‘’Yasaklar yasaklanmalı!‘’
Yasak olan her şeye karşıyımdır aslında... Çünkü insan özgür olmalı...
Özgürlüğe inanırım ben. Özgürce inanmalı, inandıklarını özgürce anlatmalı, tartışmalı...
(- Herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme veya davranma, herhangi bir şarta bağlı olmama durumu, serbesti... - Her türlü dış etkiden bağımsız olarak insanın kendi iradesine, kendi düşüncesine dayanarak karar vermesi durumu, hürriyet... Türk Dil Kurumu, Büyük Türkçe Sözlük’te ‘Özgürlük’ tanımı bu.)
Fakat ‘özgürlük’ kavramı; her insanın her istediği şeyi yapabilmesi anlamına da gelmez. Gelmemeli...
Yoksa kargaşa yaşanır, kaos olur ve sonuçta huzursuzluk alır başını gider. Felsefecilerin meşhur sözüdür: Bir insanın özgürlüğü, bir başkasının özgürlüğünün başladığı yerde biter...
İstanbul Valisi, Beşiktaş, Galatasaray ve Fenerbahçe yetkilileri bir araya geldi dün... Konu; Deplasman yasağının kalkması... Çünkü malumunuz; yıllardır Galatasaraylılar, İnönü ve Şükrü Saracoğlu’na; Beşiktaşlılar, Ali Sami Yen ve Şükrü Saracoğlu’na; Fenerbahçeliler de İnönü ve Ali Sami Yen’e gitmiyorlar. Daha doğrusu gidemiyorlar. YASAK!
Büyük harflerle yazdım ve en başta da söylemiştim; Yasak olan her şeye karşıyım ben.
Düşünün... Elin oğlu uzayın derinliğinde yaşam belirtisi veya insanın yaşayabileceği bir başka dünya olup olmadığını ararken... Biz, kendi insanlarımızı; aynı şehirde bulunan, aralarındaki mesafe 10-15 kilometre olan statlara sokmuyoruz. Başlı başına bir ayıp bu... Kocaman bir ayıp hem de...
Fakat madalyonun bir de diğer yüzü var.
İnönü’ye giden Fenerbahçeli ve Galatasaraylılar pisuvarları kırıyor. Saracoğlu’na giden Galatasaray ve Beşiktaşlılar koltukları söküyor. Sami Yen’e giden Beşiktaşlı ve Fenerbahçeliler eline ne geçerse sahaya atıyor.
İstanbul polisi, başka hiç bir işi yokmuş gibi sabahın köründen gecenin yarısına kadar ‘alarm’ halinde... (Emin olun; hırsızlar bile evleri rahat rahat soyalım diye derbi günlerini bekliyor.) Evinden maça gitmek için çıkan ‘normal insanlar’; yolda ‘evrim’ geçirip bir ‘yaratığa’ dönüşüyor.
Dönerci bıçağıyla stada girmeye çalışan var. Palayla, kılıçla sokak aralarında kavga edenler var. Rakip takımı tutuyor diye, karşısındaki adamdan nefret eden, onu öldürmeye çalışan yaratıklar var. Beline kaya parçası doldurup, sahadaki rakip futbolcuya atan manyak var.
Futbolseverler; özgür olmalı... İstedikleri stada giderek, istediği maçı izleyebilmeli. Fakat önce genel bir temizlik yapılmalı. Aramızdaki bu sapıklar bulunmalı, cezalandırılmalı.
Bırakın stat ve salonlardan uzaklaştırmayı; bu ruh halindeki insanları, toplumdan da dışarı atmalı. Yöneticiler, artık karakollardan adam çıkartan değil; emniyet güçlerine bu sapıkları ihbar eden, elleriyle teslim eden adamlar olmalı.
..Ve stada gidecek futbolseverler.
Bu ilkel karardan bir ömür boyu kurtulmak istiyorsanız eğer, size de büyük görev düşüyor. Derbi milat olsun; kavgasız, gürültüsüz.
Geçmişe bakarak karamsar olmak istemiyorum.
Çünkü benim halâ umudum var.
‘’İstiklal Marşı'nı kim okuyacak!‘’
Size bir liste sunacağım şimdi...
