‘’Kopenhag havası!‘’
Okan Buruk, Kopenhag maçı öncesi olmasa dün akşam yaptıklarının hiçbirini yapmazdı muhtemelen. Adana Demir maçının telafisi var zira. Kopenhag öyle değil.
64’te Zaha ve Kaan Ayhan’ın sahaya ayak basışı da Kopenhag 11’nin büyük kısmını birlikte sahada görme amacı taşıyordu ama olmadı! Oyunun dengesi bozulunca, 78-83 arası üç değişiklik birden daha yaptı.
Haftalardır oynamayan Kerem Derimbay’ın, Dervişoğlu’nun sahada olduğu, Barış Alper’in sol bek oynadığı, 11’de başlamayan Kaan’ın son yarım saatte riske edildiği, Bakambu’nun skor avantajına rağmen ikinci hücumcu olarak sahaya sürüldüğü bir 90’dı.
Buruk Kopenhag maçına öylesi fokuslanmış ki vazgeçilmezi Torreira’yı dahi kenara aldı.
Saha içi ve dışındaki bu yoğun sirkülasyona rağmen, Galatasaray’ın ilk yarı oyun sürekliliğinin kusursuz olduğunu da atlamamak lazım. Gravillon’un olmadığı Adana Demir savunma merkezini çok fazla tehdit edip, ilk iki golü de böyle buldular. Hücumcuların büyük kısmının tek dokunuşlarla rakip stoperleri oyundan düşürdüğü aksiyonlar izledik.
Kopenhag deplasmanında Galatasaray’ın en fazla ihtiyaç duyduğu şey de bu.
Çok disiplinli, saha dizilişini çok iyi yapan ve fiziksel olarak çok iyi bir takım Kopenhag. Avrupa’da herhangi bir takımın mevsimin bu döneminde final maçı oynamak istemediği, enerjisi tükenmeyen bir grup Danimarkalılar.
Fiziksel savaştan çok dün geceden kesitlere ihtiyacı var Galatasaray’ın.
Bir de dün gece son yarım saatte sahip olamadığı soğukkanlılığa.
‘’Daha fazlası mümkün‘’
Montella’nın sihri, saha içi bireysel özgürlüklere göz yumuyor olması. Hırvatistan maçından bu yana akan oyunda ya da tabelanın havaya kalktığı anda yaptığı müdahaleler dışında serbestlik tanımış tüm oyunculara.
Ne zaman ki işler istediği gibi olmaktan uzaklaşıyor, o zaman keskin müdahalelere başlıyor. Konya’daki Cenk Tosun hamlesi ve diğerleri.. Dün gece de ilk ve ikinci yarı.
İlk 45’i Hırvatistan deplasmanı gibi oynayıp, rakibi sürekli geri itme amacındaydı ama belki de erken gelen Galler golü nedeniyle istediğini alamadı. Galler önde çok kalmadı.
İkinci yarı müdahalesi ise takdirlik. Soyunma odasında muhtemelen “Sakin kalın. Topu alın” demiş olmalı.
İlk yarıdaki 0.16’lık karşılıklı gol beklentisini 90 dakika bitiminde 0.56 / 1.25’e (maçkolik) çevirmek büyük iş.
Üstelik ev sahibi, mutlaka kazanması gereken 90 dakikanın ilk 45 dakikasını önde bitirmişken.
Montella’lı 4 maç bize her zaman yeni bir planın devreye girebileceğini öğretti. Bu yetenekli ve potansiyelini ispat çabasındaki oyuncu grubunun seviyesini yükselten faktörlerden biri de bu.
Montella ve milli takım, 3 galibiyet 1 beraberlik sığan 4 maçlık seriden çok daha fazlasını yapabileceğini vadediyor.
‘’Fenerbahçe’ye yeni plan lazım‘’
Adana Demir topla çıkmaya çalışınca Fenerbahçe, Trabzonspor maçında bozulan fabrika ayarlarına döndü.
Sürekli geri koşmak zorunda kalmayınca, fazla sayıda top kazanarak direkt Adana kalesini buldular.
Ertaç’ın sezonun en iyi maçını oynaması Fenerbahçe’nin şanssızlığıydı. Vuruş kalitesi de skorbordun değişmesini engelledi.
