Arama

Popüler aramalar

‘’Defolar tamir edildiğinde...‘’

Fatih Terim, Fransa maceramızın iskeletini oluşturmuş gibi. İsveç ve Avusturya 11’lerinin bize anlattığı bu. Gökhan, Caner, Topal, Ozan, Arda ve Çalhanoğlu (İsveç maçında hastaydı) ve belki de yerinin tek alternatifi oluşundan Oğuzhan.

Onunla devam edelim. Beşiktaş’taki görkemli oyununun çok uzağında ama Fenerbahçe’deki istikrarsızlığına rağmen Ozan gibi o da artık Terim’in değişilmezi. Son yılların en garip sezonunu geçiren Selçuk İnan da her şeye rağmen gözü kapalı tahtaya yazılacak isimlerden. Çok iyimser bir yaklaşım gibi görünebilir ama sezonun bu döneminde böyle bir oyuncu grubunu bir araya getirebilmek meselenin büyük kısmını çözüyor.

Geriye kalan ise defoları gidermek. Terim’in çaresizliği burada başlıyor. Pereira ya da Güneş’in tercihlerine müdahale etme şansı yok. Her ulusal takım hocası gibi eldeki oyuncuları kampa geldikleri düzeyleri ile kabul etmek zorunda. Belki de bu nedenle dün geceki Şener, Volkan Şen, İsmail denemeleri. Erken denilebilecek dakikalarda oyuna alarak, aksayanları toparlamaya çalışıyor.

Savunmamız sıkıntılı

İyi tarafından bakıldığında girenlerin, çıkanların düzeyinde olması elini güçlendiriyor. Gomez’in kariyer zirvesini zorlayan performansı nedeniyle Beşiktaş’ta hak ettiği süreleri alamayan Cenk Tosun’un varlığı -Avusturya karşısında efektif gözükmese debelli bir oyun yapısının inşasına olanak sağlıyor. Burak Yılmaz’ın mevcut durumu sonrası Cenk’in Fransa’da birinci tercih olması artık yadırganmaz. Bu kesin. Savunmamız sıkıntılı, olmazsa olmaz oyuncularımızdan formsuz olanlar azınsanmayacak kadar fazla ama kabul etmemiz gereken bir gerçek var. Standardı yüksek bir oyuncu grubu ile yola çıkıyoruz. Şu an için çok fazla göze batmayan defolarımız var. Tamir etmek Fatih hocanın elinde. Sonrasında ise her şey daha kolay olacak gibi..

30 Mart 2016, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Tek hedefe sarıldılar‘’

Doğrularla başlamak lazım. Sonuçtan bağımsız olarak kağıt üzerindeki doğru işlerin altını çizelim. Orhan Atik, esame listesinden işe başlamış. Olması gereken herkes kendi yerinde. Hatta belki çok kabul görmese bile Denayer’in savunma göbeğinde oynaması da isabetli bir karar. Tek sıkıntı Linnes’in hala kulübede oturması.

Onun dışında yapılan her şey doğru gibi. Emre Çolak’ın oyuna sonradan dahil olması bile.

Herkes kendi yerinde oynayıp, diziliş de doğru olunca işler de yolunda gidiyor. Akhisar’ın bariz fırsatları var kabul ama Galatasaray’ın çok önce bitirebileceği bir oyundu bu. Dizilişin doğruluğu kadar, hücumda benzer atakların izlenir olması da Galatasaray’ın silkineceğine işaret.

Bir de stadın tamamen dışında, işin psikolojisi var elbette. Saatler önce UEFA yasağı cep telefonlarına düşen futbolcuların -özellikle yabancıların- sahaya ayak bastığı gerçeği söz konusu. Akhisar’ın ikinci yarıda bulduğu bolca gol fırsatını bu gözle değerlendirmek lazım. Galatasaraylı oyuncu grubu artık elindeki çok cazip olmayan hedefe -Avrupa ve Süper Lig’e oranla- dört kolla sarılması gerektiğinin farkında. Avrupa bileti artık bu Türkiye Kupası’ndan geçiyor ve herkesten daha fazla avantajlı olan takım Galatasaray. Fenerbahçe-Beşiktaş ikilisinden birinin ancak finalde rakip olabileceği gerçeği motivasyon için gayet yeterli.