Gassama, Omeruo, Ba, N’sakala, Sackey, Candeias, Aissati, Guerrier, Vagner Love... Karaciç, Digao, Ramos, Didi, Diniz, Ronei, Koman, Magaye, Edgar... Karcemarskas, Vrsajevic, Prochazka, Pinto, Aminu, Ndiaye, Delarge, Webo... Popov, Otigba, Titi, Veigneau, Sadiku, Pavelka, Castro, Koita... Diego, Celustka, Horic, Charles, Makoun, Eto’o, Renni... Douglas, Vukovic, Skubic, Jonnson, Miloseviç, Hadziahmetovic, Rangelov... Diallo, Oboabona, İsmael, Saadane, Petrucci, Jantscher, Atiemwen... Lopes, Douglas, Custodio, Nguemo, Vaz Te, Rodallega... Ali Ahamada, Kana Biyik, Samba Sow, Mijailovic, Welliton, Nakoulma... Van Der Wiel, Skrtel, Neudstadter, Josef, Lens, Sow... Gaman, Dany, Latovlevici, Poko, Skulason, Traore... Frantisek, Van Hintum, Anton, Kolar, Larsson, Angan... Hopf, Politsevich, Issah, Stancu, Landel... Sivok, Faty, John, Batalla, Del Valle... Muslera, Chedjou, Carole, Bruma, Sneijder... Durica, Onazi, Castillo, Suk... Fabricio, Marcelo, Tosiç, Talisca... Visca, Epureanu, Holmen, Mossoro...
Onlar; ligin 3. haftasında, İstiklal Marşımız okunurken, sahaya çıkmış olan ilk onbir oyuncuları!
198 oyuncunun 112’si yabancı!
86 Türk oyuncu vardı, ilk onbirlerde! Bu elbette sevindirici! Fakat... 27’si gurbetçi... 59’u bu ülkede yetiştirebildiğimiz oyuncular.
18 takımın teknik adamı, maçın gidişatına göre 53 oyuncu değişikliği yapmış. Girenlerden 28’i yabancı! 25’i yerli, belki bu da sevindirici. Amma... Bu yerlilerden de 10’u gurbetçi. Yani, sadece 15’i bu ülkede yetiştirdiğimiz oyuncular!
Toplamda 251 oyuncu ter dökmüş... 140’ı yabancı... 37’si gurbetçi... 74’ü yetiştirebildiğimiz Türk oyuncu... 251 oyuncudan 177’si ülke sınırları dışından gelmiş ligimize... Yüzde 70’i... Daha basit bir ifadeyle her 3 oyuncudan 2’sinde bir gram emeğimiz yok!
Buğdayı ABD’den, sarımsağı Çin’den, fasulyeyi İran’dan, mercimeği Kanada’dan, nohutu Meksika’dan, vişneyi Almanya’dan, susamı Sudan’dan, baklayı İtalya’dan, elmayı Şili’den, muzu Panama’dan, narı Bulgaristan’dan, marulu İspanya’dan, ıspanağı İtalya’dan ithal ediyormuşuz! Arjantin’den bal alıyormuşuz! Lahananın tohumunu Almanya’dan, karnıbaharın tohumunu Hollanda’dan, domatesin tohumunu İsrail’den getiriyormuşuz!
Üretici olmaktan vazgeçmiş, tüketici bir toplum haline gelmişiz... Yediğini içtiğini ülke sınırları dışından getirmeye alışmış bir toplum; kendi insanına yatırım yapar mı? Yapmaz...
‘Hazır olmuşu var’ der ve alır!
Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Yıldırım Demirören, “Yabancı kuralı değil, yerli kuralı” demişti; 28 kişilik kadroda 14 yabancıya izin veren yeni yönetmelik için... Haklıymış!
Kalan 14’ü yerli olmak zorunda çünkü kadronun! Üstelik 18 kişilik maç kadrosunda 7 yerli olmak zorunda! Üstüne üstelik 14 yerli içinde 2 altyapıdan, 4 tane de Türkiye’de yetişmiş oyuncu olmak zorunda! Ya bu şartları koymasaydılar bir de! İstiklal Marşı’nda dudağını kıpırdatacak adam bile olmazdı yeminlen!
