‘’Fatih Terim'in üç mesajı‘’
Fatih Terim çok net bir şey söyleme çabasında. En azından öyle hissettiriyor: "Bu kriz devam edecekse benim istediğim gibi, bitecekse de benim istediğim gibi bitecek. Ben ne dersem o olacak."
Ömer Toprak'ı tekrar davet etmesiyle ilgili yorum yaparken açık açık söyledi. "Ben istersem alırım, istemezsem almam" dedi. Benim bundan anladığım şu: "Ben Ömer Toprak'ı istemediğim için almadım, şimdi istediğim için alıyorum." Dönelim Arda olayına.
Arda cephesi de Terim cephesi de, "Konu prim, para pul filan değil" diyor. Ama ne olduğunu da söylemiyorlar. Dedikodular da devam ediyor. Devam etmesini isteyen kim? Yine onlar. Çıkıp, Fransa'da olan biteni anlattıkları güne kadar da öyle olacak.
Arda'nın bir gün önce Radyospor'daki açıklamaları az da olsa iç ısıtan türdendi. Terim'in basın toplantısının geneline baktığınızda da bir adım daha yaklaşma var gibi. Taraflar karşılıklı orta çizgiye yürüyormuş hissine kapılıyorsunuz. Ta ki Fatih Terim'in final sözlerine kadar.
Hocanın tüm basın toplantısında verdiği çok önemli üç mesaj var. İlki; "Beni tahrik edemezsiniz." İkincisi, "Bize kumpas kuruluyor." Terim, sözleşmesinin sızdırılmasıyla ilgili kafa karıştırıcı sözler sarfediyor burada. TFF'nin safına geçiyor. Federasyonla bağlarının güçlü olduğunu ima ediyor. Aynı tarafta yer aldıklarını anlatmaya çalışıyor.
Üçüncü mesajı ise yine bir yola getirme çabası: "Milli takıma döneceklerse ben istediğim için dönecekler."
Bir de basın toplantısının geneli ve sonrasındaki idmanın öncesi var. Teknik sorulara, "Çok yerinde, güzel soru" karşılığı veriyor, ki ben de çoğunun öyle olduğuna inanıyorum. Sonrasında, "Sizlerden rica ediyorum. Bugünlerde bu konudan uzak duralım" türü bir yaklaşım sergiliyor. TFF'nin safına geçtiği gibi, basınla açılan aradaki mesafeyi kapatma çabası var.
Ardından milli takımı takip eden tüm gazetecilerle birlikte toplu fotoğraf çektiriyor. Gazeteci arkadaşlarımı bizzat kendisi davet ediyor.
Şimdi o fotoğrafa dışarıdan bakın. Kendinizi Arda, Selçuk, Burak ya da Gökhan Gönül'ün yerine koyun. Ne hissediyorsunuz?
Ve kasım ayındaki Kosova maçının öncesini düşünün. Arda ve diğerleri doğaldır ki Terim kadroya davet ettiğinde milli takım kampına katılacak. Aksi düşünülemez. Peki ya nasıl hissedecekler? Yola getirilmiş mi!
Ömer Toprak yola mı getirildi? Arda Turan da yola mı getirilmeye çalışılıyor?
‘’Galatasaray gole mahkum‘’
Galatasaray’ın bir sonraki maç ne yapabileceğini kestirmek güç. Geride kalan 4 hafta bunun ispatı. Yine de Galatasaray için öngörüde bulunurken, iyi şeyleri sıralamak gerek. En önemlisi, bu sezon Beşiktaşlı futbolculardan daha çok bir arada oynamış olmaları. Bugün itibariyle Şenol Güneş’in derbi 11’ini tek çırpıda sayabilme imkanımız yok. Ama Galatasaray’ın iki ve üçüncü bölgesinde 6 isim (Tolga, Selçuk, Yasin, Bruma, Sneijder, Eren) çok net.
Riekerink’in avantajı buradan başlıyor. Üzerine plan yapabileceklerini biliyor. Hollandalı, 1 yıldan kısa sürede Türkiye’nin gerçeklerini öğrenmiş durumda. Sonuç odaklı maçlarda 2 kupa zaferi yaşaması da bundan. Bu nedenle, derbide 1 puanın yeteceğini biliyor. Devamında, puan için gol atması gerektiğinin farkında. Vodafone Arena’da Beşiktaş ile oynarken, aklı başında hiçbir teknik adam 0-0’lık bir senaryo üzerine plan yapamaz. Yapsa da gerçekçi olmaz. Orada gol atmak şart.
