Arama

Popüler aramalar

‘’Eşek mi semer mi?‘’

Amerikalı bir antikacının yolu Türkiye’ye düşer...
Hayvan pazarının birinde gezerken; önünde ihtiyarca bir adamın durduğu, zayıf mı zayıf, hasta bir eşek görür.
Ancak dikkatini çeken, bu zavallı eşek değil, eşeğin üzerindeki oldukça eski ve son derece değerli semerdir.
Antika kültürü olmadığını düşündüğü bu zavallı ihtiyardan semeri son derece ucuza satın alabileceğini hesaplar ve pazarlığa başlar.
Sıkı bir pazarlıktan sonra, eşeği normal fiyatının 4-5 katına satın almak üzere anlaşır. Öyle ya; Milyonlarca Dolar değerindeki semeri, 4-5 eşek parasına almıştır. Tam sevinmeye başlamışken, ihtiyar yanındaki çocuğa seslenir:
- Oğlum, kalk da ahırdan yeni bir semer getir beyefendi için, bu eski semerle göndermeyelim onu!
Amerikalı tutuşur,
hemen kurnazlık yapmaya çalışır:
- Benim için sorun değil, zahmet etmeyin!
Amerikalı dil döküyor ama ihtiyar geri adım atmıyor. Ve en sonunda da Amerikalı’ya dersini veriyor:
- Boşuna uğraşma beyim, biz o semerle çok eşek sattık!

***
Ligin bitmesine haftalar var ve Fenerbahçe ile Galatasaray’ın şampiyonluk şansları bir mucizeden bile ötede...
Ne olacak peki bundan sonra?
Transfer yapacaklar.
Milyonlarca Euro verip aldıkları adamları gönderecek, milyonlarca Euro vererek yeni adamlar alacaklar.
Yine olmadı diyelim...
Makarayı başa saracak, söylemekten nefret ettiğim o cümleyle yola çıkacaklar:
Beyaz bir sayfa açıyoruz!!!

***
Ligi erken bitirip transfer sezonunu erken açtılar Fenerbahçe ve Galatasaray yönetimleri...
Hep böyle olur zaten!
Ne özeleştiri yaparlar, ne sorunu temelden bitirmek için çaba harcarlar.
Maksat, günü kurtarmak. Olmuyorsa, teknik adamı yollarlar. Yine olmuyorsa, silbaştan takım yaparlar!

***
Bir çok yönetici Amerikalı gibi; eşeğin değil, semerin peşinde koşuyor!
Bu dünyanın en zeki adamları ise menacerler elbette, hikayemizdeki ihtiyar gibi! Semeri gösterip, işi bitmiş eşeği satıyorlar!
Taraftar bu hikayenin neresinde derseniz...
Tam içinde!
Hani derler ya; Biz eşek olduktan sonra semer vuran çok olur!

05 Nisan 2017, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ruhu yok!‘’

Messi’si, Neymar’ı, Suarez’i var... Pique’si, Busquets’i, İniesta’sı var... Mascherano’su, Jordi Alba’sı, Arda Turan’ı var... Yazmadığım diğer futbolcuları da dünyanın en önemli yıldızları arasında...
Fakat bir şeyleri eksik, o birkaç sene önceki Barcelona’dan...

Efsane PSG maçından sonra bunları yazdığım için belki de güleceksiniz içinizden! Fakat birkaç yıl önce iple çekerdim Barcelona’nın maçlarını... Artık denk gelirsem izliyorum.
Çünkü Xavi ve Puyol gittiğinde; sadece iki yıldızını kaybetmedi Barça...
İsyanını kaybetti, takımdaşlığını kaybetti, ruhunu kaybetti belki de biraz da...

Gerard’dan sonraki Liverpool gibi...
Giggs’ten sonraki Manchester United gibi...
Dani Alves’ten sonraki Sevilla gibi...
Yine yıldızlarla dolu kadroları, ama bizi onlara çeken bir şeyleri eksik sanki...

