‘’Terim 'Ben dövdüm' diyor‘’
Fatih hoca belli ki pişman, samimiyetinden şüphe yok. Ama özür dilerken bile -alenen olmasa da- verdiği mesajlar?
Detaylar çok önemli değil. Yazlığınızdasınız, alkol de almış olabilirsiniz. O kızgınlıkla pekala Bodrum'dan özel uçakla İzmir'e gitmiş de olabilirsiniz. Beyan esastır, söylediklerinize itibar etmek durumundayız. Peki ya, edepsiz davete icap etmek? Bu mu kabul etmeniz gereken düzey. Kapatın telefonu, değersiz gördüğünüz kişiye hak ettiği kadarını verin. Olması gereken yöntemlerle çözün.
O edepsiz davetle neyi çözebildiniz, neyi çözmeyi umuyordunuz? Ya da "Erkeklerle halledilmesi gereken mevzular ne zamandan beri kadınlarla hallediliyor!" ifadeniz. Zeynep hanıma da haksızlık etmiyor musunuz, onu da değersizleştirmiyor musunuz.. Üç metrelik bir çitin sebep olduğu tartışmanın bir kadın işletmeci tarafından çözülemeyeceğine mi inanıyorsunuz?
İki kızınız var. İkisi de kendi işleriyle varolmaya çalışıyor, kaldı ki Buse Terim çok da başarılı. Onlar da yarın iş hayatlarında herhangi bir sorun yaşadıklarında yine bir edepsiz davet olursa, tavrınız, refleksiniz bu mu olacak? Bu tür durumları bu yaşa bu konuma gelinceye kadar tecrübe etmeniz gerekmez miydi?
En vahim olanı ise başta da bahsettiğim ve üstüne basarak verdiğiniz mesaj. Hakan Ateşler, karşı tarafın, "Araya hatırlı kişiler sokmasın" ifadesini hatırlatıyor, verdiğiniz cevap şu; "Hatırlı kişiler, kaç oradan çocuğun başını belaya sokma, demiştir." Bu mu yani hocam..
Sadece üzüntünüzü, pişmanlığınızı ifade etmeniz yeterli değil mi. "Olay anlatıldığı gibi değil, ben dövdüm" mesajı vermek neden.
Son olarak, "Kavgaya değil, çözüme gittim" diyorsunuz. Neyi, nasıl çözdünüz!
‘’Advocaat'ın planı‘’
Dick Advocaat sıkışık trafikte birçok tercih yapmak zorunda kaldı. Avrupa ligi, süper lig, kupa.. Belki de ilk kez bu kadar kısıtlı bir oyuncu grubundan tercih yapmak zorundaydı. Topal'ın, Volkan Şen'in, Aatıf'ın sakat, Sow'un Afrika'da, Van Persie'nin güven vermediği böyle bir dönemde kritik bir karar vermesi gerekliydi. Bu kez, sezon başından bu yana özlemini duyduğu 'kreatif' oyuncu tanımı için tercihi Salih Uçan oldu.
Sezonun büyük bölümünde orta sahayı Topal, Josef, Ozan üçlüsüyle inşa ettiği için eleştirilen bir hoca için kolay bir seçim değildi. Lakin stratejisi -her ne kadar Salih çok iyi oynamasa da- mükemmele yakındı.
Başakşehir'i çok uzun zamandır bu kadar köreltebilen bir takım olmamıştı. Visca, Mossoro, Cengiz, Batdal dörtlüsünü bu derece etkisizleştirebilmek neredeyse ülkedeki hiçbir teknik adamın beceremediği zor bir hamleydi. Şenol Güneş de dahil.
Diğer yandan Hasan Ali ve Şener'i korkusuzca, Başakşehir'in her iki çizgisinde kullanmak konuk ekibe indirilen en büyük darbeydi. Hasan Ali'nin verimliliği tartışılır. Ancak Visca'yı o kanatta, ligin en enerjik yeteneklerinden Cengiz'i ise diğer kanatta etkisizleştirebilmek, büyük iş. Salih'in '10 numara'ya yakın oynar hali, devamında Josef ve Ozan'ın dirençleri ise Mahmut-Emre ikilisini bu seviyeye çeken en önemli neden.
