‘’Mükemmelden bir eksik‘’
Şenol Güneş maç öncesi bundan daha iyi şartlar aramazdı muhtemelen. Malatya'nın önemli eksikleri, yaşadığı problemlere rağmen Quaresma'nın dönüşü, sahadakilerin formunun yükselişi...
Güven, Lens, Burak, Atiba, Dorukhan başta olmak üzere hemen hemen tüm Beşiktaşlı oyuncular seviyelerini yukarı çekti. Bu toplu ilerleme, takımın seviyesini de yükseltti.
Malatya deplasmanında bu özgüvenini hemen hissettirdi Beşiktaş.
Caner Erkin'in -Cüneyt Çakır'ın varlığından muhtemelen- hiç alışık olmadığımız sakinliği, performansını çok olumlu etkiledi. Belli ki Fenerbahçe derbisinde oynamayı istiyor. Karşılaşmanın hemen başlarında Aleksic'in tehditkar ataklarında yerini kaybetse de sonrasında Beşiktaş'ı hep ileri taşıdı. Öyle bir atakta golü attırdı.
Ljajic'e gelince... Şenol hocanın çalıştırdığı bir şey mi bilinmez, Burak ceza sahası dışında topa gittikçe son vuruş yapabileceği alana attı kendini. Daha maçın ilk yarısında bu pozisyonlardan birini yaşadık. Golü de böyle attı. Takımın en ucundaki oyuncu konumunda -Caner'in eski günlerini aratmayan ortasında- golü yaptı. Sonrasında gördüğü sarı karta ise söylenecek laf yok. Pes!
İlk yarıya geri dönelim. Malatya, orta sahada topu kazanıp oynamaya çalıştıkça Beşiktaş da aynı karşılığı verdi. İki teknik adam da benzer şeyi yapmaya çalışıyordu. Ta ki Adem'in takımını eksik bırakmasına kadar. Bu tür karşılaşmalarda eksik kalınca nasıl bir bedel ödendiğini Malatya tecrübe etmiş oldu.
Lens'in kaçırdığı gole çok şey söylenmez belki ama ya Beşiktaş'ın yediği? Bir gece önce pozisyon yokken Galatasaray'ın Benfica'dan yediği golden ne farkı var Malatya'nın attığının.. Bu seviyede mücadele edilirken bu tür goller yemek ağır bedellere neden olabilir.
Özetle, puan kaybı Beşiktaş için şampiyonluk hedefinin uzaklaşması, hatta bitmesi anlamına gelebilirdi. Fenerbahçe derbisi öncesinde en zor deplasmanlardan birinde bol pozisyona girerek, rahat oynayarak kazandı Beşiktaş. Ljajic'in saçmalığı da yaşanmasa, Beşiktaş için mükemmel bir gece olacaktı.
‘’Galatasaray'a mesaj; Türkiye'de kal‘’
Ligimizin kalitesini bu tür maçlarda daha iyi anlayabiliyoruz. Benfica gibi belli bir şablonda, sistematik şekilde oynayan takımlar geldiğinde aradaki farkı görebiliyoruz. Galatasaray normal şartlarda Türkiye için yeterli bir iç saha oyunu oynayabildi. Skoru belirleyen ise Benfica'nın 90 dakikalık gösterisi.
Evet bu bir gösteri. Defalarca çalışılmış, ezberlenmiş, her ihtimali düşünülmüş bir oyun.
İspanyol hakemin penaltı kararını tartışalım tamam ama 90 dakikanın genel fotoğrafı farklı olmaz. Benfica öne geçtiğinde de beraberlikte de skora göre oyunlar oynayabileceğini gösterdi. Muhtemeldir ki geri düşseler de bir başkaldırı oyunu sergileyeceklerdi. Galatasaray'ın oyun içinde fark yaratmaya çalıştığı tek an ise oyuncu değişiklikleri için tabelanın kalktığı dakikalardı.