Maç günleri Kadıköy’de olmak, bir şenlikti... Sadece futbol maçı değildi yaşanan...
Hafta içi birbiriyle görüşemeyen dostlar, maç günleri randevulaşırdı. Herkesin bir mekanı vardı.
İsteyen bir cafede kahve eşliğinde; isteyen bir meyhanede birkaç yudum eşliğinde sohbetlerini ederdi.
Yaşanan; bir futbol maçının çok ötesiydi.
Dostluklar, arkadaşlıklar, ahbaplıklar.. Ve belki de tartışmalar, kavgalar, isyanlar...
Fakat hepsinin toplamında; ortak bir ruh vardı.
HSelçuk Şahin’i gönderdi Fenerbahçe... Pierre Webo’yu, Emre Belözoğlu’nu, Dirk Kuyt’ı gönderdi.
Görüntüye aldanmayın; gidenler, sadece futbolcular değildi elbette.
Onlar varken; haftada bir takım halinde yemek yerdi Fenerbahçeli futbolcular...
Eşleriyle beraber görüşür, saha içinde olduğu gibi saha dışında da hayatı paylaşırlardı.

Şimdi bitti!

Fernandao’nun kolu kırılmışken, yerde çığlıklar atarken yanına sadece bir-iki futbolcunun gittiğini görünce böyle düşündüm işte.
Oysa ki, hepsinin canı acımalıydı o an... Hepsi üzülmeli, arkadaşının yanına koşmalı, durumunu merak etmeliydi en azından...

Bu kararların tümünü siz verdiniz Aziz Yıldırım Başkan... Şimdi yeniden o eski güzel günlere dönmek için elinizde bir seçenek var.
Selçuk’u, Emre’yi, Kuyt’ı ya da Webo’yu almanızdan bahsetmiyorum elbette.
Fakat bir yerlerden başlamak istiyorsanız eğer, ‘Kocaman’ bir fırsat var elinizde...

Bu, belki de, köprüden önceki son çıkış olacak sizin için de...

22 Mart 2017, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Topal'dan Salih'e‘’

Düne kadar adamlığına sayfalar döşendiğimiz... Mütevazılığına övgüler yağdırdığımız... Eşiyle birlikte yaptığı hayır işlerine gıptayla baktığımız bir adamdı o... Bir günde her şeyi unuttuk. Ne adamlığı kaldı, ne iyiliği, ne karakteri, ne hayırseverliği... Televizyon ekranlarına çıkıp, “Biz de onu adam zannederdik” diyenler bile var. Adamlığın ölçüsü, sanki onun görüşleriyle sınırlıymış gibi... Mehmet Topal bir günde, bir pozisyonda, bir golde adam olmadı ki... Bir günde, bir pozisyonda, bir golde adamlığını sorgulayalım. Türk futbolunu cehenneme çeviren adamlar var. Forma aşkımızı öfkeye, futbol sevgimizi nefrete çeviren adamlar onlar... Renk körü olmuşlar; Dünyayı gri görüyorlar. Onların yaptığı provakasyon yüzünden İstanbul’da milli maç oynanmıyor artık. Bir kulübe gönül vermiş insanlar, başka takımı tutan can dostlarını yok sayıyor. Dostluklar bitiyor, arkadaşlıklar sona eriyor. Şimdilerde Türk futbolunun kurtuluşu için yepyeni, modern statlardan önce... Her çaldığı düdük doğru olan hakemler, her vurduğu gol olan santrforlardan önce... Eto’o, Vagner Love, Demba Ba, Van Persie, Sneijder, Adebayor gibi yıldızlardan önce... Başka bir şeye ihtiyacı var. Bu cehennemi cennete çevirecek, bu cehennemden beslenenleri yok edecek bir lidere... Türk futbolunun bir Martin Luther’e ihtiyacı var.

★★★

Geçtiğimiz hafta yazmıştık bu satırları... Bu yazıdan bir kaç gün sonra... İlk saldırı gerçekleşti! Alanya’da bir vatandaş geldi ve “Topal elinle attın, yakışmadı” dedi. Fenerbahçe’nin konaklayacağı otelde yaşandı hem de bu olay... Yarın bir başka şehirde, bir başka vatandaş, belki de bu kez bir başka şekilde saldırıya geçecek. Darp yok, şiddet yok demeyin... Böyle başlıyor her şey... Bugün sözle, yarın... Birisi için; Vatan hainliğine kadar gidiyor sonrasında saldırılar. Bir diğeri için; Mesleğini bıraktırmaya kadar...



