‘’Susturmanın tek yolu‘’
Futbolcuların hepsi değil ama ‘geneli’ utanırlar eleştirilince. Düşmandır bunu yazan, söyleyen kendilerince. Demezler hiç, gazetecidir, fikrini söylemeli, tespit yapmalı, yol göstermeli, beni geliştirmeli diye. Sorsan kimseyi de beğenmezler, ne fikrini açıklayan ne de kendisiyle aynı işi yapan. Gol atamadıkları gerçeği rakamsal verilerle açıklansa da rakamlar yalan söyler, 6 tavşana benzer gözlerinde! Gökhan Ünal konuştu maç sonu; önce sakat, sonra hasta olduğu için güçsüz kaldığını ve buna rağmen acımasızca hırpalandığını söyledi. Dolmuştu belli ki, gol sonrası gitti bayrak direği teklemedi. Eğer ahlaki normları aşmadan yapılanlar içinse söyledikleri hiç iyi etmedi. Futbolcu işini yapar, gazeteci yazar. Attığı golü yazmayan var mı? Ya da asistini silen! Lütfen; korkmayalım eleştiriden.
‘O sesi’ duyan var mı!
Altında ‘gizli gerçek’ aramayanlar için belliydi durum; tribünlerdeki ‘eskiye öykünmeyi’ durdurmanın tek yolunun ne olduğu. Hiç Belediye maçında ‘Fatih Tekke’ tezahüratı duyuldu mu? Aklına bile gelmemiştir, stattaki 10 binin, evdeki yüzbinlerin. Golcüsü atarsa gelmez! Kimsenin eldekilere garezi yok da özlemi varsa eskiye, mevcutlar düşünmeli ‘niye’ diye. Her maç atmalı, atamazsa yine o hatırlatılmalı demiyoruz ama golcüsünden 12 maçta tek gol görenlerin de tepkisi çok görülmemeli. Sonuç olarak; ‘o sesleri’ sadece yönetimin yaramaz çocuğu oyalar gibi verdiği ‘sonra alacağız’ sözü değil, golcülerin gücü susturur!
Biraz komik olmuyor mu?
Yattara 2 aydır yok, söylenti çok!
Milli arada Bodrum’a gitti, sakat mı geldi?
Eğer öyleyse ‘kaptana’ ne yaptırım uygulanacak, maddi-manevi uğrattığı zarar ne olacak?
Ailesi için verilen sözler yerine getirildi mi, ailesi niye ülkeyi terk etti?
Ciddi rakamlarla gelen yeni transfer Tjikuzu nerede, niye gelemiyor?
Kurumsallaşıp, profesyonelleşen, sayısız koltuğa ‘görevli’ oturtan kulüpte hala neden bunlar sorun oluyor?
‘’Fatih işi sır perdesi‘’
Gelsinciler, gelmesinciler, gelirse şöyle gelsinciler...
Bir gizem, bir çelişki havası; sanırsınız ki sırlar odası.
Kalitesi de, gelirse katkı sağlayacağı da kesin. Ama Fatih Tekke şüpheleri ‘futbolun dışında’ yaşanıyor, birçokları da midesinden konuşuyor.
Kimse saha içindeki sistemi, gördüğü kadarıyla Broos’un prensiplerine uymaz demiyor. Çünkü Fatih Tekke’nin saha dışı ‘seçimleri’ endişe yaratıyor.
Popülerliği, yaşam şekli, siyasi görüşü, dostları sıkıntı veriyor ama ‘bonservisi’ diye açıklama yapılıyor...
Yapmamak lazım...
Kandırmamak, mümkünse açık olmak lazım.
Oyuncusuna ‘hakim olamama’ endişesi sıkıntı verir, zafiyettir.
İlginç strateji, olmayan, son anda oluşturulan planlar sayesinde bu iş transfer olmaktan çıkıp ‘vaka’ haline gelmiştir. Fatih’i ‘vaka’ olmaktan çıkarıp sahada konuşturmak olay, böyle tuhaf açıklamalar ise kolaydır. Ve hep kolayı değil, olayı yapanlar hatırlanır.
Resmi bir açıklama!
‘Resmen’ açıklandı... Niyeyse... Farklı yorumlar oluyor diyeymiş. Daha çok bir mahcubiyet açıklaması gibi sanki. Göksu ve Mustafa, Karadenizspor’da. E ne olacaktı ya! Kadroda kalacak, forma giyecek halleri yoktu ya. Kimler kazanıldı da, sıra gelmişti onlara!