Dzeko ve Tadiç’in kendi standartlarında son vuruşlar yapamamalarının nedenlerinden biri de olağanüstü kötü zemindi. Şu işi çözemiyoruz maalesef. Zemin kötüyse olmuyor işte. Futbol güzelleşmekte zorlanıyor!
Adana Demirspor’un orta sahayı hızlı geçip, iki hızlı kanadıyla kaleye inme çabası ise pozisyonlara dönmedi. Fenerbahçe savunmasını hızlı geçişler dışında tehdit edemediler.
Fenerbahçe bu lüks sayesinde sadece oyun kurma ve hücum etme imkanına sahip olabildi. Savunma için ekstra bir efora gerek kalmadı.
Bu konfora rağmen bir şeyleri değiştirme çabasına girişmediler. İsmail Kartal oyuncu değişiklikleri dışında ezber bozacak bir aksiyona girişmedi.
Trabzonspor, Ludogorets ve Adana Demir maçlarının 270 dakikasına 2 penaltı golü sığdırabildi Fenerbahçe. İsmail Kartal milli takım arasında yeni bir plan üzerine çalışmalı.
‘’7 pozisyon değişince..‘’
Galatasaray’ın cüreti, maça ortak olmasını sağladı. Ön alanda top yapabilmek, pozisyon zenginliği getirmese de oyunu tutmayı sağladı. Bayern’in geçiş oyununda bekleyip, son 20’yi planlaması da bu lükste etkendi.
İstanbul’da da baskıyı yediklerinde Kane’i bulup, Coman, Sane ve diğerleri ile geniş alanda hızlı davranmayı planlamıştı Bayern. Son 30’da ise topu alıp, Galatasaray yarı sahasına yerleşmişlerdi.
Dün gece de Galatasaray’ın iptal edilen ofsayt golü sonrası sete döndüler. Bu dakikadan itibaren de Kane varolmaya başladı. Kusursuza yakın oynayan Davinson’u sırtında taşıyan Kane, sadece Bayern’in değil Galatasaray’ın da dizilişini belirledi!
İstanbul’da son 20-25 dakikada oyunu Almanlar’a teslim eden Galatasaray’ın dün gece final dakikalarına ortak olamayışının nedeni dizilişinin tamamen değişmesiydi.
Maça başlayan 11’den Muslera, Sanchez, Boey ve Toreira kendi bölgelerinde oyunu tamamlayabildi. Ritmi devam ettiremediler, baskıyı sürdüremediler.
7 pozisyonun tamamen değiştiği bir Şampiyonlar Ligi mücadelesinde, üstelik Münih’te, Bayern’le oyunu da skoru da paylaşmak mümkün olmadı.
‘’Suudi Arabistan‘’
Barcelona için biraz şehir efsanesi sınırına yaklaşmış bir mevzuydu forma reklamı. “Formamız bizim bayrağımızdır. Bayrağımızın üstüne kimse ismini yazamaz..”
Katalanlar’ın güvenli limanıydı bu söylem. Başarısız dönemlerde ya da Madridliler ne zaman yüklü forma sponsorlukları imzalasa, daha yüksek sesle haykırılırdı Katalunya’da..
Bu yüzdendir ki, “Bir kulüpten daha ötesi” idi onlar. Ama dünya değişiyor ve zorunluluklar artıyordu.
Cruyff’un tepkisi
Bir sosyal sorumluluk projesi olarak parçalı formalarına ‘UNICEF’ yazdırdıklarında ses getiren ilk tepki, Johan Cruyff’tan gelmişti. En basit anlatımıyla, “Yol yapıyorlar. Formayı satacaklar!” demişti efsane Hollandalı.
UNICEF’ten sonra Barcelona forması hiç boş kalmadı. Sosyal sorumluluk, tarihi sponsorluklara dönüştü.
Başka coğrafyalarda da radikal değişimler yaşandı. Futbolun beşiği İngiltere’de yabancılar milli takımı çalıştırır hale geldi. Adalılar kabullendi. Glazer kardeşler Manchester United’ı satın alma girişiminde bulunduğunda, tribünden. “Defolun, sizi istemiyoruz” sesleri yükseldi. Sonra Arap sermayesi Britanya’dan içeri adım attı.