Galatasaray’ın, krizler beklenen geçiş dönemini az hasarla atlatması muhtemel.

03 Mart 2016, Perşembe 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Felipe Melo ya da gölgesi‘’

Galatasaray'ın yaşadıkları bugünün sorunları değil. Sezon başından bu yana basamak basamak gerileyen bir yapı var orta sahada. Ligin sadece 13 haftası geride kalmışken, yere düşmüş bu ekibi ayağa kaldırmak için iyi bir alternatif de yok. Galatasaray, ligin en iyi hücumcusu Beşiktaş kadar gol atmış (30) durumda. Sorun yenilende. Rize, Antalya ve Kasımpaşa maçının gösterdiği gerçek bu. Muslera'nın üç direk arasında durduğu bir savunma hattının 18 gol yemesi krizin başlıca sebebi.

Galatasaray eşit sayıda gol (18) yediği Bursaspor'la birlikte, geri kalan 16 ekibin 10'undan daha fazla gol yemiş durumda. Üstelik ligin sadece üçte birlik kısmı geride kalmışken. Ancak bu savunamama halinin başlıca sebebi, Muslera'nın önündeki dörtlü -sürekli değişen- değil. Onların da önündeki ilk savunmacı. Yani Felipe Melo! Problem Brezilyalı'nın yokluğu.

Avrupa-lig ayrımı olmaksızın Galatasaray'ın oynadığı 19 maçta 5 farklı oyuncunun (Bilal, Jose, Hakan Balta, Jem Paul, Emre Çolak) Selçuk'a partner olarak kullanılması da durumun sağlıksızlığını anlatıyor aslında. İlk çare elbette transfer ama şu an için bir çıkar yol yok.

Diziliş değişmeli

Tam merkezdeki bu büyük deliği kapatacak tıpayı takım içinden bulmak gerek. Dizilişi değiştirerek elbette. Selçuk İnan'ı da daha efektif kullanmanın tek yolu bu. Yasin ve Podolski'nin hücumun iki kenarı olduğu bu oyunda bile tek yumruğu olan bir boksör gibi saldırıyor Galatasaray. En azından maç sonlarındaki ısı haritalarından çıkan görüntü böyle. Bu şekilde bile skor üretiliyorken, hücumu 1 azaltmak sorun teşkil etmez. Merkezi kendi ayakları üzerinde tutmak için feda edilecek oyuncu ise Yasin. Sürekli geriye giden performansı ve hücuma zenginlik katamamasıyla en zayıf halka o.

Dörtlü önünde Selçuk'un önderliğindeki üçlü (ikisi savunmacı) sonrasında Sneijder ve hücumda Burak-Podolski ikilisinin varlığı. İtalyanlar'ın kanatsız oyunlarını (4-3-1-2) andıran bir diziliş deneyerek. Ve bu saha içi dağılımıyla, aynı oranda belki de daha fazla hücum etmek mümkün. Üstelik savunmayı daha da sağlamlaştıracak. Bunun çaresi de iki hücum beki kullanmaktan geçiyor. Hakan Balta ve iyileştiğinde Denayer ile oynayarak. Çareyi takım içinden bulmak mümkün.

Denizli hepsinden şanslı

Şenol Güneş sadece atarak şampiyon olunamayacağını geçtiğimiz sezon tecrübe etti. Bursaspor'la ligin en skoreri (69 attı) olurken 6. basamakta kaldı. Mustafa Denizli'nin de bu gerçeği ıskalaması beklenemez. Hele ki 'Hücum oynatacağım' diyen Vitor Pereira'nın Türkiye gerçekleriyle karşılaştıktan sonra kalesini kapattığını görünce...

Denizli, yarışta geride kalmasına rağmen bu iki rakibi ve diğer tüm teknik adamlardan daha şanslı. Tam 7 yıldır tribünde oturuyor ve rakiplerini analiz ediyor. Çok fazla ders çalışmasına gerek yok, notlarına bakması yeterli.