Broos istemiş, sanki her istediği yapılıyormuş gibi. Broos o zaman baya bir etkiliymiş, Özkan Sümer’e, Sadi Tekelioğlu’na, Ünal Karaman’a, Metin Diyadin’e, altyapıdan sorumlu yöneticilere rağmen...
Türk filmi gibi, polis hep olay bitince geliyor. Teselli ediyor. Trabzon’da da aynı; sadece isimler farklı. En azından artık benim için ‘sözde futbol fabrikası’ A Takım kadrosuna son 5 yılda oyuncu katamıyorsa o kulüpte ‘masası, odası olan’ herkes bir daha düşünmelidir.
Kalsalardı takım alır başını giderdi diyemem, ama şunu diyebilirim; Göksu ve Mustafa değil sadece, onlarca gencin hayalleri, hedefleridir Karadeniz’e gönderilen.
Tribünde rotasyon...
Güzel olmuş hani ‘Hattini bil’ işi...
Sempatik, samimi. Tek kötü yanı zamanlaması.
Takımın kötü zamanına denk geldi. Ama arada bir bilgiyi içeriden alıyorum, özellikle Trabzon’da ‘tutmuş’ hat işi, İstanbul ile kafa kafaya.
İşte haber bu. Şehrin sadece ‘takımın’ değil, ‘kulübün’ ve projelerin de yanında olması. Kitle değişiyor, bilinçleniyor. Kızgınlığı ‘yapması gerekenleri’ unutturmayan kitle Trabzonspor’a ve Trabzon’a yakışıyor.
‘’Bu mudur!‘’
Döndüğümde başladı sorular; Trabzonspor bu sezon ne yapar?
Gördüğümü söyledim; ‘daha iyi’ dedim... Yalan değil, öyleydi. Daha iyiyi sağlayan teknik direktör Hugo Broos’un felsefesi, ‘yedeklerin’ işleriydi. Anlayış, ‘kimseyi tanımam’ şeklinde, kulübedekiler ‘oynamazsa yazık’ dedirten cinstendi... Unutmamak gerekir ki, geçen sezon kulübenin katkı azlığı kaçan ‘büyük lokmada’ ciddi etkilerdendi...
Ve bir de yine gençler vardı. ‘Gençler büyülüyor’ notunu geçmekten sıkıldığımız, büyünün ligden hemen önce bozulduğunu anladığımız durumlar yani... Ama Hugo Broos ve mevcutların pozitif-güçlü ‘yönetme’ yapısı umut vermişti, ‘Olur’ dedirtti. Zaman zaman çıldırtsa da ‘Alican’ düzelebilir, Broos’un çok beğendiği, apar topar profesyonel edilen ‘Volkan’ kazanılmış yetenektir, savunmadaki ‘Kaan’ ise mutlaka değerlendirilmelidir!
Kim mi bunlar, tanıdık olmadı mı adlar? Olmasın... Çünkü feyk! Zaten isimler değil, o gençleri ‘kapıdan çevirmemek’, iş yaparken yaptığı işi ödüllendirmektir önemli olan... Göksu ve Mustafa’ya Karadeniz, Eren’e Giresun yolları ‘ters yöndür’, arkadan gelecekleri de ürkütür!
Song için ‘maliyeti fazla’ diyenler, Yattara’yı sevmese de baş tacı edenler, son yıllarda ilk 11’inde ‘kendi ürünü’ istikrarlı oyuncular yakalayamamışken, Trabzon ve Trabzonspor’u futbolcu fabrikası diye görüp gösterenler, yazık etmekteler...
Nesiller kaçıp gidiyor, sonra hesap da onlara ya da onları yetiştirenlere soruluyor. Bu yetenekleri ‘yarışan’ Trabzonspor’un içine katmak, verim almak bu kulüpte görev yapanların işidir, benimki sadece tespittir.
Nasıl ki İstanbullular’la ‘ekonomi yarışı’ yapılamıyorsa, belki Trabzonspor’un daha fazla risk alması da gerekmektedir.
Bu, bugün olur, yarın olur, ama öbür gün olmaz!
Çünkü tren öyle bir kaçacak ki, arayı kapatmak için ‘Fırtına’ değil, ‘hortum’ bile yetmeyebilir.
Not: Alican=Barış, Volkan=Göksu, Kaan=Mustafa’dır.
