‘’Hangi Galatasaray?‘’
Kasımpaşa, Kemal Özdeş yapımı sıkı bir ekip. Geçen sezon lige tutunuşları, bu sezona bu kadar cesur başlayışları potansiyellerini biliyor olmalarından. Takım olarak birlikte kaldıkları takdirde ligde her rakibe üstünlük kurabilirler.
Fatih Terim'in, muhtemeldir ki bir daha hiçbir zaman bir arada göremeyeceğimiz 11'ini yorumlamak ise zor. Gomis'i hala ararken, orta sahada Fernando'suz, savunmada Ozan ile başlamak bir gövde gösterisi. Bir meydan okuyuş hatta. İçinde birçok mesaj barındıran bir tercih.
İtiraf etmeliyim, Kasımpaşa'nın kazanacağını düşünüyordum. Ancak kağıt üzerindeki bu dengesizlik, ilk yarıda yeşil çimler üzerinde bir denge buldu. Birlikte kalan Kasımpaşalı oyuncular, kendi sahalarını çok daralttı. Rodrigues açık alan bulamadı, Eren Derdiyok duvar olup, arkasındaki üçlüyü kaleye yaklaştıramadı.
Kasımpaşalılar'ın tehditkar kontra arayışlarında ise Galatasaray savunmacılarının ilk hamleleri atakların finalize olmasını engelledi. Özellikle Ozan Kabak'ın ilk müdahaleleri. Ozan yaşına rağmen soğukkanlı, ne yaptığını biliyor. Bireysel çalışma yapmalı. Çabukluğunu artırmalı, daha atik olmalı. Yaşı gelişim için hala müsait.
Maça dönersek.. Sıkışan bir oyun, daralan saha içi dizilişleri görmeye başlamıştık ki bir duran top her şeyi çözdü. Eren'in golü sonrası Ndiaye'nin Kasımpaşa savunmasının kalbine sapladığı pas! Çok nadir gördüğümüz türdendi.
Sonrasında her şey çok kolay oldu. 60-70 dakika kadar birbirine yakın duran Kasımpaşalı oyuncular birbirlerinden uzaklaştı. Bu çözülme; Ndiaye, Donk, Rodrigues gibi atletik isimlerden kurulu Galatasaray'ın işini kolaylaştırdı. Çok alan çok gol getirdi.
Peki dün geceki 4-1'lik bir oyun muydu? Hayır. Kazanmak? Şampiyonlar Ligi öncesi, böylesi bir 11'le çok daha değerli. Üstelik 6 puanlık bir maçta.
Trabzonspor'da çok çabuk çözülen, Kasımpaşa karşısında ise sabırlı davranıp rakibini çözen bir takımdı Galatasaray. İlerleyen haftalar için hala fikir vermiyorlar. Özellikle Şampiyonlar Ligi arenası için..
‘’İngiliz destanı!‘’
Dünya Kupası’nı 1966’da kazanan İngiltere, İsveç engelini Maguire ve Dele Alli’nin kafa golleriyle 2-0 geçti. Tarih yazmak isteyen Ada temsilcisi, tam 28 yıl sonra adını yarı finale yazdırdı.
İsveç, beklendiği gibi topu İngiltere’ye bıraktı; (43- 57). Adalılar’ı kalabalıkta eritmek isteyen İsveç uzun süre başarılı oldu. Rakip 18’in dışında daralan bölgede Kane kaybolunca, İngiltere üçgenlerle topu kenara taşıdı. Böyle bir pozisyonun devamında ilk korner, ilk gol geldi.
Uzatmaları, hatta penaltıları zorlamasını beklediğim İsveç geri düşünce tek bir plana bağlı kalmanın bedelini ödedi. İngiltere ilk yarıda madeni bulunca, ikinci yarıda maceraya girmedi. Rakip yarı alana geçer geçmez, kenar ortalarıyla skor aradı. Ve yine bir orta ile dengesi bozulmuş İsveç savunmasını yıktı.