Günün anlam ve önemi gereği aklıma geldi! Bir zamanlar da 6.5 milyonluk Uruguay’dan ‘Angus’ getirmiştik!
Bütün iyi insanlara iyi bayramlar!
‘’Arda Turan‘’
Nihat Kahveci’nin İspanya’yı salladığı yıllar... Nihat-Kovaçeviç ikilisi atıyor; Real Sociedad şampiyonluk yarışında söz sahibi oluyordu. Türkiye’den bir televizyon ekibi, İspanya’ya gitmiş, Nihat ile röportaj yapıyordu. Röportaj için seçtikleri mekan, San Sebastian sokaklarıydı. Hem yürüyorlar, hem sohbet ediyorlardı. Muhabirin bir yanında yıldızımız Nihat vardı; diğer yanında kameraman... Taksim’de yürümeye kalksalar, 1 saatte 1 metre yol alamazlardı. San Sebastian sokaklarında, bir Allah’ın kulu gelip; “Ne oluyor” demedi! Ya da Nihat’ın arkasına geçip, elindeki telefonla eşini dostunu arayıp, “Şu an televizyona çıkıyorum” diye haber de vermedi.
Muhabir haklı olarak, “Nihat, seni burada tanıyorlar mı” diye sordu.
Nihat’ın cevabı, hatırladığım kadarıyla şöyleydi: “Abi, burada böyle... Ben onlar için stadın içinde büyük bir yıldızım ve stadyumda bana hak ettiğim değeri fazlasıyla veriyorlar. Fakat şu an, bu sokaklarda onlardan biriyim, sıradan biriyim yani...”
Şu birkaç cümle, bir hayat dersiydi aslında... O birkaç cümleden, birkaç roman yazılabilirdi. Fakat biz, çok resimli az yazılı, çizgi romanlara devam etmeyi yeğledik.
Sorun; Tugay Kerimoğlu’na, Alpay Özalan’a, Emre Belözoğlu’na , Tuncay Şallı’ya... Gittiler, gördüler İngiltere’yi, İtalya’yı... Futbol dünyasında birer yıldızlardı, fakat oynadıkları takımların taraftarlarıyla aynı kafelere, aynı pub’lara gittiler. Çünkü oradaki futbol dünyası, onlara bu şartları sunmuştu!
Bizde neden böyle değil peki?
Türkiye’de neden ‘ulaşılmaz’ oluyor böyle figürler...
Çünkü...
Her yarışma programından bir kahraman yaratıyoruz. Her şarkı söyleyene ‘sanatçı’ diyoruz. Her hangi bir dizide figüranlık yapan kadın, Türkan Şoray oluyor ertesi gün... Merminin girmediği, Azrail’in öldüremediği oyuncu var! Bir gol atan çocuk ‘Yeni Maradona’; bir basket atan çocuk ‘Magic Johnson’ oluveriyor. Büfesi olan adama, “Ne iş yapıyorsun” desen; “İş adamıyım” cevabını veriyor. İki karısını öldürüp hapis yatmış adam, yeni kurbanını canlı yayında, televizyonda arıyor. Sene 2016, ama bütün dizilerde aşiretler var, töre kanunları işliyor halâ... Yarımız açlık sınırında yaşıyoruz; fakat dizilerimizdeki ailelerin hepsi havuzlu villalarda... Mafyaların ‘iyi adamlar’ olduğunu kafamıza sokmaya çalışan diziler var. Tecavüz edenlerin, tecavüz ettiği kadına aşkı; ağlatıyor çoğumuzu... İliklerimize kadar arabesk bir toplum olmuşuz çoktan... Böyle yapmak istediler, biz de olduk!
Burak Yılmaz, Caner Erkin, Gökhan Gönül ve Hakan Balta’yı liste dışı tutuyorum... Arda Turan hakkındaki fikrim ise Türkiye gerçekleriyle örtüşüyor. O, bu arabesk kültürde büyüyen çocuklardan...
Hak ettiklerinden çok fazlasını verdi bu kültür ona... Hem de durup dururken, birden bire...
Gökyüzündeki yıldızlarla eş değer tutuldu bir gün... Işık saçmak, etrafını aydınlatmak yerine gökyüzünün hakimi gibi davranmaya başladı.