Gökhan ve Atiba’ya baskı
Riekerink’in handikapı, rakibinin bilindik hücum oyununu kimlerle oynayacağını kestirememesi. Kağıda muhtemel bir Beşiktaş 11’i yazamıyor mesela.
Peki bu şartlarda ne yapabilir? Birincisi, Beşiktaş’ın hücum presi karşısında kusursuza yakın bir pas trafiği şart. Tolga ve Selçuk’a; Bruma, Yasin, Sneijder üçlüsünü yakınlaştırarak. Bir beşli blok oluşturarak. Buna bağlı olarak, topa her zamankinden daha fazla sahip olarak. Beşiktaş’a teslim edilmiş her top, çok çabuk pozisyona dönüşebilecek tehlike demek. Özellikle Talisca bu seviyeye gelmişken. Üçüncüsü Beşiktaş’ın kalbine baskı yapmak. Gökhan İnler-Atiba ikilisine. Fenerbahçe ile oynanan kupa finali hafızalarda. Direkt merkeze yapılan baskı, Emre Çolak’a kariyerinin en iyi maçlarından birini oynatmıştı. Benzer bir agresiflik şart. Atiba’nın, Gökhan’ın pas yüzdelerini düşürerek...
Kanat oyunları
Ve en önemlisi, kanat oyunları. Caner-Adriano ya da Gökhan Gönül-Beck. Kim oynarsa oynasın, önlerindeki ikili ile aralarına girmek şart. Burada Bruma için önemli bir rol gerek. Portekizli’nin bireysel yetenekleri ve özgüveninin tavan yapmış olması, onu muhtemel bir ‘derbi kahramanı’ haline getirmiş durumda. Galatasaray 1 puan için kalesini savunmaktan çok, gol ya da goller aramalı. Yukarıda sıraladıklarım, puanın önünü açabilir. Peki ya Beşiktaş’ı orada yenmek? Riekerink’in Rize maçı sonrası dediği gibi; “Çok daha fazlası” ile... Galibiyet için olmazsa olmaz şey, Vodafone Arena’da öne geçmek. İşte o zaman Şenol Güneş ve ekibinin düzenini bozmak imkan dahilinde. Ve işte o zaman bir derbi zaferinin hayali mümkün.
‘’Galatasaray'ı kestirmek güç‘’
Galatasaray, üç sezondur yaşadığı kadro erozyonu ile çok yumuşak bir takım haline geldi. De Jong transferi bu gerçek nedeniyle çok önemliydi. Beklerinde Eboue-Riera, orta sahasında Melo olan... En ileride Drogba ve Burak'la rakip savunmayı ısıran bir ekipten bugünlere...
Sabri tüm iyi niyetiyle mücadele etmesine rağmen önünde oynayan kadar verimli olabiliyor. Diğer yandan Carole. Marsilya'nın radarına bile girebiliyor ama hala gelişime ihtiyacı var. Güçlenmeli. Daha sert olmalı. Tüm takım gibi.
Ve övgüyle bahsedilen Tolga. Galatasaray'ın bir pas takımına dönüşmesinde en büyük katkı belki de onun. Ama daha ötesine gidemiyor. Beşiktaş için Atiba ne ise Galatasaray için Tolga o olacak belli ki. Ama hepsi o. Ondan maç çevirmesini beklemek hayalcilik.
Kanatlardan devam edelim. Bruma, Yasin ve Josue... Kim oynarsa oynasın, ne kadar süre alırsa alsın bu gerçek değişmeyecek. Galatasaray'ın bu yumuşaklığı dünkü Kayseri'yi bile devirmeye yetmiyor. O Kayseri'nin Kadıköy'de üç gol atan takımla yakınlığı da tartışılır elbette.