Dönen toplar
İlk yarıya göre daha iyi yaptıkları şey ise İsveç duvarına çarpıp dönen tüm topları almak oldu. Ataklarını tazeleyip, oyunu rakip yarı sahada oynadılar. Geri koşmadıkça enerjilerini muhafaza ettiler. Lingard, Trippier gibi yetenekli isimleri için önemli bir avantaj yarattı bu durum. Son yarım saatte alana iyi yayılıp, nadir pozisyonlar verdiler. O pozisyonlarda Pickford iki çok önemli kurtarış yaptı.
İsveç yapabileceği kadarını yaptı. İngiltere, kalitesini sahaya yansıtarak yarı finale çıktı.
Maçın olayı
İki takım futbolcularının tutumu. Björn Kuipers muhtemelen kariyerinin en kolay maçlarından birini yönetti. 2-3 saniyelik cılız söylenmeler dışında tek bir ciddi itiraz olmadı.
Maçın sorusu
Disiplin odaklı planların sorunu bu. Geriye düştüklerinde sorun büyüyor. İsveç, bu kadar beklemek yerine İngilizler’i tedirgin etmeye çalışsaydı sonuç değişir miydi?
Maçın starı
Lingard... Kariyerinin olgunluk dönemine girerken, lider rolü üstlenebileceğini ispatladı. Sağa sola attığı isabetli paslarla İsveç savunmasının dizilişini bozdu.
Kısa mesaj
Kolombiya maçını penaltı golüyle 1-0’a bağlamaya çalışan İngiltere dersini almış. Bu düzeydeki maçlarda tek fark hiçbir şeyi garanti etmiyor. 2’yi, 3’ü bulmak zorundasın.
‘’90'da bitmesi zor‘’
İngiltere’nin son 10 dakikasında kabus yaşadığı Kolombiya maçı bu 90 dakika için önemli veri. Disiplinli İsveç’e karşı iki farklı öne geçemedikleri sürece net bir zafer zor. Vikingler, sıkı savunmalarıyla uzatmaları ve hatta penaltıları kovalayabilir.
Önemli favoriler evine dönüp fikstür avantajı da belirginleşince, kafası bulanık(!) İngilizler’in şampiyonluk tezahüratları yapmaya başladığı bir turnuva izliyoruz. İşin aslının öyle olmadığı Kolombiya maçında ortaya çıktı. 80’den sonra kâbusu yaşadılar ve nitekim uzatmalarda Mina’nın kafa golüne engel olamadılar.
Yüksek maaşların ülke içine hapsettiği oyunculardan kurulu Adalılar’ın, lejyonerler ordusu İsveç’e karşı daha ahenkli olması beklenebilir. Bu tez kağıt üstünde kalır! Kane’in ekstra performansı frenlendiğinde üretimleri kısıtlı. Sterling, Dele Alli gibi yetenekli ayakları önemli avantajları ama sıkı/disiplinli İsveç savunması kolay aşılabilir bir duvar değil.
İsveç’in savunması
İsveç, ayakları en yere basan takımlardan. Bu nedenle son 8’e kadar geldiler. Oynadıkları 4 maçta sadece Almanya’ya geçildiler, 90+5’teki bir golle. Üstelik kazandıkları diğer 3 maçta gol yemediler.
Muhtemeldir ki oyunun büyük bölümünde İngiliz ataklarına set çekip, İsviçre maçındaki gibi altın vuruş yapmaya çalışacaklar. İsviçre’ye yaptıkları gibi topu rakibe bırakıp (Yüzde 32’ye 68) Adalılar’ın zaaflarını kollayacaklar.
Galibiyet onlar için iştah açıcı bir son değil. Uzatmaları ve hatta penaltıları kovalayacaklarını düşünüyorum. Öne geçtikleri takdirde ise her dakikayı İngiltere için daha da zorlaştıracaklardır.
