‘’Avcı buldu, Terim arıyor‘’
Kaybedenden başlayalım. Sezonun ilk haftasındaki Denizlispor maçından bu yana bir değişim yok. O dönem henüz Falcao kadroda değildi ve yenilgi sonrası Falcao için imdat çağrısı vardı. Oysa ki, Galatasaray dün akşam da kaybettiği gibi kaybetmişti. Fatih Terim'in ekibinin sürekli tekrarlayabildiği bir hücum planı yok. Rakip sahada adam eksiltip, takımı ileriye taşıyabilecek tek bir oyuncuya (Babel) sahipler. Biraz da süre bulursa Emre Mor.
Galatasaray bir plan bulup, ısrarcı olamadığı takdirde hep bir kısır döngü içerisinde kalacak. İyi oynandığından bahsedilen dakikalara bakın. PSG, Real ve dün akşam Beşiktaş'a karşı hep geriye düştükten sonra. Rakip de skoru koruma güdüsüyle oynadığında, çerçeveye yaklaşabildiler. Organize olunabilmiş, aynı atağın tekrarı yapılabilmiş tek bir tam devre yok. Bu nedenle aslında Diagne, Falcao ya da bir başkası değil Galatasaray'ın problemi. Sorun daha geriden başlıyor.
Beşiktaş'ın, daha doğrusu Abdullah Avcı'nın yapmak istediği ise sezonun geride kalanından farklı. Pas oyununu terk edip, rakip sahada daha hareketli oynama çabası. Bu bakımdan Umut Nayır'ı görevini fazlasıyla yapmış görmeliyiz. 39. saniyede pozisyona girişi bu planın sinyaliydi. Diaby, Lens ve Caner'in süratleri ile Nzonzi-Lemina'yı çabucak geçip, Luyindama-Marcao ile karşı karşıya kalmayı planlamış Avcı. O çok eleştirildiği pas oyununu terk ederek üstelik. 384/540 (Bjk-Gs) pas sayısı da bu planı anlatıyor.
Golü de aslında tam böyle bir geçişte buldular. Ljajiç soldaki Caner'e pası aktardığında Mariano'nun Caner'e uzaklığı 15 metre kadardı.
Avcı belli bir planda bir tek fırsatı değerlendirerek kazandı. Terim'in henüz belirleyebildiği bir plan yok gibi.
Beşiktaş -en azından dün gece- değişmiş gibiydi. Galatasaray'da ise her şey aynı!
‘’Bir dolu soru işareti‘’
Galatasaray'ın bambaşka bir yüzle varolmasının çok nedeni vardı. İlk 7 hafta ve dün gece. Benzeyeni çok az, sebebi çok.
Rakip Sivas cephesinden bakınca en önemli sebep, cesaret. Rıza Çalımbay, iyi oynayan takımını İstanbul'a da puan için getirdi elbette. Asıl belirleyici olan ise muhtemelen Terim'in 11 tercihi oldu. Çalımbay, sahaya çıkacak rakibi gördükten sonra daha da bir cesaretlendirmiş takımını.
Bu cesaret sahaya yansıdı. Sivas hücumcuları, açık alanda yakalanınca defoları ortaya çıkan Marcao ve Luyindama'yı çok çabuk ekarte etti. İki bek Şener ve Emre'nin maç eksiği de Sivas'ın pozisyonlara girmesi için iyi bir fırsattı. Nitekim, Muslera ile çok çabuk karşı karşıya kaldılar. Ama olmuyor işte. Muslera'yı geçmek, hele ki bu tribünler önünde çok zor.
Sonrasında Galatasaray seri paslarla, boyu uzayan Sivasspor'un boşluklarını doldurabileceğini farketti. Bu paslaşmaların ardından Nzonzi'nin oyun aklı, Babel, Emre Mor ve Andone'nin sürati pozisyonları getirdi. Bu pozisyonlardan 1 gol, 1 penaltı çıktı.
Az yıpranmış, enerjisi yüksek oyuncularla oynamak ve Sivas'ın 10 kişi kalması, Galatasaray'ı daha da rahatlattı. Ancak orta sahanın geçildiği hemen hemen her atakta pozisyona girmelerine rağmen çok acemice final vuruşları yaptılar.
Son bölüm Galatasaray'ın bu sezonki aynasıydı. Adeta tüm enerjileri tükendi. Rakiplerini yine cesaretlendirdiler. Kalelerini savunamaz hale geldiler.
Kazanırken bir dolu soru işareti ile son düdüğü duyabildiler.
Öyle çok soru işareti var ki... Üstelik, Real-Beşiktaş haftasında. Sorulardan bir tanesi; Belhanda planıyla devam mı?