‘Lider’ yaptılar futbolumuzda...
Sahaları esir almaya, racon kesmeye kalktı. Antrenman için harcadığı saatten çok, reklamlarda oynattılar. Maradona oldu, Messi oldu, Pele oldu; fakat kendisi olmaktan vazgeçti. Ansızın zirveye çıkarttılar. Ve şimdi, aynı hızla yerin dibine sokmaya çalışıyorlar. Yazık...
‘’Bakan'a Mektup‘’
Öncelikle hayırlı olsun 2016-2017 sezonu... Bütün takımlara başarılar, bütün futbolculara sakatlıksız geçecek muhteşem bir futbol sezonu olsun. Olsun da... Olmayacak gibi!
Baksanıza... Daha sezonun ilk haftası... Türkiye’de Süper Lig’de şampiyonluk yaşamış 5 takımdan ikisi, sezona taraftarsız başlıyor.
Avni Aker’de Trabzonspor, TT Arena’da Galatasaray; boş tribünler önünde sezonu açıyor. Peki neden?
Trabzonspor, Fenerbahçe maçında hakeme saldıran bir ne idüğü belirsiz tetikçi yüzünden...
Galatasaray, Beşiktaş ile oynanan Süper Kupa Finali’nde taraftarının sahaya neden attığı halâ bilinmeyen meşaleler yüzünden...
Üstelik Trabzonspor’a da Galatasaray’a da bir ton para cezası verildi bu olaylar nedeniyle bir de... Peki o hakeme saldıran adam nerede şimdi?
Elini kolunu sallayarak ve belki de kasıla kasıla geziyor sokaklarda... Konya’da o meşaleleri atanlar, kendi kalecileri, hatta kahramanları Muslera’yı bile çıldırtanlar nerede? Onlar da aynı... Ellerini kollarını sallayarak geziyor aramızda...
Oysa ki Galatasaray’a bir maç seyircisiz cezası verdirdi o adamlar... 14 yaralı, 12 gözaltı vardı Konya’da... İşte o 12 adam yüzünden 55 bin Galatasaraylı seyirden men...
Spor Bakanı Sayın Akif Çağatay Kılıç; Galatasaray-Beşiktaş finali sonrasında, bu vandallardan kurtulmamız gerektiğini söyledi. Üstelik çok da kararlı bir vücut dili ve seçilmiş kelimelerle... Bu konuda kendisine elbette tam anlamıyla katılıyoruz. Fakat naçizane önerilerimiz olacak bu sorunun çözümüne...
Passolig denilen kart; statlarda ve salonlarda şiddet ve düzensizliği önleyecek, stat ve salonlarımızı bu vahşilerden temizleyecekti. Fakat gelinen noktada uygulama, bu olmadı. Yine o vahşiler vahşet yaratıyor; fakat cezayı bütün taraftarlar çekiyor.
Yaramaz çocuk cam kırdı diye; mahalledeki bütün çocuklara futbolu yasaklamak gibi bir şey bu...
Ceza, suçu işleyene özel olmalı...
Mesela Konya’daki o 12 adam, bir yıl değil, yıllarca seyirden men edilmeli... Bununla da kalınmamalı; Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu’nun Galatasaray’a meşaleler ve saha olayları nedeniyle kestiği 215 bin TL de bu vahşilerden tahsil edilmeli... Varsa mal varlıklarından, yoksa maaşlarına temlik konularak... 10 adama kessen bu para cezasını, 11.’si bırakın meşale atmayı; meşale atanı ihbar etmeye başlar. Ceza kişiselleştirilmezse eğer; vahşiler terör yaratmaya, taraftarların tümü cezalandırılmaya, kulüpler de hem boş tribünler hem de ödedikleri cezalarla büyük maddi zarara uğramaya devam eder.
Bu arada peşinin bırakılmaması gereken bir husus da şu...
O meşaleleler o stada nasıl girdi?
Konya İl Emniyet Amiri, bu konuda, statta görevlendirdiği polis memurları hakkında bir soruşturma yaptı mı?
Onlarca kişi meşale atıp olay çıkartırken, neden sadece 12 göz altı var. Övüne övüne söylediğimiz, ‘adamın terini bile gösterir’ dediğimiz o kameralar incelendi mi?
