‘’Podolski'ye rol lazım‘’
Bursaspor’un erozyona uğramış kadrosu oyunda sürekliliği sağlayamıyor. Oyuna hızlı başlayıp, Galatasaray’ı paniklettikleri dakikalarda bulacakları bir golle her şeyi değiştirebilirlerdi. Selçuk ve Bilal gibi iki pas ustasının devreye girmesiyle tempolarını kaybettiler. Josue’nin kötü oynadığı bölümlerde bile rakip için bir tehdit oluşu ise sezon öncesi en büyük kazanımları.
Galatasaray ise sıkıntılı. Teknik sorunlardan daha bariz bir defo var takımda. Saha içi iletişimi kaybetmiş, gergin bir oyuncu grubu mevcut. Oyundan çıkan üçlü; Burak, Podolski ve Sneijder en önde gelenleri. Hamza hocanın değişikliklerinde bu unsur etken mi bilinmez.
Teknik sorun ise büyük. Galatasaray şampiyonluğa yürüdüğü final haftalarındaki kadar pozisyon vermiyor belki ama hala Muslera’nın eline bakıyor.
Vites yükseltmesi beklenen Podolski kendine saha içinde rol arıyor. Hatta daha önemlisi, bir şablon arıyor. Pası verdiğinde koşu yoluna top atılmasını istiyor mesela. Olmuyor. Sürekli bir arayış içerisinde. Ön libero gibi pas dağıtmaya çabalaması garip, hatta trajik. Bununla bitmedi. Telles’ i ileri atıp, sol arkada kaldı kimi zaman. Çizgide oynarken de Burak’ın yerine en uca geçtiğinde de durum değişmedi.
Her dakika biraz daha etkisizleşti. Nitekim oyunu kulübede tamamladı. Hamza Hamzaoğlu’nun belli bir düzen içinde Lucas Podolski’ye bir rol tayin etmesi şart.
Kötü Inter karşısındaki galibiyet, dün gece havaya kaldırılan kupa, Galatasaray’ın defolarını örttü. En tehlikelisi de bu zaten.
Geçen sezondan büyük bir tecrübeye sahip Galatasaray. Şampiyonlar Ligi hata kabul etmiyor!
‘’Galatasaray alarm veriyor‘’
Maçı, oyuncu değişikliklerinin başladığı 60. dakikaya kadar ciddiye almak lazım. Inter'le başlayalım. Bu seviye, Serie A şampiyonluğu için yetmez. Geçen sene Şampiyonlar Ligi Finali'ne kadar yürüyen Juventus'a, güçlenmiş Roma ya da Milan'a kafa tutacak gibi değil. Bu varsayımın Galatasaray'ı ilgilendiren tarafı şu; yüzde 100 hazır olmayan bir İtalyan'a karşı oynadılar. Buradan devam edelim.
Melo'suz orta sahada dikkat çeken iki şey var. Birincisi, pas trafiğinde Bilal aksamıyor. Sakatlanıp çıktığı bölüme kadar fena olmayan bir yüzde ile oynadı. Takımı rahatlatan isimlerdendi. İkinci tespit; Melo'nun oyunun bazı bölümlerde vites artırdığı senaryolar yoktu. Bilal dünkü oyunu tüm sezon tüm maçlarda oynayabilir. Ama hepsi o kadar. Melo gibi takımı ileri itemiyor. Ya da savunmanın önünde rakip için çok da caydırıcı bir güç değil.
Selçuk İnan, Şenol Güneş'li Trabzonspor'dan bu yana kendisi gibi iki yönlü orta sahalara partner oldu. Önce Colman sonrasında çoğunlukla Melo ve bazen Hamit. Bilal'in yukarıda bahsettiğimiz handikapları, onun da yükünü artırabilir. Çok net gördük.