‘’Başlarken...‘’
Uzun sayılmasa da, bir kulübün dinamiklerini, ait olduğu şehrin yapısını, artısını, dezavantajını, taraftarını, tanıyacak kadardır Trabzon mesaisindeyim...
Yöneticiliği, ‘böyleyse herkes yapar’ dedirtecek kadar kötü icra edenleri de, çok sorulu-sorunlu (ahlaki olanları da bulunan) transfer gelişmelerini de gördüm. Dibe vuruşlar, evinde çift haneli taraftar sayısını unutmalar... Heyecansız kadrolar, camia dinamiklerine ters teknik tercihler...
Ve bugün... Bulanık olmaktan çıkıp canlanan Bordo-Mavi... Tabii ki tek değil, çok kişinin emeği.
Tabi kimilerine göre sadece ‘şampiyonluğun yine kaçırıldığı’ ama bakış açısına göre önemli kazanımların olduğu, ‘şaşkın’ rotadan asıl hedefe bakıldığı günler bu günler. Trabzonspor’u ‘tek başarı şampiyonluktur’ çıkmazına itip bunun oluşum altyapısına ‘sıfır’ hizmetle en büyük ihaneti yapanlara göre belki bu yıl da ‘sıfır’ çekilecek. Evet o sürekli ‘eskiden oluyordu da şimdi neden olmasın?’ gibi düz mantığa sığınanlar beğenmeyebilir. Ama hiçbir şeyi beğenmeyenler bilir mi bilinmez, rakiplerle aradaki ekonomik uçurumları, sponsorların bakış açılarını, siyasetçilerin sadece ‘sevdiği’ yönetiyorsa, yöneticilerin de yönetimde ‘koltuğu’ varsa Trabzonspor için çalıştığını... Trabzonlular ve Trabzonsporlular değil, takım yarışmalı ‘şampiyonluk’ için. Diğerleri keyfini çıkarmalı. Kendisi küçük, takımı büyük bir şehir olmanın tadına varmalı! Yabancının dövmesini öven, kendi oyuncusu yapınca dövmekten beter eden, kazanmak varken ‘ulemaca yuhalamalarla’ kendi gencine fütursuzca şımarttığı ‘ayrıcalıklı’ yabancılar kadar değer vermeyenler ayrıştırılmalı! Az kaldı, sezon başlıyor... Trabzon en az geçen sezonki kadar iyi, diri, heyecanlı. Kendisine değil, gelmeden önceki sürece ‘yanlıştı’ dediğimiz Broos, şimdiden ‘oynamayana yazık’ dedirtecek bir hava oluşturdu. O takım sizin... İster sevin, ister bitirin...
Teşekkür: Bordomavi.net’in organizasyonunda hatırı sayılır katılımcı oyuyla, ‘Yılın Trabzonspor Yazarı’ seçilmişim... Yalan değil, sevindim. ‘Burada yabancıları sevmeyiz’ gözüyle bakılan günlerden bugünlere... Teşekkürler herkese...
‘’Tanışmaya devam!‘’
Broos, ne kombine ve ürün satışı, ne yönetim ve taraftar markajı ne de yenilgi stresi düşünüyor!
Belçikalı sadece, takımıyla ‘tanışmaya’, herkesi oynayacak seviyede ve sisteme uygun tutmaya çalışıyor.
O yüzden yenilen 2 golü savunmanın sürekli değişimine, orta sahadaki kopuklukları da futbolcuların idman dışında güçlü rakibe karşı beraber oynamamasına bağlayalım. En azından şimdilik!
Broos, ‘sistemim’ dediği 4-4-2’yi artık sildi, dünkü 4-5-1’li yayılış da Umut-Gökhan ve kalabalık orta alanda yaşanacak rekabetin son işaretiydi.
‘2009 model’ Trabzonspor’un şifresi durumundaki ‘takım olma’ duygusu olumlu yansımalarını ise sürdürüyor, kazanımlar artıyor.
Barış, bu işin tek başına olmayacağını yavaş yavaş anlıyor. Liege maçındaki penaltı pasından sonra ikinci kez kafasını kaldırdı, körü körüne gitmek yerine basiti yaptı, Trabzon o atakta ilk golünü attı. Maçın genelinde de iyi olan Barış, ‘iyiliğine olan’ tavsiyeleri dinlerse dün olduğundan çok daha fazla alkışlanır.
O golün sahibi de ilginçti! Yine sadece dokundu belki ama oralarda olması, ilk yarıdaki tek şutu atması bir başka ‘tek başına takım’ durumundaki Alanzinho’nun kazanılmak üzere olduğunun kanıtıdır.