Tekrarı izlenesi bir mücadeleydi. Benfica'nın top Galatasaray'da iken nasıl yerleştiğini, Muslera oyunu hızlı başlattığında hücumcuların nasıl geri koşarak boşlukları doldurduklarını, çok basit düz paslarla, sahayı bir çizgiden diğerine nasıl kullandıklarını tekrar tekrar izlemeli.
Galatasaray'ın yapamadıklarını da görmeli elbette. Onyekuru'nun boş alan bulduğu anlar dışında Benfica savunmasını tehdit edememek büyük problemdi mesela. Diagne'nin iki stoperin düzenini bozamaması, bir başka etken. Bu ikilinin arasına Belhanda'yı, Feghouli'yi sokamamak da önemli bir dertti. Bunlar olamadığı için oyun bu şekilde ilerledi. Bir 90 dakika daha oynansa, belki skor değişebilirdi ama iki ekibin oyunu çok farklılaşmayacaktı.
Galatasaraylılar'ın yine de enseyi karartmaması lazım. Bu oyun, Türkiye sınırları içinde yeterli. Bu bakımdan Fatih Terim ve öğrencileri için iyi bir test maçıydı.
Trabzonspor maçındakine benzer şekilde 15, 20 dakikalık kesintisiz yüksek tempo ile ne yapabileceklerinin sinyallerini verdiler.
Enerjisini ekonomik kullanan Galatasaray için tek kulvar -kupa yedeklere teslim edildiğinde- daha az yıpratıcı olacak.
Dün geceki maçın Galatasaray'a mesajı da buydu; Türkiye'de kal, güçlü kal.
‘’Galatasaray-Trabzon maçından ne hatırlayacağız?‘’
Trabzon'un oyunun başında geride sağlam durmaya çalışması kabul edilebilir. Galatasaray'ın bu kadar istekli olacağını tahmin etmek de güç değil. Kestirilemeyen N'Diaye'nin ekstraları. Adeta ribaund toplamak, top çalmak için çıkmış sahaya. Üstelik, adam eksiltip 10 numaralara özgü ara paslar atınca da Trabzon'un duvarı çatlamaya başladı.
Bu topların birinde penaltı golü gelince Trabzon B planına geçti. Yetenekli ayaklarıyla boş alan kovalamaktan, oyunu rakip yarı sahaya yıkmaya döndüler. Böyle bir pozisyonda da 90 dakikanın tamamında en iyilerden olan Marcao'nun fahiş hatasına Rodallega klası ile cezayı kestiler.
Kalesinde büyük övgüvenle duran Arda'nın çaresiz kaldığı Belhanda şutu, ikinci yarının senaryosunu da belirleyen golü getirdi.
Trabzon, Abdülkadir Parlak hamlesiyle daha tehditkar olmayı planlarken, Terim'in belki de bu günler için sımsıkı sarıldığı Belhanda'nın 'saman alevi' varlığı farkı ikiye çıkardı. Terim,
Faslı yıldızı bu haliyle kabul etmiş olmalı. 'Oyunda 20-30 dakika varolsun ama skoru belirlesin.'
Devamında Trabzonlular'ın ayaklarının yere sağlam basması, genç kadronun paniklememesi oyunun ibresinin tamamen Galatasaray'a dönmesini engelledi. Rodallega'nın, 'Ben özel bir santrforum' mesajı verircesine Galatasaray savunmasını sallaması, Trabzon'u oyunda tuttu. Hep umutlu kaldılar. Bu çaba Trabzon'a golü getirebilseydi, Galatasaray için planlar fena şekilde değişebilirdi. Rodallega'nın bu meydan okuyuşuna Muslera'nın 'Ben de buradayım' karşılığı vermesi, maçın kırılma anlarındandı.
Kötülük bizi de zehirliyor
90 dakika ile ilgili bende en fazla iz bırakan şey, bu kadar tecrübesiz bir Trabzonspor kadrosunun iki farklı geri düşmüş ve hakem hataları olmuşken sahada bu kadar karakterli durması oldu. Rodallega ve N'Diaye'nin mükemmel performansları da elbette.
