‘’Buraya kadarmış!‘’
Bu kupa işi ilginç... Ne yapsan olmuyor, renklenmiyor. Avrupa görmüşü de, ası-yedeği de aynı. Para da haliyle bir tek ihtiyacı olanı heyecanlandırıyor. Biz şanslıydık, en ‘büyük’ maçtaydık! 2 takımda da ligdeki ‘aslardan’ sadece 5’er kişi vardı sahada. ‘Kupa-Noel Kampanyası’ daha çok ev sahibinin bekleyenlerine yaramıştı, zaten ligden dolayı rahattı. Trabzon bırakın kupa, kendi A2 Takımı’na karşı oynadığı maçı bile ciddiye alması gerekirken çok dağınıktı. Tam önümdeki Şenol hoca defalarca, ‘Of’ çekti, ben, ‘Ne işim var burada?’ gibi anladım. En çok ilk golde efkarlandı, kulübe hapsi verdi kendine. Bu ceza yersizdi. Malzeme belli. Geldiğinde zaten güven verdi, ‘artık sadece ben varım’ dedi. Demek ki o kadarla ancak bu kadar oluyor! Egemen yine kadro dışıydı, Umut’un yerine Gökhan 11’de başladı. Ama yine aynı eksik hortladı; cansızdı, isteksizdi, takım gibi değildi Trabzon.
Osman Pamukoğlu’nun kitabı vardı; ‘Unutulanlar Dışında Yeni Bir Şey Yok’ diye... Öyleydi işte Trabzon... Yakın geçmişteki tercihler ve şimdi elinde olanlarla mücadele içindeydi. İyisi yoktu, kötüleri çoktu.
Eski günlerini hatırlamak için ‘çikolata’ reklamını sık izlemesi gereken -eğer az tekrarla çekildiyse- Gökhan üç çift ayakkabı değiştirdikten sonra artık sorunun başka yerde olduğunu görmüştür belki! Ya da Umut, alsın bir daha izlesin bu sezon kasetlerini. Sonra kimseye de kızmasınlar, yakında olacaklar için!
‘’Teşekkürler Özkan Sümer!‘’
Ne Trabzonspor’u bize bir başka sevdiren merhum Mehmet (Tan) abi, ne de Trabzon-Trabzonspor-Gazeteci üçgeninde onsuz olabileceğimiz Ergun (Ata) abi kadar vakit geçirdim Bordo-Mavili renklerle. Trabzonspor’u meslekte bir ‘branş’ olarak yaşamaya başladıktan sonra tanımaya, anlamaya, yorumlamaya başladım, her seviyeden çok insan tanıdım. Gördüğüm 3 yönetimde de ‘tanımadan’ önyargı besleyenler ya da ‘tanıdıklarıyla karıştıranlar’ oldu. Telefon açan okurdan, maille cevap arayandan da kaçmadım. Birlikte hep önce kendi kapımızın önünü temizlemeye çalıştık. Amaç yanlış bildiklerini düzeltmekti; zira suçlama hep ağırdı: İstanbul basınısınız, düşmansınız!
Temelsiz, ipsiz-sapsız...
Anlatamadılar, anlatamazlar da bu ipsiz-sapsız fikri. Sağduyulu okurlar, yöneticiler de oldu, gönlümüzü rahatlattı. Ama hiçbiri bunu Özkan Sümer kadar yapamadı! Bize yöneltilen ‘düşmanlık’ suçlamalarının temelini ‘kulübü karıştırmak’, ortaya veri, bilgi, belge koymamıza rağmen ‘hep kötüleri takım iyi giderken söylemek’ oluşturdu. Ama eski başkan, teknik direktör ve şimdiki futbol koordinatörü Özkan Sümer öyle bir zamanda konuştu ki... Trabzon’a hizmeti, futbol bilgisini konuşmak haddimize düşmez kesinlikle ama son sözleri tam da bize göre.
Gerekli işlemler yapılmamış
Sağlık kurulunun skandalını kapatıp, tedavi için İngiltere’ye yolladığı Yattara’nın Fener maçının ve genel olarak da ‘oynayanların’ önüne geçmesini yönetim hiç istenmezken bu kez Sümer suskunluğunu bozdu... Klasik söylemler dışına çıktı, özetle şöyle dedi: Yattara’yı iyi tahlil edemedik. Yani Yattara’yı sahaya döndürebilmek için gerekli işlemlerin yapılmadığı kanaatindeyim. Yattara’yı değersizliğe mahkum edipte ondan sonra, ‘Gitsin’ demek yanlışlığına düşmememiz lazım...