‘’Güneş, Burak'ı düşünmeli!‘’
Fransa’nın sahte başlangıcı topu almamızı sağladı. Kendi alanlarında bekledikçe, pas trafikleri oluşturabildik. Paris’te 90 dakikanın böyle gitmeyeceğini 10. dakikadan sonra hatırlattılar.
Orta sahada ikinci, üçüncü paslarda araya girip, topu aldılar.
4-1-4-1 şeklinde dizilmemizin handikapı da ortaya çıktı. Griezmann, Okay’ın (1) sağında ve solunda çok rahat alanlar buldu. Devamında stoperler ile iki bek arasındaki koridorlara hücum etmeye çalıştılar. Böyle bir pozisyonda Mert, maçın en iyisi olacağını ispatlayan kurtarışı yaptı.
Şenol Güneş durumu farkederek ikinci yarıya başladı. Çalhanoğlu girdi, Okay çıktı. Buna karşın topu ikinci ve üçüncü bölgede sağlıklı kullanamadık. Bu kez Çağlar ve Merih’in top almasını bekledikten sonra baskı yaptı Fransa. Orta sahada daha hızlı düşünüp, hareket edemediğimiz için de kendi sahamızda oynamaya mahkum olduk. Tüm bu olumsuzluklara karşın mükemmel bir üçlü ile duvar olduk. Merih, Çağlar ve elbette Mert. Bir dünya şampiyonu nasıl durdurulabilecekse onu yaptılar.
Kronik rahatsızlığımızdan yediğimiz gole yine bir duran topla karşılık verince 1 puanı aldık.
Artık İzlanda maçı için farklı planlar yapabiliriz.
Bu maçın önemli bir mesajı daha var. Burak Yılmaz, nadir gidebildiğimiz rakip ceza alanı dışında çok fazla top ezdi. Hakemle çok uğraştı, faul aradı. Hatta bir pozisyonda Şenol hocadan fırçayı da yedi.
Güneş’in, Lucescu ile başlayan bu mükemmel dönüşümü tamamlaması için son bir hamleye daha ihtiyacı var.
Şenol Güneş, EURO2020’ye Burak Yılmaz’la gidip gitmemeyi düşünmeli.
Zira Burak çok istemiyor gibi.
‘’Paris'te daha kötüsü olmaz‘’
Çok çabuk tuzağa düştük. Arnavutlar küçük çaplı gerginliklerin fitilini çabuk ateşledi. Merih başta olmak üzere hiç kimse sinirlerine hakim olamadı. Skorborda yansımasa da ilk golü Arnavutluk attı. Gerginliğin dozu artınca, oyun aklımızı da yitirdik.
Sakin düşünüp, basit şeyleri yapamadık. Sert ve çok katı bir savunma duvarı ile karşılaşmak her şeyi daha da zorlaştırdı. Futbolun temel prensiplerinden birini yapmalıydık. Topu dolaştırıp, rakip savunma dengesini bozmaya çalışmalıydık. Maalesef pas trafiğimiz çok ağırdı. Rakibin değil dengesi, dizilişini bile bozamadık. Sahadaki 11’in yapısı da zor dakikalarda işleri kolaylaştırmadı. Adam eksiltecek, driplingle rakibi geçecek ayaklar aradık.
Cengiz Ünder gibi yeteneklerin yokluğunu hissettiğimiz zamanlardı. Üstelik rakibin handikapları da ortaya çıkmaya başlamıştı. Geriye dönüşlerinin sıkıntılı olduğunu bildiğimiz halde nadir kontra fırsatlarını değenlendiremedik. Bulduğumuz tek fırsatta da Hakan Çalhanoğlu’nun kötü ötesi pası tüm milli takım kariyerinin özeti gibiydi! Yaratıcılıktan yoksun geçirdiğimiz 90 dakikanın finalinde büyük bir ikramla kazanmayı başardık. Fransa’da daha kötü oynamayacağımıza eminim. Mucizelere izin vermezsek finallere gidiyoruz. Mental olarak bu kadar rahatlamışken, bir dünya şampiyonuna ikinci kez meydan okumak tam da bizim yapacağımız türden bir iş. Dibi gördükten sonra tekrar sıçrayacağımız kıvamdayız. Paris’te hiçbir sonuç sürpriz değil.
‘’Yanal futbolu dönüyor‘’
Fenerbahçe, fiziksel bir güç gösterisi ile başladı maça. Ersun Yanal'ın eski günlerini hatırladığı, ileride oynamayı planladığı bir meydan okuma ile... Fenerbahçe'nin bu baskını, mental olarak tüm atmosfere yayıldı. Fenerbahçe son yıllarda hiç olmadığı bir özgüvenle ezeli rakibinin sahasında oynamaya başladı.