Temizlik şart..
Çünkü futbol, bu adamlar, stat ve salonlardan uzaklaşmadığı sürece güzelleşmeyecek.
‘’Onlar da şampiyon‘’
Geçtiğimiz hafta Süper Lig’de şampiyonun kim olduğunu yazmıştık.. Ve neden şampiyon olduklarının da altını çizmiştik. Bireysel ya da takımsal olarak hemen her alanda tüm istatistiklerde liderdi Beşiktaş... Doğal olarak ipi de en önde göğüsledi. İşin saha içindeki boyutu buydu. Fakat bir de saha dışına bakmak lazım...
Bizler, yani insanoğlu hep gördüğümüzü yorumlarız. Şöyle ki...
Bruce Willis müthiş bir oyuncudur değil mi?
Gözünü budaktan sakınmaz, en korkunç sahnelerde harika işler çıkartır falan...
Oysa ki sadece gördüğümüzdür o...
Çünkü aslında; her tehlikeli sahnede Bruce Willis villasında oturup viskisini yudumlarken, onun yerine bir başka isimsiz kahraman ateşlerin içine dalar, uçaktan atlar, motosikletle ölüm atlayışları yapar.
Film sonrası yazılan listede başrolde Bruce Willis yazar, ancak dublörünün esamesi bile okunmaz.
Popüler dünyanın kuralıdır bu...
En yakışıklı, en karizmatik adamlar seçilir, şöhret yapılır ve allanıp pullanıp sürekli onun adı satılır.
Gerçek emekçiler ise sahne başına aldığı düşük fiyatlarla hayatını sürdürür.
Düşünün bir kez; her film stüdyosu, belki de onun için bir var olma savaşıdır, fakat karşılığında kazandığı şey, sadece kuru ekmektir.
Elbette Şenol Güneş ve futbolcularının döktükleri ter, verdikleri mücadele inanılmazdı ve sonuna kadar hak ettiler şampiyonluğu, alkışları...
Elbette Fikret Orman ve yöneticilerinin harcadıkları efor ve verdikleri mesai, takdire şayandı.
Fakat ben, başka birilerinden daha bahsedeceğim sizlere.
Biraz sonra bazı isimler yazacağım... Belki de adlarını ilk kez duyacaksınız.
Gomez’in attığı her golde, Tolga’nın yaptığı her kurtarışta...
Sosa’nın her ara pasında ve Atiba’nın çaldığı her topta...
Emin olun ki, onların da büyük payı var.
Hiç görmedik onları belki ekranlarda, ama bu şampiyonluğun gizli kahramanıdır onlar...
Tamer Tuna-Antrenör.
Şeref Çiçek-Antrenör.
Miguel Peiro Montanana-Kondisyoner.
Eren Şafak-Analiz uzmanı.
Jose Sambade Carreira-Kaleci antrenörü.
Dolu Arslan-Antrenör.
Mehmet Kulaksızoğlu-Antrenör.
Ali Naibi-İdari direktör.
Emir Şiranlı-İdari menacer.
Arda Türkdoğan-Seyahat menaceri...
Sarper Çetinkaya-Sağlık kurulu başkanı.
Murat Çevik-Doktor.
Zeki Çetin-Fizyoterapist-Osteopat.
Aşkın Dede-Fizyoterapist-Osteopat.
Mehmet Alpözgen-Fizyoterapist-Osteopat.
Osman Doğru-Masör.
Kadir Beşiktaş-Masör.
Halil Yazıcıoğlu-Tercüman-İdari Direktör Yardımcısı.
Arda Kabaklı-Tercüman.
Cem Çadırcı-Medya ve İletişim Sorumlu Yardımcısı.
Rahman Sağıroğlu-Foto Muhabiri.
H.Erdinç Gültekin-Video Kayıt.
Ünal Akkoyun-Malzeme Sorumlusu.
Süreyya Soner-Malzemeci.
Erdal Erdem-Malzemeci.
Abdurrahman Ezer-Malzemeci.
Bütün Beşiktaş camiasına hayırlı olsun şampiyonluk...
Bütün Beşiktaş taraftarlarına...
Ve elbette emekçi dostlara...