30 Kasım 2015, Pazartesi 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Denizli ve Selçuk‘’

Marca gazetesi yazarı Isaac Suarez, dün Fanatik için yaptığı analizde maçın küçük bir senaryosunu yazmış gibiydi: “Galatasaray sadece birkaç gol fırsatı bulacak.” Bu yorumu ona yaptıran şey, Simeone ile Atletico’nun kazandığı karakterdi. Yıllar sonra La Liga şampiyonluğuna yürürken yaptıkları en önemli şey rakip kim olursa olsun kaleleri önünde ördükleri duvardı. Barcelona ile Nou Camp’ta oynadıkları son hafta maçında attıkları gol şampiyon yapmamıştı onları. Katalanlar’a sadece tek gol şansı (1-1) tanımışlardı. Şifre o goldü!

Her takım için...

Böylesi bir yapı, takım olarak büyümelerini sağlarken Filipe Luis gibi kahramanlar çıkarmalarını da sağladı. Chelsea’de forma yüzü göremeyen Filipe Luis’in İspanya’ya döner dönmez bıraktığı yerden başlaması ya da Diego Costa sonrası Griezmann’ın neredeyse aynı sayıda gol atması da yapının sağlamlığıyla ilgili.

Böylesi bir sistem takımı karşısında bu statta mücadele etmek taşları tamamen yerinden oynamış Galatasaray için değil elbette her takım için zor olabilir. Gel gör ki Taffarel’in ekibinin (beyan esastır) bu kadar silik kalışı Galatasaray’ın bir futbol aklına sahip olamaması ile ilgili.

O bir dakika!

Başta bahsettiğimiz ‘sadece birkaç’ pozisyondan olan Sneijder’in vuruşundaki isabetsizliğe cezanın kesilmesi sadece 1 dakika sürdü. O bir dakika 90 dakikanın da özeti gibiydi. Galatasaray’ın dün geceki defolarından en önemlisi o 1 dakikaydı. Çok daha fazlasından da bahsetmek mümkün. Bizim gördüklerimizden fazlasını Mustafa Denizli’nin de gördüğüne şüphe yok. Ancak yarınlar için Galatasaraylılar’ın umutlu olmasını sağlayacak çok önemli unsurlar. Elbette dün geceyi bir kenara bırakarak.

En önemlisi; şu anki seviyesiyle adam eksiltme ve isabetli pas yüzdesinde Bayern Münih ve hatta Barcelona’ya kafa tutabilecek bir takıma kaybetti Galatasaray.
Daha önemlisi dün akşam hiç sahip olamadığı o futbol aklıyla bugünden itibaren yola devam edecek. Hem saha içinde hem de kulübede.
Selçuk İnan ve Mustafa Denizli’nin varlığı çok şeyi değiştirebilir. Galatasaray’ı bir de bu ikiliyle görmek lazım.

26 Kasım 2015, Perşembe 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sorun Galatasaray'ın kulübesi‘’

Finali yazmak mecburi. Yasin -topun şiddeti de fazlaydı- vuruştan önce uygun pozisyonu alabilse, gol yapacak. Ama seken topu öldürmeden tek vuruş yapmak, Cristiano Ronaldo'nun bile sergileyeceği bir meziyet değil.
Galatasaray'ın genel durumu da Yasin'in final pozisyonu gibi. Daha öncesinde yapması gerekenleri yapmadığı için finalde amacını gerçekleştiremiyor.

Sadece birkaç sezon önce sol bekte Riera, sağ bekte Eboue, orta sahada Melo, en uçta Drogba ile oynayan bir yapıdan bahsediyoruz. Bugün gelinen noktada ise Sabri'nin sol açık oynadığı bir diziliş var. Sabri'nin oyununu küçümsemek istemiyorum, kaldı ki hiç de sırıtmadı. Benfica'nın savunmacıları ile kaleci Julio Cesar'ı tedirgin eden ortalar da yaptı. Ama böyle olmamalı. Galatasaray'ın, Benfica deplasmanında hücum ayaklarından biri Sabri olmamalı.