Bu başkaldırı, Galatasaray'ın tribünüyle birleşip yapacağı şok presi de nötrledi. Ev sahibi, orta sahanın merkezini alan rakibini ileride tutamadı. Her ne kadar Fenerbahçe çok net pozisyon bulamasa da sürekli hücum etme çabası ile çok başarılı bir savunma da yaptı. Galatasaray'ın beklemediği bu kontra plan zaten durağan oynayan yıldızları çok atıl bıraktı. Nzonzi çok rahat pozisyonlarda bile pas alışverişi yapacağı ikinci bir ekip arkadaşı bulamadı. Lemina'nın uzak kalışı, Belhanda'nın Feghouli gibi hareketsiz şekilde topu ayağına bekleyişi Galatasaray'ı efektif bir takım olmaktan uzaklaştırdı.
Yanal'ın kadro tercihinin bir başka sonucu da Babel'in eriyip gitmesi oldu. İsla-Ozan ile Hollandalı'nın yaşam alanını kararttılar! Galatasaray'ın driplingle adam eksiltebilen iki adamından biri de bu şekilde etkisizleşince ev sahibi için her şey daha da zorlaştı.
İlk yarıdaki kadar cesur olmasa da oyunun son bölümünde ipleri Fenerbahçe'nin eline veren şey ise Emre ve Gustavo'nun kalitesi oldu. İki büyük tecrübe ile merkezi tamamen alan Fenerbahçe, her şeyi istediği gibi yaptı. Bu ikili çevresine dizilen Fenerbahçe bloğu hep birlikte hareket ederek, Galatasaray'a çıkış alanı bırakmadı. Bu hapsoluş Galatasaray'ı uzun toplarla çıkma çaresizliğine itti.
Bu çaresizlikten bir sonuç çıkmadı. Fenerbahçe de daha fazla risk almadan oyun üstünlüğüyle derbiyi tamamladı.
‘’Maçlar sahada kazanılıyor‘’
Galatasaray'da bu sezon kronikleşen en büyük tehlike, rakibini cesaretlendiriyor oluşu. Dün özelinde en ciddi problem ise maçtan önceki aşırı özgüven. Falcao ve diğerlerinden yoksun olarak Malatyaspor karşısına çıkmanın izahı yok.
Fatih Terim hafta içerisinde "Maçlar masada kazanılmıyor, sahada kazanılıyor" demişken, bu rotasyonun anlaşılır tarafı yok. Oyuncularınızı puan kaybetmeden dinlendirebiliyorsanız, kazanım sağlarsınız. Aksi takdirde her şey birbirine girer, kafanız karışır. Dün akşamdan sonra Terim'in kafasında bir derbi 11'i var mı mesela? Hiç sanmıyorum.
Büyük takımlar, öne geçtiklerinde mental olarak da maçın gerisini daha iyi götürebilme avantajı sağlar. Eriyen her dakika rakibin direncini kırar, sizi yukarı çeker. Ama o konsantrasyonu muhafaza edebilmeniz gerekir. Galatasaray'da görünen ise bu değil. Çok fazla faul ve oyunu soğutmaya çalışmak, rakibiniz savaşıyorsa netice vermez. Önceki haftalardaki gibi sakarlıklar yaptığınızda da cezayı keserler.
Galatasaray başta olmak üzere 'büyük' dediğimiz takımların belki de hala kabullenemedikleri bir şey var. O da diğerlerinin artık daha cesur olduğu ve bilgiye daha kolay ulaşabildiği. Onlar da maç öncesinde, devre arasında ve hatta oyun akıp giderken analizler yapabiliyor, sizin hatalarınızı görebiliyor.
Yani artık formayı sahaya koysan, kazanamıyor. Fenerbahçe önceki akşam Ankaragücü karşısında böyle kazandı. Sonuna kadar kovaladı, rakibini cesaretlendirmedi, sonunu getirdi. Galatasaray ise öne geçtiği dakikadan itibaren her dakika maçı kazanmış gibiydi.
Terim'in dediği gibi; maçlar sahada kazanılıyor. Masadakiler masada kalıyor.
‘’Ersun Yanal‘’
Fenerbahçe bu acı tecrübeyi Audi Cup'ta yaşamıştı. Rakip kaleden uzak kalıp, kendi sahasında kaldıkça tehdit yaşıyor.