Hamle hataları olmuş
Özkan Sümer, Broos’u da unutmadı: Trabzon’un yönetimsel bağlamda başlangıçta bir kaç hamle hatası oldu. Yönetim, teknik adam seçiminde ortada kaldı. Ortada kaldıktan sonra da sınırlı tercihler içerisinde Broos alındı. Sonra gelinen durum ortada. Başarısızlığı sadece bir teknik adama yükleme ihtiyacından kurtulmamız lazım. Yönetim acaba o dönemde görevini tam olarak yaptı da sadece hoca mı hata yaptı?
Sen de mi Özkan hoca!
Hani biz ‘düşman’ ilan ediliyorduk ya...
Görevimiz gereği ‘Nesi var, neden düzelemiyor?’ derken, uzman görüşü alırken... Taraftarın sesine kulak verirken...
Hoca işinde hep belgeyle konuşurken, uzun ön vadeli öngörülerimiz bile çıkarken... Kulübün ‘onursal’ başkanını sütunlara taşırken... Sayısız isim hep boş konuşup onun aksine taşın altına elini sokanlara söz hakkı verirken... Sadece ‘mesleki’ ricalarda bulunurken!... Sen de mi Özkan hoca!
‘’Sınav vakti!‘’
Bu iş gerçekten direkler arasına endeksli olduğuna göre gerisi hikaye...
Uzay takımlarını bir anda küme düşürüyor, yerin dibine soktuklarımızı birkaç galibiyetle ‘kral’ ilan ediyoruz. Aslında ne istikrarla işimiz var ne de gerçek başarı öykülerinin peşinden koşuyoruz. İstikrar ararken aslında istikrarı değil, sansasyonları kovalıyoruz.
İşte o yüzden pierolardan, tuvalet kağıtlı tartışmalardan, geyikli sohbetlerden, 50 kelimeyle konuşan spor adamlarından kurtulamıyoruz.
Şimdi ligimizin lideri Kayseri ama onlar bile daha gereken sınavı vermedi. Çünkü saha içi kolay, asıl saha dışı takımları zorlar. Evet zirvedeler ama gözden uzaktalar. Hele bir ikinci yarı başlasın, böyle devam etsin, o zaman görecekler günlerini! Canlı yayın araçları kentte fink atacak, futbolcuları paylaşılacak.
İşte o zamanki duruşları belirleyecek ne kadar sağlam olduklarını...
Bursa da öyle... Beşiktaş maçı gelsin, gerilim yükselsin o zaman göreceğiz boylarının ölçüsünü!
İğneyi kendimize batırdık, çuvaldızı isteyen kendine değdirir.
Ancak böyle sürdükçe Türkiye asla o ‘istenen’ seviyeye gelemeyecektir.
‘’Garip ama gerçek‘’
İkisinin de hocasını ‘Cenk ve Devler’ yani Kasımpaşa göndermiş, ‘istenmeyen’ gidip, ‘gerçek aşk’ geldi. Artık Trabzon’da bünye içi ve dışındaki ‘bilgiçleri’ susturabilecek tek isim Güneş’in yapacaklarıydı merak konusu. Öyle-böyle gelmedi, iktidar, muhalefet, her şeye ‘muhalifler’ bile yanındaydı, o da kısa sürede tüm yükü aldı! Aşk bu ya (!), gözler sevdiğindeydi, ‘patlama’ beklenen kongre bile öğle çayı keyfinde geçti.Yeni patronun sahadaki eylem ve ilk tercihleri de önemliydi. Transfer olmayacağına göre, 2 şey yapılabilirdi; - Gazı kaçmış kola gibi ne susuzluğa ne de nefsi köreltmeye çare futbolculara ‘gaz verilebilir’
Sihir bekleyen kulübedekiler ‘dışarıda’ konumundan ‘çevrimiçi’ yapılabilirdi.Yapıldı da. Bir o kadar da önemlisi, kadro dışı kalanları ‘dışlamamak’ için affettiğini, formayı hak etmeyenlerin beklemeye devam edeceğini gösterdi. Broos-Karaman karışımı kadro, yönetim ve taraftarın gönlüne hitap eder cinstendi, Avni Aker belki o yüzden ayrı bir hareketliydi. Stat demişken. Yönetim hafta içi, “Konfeti atmayın, ceza alıyoruz” dedi. ‘Konfeti atmayın’ mesajını ‘başka şeyler atın’ olarak algılayanlar kadar, o ‘algısızlara’ dur demeyenler de zararlıdır!