En kötüsü ise hakem kararları. Şu güzel ve temiz oyun sonrası hakemin bu kadar konuşulacak olması.. Bu kadar kolay kararlarda bu kadar bariz hataların yapılması, hakemlerin standardının vasatlığı ile açıklanabilir.
İşin özü şu aslında; hakemler kötü karar vermiyor, hakemler kötü..
Ve bu kötülük bizi de zehirliyor. Trabzon'un gençlerini, Galatasaray'ın güzel futbolu yerine hakemleri konuşuyoruz.
‘’Volkan Demirel'i kim ikna etti?‘’
Volkan'ın, Fenerbahçe'ye geri dönüşünün hikayesi çok ilginç. Yaratılan algının aksine işin çok daha başka olduğu iddiası var.
Dediğim gibi iddia olduğundan şimdilik isim vermem mümkün değil.
O güne dönelim. Volkan'ın, basın mensuplarının karşısına çıkıp, sesinin titrediği, gözlerinin dolduğu anlara..
Hani 'Koskoca Fenerbahçe kulübü, efsane kalecisine, kaptanına böyle bir geri dönüşü mü reva gördü!' türünden eleştiriler var ya. Biliyoruz ki, çoğu, sosyal medyada etkileşim alabilmek için yazılıp çiziliyor.
Normal taraftarı anlamak mümkün de yıllardır gazetecilik yapanlar? 'Olacak şey mi bu kardeşim!' diyen Beşiktaş, Galatasaray, Trabzonspor tandanslı gazeteciler işin doğrusunu bilmiyor mu?
Bilmiyorlarsa bile o gün Dereağzı'nda bulunan meslektaşlarına bir 'alo' diyerek, işin aslını öğrenemezler mi? Doğruyu öğrenmeye çalışmak, gazeteciliğin önceliklerinden değil mi?
Çok uzun yazmaya gerek yok. Çoğunluğun bildiği üzere Volkan açıklamayı idman sahasında yapacaktı, hava şartları olumsuz olunca topluca içeri girildi. Hepsi bu..
Kim bu hatırlı büyük?
Gelelim asıl konuya. Volkan Demirel nasıl affedildi? Ya da Volkan özür dilemeyi nasıl kabul etti? Volkan'ın çok yakın dostlarına onu anlatmalarını istediğinizde söyledikleri şey hep aynı oluyor: "Çok dürüsttür. Adamdır. Geri vitesi yoktur. Karakterlidir. Kimseden çekinmez.." Sürekli bu -belki bir kısmı abartılı- sözleri duyarsınız.
Sahada rakip takım taraftarları için ne kadar itici ve tahrik edici gözükse de yakın dost çevresinde her zaman takdir alan bir karakterden bahsediyoruz.
Peki böylesi bir karakterin, bunca zaman bekleyip şimdi özür dilemesi normal mi?
Aktaralım. İddia şöyle; Volkan hiçbir zaman özür dilemeyi düşünmedi. Çünkü özür dilenecek bir şey yaptığına inanmıyordu. Zaman zaman, 'gerekirse özür de dilerim ama özür dilenecek bir şey yapmadım' diyerek, tavrında kararlı olacağını da ispatladı.
'Darağacında olsak bile..'
Ancak... İşler bu noktaya gelince hatırını kıramayacağı bir isim kendisinden ricacı oldu. İddiaya göre o isim, Volkan'a aynen şunları söyledi: "Bak şimdi. Konu Volkan, konu Ali, Veli filan değil. Konu Fenerbahçe.. Fenerbahçe'nin itibarı, geleceği, her şeyi. Asırlık kulüp, ilk yarıyı düşme potasında kapattı. Bu zor zamanlarda takımın yanında olmayacaksan ne zaman olacaksın.