Galatasaray adına daha sıkıntılı olan ise kenar ikililerinin (Telles-Podolski/Sabri-Yasin) yapamadıkları. Telles geldiğinde Podolski ile pozisyon paylaşımında sorun yaşıyorlar. Bu sıkıntı zamanla telafi edilebilir. Sabri-Yasin arasındaki uyumsuzluk ise daha büyük problem. Yasin'in içe katedip çizgiyi boşalttığı anlarda Sabri'nin deparı olan hücumculara karşı zorlanması muhtemel. Galatasaray'ın kenarları alarm veriyor.
En önemli sorun ise savunma göbeği. Bu biraz da Melosuz olmakla ilgili. Defansın kalbine doğru dikine atılan toplardan pozisyona dönüşenler oldu. Chedjou'nun araya girerek kestikleri ise pozisyona dönüşenlerden çok daha fazla.
Şampiyonluğa oynayacak bir takım kalecisini bu kadar yalnız bırakmaz. Geçtiğimiz sezon olduğu gibi Muslera'yı 'yalnız adam' yapmamalı.
‘’Shakhtar'a karşı geri düşme‘’
Shakhtar Donetsk’in sahadaki 11’inin tam ortasında kalın bir çizgi var! Lucescu’nun ekibi, savunma ve hücum takımlarından oluşuyor gibi. Top kendilerinde değilken, 7 isim rakibi karşılıyor. Çizginin ötesindeki dörtlü ise daha çok kontra için fırsat kollar gibi. Elbette bunları yaparken, aradaki mesafeyi çok iyi ayarlıyorlar. Sahaya baktığınızda derli toplu bir takım görüyorsunuz.
Hücumun iskeleti bahsettiğimiz dörtlüden oluşuyor. Fenerbahçe’de -şu ana kadarki görüntüleriyle- Nani, Diego, Sow ve Fernandao ne ise Shakhtar için Marlos, Alex Teixeira, Taison ve Gladky de o.
Yarı sahada hızlılar
Volyn Lutsk maçında bu dörtlüden kaleye en yakın olan Gladkyy aksayan tek dişliydi. Milan’a transfer olan Luis Adriano’nun yerini dolduramayacak gibi duruyor. Fenerbahçe için iyi haber bu. Kötü olan ise bireysel yetenekleri etkileyici bu dörtlünün, rakip yarı alana geçtikten sonra işini çok hızlı yapıyor olması.
Ukrayna’nın vasat ekiplerinden Volyn ile yeni Fenerbahçe’yi kıyaslamak elbette mümkün değil. Ama Shakhtar’ın oyun planı için fikir verecek çok fazla varyasyon gördük. Lucescu yüksek bütçeli kadrolara sahip oldukça oyun planlarını geliştirmiş ve dönüştürmüş görünüyor.
Scolari’nin Brezilya’sı
Scolari’nin 2002 Dünya Kupası’nda zirveye taşıdığı Brezilya’yı anımsatan bir plan Lucescu’nunki. Scolari’nin; Denilson, Rivaldo, Ronaldo gibi -tabir doğruysa eğer- sihirbazlarla yaptığını yapmaya çalışıyor. Dinamik kadrosu top rakipteyken kapanıp, hamle için fırsat kolluyor. Topa sahip olduklarında ilk düşündükleri şey orta saha çizgisini geçip, hızlı bir pas trafiği ya da driplingle rakip kaleye gitmek. Alex Teixeira idman havasında oynayıp 2 gol attığı maçta tek bir kez rakip savunmanın göbeğine doğru gitti ve yüzde yüzlük bir gol fırsatı hazırladı.
Çizginin ötesinde tutmalı
Rakip yarı alanda olabilecek tüm boşlukları ya pasla ya da driplingle kullanıyorlar. Kadıköy’de Gökhan-Caner ikilisinin savunmayı tek bir dakika bile unutmaması gerek. Alves ve Kjaer’in ise rakiple karşı karşıya kalmaması.. Keza Mehmet Topal’ın, yanında Souza ya da Meireles’in başrollere soyunması şart. Shakhtar’ı, orta saha çizgisinin ötesinde tuttuğunuzda -ki en zor olanı bu- işler kolaylaşabilir.
