini aksatmadı!

06 Mayıs 2010, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Komik'lig'‘’

Bursaspor mu, Beşiktaş mı, puan cetveli Diyarlı mı, Diyarsız mı diye uzayıp giden polemikler daha da ilginç hale getiriyor ligimizi ama ne olacak o malum marka değeri!

Durum giderek vahimleşiyor. Futbolumuz hiçbir yönüyle iyi yönetilemiyor. Federasyon mu sorumlusu; hayır. Güneydoğu’da altında ‘don’ olmayana donda kayak teşviki düşünenlerin, kendi kentinde bile ‘olimpik’ rest yiyenlerin de düşünmesi lazım bu gidişi.

Birkaç gün önce Volkan Konak ile beraberdik, o söyledi: Keşke televizyonlarımız diğer ligleri vermeseydi. Böyle geçinip gidiyorduk. Ama şimdi bize ayıp ediliyormuş...

Haklıydı. Çünkü ‘marka değeri’ diye bir şey almış başını gitmişti.
Marka değeri!
Hangi marka?

Hangi ülke bizim ligimizi satın almak için kuyrukta. Hangi yıldızlar kapımızda? Hangi hocalar bize bir alt tarafa gitmeden bir şey ‘Katar’!

Biri gelip sorsa; ilk takım niye düştü?
Dese ki şöyle duyduk; aynı kentin iki takımından biri düştü. Düşenin değil, futbolun dostu olan başkan diğer köklü kulübü kurtardı, hayatlar da futbol da kurtuldu... Doğru mu, kesinlikle!

Sonra ikincisi düşüyor... Hiç girmem o işe çünkü başka şeyler kokuyor, kimse krizi yönetemiyor ya da yönetmiyor. Süper Lig bitiyor; 16 takım kalıyor.

Madem oldu olacak, Ankaragücü’nü bu kadroyla böyle mi oynanır, Sivas’ı nereden nereye, Manisa’yı Tarzan, Denizli’yi Horozlanır diye gönderin gitsin... Kalalım 10-12’ye, markamız artsın...

3 edene 30 veren, kibirle kulüp yöneten, kent değil kendini yönetenler... Devam edin. Haklısınız. Sizden hesap sormayanda kabahat.

Ben yazdım yırttım. Lakin tarih hepinizi yazacak!

16 Mart 2010, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Dikkat: Teogol başlıyor!‘’

Sırtını sıvazlamak, yanındayken yüzüne, arkasından medyaya ‘aslansın, kralsın, sen çok gol atacaksın’ demek bir yere kadar. Benim de bildiğim ama üst düzey oynamışlardan sürekli dinleyerek pekiştirdiğim bilgidir; gol atmadan golcü morallenmez! Gerekirse kendinden zayıf rakiplerle, PAF ekibinle maç yapacaksın, oyuncuları bu havaya sokacaksın.

E nasıl olacaktı o zaman, henüz atamamış, atamadıkça sırıtmaya başlamıştı, suratı yerine futbolu.

Yüzü gülmese de şans yüzüne güldü. Kısa arada idman yerine maç koydu Şenol hoca. Trabzonspor için küçük ama Teo için büyük bir adımdı Karadeniz sınavı. Golünü attı, büyük ihtimalle de o stres barajını aştı. Bu küçük ama sihirli dokunuşun Teo’ya öncekilerden çok daha fazla etki edeceği inancındayım. Bu hafta oynar da gol atasa Kolombiyalı en az şaşıranlardan olacağım.

Yönetimin eseri (mi)!
Konu Şenol Güneş’ten açılmışken oradan yürüyelim. Evet, Güneş yöneticisinden taraftarına herkesi hafifletti, futbolcular için bu şartlarda bulunmaz nimetti. Üstelik gözlemlerimiz, izlenimlerimiz ve bilgi olarak edindiklerimiz de bu gelişin öncekilerden ‘başka’ olduğunu işaret etmekteydi. Planlarının, programlarının, mantığının arkasında durulursa heyecanların haftalık değil, daha uzun vadeli olacağının ip uçları, yakın geçmişe saçıldı. Artık futbolun tek patronu olduğuna göre yönetimin yükü başka alana kaydı, kaymalı. Hazır kendi elleriyle hazırladıkları, tercihi eleştirirken etraflarına kızdıkları Broos faciasını Güneş tercihi ile unutturabilmişken saha dışında da etkin olunmalı. Taraftar stat bekliyor, Avni Aker hedeflere yakışmıyor. Camia daha fazla katılımcı bir organizasyon bekliyor, sadece Trabzon eksenli değil. Futbolcu fabrikanın yeniden işlemesini bekliyor sporsever, güldüren tercihler değil. Tüm yanlışları tabi ki görevdekiler yapmadı ama tüm doğrular için avantajları öncekilerden çok fazla. Ve saha dışı organizasyonunu da tamamlayan Trabzonspor, mutlu sonda emeği olan herkesin adını tarihe yazdırır, aksi halde sayı hep 3’le 5’le sınırlı kalır.