Kaptanlık, liderlik böyle zamanlarda sevdalısı olduğun takımın başında olmayı gerektirir. Karar elbette senin. Özür dileyip dilememek de senin kararın, saygı duyarım. Ama bak tekrar söylüyorum, Fenerbahçelilik böyle zamanlarda takımda olmayı gerektirir. 3 Temmuz'u hatırla. Neler çektiğimizi, neler atlattığımızı. Hep ne diyoruz? Darağacında olsak bile son sözümüz Fenerbahçe..."
Ses titremesi, gözlerin dolması
Bu sözler sonrası Volkan, dönmesi gerektiği kararını verir. Önce, yönetimiyle görüşür, "Basının karşısında özür dileyeceğim" der. Ardından o kısa açıklamayı yapar. O ses titremesi, gözlerin dolması da aslında o an yaşadığı duygusallıktan değildir. Geri adım atmayı düşünmediği halde, özür dilemesi gerektiğine inanmadığı halde özür dilemek zorunda kalmasındandır. 'Ben duygusal bir adamım' dediği anları hatırlayın. Volkan için de tüm Fenerbahçeliler için de zor bir sahne. Ve her ne kadar kötü gözükse de o sahnenin iyi niyetli bir yaratıcısı var!
‘’Hep bir tarafı eksik‘’
Fenerbahçe için iki net gelişme var. Birincisi, sahaya yetenekli ayaklar girdikçe hücum zenginliğinin artması. Valbuena ağırlığını koyup, Mehmet Ekici 11'e dahil olunca çok net gördük bunu. İkincisi bu sezon hiç olmadığı kadar mücadele etmesi.
Hafta içindeki Avrupa maçı sonrası, üstelik ikinci yarıda bu kadar tempo yaparak. Aslında taraftarın önemli desteğini üçüncü bir unsur olarak koymak gerek ama işler iyi giderken! Zira, pas hataları, adresi bulmayan toplar ağır tepki görüyor Kadıköy'de.
Bunların arasına girmeyecek ancak iyi gözüken bir başka durum ise Kasımpaşa'ya boş alan verilmemesi. Yenen iki gol de set hücumunda, verilen penaltı da. Kasımpaşa'dan kontra yememek de başarı. Bunun yanı sıra Neustadter ve Skrtel'in bu kadar kolay vurdurması kabul edilir değil.
Kasımpaşa'nın özellikle ilk yarıda çok adamla gelmesi, topu iki çizgi arasında dolaştırıp atakları finalize etmesi... Asıl problem yaratan buydu. Savunmasının önünde devasa bir boşluk var Fenerbahçe'nin. Oradaki ikiliyi bir türlü bulamadı. İkililerden biri iyi olduğunda diğeri hep vasattı. Mehmet Topal'ın hataları, yanlış pasları. Elif'in performansının hızla düşüşü.
Jailson'u arıyor Fenerbahçe. Hep bir tarafı eksik takımın. Yetenek varsa, enerjisi yok. Mücadele gücü varsa sahaya kalite koyacak oyuncusu az.
Kasımpaşa ise ikinci yarı başında yediği baskı dışında hep istediğini yaptı. Eduok'un sorumsuz vuruşları olmasa galip bile gelebilirlerdi.
Geçen hafta adeta Yeni Malatyaspor'un ceza sahası içinde oynamışlardı. Kadıköy'de de oynanabilecek en iyi oyunlardan birini sergilediler.
Kan kaybeden ligimizde, Kasımpaşa fark yaratan birkaç takımdan biri.
‘’Kan kaybı‘’
Beşiktaş, çok motive bir iç saha oyunu ile başladı. En önde Güven, merkezde Dorukhan'ın enerjisi yorgun takımı ileri itti.
Galatasaray'ın tüm savunma hattı ile orta sahasının hemen hemen her topta Muslera'yı araması da Beşiktaş'ın arkasından esen bir rüzgar yarattı. Beşiktaş, rakip alanda oynadığı oyunda olgun ataklar yapmasa da bariz bir üstünlük sağladı. Muslera'nın sürekli topla oynamak zorunda kalışı, Ljajiç'in hemen her atakta topa en az bir kez temas etmesi, oyunun Galatasaray ceza alanı çevresinde dönmesine neden oldu.