Avcı'yı mat etti
Oyun dengesinin Başakşehir'e kayması ise Fenerbahçe'nin zorunlu değişikliği ile ilgili. Ozan sonrası, Alper'in ortaya gelişi ve Karavaev'in oyuna dahil oluşu durumu değiştiren faktör. Şener'in ilk yarıdaki ekstra enerjili oyunu sonrası ikinci yarı daha fazla beklemesi ve Karavaev'in savunma zaafları maçtaki dönüşümün diğer nedeni. Başakşehir'in saldırmaya mecbur kalması ise en önemli etken.
Bu duruma rağmen, Fenerbahçe'nin Başakşehir'e tam anlamıyla bir baskı periyodu vermemesi de takdir edilmeli. Kötü gününde olmasına rağmen Lens'in kontralar için tehditkar duruşu, Fernandao'nun Başakşehir stoperlerini uzak bölgeye mahkum edişi Fenerbahçe'nin stresli dakikalarını azalttı. Abdullah Avcı'nın Pektemek'i içeri sürüp, Mossoro'yu kenara alışı da sonuç sonuç verebilecek hamleydi ama Advocaat muhtemelen 90 dakikanın her anını planlamıştı. Pektemek'in varlığı, Fenerbahçe'yi biraz daha geriye itti. Hepsi bu kadar.
İlk düdüğünden bitiş anına kadar, Advocaat'ın Avcı'yı mat ettiği bir mücadele oldu.
Atmosfer hakemleri bozuyor
Ve hakemler... Real, Manchester, Bayern maçlarında eli titremeden kart çıkaran Cüneyt Çakır bile gol kararı için oyuncu teyidine gereksinim duyar hale geldi! Bülent Yıldırım ise henüz 4. dakikadaki pozisyonla kontrolünü kaybetti. Üstelik Çakır ve Yıldırım ligin en deneyimlilerinden.
Hakemler açısından çok sağlıksız bir atmosfer oluştu. En kötüsü de kısa vadede çözümü yok!
‘’Trabzon taraftarı da Kadıköy'e gelemez‘’
Trabzonspor-Fenerbahçe maçı için Avni Aker Stadyumu'na girebilme ihtimali olan taraftar sayısı bin 208. Tekrar ediyorum, 1208. İstanbul'u bilenler için şöyle anlatalım; akşam saatlerinde Zincirlikuyu Metrobüs İstasyonu'ndaki insan topluluğundan daha az!
Böylesi dar çaplı bir kitleyi kontrol etme ve koruma konusunda devletin ilgili yetkilileri tereddütte. Bu nedenle, Trabzon İl Güvenlik Kurulu Toplantısı'ndan, "Fenerbahçe taraftarı Trabzonspor maçı için kente gelmesin" kararı çıkıyor. Bu kararın böylesi bir zamanda alınmış olması normal zamanda tartışılmaz ama içinde bulunduğumuz günler kararı tartışmaya açıyor.
Şöyle ki.. Daha dün akşam Vodafone Arena'da terör şehitleri yararına yardım maçı organize edildi. Binlerce insan Dolmabahçe'de toplandı. Evet, insanları rahatsız eden güvenlik uygulamaları da vardı ama o da toplum güvenliği içindi. İstenince, bazen abartılı yöntemlerle de olsa güvenlik sağlanabiliyor.
Sadece bizde değil, tüm dünyada böyle. Almanlar, noel pazarının çevresine beton bloklar koydu. Yakın tarihte terörün vurduğu Fransa ve diğer Avrupa ülkelerindeki tedbirler de malumunuz. Sadece Türkiye'nin değil, tüm kıta ülkelerinin ciddi bir tehditle karşı karşıya olduğunu biliyoruz. Hal böyleyken, bin 200 kadar taraftarın -her ne gerekçe ile olursa olsun- kontrolünü sağlayamamak, yenilgiyi kabul etmektir. Her gün, herkes, "Teröre boyun eğmeyeceğiz" diye bas bas bağırırken, alınan karar "Birlik ve beraberliğe en fazla ihtiyaç duyduğumuz bugünlerde..." diye başlayan cümlelerin içini de boşaltır.