Bu istatistiğe dikkat
Topla oynama süresi. Meşin yuvarlak bariz şekilde İngiltere’de olacak. Yüzde 60’ın üzerinde top onlarda kalabilir. Meşin yuvarlak onlardayken İsveç nelere izin verecek, önemli olan bu. Topa daha fazla sahip olan, bu maçın kaybedeni olabilir.
Ön plana kim çıkar?
Kane ilk akla gelen. Ama kaptan, turnuvadaki en sert savunmaya karşı bu kez.
İsveç savunmasından birilerinin parlaması muhtemel. Granqvist ya da önünde oynayan Svensson-Ekdal ikilisinden biri bu maçın hatırlananı olabilir.
Kısa mesaj
Öne geçenin skoru korumaya çalışacağı bir mücadele gibi. İngiltere, Kolombiya maçında bunu başaramadı. İsveç, skoru da kalesini de korumayı başarabiliyor. Öne geçen, oyunu çok tatsız bir hale getirebilir.
‘’Galatasaray cesaret veriyor!‘’
Hangi gözle bakarsanız bakın anlaşılır gibi değil. Diziliş başlı başına bir dert Galatasaray için. Yasin, sağ kanatta boydan boya bir 90 metreyi kontrol etmeye çalışıyor. Feghouli, Malatya'nın merkezinde kaybolurken üstelik.
Maç öncesinde Erol Bulut'un dediği gibi gelişiyor her şey. Genç hoca maç öncesi yayıncı kuruluşa aynen şöyle söylüyordu: "Merkezde Galatasaray'dan topu alıp, savunmalarının arkasına inmeye çalışacağız."
Belli bir alanda oynaması gereken Maicon'a da -üstelik hızlı hücumcular karşısında- 40-45 metrelik bir alan bırakmak neyin nesi! Yasin arkası Maicon bölgesi Malatyalılar için cennet bahçesi gibiydi. İlk gol de zaten böyle geldi.
Savunmacıları, merkez oyuncuları bu kadar geri koştuğu zaman sağlıklı hücum etmek mümkün olmuyor Galatasaray için. Yetenekli ayaklar kayboluyor. Feghouli kalabalıkta kalıyor, Belhanda kaleden uzaklaşıyor, Gomis kalabalık arasında eriyip gidiyor. Böyle olunca istatistiklerin de bir anlamı kalmıyor. Zira Galatasaray (Yüzde 63-37) üstün ancak 90 dakika aynısını anlatmıyor.
Büyük ihtimalle daha fazla koşan taraf da Galatasaray ama kazanan Yeni Malatyaspor.
Rakipleri, Tudor'u nasıl yeneceğini biliyor artık. Hırvat hoca ise devre biterken hala yeni denemeler peşinde. Sezona mükemmel başladığı planını terk etmesi anlaşılır değil. O günkü cesur ama bir o kadar yıpratıcı oyunla tüm sezonun geçmeyeceğini düşündü muhtemelen.
Gel gör ki bu oyunla da finali görmesi zor. Galatasaray sezon başındaki gibi korku vermiyor, rakiplerini cesaretlendiriyor.
Galatasaray mental anlamda ligin en kötü 3-4 takımından biri artık. Bu psikoloji ve güvensizlik ortamı başarı getirmez. Acil değişim şart. Ya saha içinde ya da kulübede..
‘’Van Basten'in aptal çocukları!‘’
Biz, “Yabancı 5, 6 olsun. Sınır kalksın, kalkmasın” derken Fas, Dünya Kupası biletini kaptı. Tam 20 yıl sonra. Üstelik bize ders verecek bir final yaptılar. Fas, beraberliğin yettiği maçta Fildişi Sahili’ni 2-0 yendi. Fildişi gibi lejyonerler ordusu bir ekibe karşı mücadele ettikleri 11 çok şey anlatıyor. Hollanda doğumlu 4, Fransa doğumlu 4, İspanya doğumlu 2 ve Fas doğumlu ama Belçika’da yetişen 1 oyuncu zafer yürüyüşüne nokta koydu. Üstelik Hollanda efsanesi Van Basten’in, Fas Mili Takımı’nı tercih ettiklerinde, “Onlar aptal çocuklar” dediği iki yetenek; Hakim Ziyech ve Oussama Tannane ile...