Deniz Ateş Bitnel’in hakemliğini bitiren Salih Dursun’u gördüm bu hafta... Kweuke’nin masumiyetinden bahsetmeyeceğim; fakat Salih’in almadığı darbe nedeniyle ölürcesine kendini yere atışından söz edeceğim. Sonra... Hakemin sarı kartı... Kweuke’nin isyanı... Ve ikinci sarı; kırmızı! Belki de Çaykur Rizespor’un küme düşme anı olacak bu kırmızı. Dünlerde... Kötü yönetime isyan eden Salih Dursun, almıştı kırmızıyı, hakeme göstermişti. Kahraman ilan etmiştik. Caddelere ismini vermiş, tişörtler yaptırmıştık. Açılıştan açılışa davet ediyorduk. Sembol olmuştu bir kulübün direniş savaşında... O anları bir günde unutuverdik gitti. Tak... Salih, gönderildi kulüpten... O günlerde adaletin sembolü, isyanın bir numaralı figürü ilan ettiğimiz bu gencecik adam... Bu günlerde bir başka kulübün geleceğiyle oynadı kesinlikle...



Salih Dursun’un özelinde yazmıyorum; bu, ülkemizin, bizim, hepimizin ortak suçu... İnsanları bir ‘an’la kahraman ilan ediyoruz. Kullanıyoruz acımasızca... Sonra da silip atıyoruz.



Ne Salih Dursun yazısı bu, ne Mehmet Topal, ne Fenerbahçe, ne Trabzonspor, ne Kweuke, ne de Çaykur Rizespor yazısı... Bu; günlük yaşıyor olmanın bizlerden neleri götürdüğünün yazısı... Sonuçta hepsi bizim kulübümüz, hepsi bizim futbolcularımız... Anlık reflekslerle, bu oyunun, bu kulüplerin, bu oyuncuların dengelerini bozmayalım

15 Mart 2017, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Topal'ın adamlığı!‘’

16. Yüzyıl’ın başlarında Roma Katolik Kilisesi, cennetten arazi satıyordu. Papa ve Ruhban sınıfının amacı Yaradan’a hizmet değil; zaten fakir olan halkı sömürmek, kendi hükümdarlıklarını sürdürmekti.

Bu duruma başkaldıran Martin Luther, Papa’ya bir mektup yazar ve gerçekten de cennetteki arazilerin satılık olup olmadığını sorar. Luther’in düşüncelerini bilen Papa, hayli yüksek rakamlardan oluşan bir arazi listesi çıkartır ve gönderir. Cennetteki arazilerin fiyatı bile; büyüklüğüne, konumuna ve şarap musluklarına olan uzaklığına göre değişmektedir! Bu listeyi alan Luther; bu kez cehennemdeki arazilerin satılık olup olmadığını sorar. Kilise rahatsızdır, fakat bir cevap verilmesi gerekmektedir. Kardinallerden biri “Cehennemi kim alır ki” der ve Papa’yı ikna eder. Bu kez, cehennemdeki arazilerin fiyatlarının olduğu bir liste hazırlanır ve Luther’e gönderilir. Cennete oranla o kadar ucuzdur ki; Luther kısa sürede topladığı parayla cehennemdeki bütün arazileri neredeyse bedavaya satın alır.

Ertesi gün Saksonya’yı dolaşmaya başlar Luther... Elindeki pankartta şunlar yazmaktadır:
“Değerli insanlar. Roma Katolik Kilisesi’nin satttığı Cehennem’e ait tüm arazileri satın aldım. Kapısına dev bir kilit vurdum ve anahtarı da cebimde. Artık Cehennem’e gitmek yok, zira orası kapalı.”

Uzun yıllardır süren çalışmalar sonucu bu hale geldik. 2010-2011 sezonundan bu yana da başardılar; Türk futbolu artık bize cenneti değil, cehennemi vaat ediyor sanki...
Hiç birimizde iyi niyet yok... Empati yapmıyoruz. Aklımızda hep kuşkular var. En iyileri bir günde en kötü ilan edebiliyoruz. En kötüleri ise bir günde melek!
Düne kadar adamlığına sayfalar döşendiğimiz... Mütevazılığına övgüler yağdırdığımız... Eşiyle birlikte yaptığı hayır işlerine gıptayla baktığımız bir adamdı o...
Bir günde her şeyi unuttuk. Ne adamlığı kaldı, ne karakteri, ne hayırseverliği... Televizyonda çıkıp, “Onu adam zannederdik” diyenler bile var. Adamlığın ölçüsü, sanki onun görüşleriyle sınırlıymış gibi...