Problem de burada başlıyor. Kadronuz erozyona uğramış olabilir. Ancak yeni ve güçlü bir yapı kurabilirsiniz. Sizin için hayati bir mücadelede Sabri kalibresindeki bir oyuncuyu sağ açık başlatıp, sonra sol açıkta deneyip, finalde savunmaya çekemezsiniz. Tüm bu yaptıklarınız bir B planınızın olmadığını gösterir.

İki savunma bekinin zaaflarıyla pozisyonlar bulduğunuz bir mücadeleden sadece 15 gün sonra bu oyunu oynatmak kabul görmez, kimseyi tatmin etmez. Ya da şöyle diyelim; bu dizilişin elle tutulur bir yanı yok.

Bir başka mesele, Benfica'yı gözünüzde büyütüyor olmanız. O stadın tribünleri dolu olsa, haklısınız. Ama daha 10 gün önce Sporting'e karşı orada bozguna uğramış bir rakibe karşı oynuyorsunuz. Ve bu oyunu oynuyorsunuz. Sneijder'in etkisizleştiği bir oyunda yapmanız gerekeni yapmıyor, rakip beklerin üzerine gitmiyorsunuz. Sadece oyuncu değişiklikleriyle skorbordu belirleyebileceğiniz maçlar değil bunlar. Hele ki Kazakistan'dan gelen haber sonrası...

Sorun Galatasaray'ın kulübesiyle alakalı!

04 Kasım 2015, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Konya'da neler oldu?‘’

Konu hassas, sıcağı sıcağına tanık olduklarımızı yazmamız lazım. Konya'daki zafer gecesi, eleştirilmesi gereken birçok şeyi gölgeledi. Doğru olan da o. Futbola ilişkin -milli takımı kastediyorum- konuşmak için uzunca bir zamana sahibiz. Bu yaz TV başında değiliz. Bizzat Fransa'daki aktörlerden biri olacağız. Mucizevi de olsa, başlarda yüzünü somurtan şans melekleri sonradan gülse de Fransa bileti cebimizde.

Üzerine konuşulan kritik konu ise tribünlerle ilgili. A Milli Takım kendisine yepyeni ve yıpranmamış bir adres bulmuşken, zaferin sabahında sosyal medyadaki yorumlar can sıkıcı. Bahsettiğim olay 1 dakikalık saygı duruşu esnasındaki tribün tepkileri. Öyle ki, Mustafa Denizli gibi bir ustanın maç yorumundan çok, tribünlerle ilgili tepkisi rağbet gördü. Hal böyleyken TFF'nin işin doğrusunu anlatmak istememesi ayrı bir sorun. Federasyon iletişim departmanının ya da ilgililerinin bu tür konularda suskun kalmayı tercih ettiğine çok tanık olduk. Eğer bu politika, yönetim kurulu kararı ise ilgili arkadaşlardan özür dilerim. Kendi tercihleri ise bana göre doğru yapmıyorlar.

Olay benim bulunduğum basın tribününden şöyle göründü. Saygı duruşu başladıktan sonra sessizliği fırsat bilen birkaç çatlak ses, bağırmaya başladı. Tribünler çok kısa bir süre sabırlı davrandıktan sonra tepki verdi. Islıklarla o çatlak sesleri hedef aldılar. Devamında kademe kademe artan bir uğultu yükselmeye başladı. Kale arkasında olan bitenler nedeniyle diğer kale arkası suskun kalamadı. "Şehitler ölmez vatan bölünmez" tezahüratıyla kulak tırmalayan o uğultuyu dindirmeyi ve olayı bağlamayı planladılar.

Bir tribün refleksidir. Maça gidenler bilir. Bir noktadan kulağa hoş gelmeyen sesler yükseliyorsa, hep bir ağızdan yapılan tezahüratla o ses susturulur. Yasağın olmadığı zamanlarda deplasman tribününe gidenler ile ev sahibi takım taraftarları arasında yaşananlar hepimizin malumudur.