Bir soru ile bitiriyorum; ligin ikinci yarısında İstanbul İl Güvenlik Kurulu, "Trabzonspor taraftarı Fenerbahçe deplasmanına gelebilir" kararı verirse; Fenerbahçe'ye bu kararı nasıl açıklayacaksınız!
‘’Tek bir hamleyle..‘’
Kosova, San Marino ya da Faroe Adaları düzeyinde değil. Kosova pasaportu almadan önce ihraç olmuş oyuncuları var. Shala, Berisha ve Vedat Muriqi gibi.. Bu gözle bakıp, eleştirmek lazım. Top kontrolü, oyun disiplini, taktik bilgisi gibi vasıflara sahipler en azından. Kısacası futbolla yeni tanışmış, ülkeleri gibi sıfırdan varolmuş değiller.
Ancak ve ancak henüz birkaç aydır beraberler ve takım olma yönünde sıkıntıları var.
Böylesi bir rakibin direncini kırmak için hele ki içeride oynarken tribün katkısı olmazsa olmaz. Peki doğru bir destek alıyor mu milliler? Hayır.
İhtiyaç oluyor!
Antalya’da da Konya’dakine benzer bir durum var. Coşku, doğru şekilde idare edilemiyor. Maç 0-0 giderken tribünde Meksika dalgası ve Akdeniz akşamları olmaz yani!
Saha içine geçince de durum pek parlak değil. Çok durağan oynayan bir rakibe karşı neredeyse tüm devreyi rakip yarı sahada geçirince, kendi yaşam alanınızı da daraltıyorsunuz. Bu gibi durumlarda Volkan gibi yetenekli ayaklara ya da Çalhanoğlu gibi şutörlere ihtiyaç oluyor. Arda’nın, kendi standardının üstündeki top kaybı ve Burak’ın, arkasındaki gruba pas duvarı olamaması alternatif hücum senaryolarını azaltıyor.
Terim durumu iyi analiz edince oyuncu değişikliği ve saha içi diziliş, goller için yeterli oluyor.Yunus Mallı’nın varlığı, tamamen Burak’a fokuslanmış Kosova savunmasının paniklemesine ve hatalar yapmasına neden oluyor. Yunus, Burak ve Volkan Şen’in kahramanı olduğu iki gol buluyoruz beş dakikada.
Şeffaf olmalıyız
Tek bir oyuncu değişikliği, tek bir hamleyle yani.
Hepsi bu kadar ama.. Sonrası yok. Galibiyet güzel. Yarışta kalmak moral verici. Tüm sıkıntıları çöpe atmak için çok uzun bir zamana sahibiz artık. Son 5 ayın muhasebesini iyi yapmalı, hesap vermeli, şeffaf olmalıyız.
Sonra tekrar ve tamamen futbolu düşünmeliyiz. Çünkü bu oyun, bu plan, bu ruh hali yetmez. Bu standartlarla hiçbir hedefin peşinden koşamazsınız.
‘’Peki tamam!..‘’
Milli takımdaki her aksiyon yeni kuşkuları, yeni soru işaretlerini beraberinde getiriyor. Aslında belki de sorun yaratmayacak tek şey, milli takımsızlık! Bir anlamda 'yorgan gitti kavga bitti' misali. Ama günün şartları böyle bir kayboluşa el vermiyor! Fatih Terim, Arda Turan ya da diğerlerinin bulundukları konum da...
Ne oldu milli takım kampında ona bakalım. Pazartesi günü Arda Turan'ın da aralarında bulunduğu kafile Antalya'ya geldi. Fatih Terim birkaç saat sonra başka bir uçakla Antalya'ya geçti. Türkiye Futbol Federasyonu'nun resmi internet sitesinden antrenman öncesi fotoğrafları paylaşıldı. Fatih Terim ile Selçuk İnan'ın tokalaşma anı mevcut. Hocanın diğerleri ile göründüğü tek kare yok. İki ihtimal var. Birincisi, Terim ile Arda bir araya gelmedi. İkincisi, tokalaştılar, konuştular vs ama TFF'nin resmi sitesinden bu fotoğraflar servis edilmedi! Mümkün mü? Elbette hayır. Demek ki Terim ile Arda arasında bir fiziksel yakınlaşma yok. Bunca olaydan sonra. Bunca suçlama, doğrudan ya da dolaylı verilen mesajın ardından üstelik...