(Keşke o golü iptal ettirseydi. “Hakeme söyledim” diyor gerçi ama, keşke “İptal et” diyebilseydi. Fakat meselenin özü bu değil ki!)
Mehmet Topal bir günde, bir pozisyonda, bir golde adam olmadı ki... Bir günde, bir pozisyonda, bir golde adamlığını sorgulayalım.

Türk futbolunu cehenneme çeviren adamlar var. Forma aşkımızı öfkeye, futbol sevgimizi nefrete çeviren adamlar onlar...
Renk körü olmuşlar; Dünyayı gri görüyorlar. Provakasyonları yüzünden İstanbul’da milli maç oynanmıyor artık. Bir kulübe gönül vermiş insanlar, başka takımı tutan can dostlarını yok sayıyor.

Türk futbolunun kurtuluşu için yepyeni, modern statlardan önce... Her çaldığı düdük doğru olan hakemler, her vurduğu gol olan santrforlardan önce... Eto’o, Love, Demba Ba, Persie, Sneijder, Adebayor gibi yıldızlardan önce...
Başka bir şeye ihtiyacı var.
Bu cehennemi cennete çevirecek, bu cehennemden beslenenleri yok edecek bir lidere...
Bir Martin Luther’e ihtiyacı var.

08 Mart 2017, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Çocuktan al haberi!‘’

Genç adam, dergi almak için gazete bayiine gider. Derginin yanında duran kitap ilgisini çeker ve onu da alır. Eve geldiğinde dergiyi bir kenara bırakıp, kitabı okumaya başlar. Bir solukta bitirir kitabı. Kitapta yazan şey, aslında kendisidir. Her cümlede kendini görür; her cümle, hayatıyla birebir örtüşmektedir. Kitabın yazarına mail atar ve beğenisini sunar.
İkisi arasında yazışmalar başlar ve durum bir yazar-okur ilişkisinden çıkıp, platonik bir aşta dönüşür. Artık her ikisi de ‘ruh ikizi’ olduklarına inanmaktadır. Adam dayanamaz ve romanın yazarı olan kadına “Buluşmak isterim” der. Sözleşirler, kadın, belirledikleri yeri söyler ve yakasında gül olacağını ifade eder. Adam buluşma noktasına gider; iki banktan birinde yaşlı, tonton bir nine vardır. Diğerinde ise genç, çekici ve çok güzel bir kadın... İkisini de yandan görmektedir ve çekici kadını düşünerek içinden dua eder: “Ne olur, o sen ol!”
Biraz daha yaklaştığında görür ki, yakasında gül olan, tonton ninedir. Durur ve düşünür: Bir yanda genç, alımlı ve harika bir kadın, fakat onu hiç tanımıyor. Diğer tarafta ise yaşlı, tonton bir nine, fakat onun ‘ruh ikizi’! Seçimini yapar ve ‘ruh ikizi’ne, yani tonton nineye gider; “Merhabalar, siz ‘ruh ikizim’ olmalısınız...”
Tonton nine cevap verir: “Evladım, ben O değilim. Karşımda oturan şu genç bayan var ya... Bunun kendisini için çok önemli bir sınav olduğunu söyledi ve gülü birkaç dakikalığına takmamı istedi!”

Büyük şok yaşar genç adam önce... Sonra sınavdan başarıyla ayrıldığını anlar, ‘ruh ikizi’nin yanına gider.

Galatasaray-Beşiktaş derbisi öncesinde, futbolcularla birlikte sahaya çıkan o çocuklar var ya... Hepsi Sarı-Kırmızı forma giymişlerdi hani... İçlerinden bir kız çocuğu, kameraman kendisini çekerken kameraya yaklaşıp “Şampiyon Beşiktaş” diyordu ya... Onu gördüğümde aklıma geldi yukarıdaki hikaye...