Fenerbahçe’nin bu şartlardaki şansı, Pereira gibi dominant bir teknik adama sahip oluşu. Shakhtar’ın yarı alanında oynanacak futbol Fenerbahçe’yi gole, dolayısıyla tura yaklaştırır.
Bayern sonrası ilk kez
Volyn Lutsk maçı Shakhtar’ın hücumda neler yapacağını gösterdi. Savunmada ise direnç seviyelerini bilmiyoruz. Kadıköy’deki oyun, Ukraynalılar’ın bu yönünü görmemizi sağlayacak. Zira martta Bayern Münih karşısında hezimete (0-0 sonrası 0-7) uğradıkları günden bu yana üst düzey bir takımla -Dinamo Kiev’i es geçelim- oynamadılar. Fenerbahçe gücünün farkında olmalı. Parola ise belli: Shakhtar’a karşı asla ve asla geri düşme!
Kadıköy’de ilk golü atan turu geçer gibi görünüyor.
‘’Kaostan zafere‘’
Hollanda maçının üzerinden sadece iki buçuk ay geçti. O günkü aklı başında futbolun kıyısından bile geçemedik.
Ligin bitmesi, rehavet, motivasyon kaybı gibi bahaneler kabul edilebilir. Ama Kazakistan gibi kaos oyunu oynamaya çalışmak ve hatta oynamak!.. İşte bunun kabul edilir yanı yok. Kazaklar nasıl başladıysa milli takım da öyle başladı. Ve ilginçtir Fatih Terim yarım saat kadar akışına bıraktı her şeyi. İzledi sadece. Amsterdam’da olmayan Arda’nın rakip savunma çizgisini hemen hemen her defasında geçişi, belli ki rahatlatmıştı hocayı. Ama olmadı.
İkinci yarının başındaki Volkan Şen hamlesi de yanıt vermeyince (skor olarak) Terim takımı sarsmayı düşündü. Öyle gözü kara bir plandı ki, Umut sonrası Emre Taşdemir’le Terim ‘Rakip yarı sahaya kamp kurun’ dedi adeta. 4-4-2 gibi gözüken 2-4-4 dizilişi Kazaklar’ın da direnci düşünce golü getirdi.
Her şeye rağmen Arda’nın ağlara giden vuruşunun iyi bir organizasyon finalinde gelmediğini unutmamak gerek. Bu ‘kişisel beceri’ golü -Burak’ın payını da unutmadanancak Kazakistan gibi takımlara işler.
Hollanda, İzlanda ve Çekler’e karşı daha fazlası lazım.
‘’Kutuplaşma devam ediyor‘’
Fenerbahçe'ye cumartesi gecesi düzenlenen o hain saldırıdan bu yana, "Bu saldırı futbol ailesinedir" klişesiyle sarfedilen sözlerin de yalan olduğu ortaya çıktı. Görünen o ki TFF ve Kulüpler Birliği Vakfı, futbol ailesini Süper Lig takımlarından ibaret sayıyor. Oysa ki kavganın büyüğü aşağıda.
Daha bu hafta Pendikspor takım otobüsü, Yeni Malatyaspor maçına giderken taşlı saldırıya uğradı. PTT 1. Lig'de mücadele edenler başta olmak üzere birçok takım, taciz ve tehditler arasında maçlara çıktı. Amatör liglerde taraftarların da dahil olduğu tekme tokatlı kavgaları saymıyorum bile. Yani İstanbul'dan ötesi yine yok!
Eleştiriyi daha da genişletip, kendimizi de işin içine katalım. İstanbul'da kar yağdığında, "Hayat felç oldu. Öldük, bittik" diye çıkıyor sesimiz. Oysa ki Anadolu insanı, beyaz örtüyle aylarca yaşıyor. Kanıksıyor, kabulleniyor. Ve yaşam standardını doğal şartlara göre ayarlıyor. Bir nevi, zorluklarla yaşamaya alışıyor, kabulleniyor.