Galatasaray savunmacılarının her topta aradığı Eren'in, meşin yuvarlağı yere indirememesi de Beşiktaş adına muazzam bir düzenin varolmasını sağladı.
Tam bu dakikalarda topla haşır neşir olması gereken Selçuk İnan'ın, arkadaşlarına uzak kalması ise her şeyi zorlaştırdı Galatasaray adına.
Beşiktaş, topla oynama oranında yüzde 70'leri zorladığı bir süreçte önce çift vuruşu sonra da penaltı golünü buldu. İlk yarının son bölümlerinde yükselen tansiyon ise Beşiktaş'ı vuran en önemli etkendi. Aşırı stres ya da yorgunluktan mı bilinmez, Beşiktaş o baskılı oyunu terk etti.
İkinci 45'e Beşiktaş'ın ilk yarıdakine benzer bir baskı ile başlamaması, Atiba-Güven değişikliği Şenol hocanın planlarına ilişkin iyi bir ipucuydu. Oyunu soğutup, takımın enerjisini daha ekonomik kullanmak isteyen Güneş, Galatasaray'ı daha da geride karşıladı. Beşiktaş açık alan arar ve kontra kovalar hale geldi.
Beşiktaş'ın bu geri çekilişi konuk ekibe net pozisyonlar getiremese de topla daha fazla oynama ve Karius'un kalesine daha fazla yaklaşma imkanı yarattı. Tam bu anlarda yetenekli bir ayak aramaya başladı Galatasaray. Ama ne saha içinde, ne kenarda o düzeyde bir oyuncu vardı.
Beşiktaş'ın farkı artırabileceği, Galatasaray'ın eşitliği yakalayabileceği bir periyodun ardından 90 dakika sona erdi.
Bir önceki gün Başakşehir'in yenilgisi, ardından dün geceki derbi... Kör topal oyunlar oynanıyor ligimizde. Görkemli kadroların erozyona uğraması ile birlikte, kaliteyi de hızla kaybediyoruz. Öyle ki Cüneyt Çakır düzeyindeki bir hakemin dört kez VAR'a başvurduğu, kararlarından geri döndüğü düzeye geldik.
Sonuçlardan bağımsız söylemek lazım; futbolumuz ciddi kan kaybediyor.
‘’Enerji ve yetenek‘’
Galatasaray maçıyla başlamıştı Fenerbahçe'nin ayağa kalkışı. Hatta o maçın ikinci yarısıyla. Valbuena'nın varlığıyla.
Anderlecht ve Alanya maçında da senaryo farklı değildi. Fransız'ın sahada oluşu, sezon başından bu yana olmayan bir katkı olarak Fenerbahçe'yi bir üst seviyeye taşıdı. Bu ekstra güç, Trabzon'da tuzla buz oldu.
Joao Pereira'nın bindirmeleri, Abdülkadir'in müthiş enerjisi.. Sağ kanada yıkılan diğer Trabzonlular ile birlikte Valbuena resmen buharlaştı. O kadar çok geri koştu ki, hücum için enerjisi kalmadı. Topla da buluşamadı. Fenerbahçe'nin çok aleni bir organizasyon sorunu vardı. Takımın en yeteneklisini topla bile buluşturamadı.
Öte yandan Sosa, Abdülkadir, Yusuf üçlüsü... Fenerbahçe'de yetenekleri bakımından şu üç oyuncunun düzeyine yaklaşacak bir grup yoktu.
Bu düz takımda sadece enerjisiyle varolan Frey'in varlığını düşünün. Forvet arkası oynarken üstelik. Ayaklarına hakim olamayan, arkadaşlarına duvar olamayan Slimani'yi de katın. Çoğalamadı Fenerbahçe, gidemedi, gücü yetmedi.
Trabzon'da o kadar çok dripling yapabilen oyuncu var ki, Fenerbahçe sürekli geri koşmak zorunda kaldı. Takımın enerjisi kalmadı. Ev sahibi, iki beki Pereira ve Novak'la birlikte toplu halde ilerledi. Trabzonspor hep ileride kalınca, enerjisini de ekonomik kullandı.