Aslında çatlak sesler sonrası yükselen tepki tezahüratı ve finaldeki tezahürata da böyle bakmak lazım. Tamamen iyi niyetli tepkilerdi. Ama her şey 40-45 saniye kadar kısa bir süreye sıkışınca doğru tespit yapılamamış olabilir. Zaten işin finalinde noktayı koyan da 'tecrübe' oldu. İtalyan hakem Rocchi, saygı duruşu için 1 dakikalık sürenin bitmesini beklemeden düdüğünü çaldı.

Her şeye rağmen, Konya tribünleriyle ilgili bir tespit zorunlu. Milli takım maçları için bir tribün eğitimi şart. Bunu kim, nasıl yapar söylemek kolay değil. Konya'ya özel bir durum da yok aslında. Ülkenin her tarafı böyle.

Diğer yandan eğrisi doğrusuna denk gelmiş bir durumla karşı karşıyayız. A Milli Takım, İstanbul statlarındaki bölünmüşlüklerden kaçmak için Konya'ya demir atmıştı. Bu zorunluluk, belki de Fransa'ya giden itici gücün varlığını sağladı.

Söylemeden bitirmek olmaz. A Milli Takım gibi Konya tribünlerinin de seviye atlaması şart. Kastettiğim tribün kültürüyle ilgili bir gelişim. Şartlar iyileştirildiğinde uzun yıllar sürecek bir yol arkadaşlığı imkansız görünmüyor.

15 Ekim 2015, Perşembe 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Futbolla açıklamak mümkün değil‘’

İzlanda'nın maç öncesindeki fotoğrafı bile sistem ve disiplinleri hakkında bilgi veriyor. 25 oyuncu aynı anda aynı ısınma hareketlerini yapıyor. Tek bir vücut halindeler. Maç başladıktan sonra bu birliktelik 11 kişi halinde devam ediyor. Bloklarını asla bozmuyorlar. Ne savunmadaki dörtlü ne orta sahadaki.. Hatta ileri ikilileri bile birbirine hep yakın kalıyor.

İşte bu nedenle aslında Terim'in 11'i mükemmel bir tercih. Selçuk, Ozan, Oğuzhan, Volkan Şen, Arda ve Çalhanoğlu'ndan oluşan teknik altılı, uzun İzlanda duvarını yıkmak için müthiş bir grup. Ancak plan ilk yarının sonlarına kadar işlemedi. Uzun oynamaya çalıştığımızda fizikleriyle üstünlük kurdular. Çok hızlı oynamak istediğimizde ise tek vücut kalan orta saha ve savunma bloklarıyla kalelerini savundular.
Topu yere indirip, küçük üçgenler kurduğumuzda İzlanda'nın defoları ortaya çıkmaya başladı. İşlerin yoluna girdiği anda devre misafirin imdadına yetişti.

Keşfettiğimiz oyun planının -ya da Terim'in bu şekilde yazdığı senaryonun diyelim- ihtiyacı olan tek şey kanatları canlandırmaktı. Ve kulübede işin erbabı Gökhan Töre vardı. Terim imdat camını kırmak için 62'yi bekledi. Töre oyuna girdikten birçkaç dakika sonra Kazakistan öne geçti, Çekler 3 yaptı. Mucizevi bir şekilde Fransa'ya doğrudan gitmenin yolu açıldı.

Sonrasında gerçeğimiz tokat gibi yüzümüze çarptı! Stres anlarını oynayamadık. Gökhan Töre'nin tarifi mümkün olmayan darbesi soğukkanlı kalmamız gereken anları bir kişi az oynamamıza neden oldu.
Ve finalde biraz panikle biraz da Arda önderliğinde bireysel çabalarla İzlanda duvarını dövdük. İzlanda'nın disiplinli oyununu galibiyetle ödüllendirmek istemeleri de belirleyici etkendi. Kalemize gelmeye başladıklarında blokları dağılmaya başladı. O boşluklara sızmaya çalıştık, olmadı.

Ve mucizeler gecesinde, Hakan Çalhanoğlu'nun kulübede olduğu anda Selçuk'un sihirli vuruşu...

Tuhaf başladığımız grupta mucizevi bir final yaptık. Olan biteni sadece futbolla açıklamak mümkün değil.