‘’Şampiyona alkışlar‘’
Beşiktaş deplasmanda Galatasaray’ı yendi; Fenerbahçe deplasmanda Başakşehir’e kaybetti. Puan farkı artık 6... Kalan hafta sayısı ise 2... Bu durumda bir ‘mucize’ yaşanmayacaksa eğer; Şampiyon Beşiktaş... Çünkü kalan maçlardan sadece birinde beraberlik bile alsa, mutlu sona ulaşacaklar.
Peki... Beşiktaş nasıl şampiyon oldu? Öyle ya; Fenerbahçe ligin en derinlikli kadrosuna sahipti. Öyle ki; İki takım çıkartsan, zirveye oynardı.
Beşiktaş editörümüz Gökmen Özcan; bu sorunun cevabını buldu. Beşiktaş sayfasında da okuyacaksınız belki ama, burada da yazmak gerekli!
Şimdi bakın Beşiktaş’ı mutlu sona götüren rakamlara...
Attığı gol; 71... Ligin lideri... Averajı; 39... Ligin lideri... Aldığı galibiyet; 24... Ligin lideri... Dış sahada topladığı puan; 36... Ligin lideri... Topa sahip olma oranı; yüzde 58... Ligin lideri... Attıkları isabetli şut: 6,19... Ligin lideri... Muhtemel gol kralı Gomez; Attığı gol 25... Ligin lideri... Muhtemel asist kralı Sosa; Attırdığı gol sayısı 12... Ligin lideri... En başarılı pas yüzdesi; Atiba, yüzde 92,6... Ligin lideri...
Maç başına çektikleri şut; 2.84... Ligin lideri... Maç başına isabetli şut; 1,78... Ligin lideri... Maç başına korner atışı; 6,72... Ligin lideri... Maç başına en çok şut: 2,84... Ligin lideri... İsabetli şut ortalaması: 1,78... Ligin lideri... Korner: 6,72... Ligin lideri...
Hâl böyleyken; Başka bir takımın şampiyon olması zaten mümkün değildi. Şenol Güneş ve öğrencileri, şampiyonluğu sonuna kadar hak etti.
Hatta kişisel fikrim o ki; kısıtlı kadrolarına rağmen... Tolgay ve Veli topa ayağını sürmedi... Gökhan Töre bir vardı, bir yoktu... Taraftarı, savunma bloğunu şu futbolculardan oluşturdu: Allahım-Sen-Bize-Yardım-Et... Buna rağmen şampiyon oldu Beşiktaş...
Atiba 5 kişilik oynadı; Gomez krallar gibi... Sürekli yedek kalmasına rağmen Cenk girdiği her maçta etkili oldu. Sosa bir başkaydı, Oğuzhan bambaşka... Quaresma’ya burun bükenler vardı, sustular... Olcay’a, Kerim’e dudak bükenler vardı, yanıldılar...
Şimdi bize düşen, şampiyonu alkışlamak... Biz derken, benden bahsetmiyorum.
Bakın; İngiltere’de Leicester şampiyon oldu.
Robin van Persie mesaj yolladı: Leicester City’ye, Premier Lig şampiyonluğundan dolayı tebrikler!
Vincent Kompany (Manchester City kaptanı): Tebrikler İngiltere’nin yeni şampiyonu Leicester City. Saygı!
Tottenham (Son haftaya kadar yarıştıkları rakipleri): İngiltere Ligi’nde şampiyon olan Leicester’ı tebrik eder ve Şampiyonlar Ligi’nde başarılar dileriz.
Bayern Münih: Leicester’a saygı. Premier Lig şampiyonluğu için tebrikler. Gerçekten inanılmaz bir sezon oldu.
Roma: Tebrikler Claudio Ranieri. Leicester City şampiyon.
Valencia: İngiltere’de şampiyon olan Leicester City ve eski hocamız Ranieri’yi kutlarız.
Hollanda’da Ajax son hafta şampiyonluğu kaybetti. Hem de ligde kalmak için Play-Out oynayacak olan De Graafschap ile berabere kalarak...