Takım yaratmışlar...
Fas’ta yabancı sınırı bugüne dek tartışıldı mı tartışılmadı mı bilmiyorum. Ama görünen o ki, kendi coğrafyalarının çok uzağında yetişmiş yeteneklerden bir ulusal takım yaratma konusunda başarılılar. Tüm kariyerini Afrika kıtasındaki başarılarıyla süslemiş Herve Renard ile ulaşmışlar başarıya. Muhtemeldir ki, futbol direktörlüğü vs gibi ağır görevler yüklemememişler Fransız hocaya. Bir hedef belirlemiş, 2018’e gitmek için stratejilerini oluşturmuşlar. Ne kadar başarılı oldukları ortada.
Mesele sınır değil
Uzatmamak gerek; mesele para, mesele yabancı sınırı değil. Hikaye anlatıyorlar bize. Mesele sistemde, elindekine sahip çıkmakta. Türk futbolunun en kariyerli oyuncusuna Barcelona’da oynadığı dönemde milli takıma sırt çevirtmemekte. Ya da Nuri Şahin’e, 29 yaşında milli kariyerini noktalatmamakta. Mesele Dortmund’un stoperini kullanabilmekte, Emre Mor’u buharlaştırmamakta. Mesele çok, yabancı sınırı tartışması suni. Aksini iddia edenler yalan söylüyor. Alın işte; Hollanda’nın olmadığı Dünya Kupası’na Fas gidiyor.
‘’Arda ağır fatura olur!‘’
Mesele Sneijder'in gönderilmesi, Arda'nın alınmaması değil. Çok başka ve göründüğünden daha büyük bir problem.
Neymar'ın Barcelona'dan PSG'ye geçtiği bir transfer dönemini geride bıraktık. Hafızalarda Fransızlar'ın Katalanlar'a meydan okuması kalacak. Kimse Süper Lig'e yapılmış transferleri hatırlamayacak.
En azından Türk olmayan futbolseverler böyle anımsayacak.
Galatasaray'ın teptiği fırsat bizim dışımızda. Barcelona'dan ayrılanlar listesinde Neymar'ın altında Arda Turan yazacaktı ve yeni adresi olarak Galatasaray işaret edilecekti.
Bu da olayın küçük bir boyutu.
Mesele aslında çok daha büyük. Yeşil çimler üzerinde sezona çok iyi başlamış bir futbol kulübünün hala günlük reflekslerle yönetiliyor olması.
Dursun Özbek'in açıklamalarının en çarpıcı bölümü, içinde bir itiraf barındırıyor olan kısım.
Başkan, 'kitleler' diye tarif ettiği taraftarın mutlu olmayacağını düşünerek Arda Turan'ı alamadıklarını ima ediyor. Birkaç ay önce kitlenin tepkisine rağmen Sneijder'i 1 kuruş kazanmadan yolladığını unutarak.
Kurumsallık esasen ikincisini gerektiriyor. Güvendiğiniz ve sorumluluğu teslim ettiğiniz bir teknik adam ya da sportif direktör varsa, tercihlerini onaylarsınız.
Ve fakat Cenk Ergün'ün 'sürpriz' diye işaret ettiği Arda Turan'ı Tudor da onayladı ve almadıysanız, geride kalan tüm politikalarınızı gözden geçirmelisiniz.
Galatasaray çok büyük bir kulüp. Sneijder ya da Arda Turan'la da şampiyon olabilir, onlarsız da..
Lakin erken form tutmuş takım üç, dört hafta sonra düşer, eski defterler açılırsa sorumluluk sadece size ait olacak Başkan.