Neyse özet vakti. Tribünün hareketine saha da uyunca, Serkan çizgiye kadar indiğinde değil, iyi orta yaptığında, Umut gol attığında değerli bir oyuncu olduğunu hatırlayınca, Gabriç hocasına ‘en güzel’ selamı verince, kısacası top 3 direğin arasından geçince her şeyin nasıl geçtiğini dün bir kez daha gördük...
‘’Bu neyin işareti!‘’
Eski takımının Avni Aker’de mağlup edildiği maçtaki tavrını yakıştıramamıştım...
‘Anlık’ değil, ‘genel’ düşünen Trabzonlu da kızardı; hala ‘16’ giyen eski kaptanın ‘üçlü’ çektirmesine.
Hüseyin Çimşir yapsa Bursa’da aynısını... Yapmaz ama... Kimbilir ne düşünürdü 12 numara!
Yani ya o alkışlar numara ya da...
Şimdi o kaptan kadro dışı, ikincisi zaten ‘memleket havası’ tadıp yeni geldi. Ama sadece şehre... Takıma ne zaman döner Allah bilir!
Şimdi ne oldu, bu kadar şey olurken ve bu sorunları önlesin diye birçok kişi görevlendirilirken niye böyle olundu diye sormaktan biz sıkıldık. Sonuçta olan oldu, devir değişti, yönetim sertleşti.
Yeni kaptan Tayfun ve Tolga....
Tolga zaten takmıştı o bandı ama keşke Tayfun’a soyunma odasında ağlarken ya da doğduğu yerde gözyaşına doyarken verilseydi pazu bandı.
İki kaptan, iki Trabzonlu... Bir öze dönüş başlıyor gibi duruyor ama arkasında sağlam durulmazsa çok zor.
Metin hoca, bu sana...
Kenarda ‘yardımcı’ olmakla görevli olmasına rağmen ‘asıldan’ daha heyecanlı tavırlarını, Broos için ‘tehlike’ gibi görenler de...
Ateş püskürenlerin sayesinde Belçikalı’nın kulak memesi kıvamını geçmesiyle beraber ‘o gelecek’ diye düşünenler de vardı...
‘Boy ölçüşüp’ sıkça sakalaştığı Alanzinho’ya da, 61’i Gineli’ye verip kütüğünü mecburen Bilecik’e alan (!) Barış’a da, hiç umut kesmediği Umut’a da en çok o kızıyordu...
Ve o kızmaların sebebinin sevgi olduğunu yüzümüze vurdu.
Aslında daha önce iyi diyaloglar geliştirmem lazımdı ama olmamıştı, ‘selam’ ve toplu görüşme dışındaki tek uzun konuşmamızı geçen gün yaptık. Aslında yine kısaydı, duruşuna saygı duyuşumu ilettim...
Bastı istifayı, gitti, giderken de uzatmadı... Hep uzaktan sevdiğine yaklaşınca bir hayat paylaşmanın zorluğunu gördüğünü kibarca anlattı. Metin Diyadin... Hoş geldin diyememiştim ama iyi ki böyle gittin...
Halilhodziç’i hatırlamak
Çok olmadı gelip-gideli. Olamaz zaten, Trabzonspor’un standardı belli!
Ama en az o da son hoca kadar çarpıcı sözler söylemişti;
İdmana yürüyerek, bankaya koşarak gidenler var...
Trabzon bir yol çizmeli... İstanbul takımları kadar para harcayamayacağına göre özüne dönmeli...
Burada herkes Trabzonspor’u dünyanın en büyük kulübü sanıyor ama aslında yok böyle bir şey...
Sanki futbolcular bankadan fazla çekip ona vermemişler, altyapıyı çok istemesine rağmen kendisine emanet etmemişler, kulübün girdisinden onu az görmüşler...
İz bıraktı sözleriyle, geç anlaşıldı... Broos da bir şeyler söyledi. Haklı yanları bile tepki çekti. Ama hepsini bir de sakin kafayla okumak lazım değil mi? Nasılsa gitti, artık bazı sözlerine hak verebiliriz!