Ajax Teknik Direktörü Frank de Boer ne dedi biliyor musunuz? “PSV Eindhoven’ı ve teknik direktörü Cocu’yu şampiyon oldukları için tebrik ediyorum. Buradaki başarısızlık tamamen bize ait. Ne yazık ki kupayı evimize götüremedik. “
Bizde ne zaman olacak böyle şeyler... Kişisel fikrim şudur: Böylesine güzel bir yarış sonrasında, Beşiktaş’ı tebrik etmek; Aziz Yıldırım’ı da Fenerbahçe Kulübü’nü de büyütecektir.
Bir ilke imza atacaklar mı?
Göreceğiz...
‘’Uykumuzu kaçıran adam; Volkan!‘’
Futbol, ergenliğe yeni adım atmış kızlar, erkekler gibi...
Ne zaman, ne yapacağı belli olmuyor!
*
Baksanıza...
Süper Lig’de, Fenerbahçe’nin as kadrosunu 2-1 yenen Konyaspor; Türkiye Kupası Yarı Finali’nde Fenerbahçe’nin neredeyse tamamı yedeklerden oluşan kadrosundan 2 maçta 5 gol yedi, tek gol bile atamadan finali göremedi.
Aslında yakışırdı Aykut Kocaman’a da Konyaspor’a da...
Çünkü ligde, belki de sezonu bitireceği sıralamayı en erken belirleyen ekipti onlar...
Şampiyon kim olacak; kimler küme düşecek; hangi takımlar Avrupa Kupası bileti alacak sorularının yanıtları halen bulunmuş değil.
Fakat 3. kim?
İşte o çoktaaan belli!
Onlar!
*
Dün geceki maç hakkında yazacak çok bir şey yok aslında...
Çünkü 20 Nisan’da Konya’da oynanan maçta, aslında finalist belirlenmişti.
Öyle ya; Kadıköy’de 4 gol atıp hiç yememek, mümkün değil ki!
Bu nedenle Fenerbahçe yedek çıkmıştı yine sahaya... Fakat Pereira takımın her bölgesine birer ‘zabıta’ dikmişti!
Savunmada Kjaer; orta alanda Mehmet Topal, hücumda ise Volkan Şen...
Üç bölgede, takımın yönetmenleriydi onlar.
*
Rakipte de durum çok farklı değildi. Aykut Kocaman da 7 yedekle çıkmıştı sahaya... Kaya, Selim, Abdülkerim, Mbamba, Amir, Bajic ve Halil; ligde yedek bekleyen askerleriydi Konyaspor’un...
Sahadaki 22 futbolcudan 15’i yedek olunca; en azından daha mücadeleci bir ilk yarı bekliyor insan!
Öyle ya; yedek adam savaşır, hocasının gözüne girmek ister ya!
Fakat futbol denilen oyunun hiç bir gereği yoktu koskoca 45 dakikada...
Yalan söylemeyelim; neredeyse uykuya dalacaktık.
Tam da o anda gözümüzü gönlümüzü açtı Volkan...
(Zaten yazılacak başka hiç bir şey de yok maçtan!)
Tarih golü elbette Fernandao’ya yazacak, fakat en azından bizler burada şunu söylemeliyiz ki; o top oraya bu kadar mı güzel getirilir, o top bir santrforun kafasına o kadar mı güzel konulur!
Volkan Şen, kendi tarihini yazıyor bu sene...
Bursaspor ile şampiyon olduğu sezonda bile bu kadar etkili değildi.
Belli ki Fenerbahçe’de ilk onbir, ona çok iyi geldi. Dileğimiz, Avrupa Şampiyonası’nda da bundan daha iyi olması...
*
Son sözümüz Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’a...
Dakikalar 88’i gösterirken, tribünlerde bir fırtına koptu sanki!
Neden mi?
Gökhan Gönül kulübeden kafasını çıkarttı da ondan...
Fenerbahçe taraftarı, bu Gökhan Gönül’ü bırakmaz Başkan...
Bu arada Mehmet Topal’ı da elbette...
Caner mi?
Onu siz bilirsiniz!
‘’Kıssadan hisse‘’
Bir ilkokulda matematik öğretmeni, öğrencilerine sorar: Ağaçta 5 kuş var. Birini vurdum, kaç kuş kaldı.
Öğrencilerden biri cevap verir: Hiç kalmaz öğretmenim!
Öğretmen şaşkına döner ve sorar: Nasıl olur?