Serkan bu takımda herkes için iyi bir örnek. Hep konsantre, rakibin ismi cismine bakmıyor. Ve dün Egemen’den sonra taktığı pazu bandını en az diğer layık görülenler kadar hak ediyor. Ceyhun kesti, kestiklerini de verilen şansı da iyi değerlendirdi.
Sonuçta yorgunluk belirtileri de, henüz olmamasına rağmen yenilgi de, maçlık düşüşler de normal. Yeter ki, kamp sonuna kadar en azından geçen yılki gibi bir ‘ideal’ kadro oluşsun, gençler yok olmasın, alternatifler 18 doldurmanın önüne geçsin!
‘’İşaretler...‘’
Homberg’in ölçü olmadığı kadar değerlidir son Belçika şampiyonu Standard Liege önündeki performans, takımdaşlık duygusu, kazanma arzusu. Alıp giden Alanzinho’nun ‘verme’ işini de yapmaya başlaması, Barış’ın ender de olsa kafasını kaldırması, Umut’un, ‘top gelmiyorsa ben gider alırım’ havası... Artık sıkıcı olmamak için Engin’in ne kadar yetenekli ve faydalı olduğundan bahsetmiyor, Tjikuzu-Selçuk ikilisinin maç uyumunu ve Zafer Yelen’in hücuma katkısını da merakla bekliyoruz.
Hollanda’daki ilk günlerimizde çekimser olsam da artık net olan işaretler var... Broos yıldız sevdalısı değil, kafasında ‘10 numara yok’ ve transferde fantezinin değil, ortak kanı olarak kabul edilen ‘eksiklerin’ peşinde.
Bu ana kadarki 2 maçın dışında 4-5-1’i bozması, ilk 11’e ‘sürpriz’ eklemeler ve çıkarmalar yapması da hayli muhtemel.
İdmanlarda da net şekilde görüyoruz ki, oyuncular da bu mesajı almış durumda. ‘Yatan’ yok, genci de, ‘yıldız’ apoletlisi de Broos’un yoğun temposuna yetişme derdinde.
Kazanmak lazım!
Bizzat ben son yıllarda o kadar çok oyuncunun adını ‘seneye A takımda’ cümlesinin içinde duydum ki, artık lafa karnım tok! Çünkü olmuyor... O gençler sadece kampta ‘A takıma’ yükseliyor, sonra ya 18’i doldurmada ya da özel maçta ağabeylerini dinlendirmede kullanılıyor. Broos’un vereceği en önemli sınavlardan biri de bu konuda olacak. Eski sayılsa bile ‘yeniden futbol mantalitesi yüklenmesi’ şartıyla Barış, Göksu, Mustafa Yumlu ve niceleri Trabzonspor’un gelecek teminatlarıdır. Broos oynatmalı, taraftar sahip çıkmalıdır, en az Yattara kadar -ki ben fazla tanındığı düşüncesindeyim- kredileri olmalıdır. Aksi halde Sadi Tekelioğlu ve Özkan Sümer’li alt yapı hamlesinin de, Karadenizspor projesinin de, ‘Trabzon futbolcu yatağıdır’ gibi hamaset dolu cümlelerin de hiçbir anlamı olmaz.
‘’Ne yaptın be hocam!‘’
Trabzonspor’da ‘şans ve şanssızlık’, tıpkı ‘hayat ve Trabzonspor’ gibidir, iç içe...
Bu da tahmin değil; maçına, kampına gittiğim, yemeğini yediğim, sevdiğim, gezdiğim, çok önemli dostlar edindiğim sürecin ardındaki tespitimdir.
Mesela, ‘yerel’ değil, Türkiye’de tek olan ‘özel’ medyası şans mıdır, şanssızlık mıdır?
Mesela, yetiştirdiği ‘en değerli’ bürokratlarının bile bilinen-bilinmeyen, en azından şimdi konuşulmayan icraatları şans mıdır, şanssızlık mıdır?
Başkanının bile, ‘sevgisi zarar vermesin’ dediği ‘bir grup kendini bilmezler’ şans mıdır, şanssızlık mıdır?
Duayenleri, eskileri, yeni olma adayları, olmuşları, olamamışları... Hep eleştiren, eleştirirken çözüm üretmeyen, attığında mangalda kül bırakmayıp, taş gördü mü elini gizleyen sayısız ‘değeri’ şans mıdır, şanssızlık mıdır?