‘’Sel gitti, kum kaldı...‘’
Önceliğimiz maçtı ama sonrasında yaşananları düşününce iyi ki erken oynandı. Yoksa bu kadar harekete yetişmek, izlemek, yazıp çizmek bu kadar kolay olmazdı. Tam diyecektik ki; Gökhan Ünal dünyanın ‘en gizli forveti’, bu takımın sistemi ne ki, Broos gitse ne değişecek ki! Ama diyemedik... Yönetim masaya yumruk vurmadı, tekme tokat daldı! Ne hoca ne futbolcu kaldı....
Takdir etmek lazım, büyük risk alındı. Artık takımın sadece hocası değil, stoperi de, Umut dışında ikinci bir forveti de, kalecilerinin ikisinin forma giydiği 1 dakika bile yok! Üstelik gelmesi muhtemel tek antrenör Şenol Güneş’in de bu takım hakkında bilgisi, aralarında istediği oyuncu yok! Sorun hocadaysa 5 kadro dışı niye, 5 kadro dışı varsa hoca niye bilmiyoruz...
Bu kararlar sadece saha içindeki performansa göre mi, yoksa başka bir şey mi var bilmiyoruz...
Bu kararları başkan mı aldı, sportif direktöre mi danıştı, yardımcı hocalardan mı bilgi aldı bilmiyoruz...
Kısacası tatmin edici açıklamalar bekliyoruz.
Asıl macera şimdi başlıyor...
Plansız, programsız yol almayı kendine sistem belirlemiş Trabzonspor’un ilk yarının sonuna kadar 4 kritik maçı var, kadrosu yok.
He eldekiler çıkar aslanlar gibi oynar o ayrı. E o zaman bu zamana kadar onlar niye oynatılmadı. Daha kötüsü mü olacaktı. Aydınlatmamız gerekirken sorular sorarak kafa karışıklığına sebep olmamızın tek nedeni kafamızı karıştıranlardır. Top üç direğin arasından geçmediği sürece yapılan her şeyin anlamsızlığına isyan edenler gerçekten de ağır bir risk almıştır.
Zaten gelişi ve sonrasında yaşanan süreç sebebiyle gidişi hiç sürpriz olmayan Broos yarın yeni bir hayat kurar... Kadro dışı bırakılıp değeri düşenler satılsa da satılmasa da Trabzonspor zarara uğrar...
Evet her kulüp her adımı doğru atamıyor ama Trabzonspor’un ne yerine koyma ne maddi-manevi telafisini yapma şansı var. Maddiyat dibe vurmuş, maneviyata hiç dokunmuyoruz. Kısacası Trabzonspor bir sel daha yaşadı, kumları kaldı. Bakalım nasıl temizlenecek.
‘’'Büyük' mü gerçekten?‘’
11 kişiyle oynanan, milyonları peşinden koşturan oyunu kişiselleştirmemek, ancak ‘kişi’ bu sayılanların önüne geçiyorsa tabloya bakmak gerekir.
Vatandaş olacak süreyi geçen ama mülakatı ‘angarya’ görüp sonra da kendince ‘marşlı’ mesajlar gönderen, kolbastıyı ve ‘damar’ yapmayı da öğrenen yıldıza bir bakalım...
Önce saha içi; 203 maç 34 gol 73 asist. İlkinin ortalaması 0.16 (6 maçta 1 gol), ikincisinin 0.35 (3 maçta 1 asist). Kendisinin Trabzonspor’da bulunduğu dönemlerde diğer devlerin ‘büyük’ futbolcularının verilerini vermiyorum ki, moral bozmayalım!
Hangi takımın yıldızıydı!
Kurtardığı (Yıllar önce İstanbul’daki Galatasaray maçında hatırı sayılır katkısı vardı) lig ve Avrupa’da ‘büyük’ maçı hatırlayan hatırlatsın.
Yıldız olduğu dönemi ise ben hatırlatayım; Fatih Tekke, Gökdeniz, Szymkowiak ve Mehmet Yılmazlı, yani bol yıldızlı Trabzonspor.
Avrupa’da 2 kez kızardı, herkesin yüzünü kızarttı. Biri Anorthosis, diğeri Galati. Trabzonspor iki ‘sıra dışı’ rakibe de elendi.
Az daha sahada kalalım... Bu kez yakına, yöneticilerinin bile, “Ağrım var diyorsa inanmak zorundayız” diyerek şüpheyle yaklaştıkları geçen sezona uzanalım. ‘Büyük’ maçlarda hep sakattı ‘büyük’ topçu. Artık ‘euro’ mu, adale çekmesi mi dersiniz, siz bilirsiniz. Hani tam da o sıralar Araplar istemiş, o da “Her şey ailem için” demişti...