05 Mart 2010, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bugün değilse asla...‘’

Fenerbahçe’de Gökhan Ünal...
Bursa’da Hüseyin Çimşir, Mustafa Keçeli...
Eskişehir’de Mehmet Yılmaz...
Belediye’de Ali Güzeldal...
Sivas’ta Petkoviç...
Denizli’de İbrahim Ege...
Manisa’da Ergin Keleş, Ersen Martin, Ferhat Çökmüş, Isaac...
Gaziantep’te Erman Özgür, Tolga Seyhan...
Ankaragücü’nde Adem Koçak, Emre Akgün...
Diyarbakır’da Adnan Güngör, Ayman, Celalettin Koçak, Erdinç Yavuz, Musa Büyük, Metin Aktaş, Tjikuzu, Ufuk Bayraktar...
***
Hatta Kazan’da Gökdeniz ile Fatih Tekke... Son anda kapıdan dönenler, Marcelinholar, Ellerler, Musampalar, Moawadlar... Bir pilot takım, şehrinde sayısız amatör-profesyonel ekip, Bank Asya ve alt liglerde sayısız Trabzon orijinli futbolcu...
***
Fazlası yok eksiği var, yakın geçmişte Trabzonspor’da ‘politikasız’ transfer yönetimi sayesinde mesai yapanların. Başkan Şener ile önceki gün yaptığımız sohbetten sonra geldi aklıma bunlar. “Seneye sessiz olacağız transferde. 1-2 oyuncu belki alırız, o da zorunluluktan, savunmaya” sözlerini tekrar düşünürken. Umarım öyle olur, Trabzonspor bir transfer politikasına sahip olur!

Kendinden habersiz politikalar
Neden-nasıl geldiler, niye gittiler, neler kazandırdılar? Bu kadar hareketlilik içinde neden istikrar hiç uğramadı, kurumsallaşamadı, ‘öz’ alt yapısının bu kadar uzağına düştü Trabzonspor? Tüm bunlar belki geçmişe dönük, şimdiki söz sahiplerini direkt bağlamayan, burada cevaplanacak bir konu değil ama bundan sonrası için zemin şimdi her zamankinden müsait. Üstelik kendi dinamiklerinden habersizce alınan yabancılara da, gözünün önünde daha iyileri dururken transferi daha cazip görülenlere de tahammülü yok, olmamalı Trabzonspor’un. Koltuğa değil, Bordo-Mavi’ye aşık, protokolde değil, evindeyken de kazanınca sevinen, eski-yeni yöneticisi, muhalifi, bakkalı, iş adamı... Hepsi bundan sonra bu politikasızlık politikasına karşı durmalı.

Güçlüyken atılacak adımlar

Ne olacak; hemen şampiyon mu olunacak? Hayır, belki biraz daha sürer bu hasret. Ama şimdi yeniden yakalanan bu hava sürekli kılınacak, kendi evlatları sahada puan, gitse bile para kazandıracak, Trabzon bir hafta değil, hep konuşulacak. Ve bunlar ancak güçlüyken, sadece şehir değil Türkiye Trabzonspor’a imrenirken olacak... Bunlar yaşı 30’un altındakilerin ‘rüyada’ gördüğünü gören Şenol Güneşler, Ahmet Suat Özyazıcılar, Özkan Sümerler oradayken olacak şeyler... Yani bugün değilse hiç olmayacak işler. Yoksa herhalde Trabzon yine başa saracak, bize de ekran başında ‘Aaa eski Trabzonsporlu’ diye liste tutmak kalacak.

13 Şubat 2010, Cumartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Protesto sanattır!‘’

Ülkeler, topluluklar ve zincirin son halkası olarak da bireyler protesto kaliteleri kadar tepki görürler, yankı bulur, ses getirirler... Bakınız; İsrail’in ‘aşağılık’ eylemi, küçük beyinlerle ‘büyük ses getirme’ hamlesi...

Bunun futbol, tam da Trabzonspor ve Trabzon ile alakası bulunuyor. Çünkü bugün Trabzonsporlu bir taraftar oluşumunun başını çekeceği grup İstanbul’da federasyona yürüyor. Aslında bu sadece Trabzonlular’ın değil, ‘futbol’ ve ‘aşktan’ anlayanların, Şanlıurfalılar’ın, Ordulular’ın, Göztepeliler’in, Edirneliler’in, hatta takımları zirveye koşmasına karşın destek için 3 kuruşa kıyamayan ama ödül olarak yapılan ‘sıfır stat’ ve ‘gıcır yolların’ ekmeğini yiyen Kayserililer’in de katılması gereken bir yürüyüş. Hani, ‘bugün onlara yarın bize’ diye... Kaldıysa tabi böyle bir felsefe.

Bugün sorulacak bir kez daha işin ‘uzmanlarına’ niye oldu böyle diye ama bir de Ankara’ya gidilmeli bence. Trabzonlular, çok sevdikleri ‘abilerine’ de sormalılar, ‘Sen buradaysan biz niye yokuz, biz yoksak sen niye buradasın?’ diye... Neyse dönelim konunun özüne. Daha önce de yürüdü topluluklar ve bugünkü renkler. Ama açı ters hesaplanınca ‘gölgeler’ düştü ‘asılın’ üzerine, daha büyük görüldü haliyle. Umarım önce maskotu, sonra sloganıyla ve genelinde de fikriyle arkasında durduklarımızın bugünden sonra da arkasında olabiliriz...

16 Ocak 2010, Cumartesi 03:30
YAZININ DEVAMI