TFF ve Kulüpler Birliği'nin Süper Lig'i erteleme kararına bu açıdan bakmak lazım. Futbolun patronları, ağabeyleri, diğerlerine "Siz bu şartlarla yaşamaya alışın" diyor. Kavga, tehdit, şiddetle... Futbol ailesi, maalesef Süper Lig takımlarından ibaret görülüyor.
Ve ne ilginçtir ki, o aile böylesi bir futbol teröründe bile bir araya gelemiyor. Fenerbahçe ayrı konuşuyor, TFF ve Kulüpler Birliği ayrı. Ve belki de Fenerbahçe Kulübü'ne geçmiş olsun ziyaretine gitmesi gereken ilk kişi; İbrahim Hacıosmanoğlu bu tarihi fırsatı elinin tersiyle itiyor.
Hala futbol ailesi deniyor! Aile olmak bir yana, 'çekirdek aile' bile bir araya gelemiyor.
Bir takım otobüsünde kan aktı, facianın eşiğinden dönüldü ama kutuplaşma tüm hızıyla devam ediyor.
‘’Finale kadar kusursuz‘’
İspanyollar’ın ‘Örümcek Adam’ derken çok düşündükleri belli. Öyle tek nefeste layık görülmüş bir sıfat değil.
Mehmet Topal kariyerinin olgunluk döneminde hâlâ çok büyük gelişimler gösteren bir zeka. Evet zeka.. Ona dün gece yakıştırılabilecek ilk sıfat da bu; zeka. Kusursuz işleyen bir makinenin beyni gibiydi. Savunmayı yanına alıp orta sahamızı ileri, Hollanda’yı geri itti. İlk 45’te soğukkanlı duran orta sahanın en önemli pas istasyonuydu. Hollanda’nın çok bunaltıcı olmayan ama tehlikeli ataklarında savunmadaki her boşluğu doldurdu. Yerden, havadan. Hollanda yüksek oynadığında kafa toplarını hep o aldı. Böyle bir futbol aklına sahip bir takım için işler kolaylaşıyor.
Olmadı...
Terim’in planı da kusursuza yakındı. Olabilecek en iyi 11’di belki de sahadaki. Gökhan-Caner’le mesafesini kısa tutan Volkan Şen ve Gökhan, Hollanda kanatlarını çaresiz bıraktı. Öyle bir plandı ki sahadaki, Guus Hiddink’ten Prandelli’yi anımsatan hamleler geldi. De Jong-Vijnaldum ikilisinin yerinde 60’tan sonra Afellay ve Sneijder vardı. Bir kanat oyuncusu ve bir 10 numara! Hollanda’nın kalbi bu kadar zayıflamışken hançeri saplamak şarttı. Hakan Çalhanoğlu da doğru hamleydi, yapamadık. Yitirdiğimiz soğukkanlılığımız Hollanda’ya bir şans golü hediye etti. Amsterdam’dan 3 puan ve yeni bir diriliş öyküsüyle dönecektik. Olmadı. Finali yine oynayamadık.
Kaybettiğimiz çok sarsmaz belki ama kazandığımız büyük olacaktı.
‘’Galatasaray'ın bonkörlüğü!‘’
Galatasaray Liv Hospital'ın, Fenerbahçe Ülker karşısındaki destansı zaferi sonrasında yaşananlar tam da bu şekilde özetlenecek cinsten.
Abdi İpekçi'ye bir kez gitmemiş Abdurrahim Albayrak'ın, "Gerekirse basketbolcularımızı kendi cebimden ödüllendiririm" tınısındaki açıklama ya da demeç tam derslik. Maaşlarını ödemediğiniz, birer, ikişer kaçan oyuncu grubundan sadece bir elin parmaklarını geçecek bir kadroyla parkeye ayak basıyorsunuz. Kaldı ki geçen sene "Asalet mecbur kılar" söylemiyle şampiyonluk maçına çıkmadığınız ezeli rakibinize karşı. Öyle böyle değil. Her anının ayrı bir hikayesi yazılacak bir maç. Her dakikası, hatta her saniyesiyle. Her molada konuşulanı bile şimdiden tarih olmuş lidersiz bir direniş gösterisi.