Öğrenci yanıtlar: Çünkü diğerleri de uçar gider!
Öğretmen biraz şaşkın bir ifadeyle yanıt verir: Olmaz öyle şey! Bu, bir matematik sorusu ve matematikte 5’ten 1 çıktığında 4 kalır. Fakat düşünüş biçimini de beğendim!
Bu kez soru sorma sırası öğrencidedir: Öğretmenim... 3 kadın dondurma yiyor. Biri ısırarak, biri yalayarak, biri emerek... Size göre bu kadınlardan hangisi evli?
Öğretmen kızarıp bozarır. En sonunda da cevabı verir: Bilemem... Emen mi?
Öğrenci yanıtlar: Hayır öğretmenim. Parmağında alyansı olan! Fakat düşünüş biçiminizi beğendim.
Kıssadan hisse...
Bir statta, bir taraftar, bir hakeme saldırırsa... Bu suçtur!
Geçmişte bir çok kez hakkınız yenmiş olabilir. Üzerinize oyunlar oynandığını düşünebilirsiniz. Hatta, camianıza karşı topyekün bir duruş varolduğunu da söyleyebilirsiniz. “Şampiyonluğumuz çalındı” diyebilirsiniz. Ve hepsinde haklı da olabilirsiniz. Fakat hepsinde haklı olsanız bile; hak arama biçiminiz bu olamaz. Haklıyken haksız duruma düşersiniz.
Düşünün bir kere; 17 yaşındaki bir çocuğun yaptığı bu eylem, açılacak yeni stadınızda bilmem kaç maç seyircisiz oynamanıza neden olacak.
Kulübünüzün 50. kuruluş yılında, kulübe yüklediği maddi-manevi zararın hesabını kim verecek?
Hakemler mi, rakipler mi bedel ödeyecek! Hayır... Tüm bedeli siz ve canınız kadar sevdiğiniz kulübünüz ödeyecek. O halde arkasında duracağınız şey; ne 17 yaşındaki o çocuk, ne de “O saldırmasa ben saldırırdım” diyen dayısı...
Salih Dursun’un adını sokaklara verip; Hami Mandıralı’yı protesto etmek doğru bakış açısı değil. Çünkü o ıslıkladığınız Hami yüzünden kaç çocuk Trabzonsporlu olmuştur geçmişte, biliyor musunuz?
Sene 1965...
Türkiye’de genel seçimler yapılıyor. 10 milyon oyun 5 milyonunu alan Rahmetli Süleyman Demirel, ezici bir sonuçla Başbakan seçiliyor. Seçimden sonra şehirleri gezen Demirel’e, Afyon’da bir seçmeni soruyor:
- Beyefendi... İsmet İnönü’ye karşı çok saygılı ve yumuşak bir üslupla davranıyorsunuz. Neden?
Bir devlet adamı, ne cevap vermesi gerekirse, öyle cevap veriyor Rahmetli:
- Kalbinin üzerinde İstiklal Madalyası taşıyan birine hakaret etmemi mi bekliyorsunuz?
Kıssadan hisse...
Hangi takımı tuttuğunuz, elbette sadece sizi ilgilendirir. Volkan Demirel’i sever ya da sevmezsiniz. Fakat kalbinin üzerinde Ay-Yıldızı taşıyanlara, hakaret etmemelisiniz.
Dün Volkan’a yapıldı, Burak Yılmaz’a, Selçuk İnan’a, Emre Belözoğlu’na da yapıldı. Kapı açıldı ve yetkililer o kapıyı kapatmak için halâ hiç bir şey yapmıyor! Ne yani? Sırada Mehmet Ekici, Oğuzhan Özyakup, Serdar Aziz mi olacak? Nereye kadar sürecek bu durum? Türkiye Futbol Federasyonu, bir şeyler yapmayacak mı? Fatih Terim iki çift kelam etmeyecek mi? Milli Takım, ne zaman eski günlerde olduğu gibi hepimizin Milli Takımı olacak?
Her olay, nasıl düşündüğünüz ile alâkalı...
Dervişin fikri ne ise zikri de odur çünkü...
Sadece empati yapmak gerekli...









