Geniş aile... Süper dizi. Ama onunkisi dizi değil film gibi.
Bir öneri, madem aile genişti, keşke 15 dakika değil de daha fazla gösterebilseydi yeteneklerini... O zaman dernek bile kurabilirdi. Ha bir de niye kimse onu keşfedemedi ya da etti de transfer etmedi. Ya Avrupalılar işi bilmiyor ya da onunla ilgili çok şey öğrendi!
Bodrum ‘sakat’ yerdir
Çıkmak istemiyorum saha dışına ama kaptan ya bakmak lazım dışarıya da...
Ki Trabzonspor’un her kaptanının hayatı ‘didik didik’ edildi, herkes kendine göre eleştirdi. Ama bunlar kişiye değil herkese ‘falso’ değil mi!
Meşhur geceleri, yöneticileri de, hocaları da, mekan sahipleri de biliyor...
Hatta telefonu kaybolduğunda, “Oh be tüm telefonlar silinmiştir” diyen idarecileri de ben biliyorum...
Çıkmışken saha dışına devam edelim.. Sakat gitmiş Bodrum’a... Gitmesin, gezmesin, sosyalleşmesin demem, diyeni sevmem. Futbolcu herkesten çok sosyal olmalı ki, konuşmayı bilsin, adam gibi cevap ve tepki versin.
Ama bir de kıymet bilsin, kendine dikkat etsin, sorumluluk taşısın, sonra istediği yere taşınsın...
Son sözüm taraftara...
Tayfun’u yuhlayan, Barış’a kızıp aynısını yapana gülen, Ergin’i kaçıran, artık benim için sadece sözde futbolcu fabrikası olan PAF’tan oyuncu oynatılamamasında rol oynayan... Hepiniz ayıp ediyorsunuz.
Trabzonspor’a sahada ‘yürekli’, saha dışında ise ‘adam’ lazım.
61’i veren, kaptanlığı emanet edip, tavanı ona gösterenlerin de bir daha düşünme zamanı gelmiştir, belki de geçmiştir...
Not: Durum ‘düşene vurmak’ değil, tekrarı detaylandırmak. Yattara, yarın sahada ter döker, eskiye döner, saha dışında kaptanlığa ve kendini ailesinin ferdi gibi seven insanlara layık olursa ilk alkışlayan olma sözümüz senettir...
‘’Bundan sonra‘’
Milli arada hazırlanan sürpriz kadroya da, sisteme de girmeyeceğim. Onları nasılsa izler, okur, dinlersiniz.
Sylva’nın yediklerini Tolga yeseydi ne olurdu da, aylardır neden iyileşemediği belirsiz Yattara olsa farklı olurdu da demeyeceğim.
Beşiktaş ve Sivas ile alay edilen -ki biri öyle ya da böyle Devler Ligi’ne gitti, diğeri tarihi başarı elde etti- yerde Trabzonspor neden Fenerbahçe ve Galatasaray ile hiç yarışmadığı ligde 3. olup başarılı sayıldı, iyi durum tespiti yapılamadı da demeyeceğim.
Tek şey söyleyeceğim; bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Ligin ilk 10. haftası öncesi liderin 12, takipçisinin 10 puan gerisine düşmek bir kere telafisi çok zor bir güven kaybı getirecek.
Broos’un her kararı tartışılacak, asıl onunla ve kulüple ilgili verilecek diğer ‘büyük’ kararlar da masaya yatırılacak.
Yani yine saha dışı, içinden çok tartışılacak.
Gidenler, gelmek isteyenler, başroldeki isimlerin değişeceği yeni model gerilimler.
Oysa ki her şeyi değiştirmek, İstanbul’dan lige yeniden ortak olarak, belki daha da önemlisi camiasını futbola odaklayarak dönmek Bordo-Mavili futbolcuların elindeydi. Motivasyon da hazırdı, rakip de!
Olmadı, olamadı.
Evet, şimdi 10 puan öndeki rakibe hem de kendi evinde 3 gol atıldı ama futbol sadece yetenek işi de değil.
Yürek, hep istemek, en azından o günkü rakibi kadar direnmek, sorumluluk almak gerek. Kopuk kopuk olunca bu işler, sadece sinirleri biraz daha gerer.