Milliyetçi Almanlar!
Alman Milli Takımı’nda siyahi futbolcu oynadı tarihte ilk kez. Afrika kökenli yetenekler, Panzerler’in başarısı için ter dökmeye başladı.
Katarlılar, Paris Saint Germain’i ayağa kaldırdı. Beckham, Zlatan, Neymar, Messi.. Yıldız yağdı Eyfel Kulesi’nin gölgesine!
Sonra yıllar önce İngiltere’de taş üstünde taş bırakmayan tecrübeyi yaşadık. 11 yabancı ile çıkılan maç sonrası, “İstiklal Marşı’nı söyleyen tek bir oyuncu olmaz mı!” isyanı yükseldi. Çoğunlukla Almanya’dan gelen milliyetçi-muhafazakar futbolcularımızın İstiklal Marşı’nı söyleyemediğini unutarak seslerini yükselttiler. Onlar için, Almanya Milli Takımı’nda oynamış, Türkiye’ye gol atmış figürler, Ay-Yıldızlı tişörtü giymekten imtina etmeyen Alex’ten, Cumhuriyet Bayramı’nı kutlayan Icardi’den daha yabancıydı!
Çeyrek asırlık hikaye
Şimdilerde de Süper Kupa’nın Suudi Arabistan’da oynanacak olmasına tepki isyan karışımı reaksiyonlar var. Zira, ‘Parayı veren düdüğü çaldı’ onlara göre. Dünya futbolunun son 25 yılındaki değişim gibi..
Sermayenin futbola hükmetmesi çeyrek asırlık hikaye. Bugünkü tepkiler de çok demode. Bırakalım değişim başlasın.
‘’Bu oyunda çok ders var‘’
Fenerbahçe, sezonun geri kalanındaki top kazanma standardının altında kaldı. Önde basıp, topu kazandıkları süre uzadı. Fred/Crespo-Kent, Zajc, Batshuayi.. Bu beşlinin birlikte oynuyor oluşu muhtemelen bu geri kalışta etkendi. Fred'in, Türkiye kariyerinde zirveye çektiği standardın altında kalışı da. Belki de İsmail Yüksek'in yokluğu..
İkinci bölgeyi bu kadar kolay geçebilen bir rakip olmamıştı hiç. Haliyle 1.91'lik Becao, 1.82'lik Djiku geri geri koşmak zorunda kaldı. Tandemin bu refleksi akıllıcaydı zira Ludogorets, ilk hamlede savunma hattını aşabilecek şekilde geldi. Bulgarlar, orta saha çizgisini geçip, kalabalıklaşıp, bir şekilde atağı bitirmeye çalıştı. Aut/taç dahi olsa atakları finalize etmeyi amaçladılar.
Bitiremediklerinde de golü yediler zaten. Batshuayi'nin ağlarla buluşan vuruşu böyle oldu.
Öne geçiş Fenerbahçe'nin maçı büyük oranda koparmasını hatta farka gitmesini sağlıyor. Geçtiğimiz maçlarda çok kez tecrübe ettik. İsmail Kartal, her ne kadar rakip yarı alanda sürekli kalmayı amaçlasa da, boş alan bulduğunda da sahadakilerin yeteneklerine güveniyor. Çoğu zaman bu güvenin karşılığını da alıyor.
İlk gol gibi, son golü -ki bu sefer top da durmuştu- izlemek, bunun bir plan olduğunu anlatıyor bize.
İsmail Kartal eldeki yetenek seviyesi yüksek oyuncu grubunu her senaryoda kullanabileceği alternatif planlar oluşturmuş durumda.
Diğer yandan Abdullah Avcı için müthiş tüyolar verdi dün geceki 90 dakika.
Trabzonspor-Fenerbahçe maçında dün gece Ludogorets'in parça parça başarabildiği baskın oyunun geliştirilmiş halini izleyebiliriz. Avcı için ipucu veren, Kartal için ikaz lambasının yandığı bir oyundu. Sahada olanı da olmayanı da besledi.