Fenerbahçe'nin hücumcuları ile savunmacıları arasında uçurum var. Vedat, Kruse, Rodrigues, Moses/Türünç topla ne kadar iyi ise geridekiler o kadar kötü. Rakip baskısı görmediğinde biraz Zanka'yı ayrı tutmak lazım. Hepsi bu. Kaldı ki, yüzde 75'i savunma tandanslı olmayan bir dörtlüsü var Fenerbahçe'nin. Hal böyle olunca hem geriden oyunu kurmak mümkün olmuyor, hem de kaleyi gerektiği gibi savunmak.
Ersun Yanal, Audi Cup'tan bu yana stoperlerinin, özellikle Jailson'un topu alıp oyun kurmasını arzuluyor. Ama olmuyor işte. Jailson topla buluşacak ama ikinci pası kime verecek? Xavi, Iniesta, Busquets? Kim var merkezde? Hiçbiri. Emre de yok. Sırtı dönük Tolga Ciğerci ya da Alper Potuk'a topu atamıyorsun, sonra da ileri vuruyorsun. O zaman da olmuyor. Üstelik Gustavo'yu da savunma merkezine çekmişken, saçmalıklar başlıyor.
Top ileri gitmedikçe Vedat ve arkasındakiler de atıl kalıyor. Kruse de Kruse olmuyor o zaman, diğerleri de..
Fenerbahçe bu sezon en görkemli oyununu Trabzonspor'a karşı oynamıştı. Sürekli rakip yarı sahada, sürekli rakip ceza alanındaydı. Takım halinde geriye doğru adım attıkça, önce gol yemiş sonra beraberliğe razı olmuştu.
Fenerbahçe'nin rakip yarı alanda iyi alan paylaşıp, baskılı oynayabilecek bir kadrosu mevcut. Yeter ki buna niyeti olsun. Fenerbahçe'nin tek ve en sağlıklı planı bu. Sürekli ileride oynamalı sürekli rakip yarı alanda kalmalılar. Fenerbahçe rakibinin kendisini geri itmesine izin vermemeli.
Bir kez daha anlatmaya çalışmıştım. Ersun Yanal, yıllar önce neler yaptığını hatırlamalı. Nasıl gözü kara bir planı olduğunu.. Yanal'ın planı pas oyunu olmamalı. Olmuyor zira!
Bir soruyla bitirelim; Alper Potuk mu, Mehmet Ekici mi?
‘’Falcao ve skor‘’
Kemal Özdeş geçtiğimiz sezon Kasımpaşa'dan yollanırken, lider Galatasaray'ın 3 puan gerisindeydi. 7. haftada Trabzonspor'a 4-2 kaybedince, başarısız bulunmuştu!
Kasımpaşa'nın o dönemki sıralamasından ziyade, oynadığı oyun tat veriyordu. Özdeş o oyunu tekrarlamakta kararlı.
Elbette, Galatasaray deplasmanı daha motive edici ve oynama isteği uyandıran bir adres. Çoğu takımın süre kazanmak için oyalandığı bir deplasmanda 5-6 adamla rakip kaleye gittiler. Takdir edilesi bir gövde gösterisiydi.
Galatasaray cephesinde ise ilk haftalardan farklı bir durum yok. 15-20 dakikalık tempolu oyunların ardından bitkin ve enerjisiz bir ekipten ibaretler. Ligin ilk üç haftasında da 10 kişi kalmaları ayrı bir refleks yaratmıştı ama dünkü sakinlik, kabul edilir değil. Bu içe kapanış ya da tedirginlik, teknik sorunlardan daha önemli. Galatasaray, Türk Telekom'da deplasman takımını cesaretlendiriyorsa, orada fazlaca düşünmeli!
Teknik problemler ise çok göz önünde. Galatasaray, hücuma kalabalık gidemediği, savunmacısı ile hücumcusunun arasını açtığı zaman sorun yaşar. Bir de Kasımpaşa gibi tüm takımı geriye koşturan bir rakip olduğunda, oyunun sonu böylesi zor bir hal alır.
Galatasaray, Mariano ve Nagatomo'nun da rakip alana yerleştiği, oyunun yönünü çok hızlı çevirebildiği, ceza alanına topu aktarabildiği kadar tehlikeli olacak. Üstelik Diagne'den çok daha hareketli ve arayan bir santrforları var artık. Bunları yapamadığı ve dün akşamki ikinci 45'i oynadığı sürece Galatasaray bu ligde hiçbir maçın favorisi olamaz.
Problem çok, kazanım az. Galatasaray adına gecenin tek güzelliği 3 puan ve Falcao'nun aşırı iştahlı hali.