Ancak ve lütfen dün sabah buluşabildiler. 10 Kasım anma töreni için.
Peki başka neler oldu? 'Fatih Terim'in danışmanı, akıl hocası, metin yazarı' denilen Doktor Bülent Bayraktar Antalya kampına katılmadı. Fatih Terim'in yıllardır çalıştığı, yeri geldiğinde takımı emanet ettiği masör Uğur Durul hala milli takım kampında yer bulamıyor.
TFF'nin resmi internet sitesinden "A Milli Takım Teknik ve İdari Kadrosu" kategorisi kaldırıldı. Resmi siteye girdiğinizde A Milli Takım'ın hocası kim, yardımcıları kim; teknik ve idari kadro kimlerden oluşuyor bulmanız mümkün değil. Çünkü yok artık öyle bir kategori. Hata veriyor!
Ve sonrası... Fatih Terim ile Arda Turan'ın aynı kareye girmediği haberine TFF yalanlama geçiyor. Açıklamanın final bölümü şöyle: "Milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olan bugünlerde Milli Takımımıza destek olmak yerine bu tarz spekülatif haberlerle yıpratmayı hedefleyenleri, şiddetle kınıyor ve kamuoyunun vicdanına havale ediyoruz."
Peki tamam!..
‘’Derslik maç‘’
Uğur, Bekir, Yalçın, Ferhat... Bu dörtlüye karşı 90 dakikanın tamamında ya da bazı bölümlerinde Eren, Bruma, Sneijder, Selçuk, Sinan ve Josue ile saldırıp, bu kadar kısır kalmak normal değil. Sneijder'in tehditkar birkaç şutunu çıkarın, bireysel yeteneklerin kullanılarak varedildiği pozisyon bile yok gibi. Volkan Babacan'ın aşırı güven veren hali, Başakşehir'in bir blok halinde çok sağlam bir yapı olarak rakiplerine duvar örmesi takdir edilesi.
Peki ya Galatasaray'ın, bir bütün halinde bu kadar etkisiz kalıp, klas ayaklarını bile kullanamıyor olması? Ve bu kriz anlarında kenardan destek alamaması?
Galatasaray-Başakşehir maçı bu nedenle futbol okullarında 'örnek maç' olarak izletilebilecek bir mücadele. Bir tarafta yapabileceğinin ötesine giden bir teknik adam. Diğer yanda ise sahip olduklarına bile sırt çeviren bir portre. Abdullah Avcı-Riekerink kapışması bu bakımdan çok önemli. Kulübeleri değiştirseler de fark etmez. Yine Avcı kazanır. Çünkü bu kez Bruma'ya vurulan prangayı kırmanın yollarını arar. Eren Derdiyok'u Mehmet Batdal gibi kullanır. Bunlar ilk aklıma gelenler...
Başakşehir'li oyuncuların emeğine haksızlık etmeden kapasitelerini göz önünde bulundurarak analiz etmeli bu maçı. Bir hoca Yalçın Ayhan'dan, Bekir'den, sahip olduklarının yüzde 100'ünü alabiliyor. Hatta ötesine geçiyor. Kusursuz bir 'ikili' performansı sergiliyorlar, duran toplarda rakip kaleyi tehdit ediyorlar. Ve hatta gol buluyorlar. Diğer yandan Galatasaray'ın santrforu kaleyi bulan şutu olmadan maçı tamamlıyor. Çünkü bu yapı ancak Bruma'nın ortasında ıskaladığına ve birkaç cılız ortaya kafayla dokunmasına olanak sağlıyor.
Tüm 90 dakikaya sırt çevirip, sadece duran topları izlemek bile yeterli. Her şey çok ortada.
Başakşehir sınırlarını aşıyor, Galatasaray ise çalışması gerektiği kadar bile çalışmıyor.