Gel gör ki, siz orada yoksunuz. Onlar kahraman. Siz ise işini yapmayan. Ama destan yazıldıktan sonra altına imza atmak için eline kalem alan ilk kişi de sizsiniz. Bu zamana kadar herkese 'I love you' demişsiniz, basketbolculara 'We don't love you' mesajı vermişsiniz. Kaldı ki bir hafta önce Carlos Arroyo travması yaşamış kulüp. Resti çekince, şube sorumlusunun "Kimse Galatasaray'dan büyük değildir" söylemiyle, oyuncunuzun yüzüne bile bakmamışsınız. O gün sahip çıktığınız Galatasaraylılık duruşu, sezonun geri kalan bölümünde yok!
Duruş da tam dik değil. Ergin Ataman söyledi işte. Peşinden Murat Özyer mesajı verdi. "Bakarsınız Carlos Arroyo yarın öbürgün dönebilir" dediler. Nabız yokluyorlar. İkisine de kızmak mümkün değil. Ataman da Özyer de Arroyo kalsın diye son ana kadar çırpındı.
Sorun zaten salondakilerde değil. Yönetim masasının çevresinde oturanlarda. Porto Riko'lu gelirse ne olacak! Ya o gelmemeli. Ya siz orada kalmamalısınız. Kalırsanız, kendinizi inkar edersiniz.
Başa dönelim. Bu tür kahramanlık söylemleri eskidendi. Artık kimse yemiyor. Eskiden "Helal olsun sakatlığına rağmen fedakarlık yaparak sahaya çıktı" diye baştacı edilen sporcu bugün aynısını yaptığında profesyonelliği tartışılır hale geliyor.
O yüzden, o söylemler eskide kaldı. "Gerekirse cebimden veririm" çıkışını da kimse yemez. Abdi İpekçi'de de Türkiye'deki bir başka salonda da! Nefesinizi tüketmeyin.
‘’Özgecan Aslan‘’
İkisi de kız çocuk sahibi değil. Oğulları var aslan gibi. Kız babası olmak mı gerek? Ya da çok popüler birer futbolcu mu? İnsan olmak yeter isyan etmek için. Barbarlığın, hainliğin, alçaklığın tanımı yapılmaz. Onlara 'Hayvan' diyenler var. Ama bugüne dek başka bir hayvana tecavüz edip, bıçaklayıp, yakan bir başka hayvan görmedik. İnsan müsveddesi birkaç varlık, hayatının baharında Özgecan Aslan'ı çekip aldı ailesinin elinden.
Sadece ailesinden değil. Gökhan Gönül'ün, Tolga Zengin'in yüreğinden söküp aldılar bir şeyler. Milyonların canını yaktılar. Ve bizimle ortak havayı solumaya devam ediyorlar, devam edecekler. Özgecan ise buz gibi toprağın altında artık. Hayalleri, hedefleri, umutları ile birlikte... Belki birkaç gün sürecek matemi. Ve maalesef bir gün hepimiz unutup, gideceğiz. Futbol topunun peşinden koşmaya devam edeceğiz. Koca koca adamlar, bir oyun yüzünden birbirlerine söylemedik laf bırakmayacak yine. Küfürler, meydan okumalar, tehditler havada uçuşacak.
Başka ülkelerin kralları, şeyhleri ecelleriyle ölürken 'milli yas' ilan edeceğiz. Özgecan'ın arkasından ise bir dua ile yetineceğiz. Maçlarda bir dakikalık bir saygı duruşu bile yapamayacağız. Hatta aklımıza bile getirmeyeceğiz.
Ve belki de insanlığını rafa kaldıranlar, "Siz spor sitesisiniz. Ne işiniz var cinayetle, ölümle..." diye tepki verecek.
Kusura bakmayın bugün böyle... Özgecan'la ilgili haberler göreceksiniz sitemizde. Çünkü Gökhan Gönül'den ya da Tolga Zengin'den yok bir farkımız. Onlar gibi biz de insanız.