Bizler, hepimiz... Çocuklarımızı da ‘kendimiz’ gibi büyütmek isteriz hep... Onlara kendi hayatlarını yaşama iznini vermeyiz. Bizim gibi giyinmeliler, bizim gibi yemeli ve içmeliler. Siyasi görüşleri de bizim gibi olmalı, tuttukları takım da bizim tuttuğumuz takım...
Biz, bizden öncekilerden böyle görmüştük. Şimdi de bizden sonrakilerin, bizim gibi olmalarını istiyoruz. Oysa ki, her insanın bu dünyada başka bir hikayesi olmalı. Hayat, böyle güzelleşir.
Düşünsenize; aynı romanı kaç kez aynı heyecanla okuyabilirsiniz!
Aynı filmi kaç kez, aynı merakla izleyebilirsiniz!
Hayatı yaşamaya değer kılan, aslında gelecekte bizi bekleyen meçhul değil mi zaten...
Galatasaray formalı o küçük kız, “Şampiyon Beşiktaş” diyordu soyunma odası koridorlarında... Açın, videosunu izleyin. O kız bunu söylerken; üzerinde Galatasaray forması olan diğer çocuklar da sadece gülüyordu. Ne bir öfke, ne bir sataşma... Gülüyorlardı sadece...

O çocukları, bizim gibi büyütmek için çabalamazsak... O çocuklar, ‘ruh ikizleri’ni kendi iradeleriyle bulabilseler... İşte o zaman bitecek kavgalar, dövüşler...
Kanuna falan da gerek kalmayacak, tribündeki terörü bitirmek için işte o zaman...

Keşke o çocuklar hiç büyümeseler... Ya da biz izin versek de, hep öyle kalabilseler...

01 Mart 2017, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ayıp oluyor Advocaat!‘’

Size bir kadro yazacağım.

1- Kaleci... Kariyeri boyunca Fenerbahçe’de forma giydi. Liglerde resmi 469 maça çıktı. Türkiye A Milli Takımı’nda 63 kez oynadı. 1 Avrupa Şampiyonası gördü.
2- Sağ bek... Ajax ve PSG’de oynadı. Toplam 337 resmi maça çıktı. 1 Dünya Kupası, 1 Avrupa Şampiyonası gördü. Hollanda Milli Takımı’nda toplam 46 maçı var.
3- Stoper... Midtjylland, Roma, Wolfsburg, Palermo ve Lille’de forma giydi. Liglerde toplam 324 resmi maça çıktı. 66 kez Danimarka A Milli Takımı’nın formasını giydi.
4- Stoper... Liverpool ve Zenit’te oynadı. Liglerde toplam 440 resmi maça çıktı. 1 Dünya Kupası, 1 Avrupa Şampiyonası gördü. 90 kez Slovakya A Milli Takımı forması giydi.
5- Sol bek... Mainz, K’lautern ve Kayserispor’da oynadı. Toplam 302 resmi maça çıktı. 18 kez A Milli.
6- Ön libero... Vasco da Gama, Porto, Gremio, Sao Paolo’da oynadı. Toplam 292 resmi maça çıktı. Brezilya Milli Takımı’nda 5 kez U20, 3 kez A takımda oynadı.
7- Ön libero... Galatasaray ve Valencia’da oynadı. Liglerde toplam 386 resmi maça çıktı. 67 kez A Milli oldu. 1 Avrupa Şampiyonası gördü.
8- Orta saha... Eskişehir’de yıldızı parladı. Liglerde toplam 268 maça çıktı. 2010’dan bu yana Milli... Türkiye A Milli Takımı’nda 16 maça çıktı.
9- Forvet... PSV, Nijmegen, Sunderland, Dinamo Kiev ve AZ Alkmaar’da oynadı. Toplam 369 resmi maça çıktı. Hollanda Milli Takımı’nda 32 kez forma giydi. 1 Dünya Kupası gördü.
10- Santrfor... Rennes, Lille ve Al Ahli’de forma giydi. Toplam 400 resmi maça çıktı. Senegal Milli Takımı’nda 39 maçı var. Afrika Kupası’nda 17 maçta 8 golü var.
11- Santrfor... Feyenoord, Manchester United ve Arsenal’de oynadı. Toplam 530 resmi maça çıktı. 101 kez Hollanda Milli Takımı’nda oynadı. Milli Takım’da 50 gol, 20 asisti var. Kariyeri boyunca attığı gol sayısı 244, asist sayısı 90...