Üzerine şu an için çok fazla tartışmadan, anın keyfini çıkarmak lazım. 'Konya' üzerinden Fransa'ya gidiyoruz!

13 Ekim 2015, Salı 23:40
YAZININ DEVAMI

‘’Bambaşka bir Kjaer!‘’

Moutinho’nun, iki Danimarkalı’yı savurup, ikisini de yere yatırarak attığı golde ayakta kalan tek oyuncu Simon Kjaer’di. Ronaldo başta olmak üzere hiçbir Portekizli’ye boş alan bırakmadı. Fenerbahçe’deki savunma krizi bertaraf edilecekse başrolde Danimarkalı olacak.

Kulüp/milli takım performansları arasındaki farklılıklar çok şaşırtıcı değil. Messi gibi bir örnek var. Barcelona’da neredeyse ilahlaşırken, son Dünya Kupası’na kadar Arjantin formasıyla hep sıradanlaştı. Bu bakımdan, milli takım seviyesini baz alıp kulüp formasıyla çıkılan yoğun trafikteki yol kazalarını eleştirmek çoğu zaman adil değil. Ya da tam tersi yapmak. Simon Kjaer’in performansına da bu gözle bakmak lazım.

Sadece o ayakta kaldı

Elbette belirleyici kriter, Danimarka Milli Takımı ile Fenerbahçe’nin oynamaya çalıştıkları oyun arasındaki fark. Birincisi Portekiz’e karşı çok kritik bir maça çıktılar. O bir finaldi. Fenerbahçe ise uzun bir maratonda. Sınırları zorlayan, iki top cambazı Nani ve Ronaldo’ya boş alan bırakmamaya çalıştılar. Çoğunlukla başarılı oldular. Birbirine yakın duran orta saha ve savunmacılar arasında işini en iyi yapanlardan biriydi. Moutinho’nun mükemmel golünü izleyenler farketmiştir. Portekizli oyuncu, iki Danimarkalı’yı savurup, ikisini de yere yatırırken pozisyonun içerisinde ayakta kalan tek savunmacı oydu. Bu dizilişte Danimarka’nın en iyilerindendi. Teke tek kaldığında ise Ronaldo başta olmak üzere hiçbir rakip hücumcuya uygun depar alanı bırakmadı.

Krizi aşacak isim

Fenerbahçe’nin daha açık alanda oynuyor oluşunun Kjaer’in performansını ne kadar etkilediği de ortaya çıktı. Bruno Alves gibi tek hamleli bir partnerle oynaması en büyük handikapı. Özetleyelim. Genel itibariyle sakatlıktan önceki düzeyine yaklaşmış görünüyor. Son haftalarda Fenerbahçe’de başgösteren savunma krizi bertaraf edilecekse, başrolü Kjaer üstlenecek.

Alves baskı yemedi


Diğer yandan Alves’in 90 dakikalık oyunu, krizin aşılmasında ne derece önemli olacak hâlâ soru işareti. Danimarka karşısındaki futbolu, çok fazla fikir vermiyor. Çok kısır geçse de beklenenden çok daha kolay bir maçı geride bıraktılar. Danimarka duvarını 66’da Moutinho’nun golüyle yıktıktan sonra beklenen senaryo gerçekleşmedi. Baskı yemediler. Oysa ki Danimarka’nın EURO2016 biletini ateşe attığı dakikaları daha zor geçirmeleri gerekirdi.

Nani rolünü kaptırdı


Nani ile bitirelim. Ronaldo ile birlikte, Kjaer ve arkadaşlarını tedirgin ettiği belliydi. Danimarka ilk dakikada başladığı oyunu son dakikaya kadar sürdürünce yeterli alanları bulamadı.

82’ye kadar sahada kaldığı oyunun iyilerinden değildi. Fenerbahçe’deki kadar serbest oynamıyor/oynayamıyor. Rolünü Ronaldo’ya çaldırmış. Süper Lig’de gerçek rolüne döndüğünde işleri Fenerbahçe adına kolaylaştıracak yegane adam ise yine o...

10 Ekim 2015, Cumartesi 02:30
YAZININ DEVAMI