Bunlar, Trabzonspor camiasının da kendi içinde ‘şikayet’, başkası söylediğinde ‘çark’ ettiği mevzulardır, rahatım.
Şanstır-şanssızlıktır tartışılır ama net bir şey var ki; Ahmet Özen çok şanslıdır.
Takım 4’te 4 yapmış, çok gol atmış, iyi oynamış...
E yapacak, atacak, oynayacak tabi!
‘Özenli Trabzon’ coşuyor, çünkü tartışılmıyor!
O nasılsa gidecek ya üzerine gidilmiyor, taktiği-tekniği, saçı, bilgisayarı karıştırılmıyor.
Alanzinho’nun cevabı
Kimse ‘ben gönderdim’ diyemeyecek ya belki de Trabzonspor tarihinde en rahat o çalışıyor!
Song’u kesiyor, ‘kırgın’ Giray’ı oynatıyor, o da hata yapıyor, ‘gık’ çıkmıyor...
Savunması fire veriyor, şans bu ya bu kez rakipler kaçırıp Umut-Gökhan işini hatırlıyor...
Bir tek ensesine şaplatılıp, ‘şurdan iki çay kap’ denilmeyen Alanzinho, ‘boyundan büyük’ işler yapıyor, ama Ahmet hoca onu oynatmasa bile oluyor!
Hocam çok şanslısın.
Bu zamana kadar ne Brezilyalı’ya, ne Fransız’a, ne yerliye, ne yerlinin yerlisine nasip oldu.
Asıl olan Şenol Güneş’e oldu!
Bu seriyle Ahmet Özen öyle bir iş çıkarttı ki, hocanın başına iş açtı.
Çok olur şimdi, ‘Ahmet hoca kalsa daha iyi olurdu’ diyen!
Ben ettim, siz etmeyin!
Özür dilerim. Pilot takım işi tutmaz demiştim, tuttu. Şimdi o oyuncuları hem formda hem de kulüpte tutmak lazım. Ama bu kez en azından yakın gelecekleri o arkadaşlara samimi şekilde açıklanır ve gelecek planı beraber yapılırsa daha şık olur. İyi bir jenerasyon yakalanıyor, ‘günlük’ hesaplarla ‘gelecek’ heba edilmemeli.
‘’Akıllı gömleği!‘’
Cipler, ‘milli dava’ için bile bol sıfırlı çekler... Ama eminim ki, hepsi bayrağı, vatanı çok sever. Haklısınız, asıl ‘neden verdin?’ diye sorulması gereken ‘o eller’, şimdilik bunları geçelim beyler.
Sevdiği renkler ya da popüler olduğunda bir anda ‘memleketinin takımı’ olduğu hatırlanınca açılan keseler... Yöneticiler, bir gün ‘yönetme’ özlemiyle tutuşup çok veren maldan diyenler...
Verenler, verenler, verenler. O verenler bilirler; bir gün bana da isteme sırası, gazetede yer bulma, tv de konuşma sırası gelir... Ve gelir de.
Ve hepsine karşı bir gömlek...
Sembol olacak bir gömlek.
‘Deli’ değil, ‘akıllı’ gömleği!
Ahmet Özen’in gömleği. Ama giydiği değil, söz verdiği. İdmanda demiş; Bursa’yı yenelim hepinize benden birer gömlek hediye...
Anlayana, adam olana primin kralı.
Cip veremez parası yok, vaat edemez geleceği yok!
Ama sözü var; tutabileceği kadar.
Belki ‘es’ geçileceğini de bilerek, belki de şaka yaparak söyledi ama söyledi...
Belki 25 sene sonra Trabzonspor’u şampiyon yapacak ama en az o kazanacak, yine de söyledi...
Belki iki röportajda adı geçecek, ‘bizim çocuk’ denilecek. Artık ne denirse boş bence; söz bitti, racon kesildi; gömlek!
Bir de temenni... Trabzonsporlular en çok ‘gömlek’ tüketilmeli! Kulüp yaptırmalı, taraftar almalı. Düşünsenize... Bir Şampiyonlar Ligi akşamı; gömlekler mavi, balonlar bordo bağırıyor... Sormaz mı yabancı basın sanki; hayırdır ne oluyor! Ne oluyor; tanıtım konusu çıkıyor.
Pardon... Konuyu değiştirdim, çok ‘ileri’ gittim.
Beyler...
Kazanırsanız ‘gömlek’. İsteyen giyer, isteyen ‘çıplak’ gezer.