Bir ara Fenerbahçe adına orta sahada öyle bir trajik tablo vardı ki, Trabzonspor 30 saniyede bir atak tazeler hale geldi.
Koeman, bu teslimiyete niyahet Mehmet Ekici hamlesiyle müdahale etti. Sonrasında da durum dengelendi.
Fenerbahçe, maç boyunca yapamadığını son 10 dakikaya sığdırdı. Trabzon kalesini tehdit etti. Golü de buldu. Ancak skorun değişmesine ne zaman yetti, ne de Fenerbahçe'nin enerjisi.
Trabzonspor için durumu belirleyen en önemli şey önce enerjisi, ardından da yetenekli ayaklarının performansıydı. Fenerbahçe ise çok düz, yaratıcılıktan uzak, yorgun. Frey'in forvet arkası oynadığı bir takımdan bahsediyoruz! Aksi bir skor sürpriz olurdu.
‘’60. dakika‘’
Böyle başlamaz derbi, olmaz.. Topyekün mücadeleye çıkacağınız bir maçta tek bir isim üstüne koreografi kurulmaz. Olacaksa, o konuşma savaş çağrısı olur. Burnundan soluyan kitleyi, romantik dizi müziğiyle yumuşatmak tam bir strateji hatası.
Ali Koç elinde tabletle tüm takımı kapıda beklesin, olmaz. Kurumsallığa uymaz.
Sonrasında Benzia çıksın Alper girsin olmaz. Gerideyken üstelik. Yardımcılar taç kararı verirken bile orta hakemine baksın olmaz.
Sonuncusu daha beter, 60. dakikada oley olmaz. Zaten daha çok bu dakikadan sonrasını konuşmak lazım.
Topyekün bir motivasyon kırılması yaşandı bu andan itibaren. Tribünden hakeme, oyunculardan Galatasaray kulübesine, bir dibe vuruş.
VAR’ın yararlarıyla ilgili hala net bir fikrim yok. Birincisi hakem kendi kararını sorgulamak zorunda kalıyor ve oyunu hep kararını sorgulayarak tamamlıyor.
VAR yokken hata varsa fatura hakem ve yardımcılarına kesilir, konu kapanırdı. Şimdi 4, 5, 6 hakem birden tartışılır hale geliyor.
Fatih Terim’in dün geceki açıklamaları sonrası Fırat Aydınus’u geçtim, Barış Şimşek ya da Ali Palabıyık yakın tarihte gelebilir mi Türk Telekom’a.
Yine o kırılma anından sonra tribünün tınısı da değişti. Oley çeken topluluk, oyuncusuna tepki göstermeye, sahaya şişe atmaya başladı.
Kulübedeki kırılma ise bambaşka. Terim, Fenerbahçe sahasına oyunu yığacağını, Donk ve Maicon’la topları indireceğini düşündü.
Tüm bunlar yaşanırken Erwin Koeman soğukkanlı kaldı. Ve bu kez Fenerbahçe gerçekten istedi. Donk, Maicon, Sinan atıl kalınca sayısal üstünlük sağladı Fenerbahçe.
Galatasaray 3 kırmızı kart görmüş gibiydi. Uzun yıllardır hiçbir derbide böylesi bir kırılma yaşanmamıştı.
Maç sonundaki skandalı uzun uzadıya anlatmaya gerek yok. Basın tribününden gördüğüm çok net bir şey var. Dışarıda kalmaya çalışan iki oyuncu seçebildim. Biri Norveçli Linnes, diğeri İsviçreli Frey.
Ligimiz, Afrikalı ve Güney Amerikalı oyuncuların disiplinsizlikleri ve vurdumduymazlıklarına bırakılamayacak kadar değerli.
Asıl tokat, tekme ve yumruklar bugün, yarın. Bakalım Avrupalılar ne yazacak!