‘’Büyük meydan okumaydı‘’
Galatasaray, 70'lerde 10 kişi kalmış Kopenhag'a karşı koşu mesafesinde 10 km (111-121) geride kalarak 1 puanı kurtarabilmişti. Dün gece, oyundan düştüğü son 25 dakikayı da gözeterek okumak lazım bu istatistiği; 110.1, 109.5. Bir canavara karşı tüm gemileri yakarak oynadı Galatasaray. Bu enerjinin sonucunda ilk 45'teki o müthiş istatistik oluştu.
Hem takım halinde hem bireysel anlamda tüm sınırları zorlayarak efor sarfetti Okan Buruk'un ekibi. Coman/Sane'nin iki kanat oyuncusu olduğu bir takımın yüzünü kaleye dönmesine sadece 3 kez izin verdiler. Biri gol, biri yüzde 100'lük pozisyon olarak sonuçlandı zaten.
Okan Buruk, muhtemelen, "İlk topu aldık aldık. Alamazsak, cezayı keserler" demiş olmalı. Abdülkerim, Toreira önderliğinde ve hatta sakat İcardi ile sahadaki hiçbir Bayernli'nin topla kaleye yönelmemesine çalıştılar. Sertlik derecesine dikkat ederek, kart riskini gözeterek başardılar bunu.
Bu eforun elbette bir bedeli olacaktı. Zira, bir ara Bayern Münih'le oynadığını unutarak gözünü kararttı Galatasaray! Ancak bedensel sınırlar vardı. Bir yerde iflas edecekti kaslar. Öyle de oldu.
Sabırla, bildik bir sistematikte, her fırsatı kollayarak Coman ve Sane gibi freni patlamış iki bünyeyi neredeyse her atakta kullanarak denedi Bayern. Kane'in, kötü göründüğü gecede zekaya, yeteneğe, Alman disiplinine sarıldılar. Oyun planına/taktiğe bağlı kalarak devam ettiler. İstatistikleri dengeledikleri 20-25 dakikalık süre sonuç almalarına yetti. Galatasaray'ın kaçırdıklarından daha zorlarını takım kalitesi ve bireysel yetenek farkıyla attılar. Sonuç odaklı oynamanın karşılığını aldılar.
Bayern kötü gününde bile Bayern gibiydi yani.
Okan Buruk'un yaptığı ise büyük saygı görmeli. Hoca bir plan oluşturmuştu ancak sahadakiler de bu cesaret sınavına kendilerinden bir şeyler kattı. Standart çok ama çok yukarı çıktı. Tekrar hatırlatıyorum, Bayern'e karşı yapıldı bu.
Galatasaray gol beklentilerinin 3.07 / 1.77 olduğu bir 90 dakikayı kaybetti. Yenilmez Bayern Münih'e karşılık üstelik. Çok ama çok büyük bir meydan okumaydı.
‘’Teknik adam dokunuşu‘’
Zoru kolay, kolayı zor yapmak adeta mottomuz! Letonya’nın katı savunmasının dengesini çoğu zaman bozmayı başarabilsek de final aksiyonlarımız bireysel kalitemize yakışmayacak cinstendi. Ya son pası atamadık, ya doğru pozisyon alamadık. İlk yarının geneli böyleydi.
Bu çaresizliğimiz Letonya’nın direncini artırdı. Haklarını teslim edelim, disiplinli oynadılar. Dizilişlerini bozmamak için çok çabaladılar, gole kadar da başarılı oldular.
Montella’nın da kriz anlarında kararsız kaldığını gördük. Birkaç kez oyuncu değişikliği için hazırlık yapıp vazgeçti. Özellikle Yunus’un golü öncesi. Hocanın sonraki hamlelerinde ise hakkını teslim edelim. Özellikle Cenk’i pivot santrfor olarak Letonya savunmasının kalbine dikince, Cenk’in arkasındaki hücum üçlüsü için bir konfor alanı oluştu.
Hem oluşan bu lüks, hem de dikine gidebilen oyuncularımızın fazlalığıyla Letonya hatlarına girip pozisyon ve golleri bulduk.
Hırvatistan maçı ve dün gece son yarım saat, net bir teknik adam dokunuşudur. Oyuncuların enerjisi, son düdük sonrası Montella ile fiziksel temasları da bunu anlatıyor bize.
Bu maceranın kırılım noktası, Kuntz’tan vazgeçiştir. Türk Milli Takımı’nın potansiyelini budur.