Kim mi bu adamlar? Sırasıyla yazalım; Volkan Demirel, Van der Wiel, Kjaer, Skrtel, Hasan Ali, Souza, Mehmet Topal, Alper, Jeremain Lens, Moussa Sow, Robin van Persie...

Bir de yedekleri var! Rakamlara boğmadan yazayım. Türkiye Milli Takımları’ndan Şener, İsmail, Ozan, Volkan Şen, Salih, Ertuğrul. Ukrayna Milli Karavaev. Slovakya Milli Stoch. Fas Milli Aatıf. Nijerya Milli Emenike... Neustadter var bir de; hem Almanya hem Rus Milli! Sadece Fabiano ve Fernandao milli olmamış!
Skrtel, Kjaer, Mehmet halen ülke milli takımlarında pazubandı koluna takan adamlar.
Van Persie (İngiltere Ligi’nde 2 kez), Fernandao (Süper Lig’de 1 kez), Aatif (Süper Lig’de 1 kez), Sow (Fransa’da 1 kez) gibi 4 Gol Kralı var.

Advocaat, ‘10 numara’ alınmadığı için isyan edip duruyor; “Kadro yetersiz” diyor.
Kendisine 4 soru soralım sadece;
1- Başakşehir’den kaç futbolcuyu transfer etmek istersin?
2- Alanya, Antalya, Bursa ve Kayseri maçlarını ‘10 numara’ yok diye mi kaybettin?
3- Abdullah Avcı’ya ayıp etmiyor musun?
4- Gitmek mi istiyorsun?

22 Şubat 2017, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Okyanustaki gemi!‘’

Okyanusun ortasında; radarı, pusulası bozulmuş bir gemi düşünün. Böyle durumlarda, usta bir kaptanın varsa, gideceğin yönü bulursun; karaya ulaşırsın. Yoksa uçsuz bucaksız okyanusta bir o yana bir bu yana sürüklenip durur; en sonunda da felaketi yaşarsın...
Fenerbahçe, o gemi işte... Radarı, pusulası bozulmuş; üstelik yönünü bulacak kaptanı da yok.

Oysa ki söz vermişlerdi Dick Advocaat’a... En az iki transfer yapacak, bir tanesi 10 numara olacaktı.
Kayserispor’a kaybettiler; transferi bitirdiler! Yönetim, ara transfer dönemi bitmeden, şampiyonluk yarışına veda etmişti!
Bence; Advocaat da intikam alıyor şimdi! “Bana 10 numara almadınız; kadro dışı bıraktığınız iki adamı af ederek gözümü boyadığınızı mı zannediyorsunuz” diyor!
“Robin fit olmak zorunda. Bunun için de idman yapması gerekiyor” diyerek Hollandalı’yı İstanbul’da bırakması; iki ay sonra topa ayak süren Emenike’yi Krasnodar’a karşı 11 başlatması bundan...
Van Der Wiel’i dün Kasımpaşa maçında onbire sürmesi, solda birdenbire İsmail’e dönmesi bundan...
“Alın size transfer” diyor Hollandalı!

Başakşehir ve Galatasaray’ın puan kaybettiği haftada sahaya tek forvetle çıkıp maçı tek forvetle bitirmesi de...
85’te Volkan Şen’i çıkartıp Hasan Ali’yi oyuna sürmesi de bundan...
“Alın size kadro” diyor Advocaat!

Yönetim ara transfer döneminde veda etmişti şampiyonluğa... Taraftar sezon başından beri istemiyor zaten... Kadıköy bir cehennem değil artık, huzurevi...
Hâl böyleyken Advocaat da bıraktı ipin ucunu...
Futbolcular zaten başka bir alem... Kimisi yırtıyor kendisini, kimisi iki yalancı koşu yapıp yırtıyor tepkilerden!

Fenerbahçe, okyanusun tam ortasında, radarı, pusulası bozulmuş bir gemi...
Kaptanı da yok...
Nereye sürüklenir; Allah bilir!