Galatasaray, bu zafiyetine rağmen klas ayaklarıyla maç çevirebilir. Sneijder, Eren, Selçuk, Podolski sonuç odaklı oyuncular. En kötü günlerinde bile skora tesir edebilirler. Ama sezonun geneli farklı bir hikaye. Orada bir takım karakterine ihtiyaç var.
Galatasaray ilk hafta boş tribünler önünde Karabük ile iki hafta önce tamamen çökmüş Akhisar'la ve dün gece kendisinden daha kötü olan Kayserispor'la oynadı. Kadro aşağı yukarı aynıydı ama üç 90 dakikada üç farklı karakteri vardı.
Galatasaray'ın başta bir takım karakterine ve enerjiye, sonrasında daha fazla sertliğe ve dinamizme ihtiyacı var. 3 hafta geride kaldı ama öngörüde bulunmak zor. Riekerink'in de takımının da ne yapacağı hala belirsiz.
‘’Kime özür hocam!‘’
Fatih Terim'in basın toplantısı kendisi açısından tutarlı. Herkesin cevabını merak ettiği sorulara, tecrübesine yakışır cevaplar verdi. "Savuşturdu" demek doğru değil. Belli ki hoca basın toplantısındaki her senaryoya hazırlıklıydı. 'Formaya yapılmış saygısızlığı' vurgulayarak konuştu. Altını kalın kalın çizdi. Burası tamam. Ama kimse tatmin olmadı. Olmadığı gibi, herkesin aklında yeni sorular oluştu. Acaba Arda Turan ya da diğerleri, prim meselesi dışında ne tür bir başkaldırıda bulundu?
David Beckham'ın Alex Ferguson'a krampon fırlatması gibi. Ya da ne fırlattıysa.. Daha hafifi ya da daha ağırı mı? Durum ortada. Hala yeni sorular soruyoruz.
Yapılan ya da yapılanların ne olduğu uzunca bir süre daha merak edilecek. Terim net bir biçimde bombayı Arda ve diğerlerinin kucağında bıraktı. Onlar konuşmadığı sürece -ki çok düşük bir ihtimal- soru işaretleri havada uçuşacak.
Terim'in şu açıklaması belki de en önemlisi: "Bu kadro herkese açık, bunun değerlerini ve ilkelerini sıraladım. Kişisel değil, ilkesel. Bu değerleri üstünde taşıyan herkese açık, taşımayan kimseye de açık değil! Denir ya bazen kulüplerde, 'Ben olduğum sürece kimse bu tesislere giremez' diye. Olur mu öyle şey, burası milli takım..."
Bu açıklama bana bir özür beklentisini çağrıştırıyor. Sanki, 'Özür dilediklerinde tekrar milli takım formasını giyebilirler' mesajı var.
Peki o özürü kimden dileyecekler? Sizden mi, yoksa futbol kamuoyundan mı? Daha doğrusu, ilkesel olarak mı bir özür beklentisi var, kişisel olarak mı?
Ben sanki hoca kişisel bir beklenti içindeymiş gibi hissettim. Ayrım yapmaksızın hepsinden. Arda, Burak, Selçuk, Hakan, Caner, Gökhan..
Özür dileyen ulusal takıma dönecek gibi. Ve işte o zaman her şey havada kalacak gibi!
‘’Dönüşüm sıkıntılı olacak‘’
Advocaat'ın söylediklerinin üzerinde durmak lazım. Hem yayıncı kuruluşta hem basın toplantısında dikkat çektiği şey, Fenerbahçe'nin kadro yapılanması. "Aynı tip oyunculardan kurulu bir takımız. Orta sahada daha yaratıcı bir oyuncuya ihtiyacımız var" diyor hoca. Muhtemelen, imza atarken transfer sözü aldı ve bekliyor. Ancak Şenol Güneş'in yakın zamanda doğrudan doğruya yönetime verdiği mesaj gibi değerlendirmemek lazım sözlerini. Hollandalı'nın yaptığı bir suçlama değil, bir tespit. Bu bakımdan olası bir krizden bahsetmek doğru olmaz.