‘’Kriz bahane olmuş‘’
Bu kadar kolay teslimiyet kabul edilemez. Sahaya çıkanlar kendilerine bahane bulmuş gibi görünüyor. Sonuç ne olursa olsun ve hatta kazansalar bile milli takım krizinin konuşulacağını biliyorlar. EURO 2016'dan bu yana olan biten her kötü şey, sahaya çıkanların kalkanı olmuş gibi.
Konsantrasyonu yerinde olan belki de tek oyuncu Volkan Babacan. O da doğal bir kaleci refleksi sergiliyor. Fark yaratıyor olmasının nedeni bu. Takımın en genci, futbol aşkıyla yanıp tutuşması gereken Emre Mor bile bir yerden sonra bırakıyor. Sahanın içindeki bu enerjisizliğin sebebini anlamak mümkün değil. Kabul edilebilir tarafı yok. Üstelik kimyası bu kadar değişmiş bir takımda.
Milli takımımız bugünkü yapısıyla artık melez bir oluşum. Yurt içinde yetişenlerle yurt dışından transfer ettiklerimizin karışımı. Bu oyuncu grubunu ikiye ayırsak, yurtdışından gelenlerin standardı daha ağır basar. Maalesef böyle. Ama o düzeye yaklaşamıyoruz. Tam aksi yaşanıyor. Ömer, Çalhanoğlu, Emre Mor, Kaan içeridekilerin seviyesine geriliyor.
Hertha Berlin'de yedekken bile gelip Türkiye'de fark yaratan Tolga Ciğerci en iyi örnek. İki aylık Türkiye macerasının en kötü istatistikleri ile oynuyor. Maçın bitmesini herkes dört gözle bekliyor.
Bu psikoloji başarı getirmez. Ayaklarınız gitmez çünkü. Kosova'yı, Finlandiya'yı yenersiniz ama hepsi o kadar. Sonra yine mucize kovalarsınız.
Fatih Terim'in durumu ise bambaşka. Kontrolü kaybediyor gibi. Ve belki de kaybetti. Saha içine müdahaleleri, açıklamaları, mimikleri.. Hiçbiri ona ait değil gibi.
İzlanda maçının son düdüğüyle bir aylık bir zaman daha kazandık. Sağlıklı düşünüp, zihin tazelemek gerek. Bu ülke ve bu ülkenin milli takımı daha fazla bedel ödeyemez.
‘’Terim'in senaryosu‘’
Fatih Terim kurgusunu kendisinin oluşturduğu bir oyun oynuyor artık. Bir gün önce “Rica ediyorum. Bu konuyla ilgili konuşmayalım” diyen de o. Dün gece cesurca bir soru geldiğinde uzun uzun yanıt veren de.
Gündemi o belirliyor artık. Hatta gündemin gündemini.
Milli takımdaki prim krizinde, “Daha fazlasını yaptılar. Benden değil, Türk halkından özür dilemeliler” diyerek yeni soru işaretlerini de Terim oluşturmamış mıydı? Şimdi yeni bir tartışma konusu açıyor. “Ben imzayı attım, sözleşmeyi doldurdular” diyor. Hoca istememiştir doğrudur, TFF böyle takdir etmiştir. Peki tavrını belli edemez miydi, “Yahu siz ne yapıyorsunuz. Bu kadar tazminat mı olur” diye.
Bakın o kadar dişi bir gündem ki bu, kendi içinde yeni tartışma başlıkları açıyor. Olayın esası Terim’in alacağı abartılı tazminat da değil. Sözleşmenin sızdırılması. Ama hocanın yorumu kusura bakmasın ama kimsenin yiyeceği türden değil. Somut bir yorum değil zira.
“Her milli maç öncesi bir şey mi olur!” tepkisi kime? Soyut bir hedef belirleme çabası bu. Bu kez basını da kenara koyarak. Ama TFF’yi de aklayarak. Gerçeklikten tamamen uzak, sahte düşmanların yaratılmaya çalışıldığı bir çaba.
Terim, kendi yazdığı ve yön verdiği bir senaryoyu hayatının merkezine oturtmuş durumda.
Kusura bakmasın ama yaptığı şey hiç sağlıklı değil.