Dursun Özbek, görev döneminin en kritik kararlarından birine imza attı. Bedeli çok ağır olabilir.
‘’6-1'in rövanşı‘’
Futbol büyük bir sektör’ klişesi rafa kalkalı çok olmuştu. Abramovich’in ilk aktörlerinden olduğu bu büyülü dünyada futbol insanları aklını kaçırmış durumda. Nasıl hesap yaparsanız yapın; toplayın, çıkarın, çarpın, bu transferi açıklayamazsınız. 222 milyon Euro gözüken ve aslında kaba bir hesapla 500 milyon Euro’yu bulan bir operasyon. Yıllık ücretler, baba Neymar’ın komisyonu, vergiler vs... Uzun vadede 2 milyar TL’lik bir çılgınlık. Yapılan, takımı güçlendirmek, yeni bir vizyon yaratmak değil. Bu bir ego patlaması. Nou Camp’ta Barça’ya 6-1 kaybederek, Şampiyonlar Ligi sahnesi dışında kalan PSG’nin belki de o gün başlattığı bir proje. Bu tarihsel bir rövanş. Ve belki de bir güç gösterisi. Neresinden bakarsanız bakın akıl işi değil!
‘’Yıldırım Demirören‘’
Sayın Başkan çok zorlu bir dönemde göreve geldiniz. 3 Temmuz’da dizlerinin üstüne çökmüş Türk futbolunu ayağa kaldırmak için çalıştınız. Bir iddiaya göre, siyasiler, politikalarınızda belirleyici oldu. Bir iddiaya göre yakın dostlarınız -ki buna medyadaki bazı çalışanlarınız da dahil- size danışmanlık yaptı. İcraat süreniz her türlü tartışılır, olumlu olumsuz eleştiriler gelebilir. TFF Başkanlığı’na soyunurken bunların olabileceğini hesaplamış olmalısınız. Peki, kritik zamanlarda saha dışı hadiselerle ilgili yeterince sorumluluk aldığınızı düşünüyor musunuz? Bakın Euro 2016 öncesine girmiyorum bile. Ama son bir senede yaşananlar?
Arda’da payınız var mı?
Vaatte bulunduğunuz para ile milli takımdaki prim krizini başlatan kişi olarak kendinizi sorumlu hissediyor musunuz? Arda Turan gibi bir markanın Ay-Yıldızlı formadan uzaklaşmasında payınız olduğunu düşünüyor musunuz? Fatih Terim’in Milli Takım’da işbaşı yapması/görevden alınması sizin döneminizin icraatları... Herhangi birinde hata yaptığınıza inanıyor musunuz? Türkiye Futbol Direktörü, bir kebapçıda yaşanan kavganın taraflarından biri oldu. Bu konuyla ilgili neden açıklama yapmadınız? Söyleyeceğiniz bir söz olsa, ne derdiniz? Fatih Terim size istifa etme teklifini sunduğunu ancak kabul etmediğinizi açıkladı. Terim’in istifasını o anda neden kabul etmediniz? İstifasını kabul etmediğiniz teknik adamı sadece iki gün sonra neden görevden aldınız?
Lucescu’ya aracı yolladınız mı?
A Milli Takım çok kritik bir sürece giriyor. Bu sıkıntılı dönemi hasarsız atlatacak bir B planınız var mıydı? Terim’in işine son verirken, milli takıma teknik patronluk yapacak bir isim belirlemiş miydiniz? Daha açık soralım. Yaklaşık 1 ay önce, Fatih hoca henüz Alaçatı’daki kavgaya karışmamışken bir teknik direktör arayışınız oldu mu? Daha da ileri gidelim. Haziran ayı içerisinde Mircea Lucescu ile görüşmesi için birilerini görevlendirdiniz mi? Sayın Başkan konuşmayacak mısınız? Ya da şimdi konuşmazsanız, ne zaman konuşacaksınız!
Not: Bu yazıyı yazdığım esnada TFF henüz hiçbir teknik adamla görüşmemişti.