Peki haklı mı? Orası tartışılır. Ersun Yanal dönemindeki son şampiyonluğu, sonrasında son haftalara kadar gidilen İsmail Kartal ve Vitor Pereira dönemini hatırlamak lazım. Yanal '10 numara' olmadan tarihi bir performansla uzanmıştı zirveye. Kartal'ın ya da Pereira'nın, 'gerçek 10' Diego'dan kayıtsız şartsız bir destek aldığını söylemek de doğru değil. Bu bakımdan bakıldığında problemin temel sebebini '10 numara' olarak görmek hata olur. Fenerbahçe'nin asıl ve büyük problemi kanatlarıyla ilgili.
Caner, Hasan Ali, Gökhan Gönül, Şener dörtlüsünün dönüşümlü olarak hücum zenginliği kattığı takım, eskisi kadar ceza alanı içine atamıyor topu. Van der Wiel, Gökhan'ın en formsuz dönemlerindeki kadar bile katkı sağlayamıyor. Hasan Ali, çok uzun bir koridoru kullanmak zorunda kalıyor. İki bekin bu seviyede kalışlarının en önemli sebebi, kanat hücumcuları ile aralarında oluşan mesafe. Stoch da Volkan Şen de her rakip için oyunun her dakikasında tehdit oluşturabilecek yetenekte. Ancak Kayserispor gibi kapanıp, hızlı adamlarıyla sizi geriye koşturan takımlara karşı bu durum büyük problem yaratacak. İki beki ve iki kanat hücumcusu arasındaki mesafeyi kısaltabildiği oranda başarılı olacak Fenerbahçe.
Ve belki o zaman bir 10 numaraya da ihtiyacı kalmayacak. Sadece birkaç gün var transferin bitmesine. Bir takviye her şeyi değiştirebilir. Ama Fenerbahçe'nin başetmesi gereken çok daha büyük problemler var. Altı pastan bu kadar kolay yenen goller mesela..
Ligin başlamasına 1 hafta kala teknik direktörünü değiştiren Fenerbahçe'de dönüşüm sıkıntılı olacak.
‘’3 puan defoları örtmez‘’
Igor Tudor'un teknik adamlığıyla ilgili fikir sahibi olduğumu söyleyemem ama aktif futbolculuğunu bilirim. Juventus'un 'karakter' oyuncularından olmaya yaklaşmış ve İtalyanlaşmış bir yıldızdı. Karabük'ün özgüvenli, karakterli, cesur duruşunu görünce, teknik adam katkısını bir kez daha tecrübe ettik.
Aykut Kocaman'ın Konyaspor'undan kesitler vardı sanki. Oyunu daraltıp, savunma dörtlüsü ile Yatabare arasındaki mesafeyi 30-40 metrelere kadar düşürdüler. Karabük'ün sıkıştırdığı bu oyun, Galatasaray'ın iki kanadı Sinan ve Bruma'yı köreltti.
Merkezdeki oyun da her iki takım adına farklı gelişmedi. Karabük'ün tüm pas trafiğini kilitleyen dizilişi, Sneijder'i oyundan küstürme noktasına getirdi. Hollandalı, ikinci yarının büyük bölümünde çizgiye giderek top almaya çalıştı. Eren-Sinan-Bruma ve Tolga-Selçuk-Sneijder üçlülerini birbirine bağlayan tüm hatlar koptu. Galatasaray, ceza sahasının ilerisinde iflas etti. Ortaya çıkan bu kısırlıktan yaratıcı işler, dolayısıyla hücum zenginliği beklenemezdi. Öyle de oldu.
Galatasaray, tüm maç boyunca Karabük kalesine net bir şut çekme imkanı dahi bulamadı. Traore, Yatabare, Tanase ve özellikle Serdar'in fiziksel olarak diri kalışı, Galatasaray orta sahası ve beraberinde savunmasının daha fazla geriye koşmasına neden oldu.
Bir yandan pas bağlantıları kopan, diğer yandan fiziksel olarak yıpranan Galatasaray'ın en büyük handikapı böylece gün yüzüne çıkmış oldu. Bruma-Yasin değişikliği ile reaksiyon göstermeye çalışan Riekerink, kadro yapılanmasının sıkıntısını yaşadı.
Oyuna alabileceği ikinci hücumcu altyapıdan gelen Berk'ti. Bu çaresizliği bir anlamda Riekerink ve Galatasaray'ın şansı oldu. Mecburiyetten oyunda kalan Eren, bu ligde çok az santrforun yapabileceği, klas bir kafa vuruşuyla golü attı.
Galatasaray adına böylesi bir atmosferde, böylesi bir rakibe karşı alınan 3 puan tam anlamıyla piyango. Ancak galibiyet, defoları örtmeye yetmiyor. Galatasaray, zirve adaylarından en sıkıntılı olanı.
..Ve Karabük. Onlardan geçen sezonki Konyaspor performansını beklemek hayalcilik olmaz.
‘’Terim kulüp takımı kuruyor‘’
Bir turnuvaya daha tartışmalarla gidiyoruz. Neyse ki bu seferki birkaç günde bertaraf edilebilecek türden. Mevzu Terim'in tercihleri. Tartışılan isimlerle değil mevkilerle başlayalım. Kale zaten malum. 31'den 23'e daralan kadroda tutunan 3 kaleci, üzerine en az konuşulacak olanlar. Serdar Aziz'in turnuvayı es geçmesinin ardından savunma göbeği sıkıntılı hale gelmişti ancak Terim zaten sinyalleri vermişti. Belli ki Mehmet Topal'ı, en azından grup maçlarında, modern bir libero gibi kullanacak. Semih Kaya'nın varlığı ise daha uzun vadeli planlarla ilgili.
Belli ki Fatih Terim, sadece EURO 2016'yı düşünmüyor. Sonrasındaki Dünya Kupası elemeleri macerasının da iskeletini oluşturma çabasında. 34 yaşına gelmiş ve tek parlak sezonu olan Yalçın Ayhan'a davet gitmemesi bu gerekçeyle açıklanabilir. Milli takım havasını solumuş Semih Kaya'nın tercih edilme nedeni de böylece çıkıyor ortaya.
Kanatlar artık yok gibi..
En kritik bölge orta saha. Fatih Terim'in Galatasaray'daki son macerasını hatırlayın. İlk sezonunda 4 orta saha oyuncusu ile şampiyonluğa yürümüş, kanat oyuncusu tercih etmemişti. Melo-Selçuk ikilisinin sağ ve solunu Emre Çolak-Engin Baytar ile doldurmuştu. Sonrasında yine Melo-Selçuk ikilisini Hamit ve Sneijder'le zenginleştirerek. Şimdilerde Hakan Çalhanoğlu'nu çizgiye çekmesi de bu sebepten. Kanat oyuncusu bakımından kısıtlı seçeneklerimiz olduğunu kabul edelim. Alper Potuk'un, Fransa uçağında yer almamamasının nedeni haliyle ortaya çıkıyor. Alper'e haksızlık etmeyelim. Kariyerinin en iyi sezonlarından birini geçirdi fakat o bölgede birileri için kötü bir tercih olacaktı. Piyango ona vurdu.
Mevcut kadroda melez olmayan sadece iki kanat oyuncusu var; Volkan Şen ve Olcay Şahan. Terim belli ki, merkez oyuncuları ile bu turnuvayı geçirmeyi planlıyor. Takımın en zengin olduğu bölge orası. Kötü bir dönemi geride bırakmasına rağmen kadroda tutulan Nuri Şahin'in varlığı da bu nedenle açıklanabilir.
Selçuk, Ozan, Oğuzhan varken...
Belki de asıl sebep uzun soluklu bir kadro oluşturma çabası. Nuri, bu takvimde önümüzdeki yıllarda 2 Dünya Kupası, 2 Avrupa Şampiyonası oynamaya aday isimlerden. Elbette bu turnuvalara gidersek. Eminim ki Fatih Terim de Alper Potuk'u dışarıda tutmak ismememiştir ama hocanın yapmak istediği şey, Fenerbahçeli futbolcudan vazgeçmesini zorunlu kılıyor. Daha doğru bir ifadeyle onu tercih etmemesini.. Bir tercih yapmak zorundaydı. O tercihi Alper'den yana kullandı. Kanatsız bir takımda Alper'i merkezde kullanma planı ise -Nuri'yi bir kenara koyarsak- Selçuk İnan, Ozan Tufan, Oğuzhan Özyakup'lu banko orta sahayı yıkmak demekti. Yani Terim'den imkansızı beklemek!
Aynı oyuncu grubunu istiyor
Gökhan Töre'nin kadroya alınıp sonrasında eve yollanması da tüm bu nedenlerle örtüşüyor. 3 maçlık bir serüvenle son bulabilecek bir turnuvanın 2 maçında oynamaması kesin olan bir oyuncuyu kadroda barındıramazsınız. Terim, Gökhan'a milli takım kapılarını kapatmadığı mesajı vermek için davet yolladı. Böylece Ömer Toprak'ın milli takım kariyeri de belki de son bulmuş oldu.
Terim, milli takımlar dönemindeki en iyi oyuncu grubuna sahip. Ve bu oyuncu grubuyla uzun soluklu bir yürüyüş yapmak istiyor gibi. Caner aylardır top oynamamışken hala onu tercih etmesi, "Arda Barcelona'da hiç oynamasa da onu kadroya yazarım" demesi ile son kadro tercihi birbiriyle örtüşüyor. Hoca milli takımı bu kez kulüp takımı kıvamında çalıştırmak istiyor gibi. Aynı oyuncu grubu ve belli bir sistemde hedefe yürümek istiyor. Sonuçlarını hep beraber göreceğiz.
‘’Fenerbahçe kaybetmedi!‘’
Hoca tercihleriyle başlayalım. Tartışılır olan Rikerink'in yaptığı. Zira Gökhan Gönül'ün yerine bu ülkede oynayacak tek oyuncu varsa o da Şener. Semih'in, Volkan Şen'in karşısına dikilmesi ise hatadan ders almamak. TT Arena'daki erteleme derbisini hatırlayın. O gün son vuruş, pas atma beceriksizliği nedeniyle kahraman olmanın eşiğinden dönmüş bir Volkan izlemiştik. Ki o Volkan dün gece de Fenerbahçe'nin sol kroşesi gibiydi. Topal-Josef gibi iki savunma tandanslı orta saha ile tüm 45 dakika boyunca sahada gezinen Nani'nin varolduğu orta saha, Fenerbahçe'yi Volkan'ın ayağına bakar hale getirdi.
Sneijder'in sadece hırsı ile var olabildiği Galatasaray merkezi ise Selçuk -hala önceki sezonlarının standardında olmamasına rağmen- ve Riekerink'le yeniden başkaldıran Emre Çolak'ın enerjisi ve doğru yönlendirmeleriyle baskın taraf oldu.
Kağıt üzerende doğru yapan Pereira, hatalı olan Riekerink'ti. Gel gör ki hikaye tam tersi gelişti.
Galatasaray'ın baskın kalmasına itirazı olmayan Pereira ikinci 45'te farklı bir şey deneyerek başlamak istedi. Taraftarından tepki alma pahasına üstelik. RVP-Fernandao değişikliği ile.. Sorunun en uçta olduğunu düşünen Portekizli, kaderini az da olsa değiştirme fırsatı yakaladağı maçta bile riskten uzak durdu.
D
iğer yandan Riekerink tribündeki herhangi bir taraftarın bile yapabileceği değişikliklerle takımınn enerjisini korumaya çalıştı. Bir ihtimal, aylardır oynamayan Chedjou'nun yerine Bilal'i tercih edebilirdi. Önde olması ona bu opsiyonu tanıdı. Muhtemeldir ki geride olsa sahaya giren Bilal ya da Umut olacaktı. Galatasaray hatırı sayılır pozisyonlar bulduğu, Fenerbahçe ise bir duran top sonrası karambolle oluşan bir fırsatla heyecanlandırabildi taraftarını.
Teknik adam bazında değerlendirilmesi gereken bir final. Altyapı hocası Riekerink sezonu kupa ile kapatıyor. 55 milyon Euro'luk bir kadro teslim edilen Pereira'nın Türkiye macerası kupasız son buluyor. Türkiye'de iş aslında 'Hücum galibiyet aldırır, savunma zaferler kazandırır' diyen Mourinho'nun anlatmak istediği gibi değil. Öyle olsa Beşiktaş şampiyon olamaz, Fenerbahçe kupasız kalmazdı.
Bu coğrafyada 'aşırı kontrol' kaybettiriyor. Tıpkı Pereira gibi... Bu maçı Fenerbahçe değil, kulübesi kaybetti..