20 Şubat 2017, Pazartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Satılık karakter!‘’

1997 yılında Sporting Lizbon altyapısında futbola başladı. 2001 yılında aynı kulübün A Takımı’na alındı. İnanılmaz yetenekleri vardı. Ki zaten sadece 1.5 yıl sonra, 18 Temmuz 2003’te Barcelona’ya transfer oldu. Henüz 20 yaşındaydı. Artık Ronaldinho, Edgar Davids, Van Bronckhorst gibi bir çok yıldızla aynı formayı giyiyordu. Bu arada Rüştü Reçber de takım arkadaşıydı.
Ne oldu bilinmez, böylesine bir yetenek 1 yıl sonra, 6 Temmuz 2004’te Porto’ya satıldı. 4 yıllık Porto macerasının ardından, 1 Eylül 2008’de İnter’in yolunu tuttu.
İnter, 1 yıl sonra, 2 Şubat 2009’da Chelsea’ye kiraladı onu... 30 Haziran 2009’da İnter’e döndü. 1 Temmuz 2010’da Beşiktaş’a geldi.
7 Ocak 2013’te bedelsiz olarak Al Ahli’ye gitti. 1 Ocak 2014’te filmi başa aldı, yeniden Porto’ya imza attı.
22 Temmuz 2015’te ise filmi geri sardı, yeniden Beşiktaş’a döndü...
Futbol kariyeri de, tıpkı futbolu gibiydi yani. İki kelimeyle özetleyeceksek eğer; Baş döndürücü...

Aziz Yıldırım, “Menaceri bize geldi, bizimle görüştü, şartlarını söyledi. Ama almadık, almayacağız. İsterlerse, Beşiktaş Yönetimi’ne bu belgeleri gönderirim” dedi.
Beşiktaş Yönetimi cephesinden sağlam bir yanıt gelmedi.
İş, başa düşmüştü. Önceki gün bir televizyon kanalında cevap hakkını kullandı ve dedi ki: “Benim bir karakterim var. Para ile satın alınamayacak bir karakter...”

Bu sütunu takip edenler, iki hafta önce gazetede yer alan ‘Dil yarası’ başlıklı yazımda, Başkanlar’ın düellosundan yola çıkıp, günlük kaç kelime ile kendimizi ifade ettiğimizi anlatmaya çalıştığımı hatırlayacaktır.
Quaresma’nın savunması da beni bir hafta geriye götürdü. Elbette kendisini savunacaktı; fakat kurduğu cümleler, maalesef bir savunmadan öte suçlamaydı.
Belki, kendince hedefinde Aziz Yıldırım vardı; fakat o cümleleri, şöyle okumak da mümkün değil mi!
Mesela; Gökhan Gönül’ün karakteri satılık mı?
İgor Tudor’un karakteri satılık mı?
Babel’in, Van Persie’nin, Selçuk İnan’ın, Atiba’nın, Şenol Güneş’in, Dick Advocaat’ın karakterleri?
Yelpazeyi genişletin; Messi, Ronaldo, Rooney, Mesut Özil’in karakterleri?
Futbolun bir kıyısından tutan, milyonlarca insanın karakterleri?

Yaptığınız iş, profesyonel futbolculuk ya da teknik adamlık...
Dolayısı ile bu işten para kazanıyorsunuz.
Transfer olduğunuzda yaptığınız

şey ise şu: Yetenekleriniz var, bir kulüp için o yetenekleri sergilemeyi taahhüt ediyor, o kulübe katkı sağlarken, bunların karşılığında bir hak ediş alıyorsunuz.
Yani emek harcıyor, karşılığını alıyorsunuz.
Bana göre çok saçma bir ifade olsa da, tam olarak anlaşılması için Quaresma’nın cümlesinden yola çıkarak şunu yazmalıyım: Sattığınız şey karakteriniz değil kısacası, yeteneğiniz...

Aidiyet duygusunu ifade ederken, savunmasını suçlamaya çevirdi Quaresma.
Ki bunu yaparken, geçmişini de göz ardı etti.
Çünkü toplam 20 yıllık futbol kariyerinde 8 kulüp, 10 imza var!

15 Şubat 2017, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI