‘’Münferit‘’
Münferit’in kelime anlamı şudur; Tek, ayrı, kendi başına olan şey... Asıl anlamı bu; fakat Türkiye’de kullanılış tarzı farklıdır... Ne zaman tehlikeli, sahiplenmek istemediğimiz, kendimizi dışında tutmak istediğimiz bir olay yaşansa; ‘münferit’ deriz. “Bunlar münferit olaylar. Bir kaç kendini bilmezin yaptığı olaylar, camiamıza mal edilemez...” Aslında, çoğu zaman haklısınızdır. Çünkü yaşananları asla tasvip etmez, utanç duyarsınız. Fakat benzer olaylar, sürekli yaşanmaya başlıyorsa, artık ‘münferit’ değildir.
Bakın, size Trabzon’da ve şehrin en büyük markası Trabzonspor’da nelerin ‘münferit’ olduğunu yazayım.
Aykut Demir; Hollanda doğumlu... Ailesi yıllar önce göç etmiş, kökeni Trabzonlu... Aytaç Kara; İzmirli... Douglas Teixeria; Brezilyalı..., Erkan Zengin; Doğum yeri Konya... Fakat İsveç’te büyüdü. Esteban Alvarado; Kosta Rikalı... Fatih Atik; Fransa... Güray Vural, Afyon... Bosingwa; Portekizli... Cavanda; Angola’lı... Marco Marin; Alman... Mehmet Ekici; Almanya’lı... Aslen Yozgatlı... Muhammet Beşir; Trabzonlu... Muhammet Demir; Zonguldak doğumlu. Musa Nizam; Antalyalı... Mustafa Yumlu; Trabzonlu... Okay Yokuşlu; İzmirli... Onur Kıvrak; İzmir’li... Cardozo; Paraguaylı... Özer Hurmacı; Almanya... Kökeni Trabzon... Salih Dursun; Sakarya... Sefa Yılmaz; Berlin... Akakpo; Togo... Yusuf Erdoğan; Isparta... Ramazan Övüç; Kayserili... Gençler, Yusuf Yazıcı, Yavuz Aygün Trabzonlu...
A takımda 26 futbolcu var. Doğma büyüme 4’ü Trabzonlu. Mustafa Yumlu, Muhammet Beşir, Yusuf Yazıcı, Yavuz Aygün... Sadece Yumlu oynuyor bu takımda... Trabzonspor’da ‘münferit’ olan şey; Trabzonlular’dır yani.
Makarayı biraz geriye sarın şimdi...
(22 Nisan 2015’te Trabzon’un Kurtuluşu başlıklı yazımdan alıntıdır...)
Son şampiyon Trabzonspor’un kadrosuna bakalım. Şenol Güneş, Kemal Serdar, Şenol Ustaömer, Necati Özçağlayan, Turgay Semercioğlu, Güngör Şahinkaya, Hasan Şengün (Dobi), Metin Yüce, Mehmet Köroğlu, , Mustafa Gedik, Levent Erköse, Ömer Alper Boğuşlu, Osman Denizci, Bahaddin Güneş, Lemi Çelik... Hepsi de Trabzon doğumlu... Bir de yabancılarına bakalım! Tuncay Soyak, Ankara (Aslen Sürmeneli); Osman Nuri Şahinoğlu, Hasan Vezir, İsmail Hakkı Yılmaz, Rize; Gökhan Ersoy, Erzurum; İskender Gönen, Kastamonu; Sinan Ünal, Samsun... Yabancısı bile Karadenizli!
Peki bu adamları kaçınız tanıyacaksınız? Hasan Yaranlı, Muharrem Kaya, Emre Köksal, Rıza Kont, Levent Canım, Eyüp Ataoğlu, Cahit Hayri Eyüboğlu, Enis Kahraman, Gökhan Eleman, Zafer Cansız, Nuri Ertem, Yavuz Otabaşı, Haydar Kuvvet, Yasin Demircan, Adem Kuduban, Volkan Emiroğlu, Ergin Keleş... Sene 2003... Çin’de Dünya Şampiyonu olan Trabzon Lisesi’nin kadrosu bu...
Aradan 12 yıl geçti ve Erdoğdu Lisesi, Dünya Şampiyonu oldu. İşte onlar: Furkan Taş, Mehmet Yeşil, Mücahit Çakır, Çağlar Eyüboğlu, Talha Aydemir, Volkan Batman, Mesut Yaylı, Ahmet Eren, Berkan Burak Turan, Ali Han Aydın, Furkan Ödemiş, Umut Şafak, Mehmet Kahyaoğlu, Hamza İpekçi, Kerem Civelek, Mahmut Emin Kabul, Selim Dervişoğlu...
Sahadaki adamlardan, Trabzon’u sahiplenmesini istiyorsanız... Hakkınızı arıyor ve hakkınızı arayacak adamlar arıyorsanız... Şehrin imajını bozan, bozacak adamları sahiplenmeyin... Dünya Şampiyonları’nı yok sayar, onları ödüllendirmezseniz, Trabzon şehrini de, Trabzonspor’u da hak ettiği yere götüremezsiniz. Sahne kötülere kalır.. Ve bu şehir şampiyonluklarla değil, işte o kötülerin yaptıkları olaylarla anılır. Yazık olur.
‘’Rocky, Butkus ve Fenerbahçe‘’
Magazin sayfalarını sevmem, fakat geçenlerde, hayatımızın bir bölümüne dahil olmuş o adamın fotoğrafını görünce, haberini de okumak zorunda kaldım. Okudum ve gördüm ki; benim yaşlarımdaki bir çok insanın hayatına dokunan o adamın öyküsü, başlı başına bir film senaryosu... Hatta bir hayat hikayesinden daha çok, hepimizin yaşam biçimi olmalı...
Sene 1946... Jackie-Frank çiftinin çocukları dünyaya gelir. Her anne-babaya göre çocuğu, dünyanın en güzelidir elbette! Fakat bu çocuğun küçük bir engeli vardı: Yüzünün sol kısmı hareket etmiyordu. Daha sonra anlaşıldı ki; yüzünün sol alt kısmı felçli doğmuştu. Fakir bir aileydi, dolayısıyla çocuk da yokluklar içinde büyüdü.
Büyüdü, iş aramak için New York’a geldi. Tek varlığı; yanından hiç ayırmadığı köpeğiydi. İş bulamadı, köpeğiyle birlikte tam üç hafta otobüs terminalinde yattı. Dibe vurmuştu. Artık ekmek alacak parası dahi yoktu. Can yoldaşı köpeğini sattı, sadece 25 Dolar’a.. Ve hiç tanımadığı bir adama...
Bir gün Muhammed Ali’nin maçını izlerken; Ali’nin hayat hikayesi, ringdeki duruşu ve tavırlarından ilham aldı. 3 gün geceli-gündüzlü yazdı, sonuçta elinde gerçek bir film senaryosu vardı.
‘Hayaller Ülkesi Amerika’da hayallerinin peşinden koşuyordu, fakat bizim buralardan gösterildiği kadar cennet değildi elbette Amerika! Aradı, taradı ve sonunda bir prodüktör buldu.
Prodüktör senaryoyu beğendi ve senaryo için ona hayal edemeyeceği bir rakam önerdi: 125 bin Dolar... Fakat küçük bir sıkıntı vardı; onu filmde oynatmayacaktı. Açlık seviyesinde yaşayan, üç gün otobüs terminalinde yatan, ekmek almak için köpeğini satan bu adam; senaryosunu, daha doğrusu hayallerini satmadı.
Adam sert; prodüktör elini cebine attı, 325 bin Dolar’a çıkardı teklifini... Fakat adam, “Hayallerim satılık değil” dedi. Senaryo süperdi ve prodüktör, bu işten büyük paralar kazanacağını biliyordu. İnadından vazgeçti; filmin başrolünde oynamasına izin verdi, fakat ödeyeceği parayı da 35 bin Dolar’a çekti. Bir saniye bile düşünmedi adam; anında kabul etti bu teklifi...
35 bin Dolar’ın 15 binini, köpeğini sattığı adamı bulmak için gazete ilanlarına harcadı. Kalan 20 bin Dolar’ı da, 25 Dolar’a köpeğini sattığı adama verdi ve köpeğine kavuştu.
Ve o inanılmaz seri filmler yapılmaya başlandı.
Rocky 1, 2, 3, 4, 5...
Evet; o adam Sylvester Stallone’ydi. Ağzının sol kısmı yamuktur halâ, bu nedenle konuşması da düzgün değildir.
O filmde oynayan köpek de Butkus’tur. 25 Dolar’a sattığı, 35 bin Dolar’a geri kazandığı köpeği...
Serinin sadece ilk filminden 200 milyon Dolar kazandı, sonrasını düşünün işte... Rocky’ler, Rambo’lar...
Fenerbahçe tribünleri Nani’yi, Van Persie’yi, Fernandao’yu ve bir çok oyuncusunu ıslıklarken aklıma geldi bu öykü... Bitime 5 hafta varken, alınacak daha 15 puan varken, pes etmişlerdi ya... O yüzden...
Oysa ki, pes etmeyenlerin kazandığı bir dünya bu...
Hayallerini satanların, hakkını aramayanların, kendisine ait olana sahip çıkmayanların kazanacağı bir dünya değil...
Aziz Yıldırım o kadar şey söyledi, benim aklımda en çok bu kısmı kaldı hikayenin...
Çünkü en kötü yenilgi bile pes etmekten çok daha onurludur benim için...
‘’Hata Pereira'da, ama sorumlu olan da sizsiniz Başkan!‘’
Fenerbahçe, puzzle gibidir. Hani bir parçası kaybolmuş olanlardan... Ne kadar yaparsan yap, hep ‘bir eksik’ kalır yani...
Yönetim muhteşem, teknik direktör harikaysa, takımda falso çıkar. Teknik direktör iyi, takım süperse, yönetim bir yerlerde bir hata yapar. Yönetim iyi, takım yıldızlar ordusuysa, ‘kumandan’ işi yüzüne gözüne bulaştırır.
Bu sezon, en son şık gerçek olacak gibi! Fakat sorunun temeli Vitor Pereira değil, yönetimin ta kendisi...
17 Ekim 2015’te ‘Robin van Persie’ başlıklı yazımda özetle şunu söylemiştim: “Elbette ast-üst ilişkisi olmalı... Bir futbol takımında askeri disiplin olmasa bile, futbolcunun, teknik direktörüne saygı göstermesini beklerim. Ancak bazı gerçekleri görmekte de fayda var. Robin van Persie bu formuyla yedek kalmaz ve acıdır ki; Bu kariyer, o kariyeri yönetemez.”
Temel sorun budur Fenerbahçe’de... İçeride oynayan adam, kenarda onu yönetene inanmıyor! Sezon başında Gökhan Gönül yaşadı bu sorunu... İlerleyen günlerde Robin van Persie... En son da Caner Erkin... Bunlar ilk aklıma gelenler sadece... Aziz Yıldırım’ın başkan olduğu hangi sezonda Fenerbahçe futbol takımında bu kadar sıkıntı yaşanmıştır peki?.
Van Persie posta koyuyor, Fernandao ‘bana anlatma’ diyor, Nani dönüp bakmıyor bile Pereira’ya...
Aziz Yıldırım, Fenerbahçe Başkanı olur... Kendisinden bir gömlek aşağıdaki adamın yeri, Fenerbahçe Başkanlık koltuğu olamaz...
Kalesinde Volkan; savunmasında Gökhan, Kjaer, Alves, Caner; orta sahasında Mehmet Topal, Souza, Ozan; forvetinde Nani, Volkan, Van Persie olan takımın teknik direktörü de Joachim Löw (Veya o ayarda bir teknik adam) olur...
Vitor Pereira; kalesinde Fabiano; savunmasında Şener, Ba, Kadlec, Hasan Ali; orta alanında Meireles, Alper, Topuz; forvetinde Diego, Markoviç, Fernandao’nun olduğu takımın teknik direktörüdür!
Acı olan şudur; Bugün, sezonun bitmesine 5 hafta kala, Beşiktaş’tan 5 puan geridedir 1. takım... Oysa ki, iyi bir yönetimle, 2. takımı bile zirveye oynayabilecek kadar iyi kurulmuştur Fenerbahçe’nin... Biten bir şey yok henüz, bu doğru... Sonuçta alınacak
15 puan var daha. Fakat Fenerbahçe tribünleri bitirmiş yarışı... Beşiktaş’ı şampiyon yapmışlar çoktan.
Ben, grupları bilmem. Fakat o ‘ Siyah Mercedes’i açıklamalıydı Başkan...
O rantı açıklamalıydı.
O kurşunların adresini, o boşa çıkacak ve almayı planladıkları yıldızı da...
O teknik direktörün neden gönderildiğini de, öbür teknik direktörün neden geri dönemeyeceğini de...
Eteğindeki taşların tamamını dökmeliydi Başkan. Hem de tekmilini birden!
‘’Ceketliler susmalı‘’
Maçın başlama vuruşu yapıldığında, Beşiktaş 63 puanla lider, Bursaspor ise 38 puanla 9. sıradaydı.
Beşiktaş, yuvasına döndüğü gün, Fenerbahçe ile arasında süren şampiyonluk yarışında kayıp almamak için sahadaydı. Bursaspor ise kendisini Avrupa Ligi potasında tutacak sonucu almak için santranın başına geçti. İki takım da bir hedef peşinde yani...
Ayrıca...
Bursaspor Teknik Direktörü Hamza Hamzaoğlu açısından, bu karşılaşmanın çok daha başka bir anlamı vardı.
Bursaspor kazansa, puanını 41’e çıkartacak ve Galatasaray’ı da geçerek 7. sıraya yükselecekti.
(Makarayı biraz geriye sarın lütfen...
Geçtiğimiz sezon Süper Lig Şampiyonu yaptığı, Türkiye Kupası ve Süper Kupa’yı kazandırdığı Galatasaray’da; 18 Kasım’da görevine son verilmişti Hamzaoğlu’nun... Yıllarca formasını terlettiği, teknik adam olarak bulduğu ilk şansta Türkiye’de bir sezonda kazanılabilecek tüm şampiyonlukları kazandığı halde, bir kalemde isminin üstü çizilmişti.)
Bir teknik adam için daha büyük motivasyon olabilir mi?
Hem yeni takımını Avrupa arenasına taşıyacaksın; Akhisar ile Galatasaray’daki başarılarını perçinleyecek, hak ettiğin gibi kulübedeki bir efsane olarak alkışlanacaksın.
Hem de Türk Futbol Tarihi’nde Fatih Terim’den sonra ilk kez 3 kupayı kazandırdığın yuvandan, seni saçmasapan sebeplerle gönderen Galatasaray Yönetimi’ne en net cevabı, kendine yakışır şekilde sahada vereceksin.
Hâl böyleyken...
Beşiktaş Başkanı Fikret Orman maç sonrası dedi ki; “Bursaspor çok motive olmuş şekilde karşımıza çıktı. Hamza Hamzaoğlu da enteresan derecede istekliydi.”
Bu sözlerin karşılığı nedir sizce?
Türk Futbolu; 3 Temmuz’un etkilerini silmek için 5 yıldır uğraşıyor. En az bir 5 yıl daha uğraşacak belki de...
Teknik adamlar, futbolcular, malzemeciler, doktorlar, masörler ve futbolun saha içindeki tüm emekçileri bu yönde büyük bir uğraş verirken...
Başkanlar ve yöneticiler de artık sorumlu olsunlar lütfen... Yapmaları gereken şey çok da zor değil aslında; sadece Sayın Fikret Orman’ın söylediği gibi, isteyenin istediği yere çekebileceği sözleri söylemesinler, yeter...
Hem bakın son maçlara...
Beşiktaş’ın ‘Atom Karınca’sı Rıza Çalımbay; Beşiktaş’ı yenmedi mi önceki hafta? Fenerbahçe’nin ‘Kral’ı Aykut Kocaman; Fenerbahçe’yi devirmedi mi geçtiğimiz cumartesi günü? Gollerden sonra Çalımbay’ın ve Kocaman’ın sevinçlerini görmediniz mi Sayın Fikret Orman?
Biraz daha dikkat lütfen...
2 takımın kıran kırana şampiyonluk yarışı verdiği... 8 takımın Avrupa Kupası için her gün yeni yeni hesaplar yaptığı... 4 takımın (Hatta zorlarsanız bu sayı 6’ya bile çıkabilir) kümede kalma mücadelesi verdiği... Tarihin belki de en çekişmeli sezonunun oynandığı şu günlerde...
Hepimizin üstüne düşen sahadaki onurlu mücadeleleri izlemek sadece...
Hepimiz karşımızdaki duvara asalım şu sözü, ihtiyaç duydukça bakalım hatta;
Söz gümüş ise sûkut altındır...
‘’Gökhan'ı kim sattı?‘’
İçine melek kaçmış derler ya...
Her insanın hayatında vardır böyle dostları, arkadaşları...
Bazen hiç tanımasanız bile bilirsiniz ki; öyle bir adamdır o...
Benimkisi o hesap...
Hiç tanımıyorum, ama bazen insanları tanımak için illa ki oturup kalkmak, yemek içmek, sohbet etmek ya da sayısız anı paylaşmak gerekmez.
Hatta kimi zaman yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmeyen adamların, zamanı geldiğinde aslında bırakın adamı, insan bile olmadığını anlarsınız.
İşte bu nedenle yazıyorum bu yazıyı... Hiç tanışmasam da... Hiç sohbet etmesek de... Biliyorum ki; iyi bir adam o... İşte bu yüzden bu yazıyı yazmak, benim birincil görevim...
Adı; Gökhan Gönül... Futbolla göz ucuyla bile olsa yakınlığı bulunan herkes tanır onu... Yıllardır hem Fenerbahçe’de hem de milli takımda oynar...Kulüpçülüğün böylesine tavan yaptığı, renklerin birbirinden bu kadar ayrıştırıldığı, ezeli rekabetin devam edip ebedi dostluğun (yeniden iyi insanlar gelip de tekrar çıkartacağı güne kadar) buzdolabına saklandığı şu günlerde bile taraflı tarafsız herkesin ‘adam’ıdır o...
Sakatsa sakattır... Formsuzsa formsuz... İyi oynamıyorsa kabul eder, çirkeflik yapmaz... Harika oynuyorsa çıkıp ortaya ‘ben’ demez, hep fotoğrafın arka tarafında kalır. Özü sözü birdir, dansöz gibi kıvırmaz...
Peki biz ne yaptık bu adama?
Tedavi sürecinde kullandığı ilacı; yetkili kurumlara bildirdiği ve o yetkili kurumlar ‘sorun yok, oynayabilir’ raporu verdiği halde...
Dopingli muamelesi yaptık.
Türkiye Futbol Federasyonu’ndan bir köstebek sızdırdı haberi... Spor basını yaktı ortalığı, geçti... Galatasaraylılar, Beşiktaşlılar bile “Gökhan mı? O çocuk yapmaz” dediği halde... TFF’deki köstebek, bir şeyler karşılığında sattı Gökhan’ı...
TFF acaba arıyor mu bu köstebeği? Türkiye Futbol Direktörü Fatih Terim; 2 ay sonra Fransa’da oynatacağı bu adama sahip çıktı mı? Hukuk Kurulu ve PFDK’da görevli beyefendiler bu dosya bu kadar kabartılırken ne düşündüler?
Bakın sevgili futbolseverler...
Devre arasında atletini suyla yıkayıp, maç sonunda sahanın ortasında sıkan çakma adamları gördü bu gözler... Taça çıkacağını bile bile topa hikayeden kayarak reklam panolarına çarpanları da gördü... Maçtan önce foto muhabirlerinin yerini dikkatli gözlerle tespit edip, atılan ilk golde onların önüne giderek sayfaların birinci sayfalarına girecek pozları veren artistler de vardı bu dünyada... Kameraların kendisini çektiğini gördüğünde hırstan çatlayacak bir görüntüye bürünen sahtekârlar da...
Ve siz sevgili taraftarlar... Hep o adamları ‘kahramanınız’ yaptınız. Ve ‘kahraman’ yaptığınız o adamlar, gemiyi en önde terk ettiler her zaman...
Çıkartalım formalarımızı ve gerçek dünyaya dönelim birazcık da olsa lütfen... Az sayıda ‘iyi adamlarımız’ var futbol dünyasında. Onlara sahip çıkmalıyız hep birlikte...
Bugün Gökhan’a yapılan bu çirkinlik; yarın Mehmet Topal’a, Hakan Balta’ya, Serdar Kurtuluş’a, Mehmet Ekici’ye de yapılabilir.
Çünkü şunu da gördü bu gözler;
20 milyonluk İstanbul’da ‘yorulup’ sizin aracınıza isabet edebilirmiş mermi.
Derler ya; Kurşun adres sormaz ki!
‘’Gerçeklerle yüzleşme zamanı!‘’
Maç yazımda bir hakem faciası yaşandığını, Souza’nın provakatörlüğünü yazmıştım. Temsilcimizin iyi oynamadığını, ama bu şekilde elenmeyi hak etmediğini de eklemiştim.
Aynı fikirdeyim, ancak bugün buz dağının diğer yüzüne bakmayı önereceğim. İsterseniz adım adım gidelim.
Vitor Pereira...
Shakhtar maçında atıldın, Şampiyonlar Ligi’ne giden yolda takımını patronsuz bıraktın. Böyle bir geçmişin varken, Braga maçında neden provoke oldun? Hakemin niyeti belli, fakat sen, bu takımın sahadaki komutanısın. Futbolcuların kızmalı, sen sakinleştirmeliydin. Sen bilmezsin ama bizim buralarda bir söz vardır; imam yellenirse...
Volkan Demirel...
Türkiye’nin en yetenekli kalecisi olduğun fikrindeyim. Bu sezon, kariyerinin zirvesindesin ve Avrupa Şampiyonası’na giden ekipte olmalısın. Fakat en iyi olman gereken maçta, her gelene geç dedin. Maalesef bu rövanşta, Fabiano’yu bile arattın.
Caner Erkin...
Yıllardır bildiğimiz, izlediğimiz, takdir ettiğimiz futbolun yok artık. İnsanların gözünde ve hayalinde tek bir imajın kaldı: Sürekli gergin, sürekli kavgacı, sürekli hakemin peşindesin. Sadece futbola odaklansan Şampiyonlar Ligi’nde final oynayacak bir takıma gidebilirsin. Fakat hem futbola hem de kalitene ihanet ediyorsun.
Luis Nani..
Bildiğimiz Nani değil bu. Bazen, “İkizini Türkiye’ye göndermiş” diye düşünüyorum. Ne adam geçebiliyorsun, ne gol atabiliyorsun, ne pozisyona girebiliyorsun. Bu yaptıklarının hepsini inan ki ben de yapabilirim! Fenerbahçe markasını yukarıya taşımak için geldiysen, öncelikle şu derin uykudan uyanmalısın. Niyetinvarsa tabii ki.
Diego...
Barcelona’ya 40 metreden gol atan adam değil bu. Aldığı her topla dikine giden, rakibi delen, bilekleri müthiş, şutları ışık hızındaydı eskiden. Şimdi en büyük özelliği, kafasının üzerindeki topuzu. Silkelenmeli, hatta resetlenmeli.
Gökhan Gönül şart bu takıma... 40 derece ateşi de olsa, bütün kaburgaları da kırılsa, bir çaresini bulup oynatmalı Fenerbahçe. Ve mümkünse Türkiye’ye hizmet adına, klonlamalı. Ondan bir iki tane olmalı.
Hakem İvan Bebek rezil bir yönetim gösterdi. Ama yukarıda yazdıklarımız da doğru değil mi?
Olan oldu artık.
Şimdi aynaya bakmalı Fenerbahçe... Kendi gerçekleriyle de yüzleşmeli. Yoksa perşembe sabahı üç kulvarda birden hedefe yürüyen bu takım, pazartesi sabahı sadece Türkiye Kupası hedefiyle başbaşa kalabilir.
İşte o gün, bir çoğu için çok geç olabilir.
‘’İki provakatör‘’
Dördüncü dakikada bitebilirdi maç. Van Persie bir adım geriden çıksa, ağrısız-sızısız bir 86 dakika oynayacaktı Fenerbahçe. Olmadı...
Sonrası 40 dakikalık zulüm. Kadıköy’deki ilk 45’ten kötü bir ilk yarı çıkardı Fenerbahçe. Kanatları felç oldu; Caner’i delik deşik ettiler, Şener’i perişan. En güçlü olduğu kanatlarını kaybeden Fenerbahçe, en sağlam yerinden, göbeğinden vuruldu. Ahmed Hassan’ın attığı gol, ligimizin en iyi savunma yapan takımının, Antalyaspor maçından sonraki en büyük acze düştüğü andı. Ve işin ilginç tarafı, bu büyük hataya imza atan Kjaer-Alves ikilisi, ilk yarıda temsilcimiz adına en aklı başında olan futbolculardı.
Bir stoperden ötesi...
Fakat futbol böyle bir şey işte. En iyilerin en büyük hatayı yaptığı ilk devrede, sadece Fenerbahçe’nin değil, sahanın en etkisiz ismi Alper, uzatmada umutları yeşertti.
Ve bu devrede bir şey daha net görüldü ki; Şener çok iyi bir bek olsa da, Gökhan Gönül bu takımın kalbi...
Ve yine hakkını vermeliyiz ki; hakemin plakasını aldığı Souza’ya atılmaması için yumruk gösteren Kjaer, bir stoperden ötesi...
Hakem faciası
İkinci yarıda kelimenin tam anlamıyla bir hakem faciası yaşandı. İlk yarıda Souza’ya hatalı sarı gösterip devamında Pereira’yı tribüne yollayarak Fenerbahçe’yi sahada patronsuz bırakan Hırvat, ikinci yarının ortalarında uydurduğu penaltı ile Braga’yı maça döndürürken, Topal’ı da atarak hem ekibimizin kalbini söktü hem de turu alıp Portekizliler’e verdi.
Fenerbahçe çok iyi oynamadı belki ama bu şekilde elenmeyi de hak etmedi. UEFA, bu yönetimi nasıl yorumlar bilemem, ama benim bir daha Türk hakemleri asla eleştirmeyeceğim kesin.
Son sözüm de kısa süre önce Türkiye’de oynayan Josue’ye. Bu ülkenin ekmeğini yedi, dün ise sahadaki en büyük provakatördü. Onu yollayan Bursaspor yönetimini tebrik ederim.
‘’Artık biz olun‘’
Ya düğünde ya cenazede omuz omuza veririz biz.
Ortamız neredeyse yoktur.
Küsler, düğünde barışır; rahmetlinin hatırına dua okunurken bütün gözleri, yürekleri kin, öfke değil merhamet kaplar.
Bu toprakların, bizim insanlarımıza kattığı duygular işte bunlar.
Artık alıştık maalesef Ankara’da patlatılan bombalara, yitip giden canlara.
Aslında biz alışmadık ama o şerefsizler alıştılar can almaya.
Yine onlarca gencimizi yitirdik. Kimisi daha 14’ündeydi, kimisi 16’sında. Liseye geçmeye çalışan da vardı aralarında, üniversiteyi bitirme hesapları yapan da.
Babasından karaciğer nakli yapılacak, hayata sımsıkı sarılacaktı gencecik hastamız.
Gelecekte İbrahim Kutluay olacaktı kardeşimiz, oğlunun Avrupa şampiyonasında atacağı golleri izleyecekti amcamız.
Olmadı...
Bir şerefsiz, bir hayvani düşünce her şeyi 1 saniyede bitirdi.
Artık hepimizin yemek masasında bir koltuk boş...
Artık hepimizin bir kardeşi eksik...
Artık hepimiz yetimiz...
Ve artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak...
Olmamalı...
***
Sığ düşünceleri, fındık kabuğunu doldurmayacak kavga gerekçelerini, toplasan 1 gün sürecek sevinç ve hüzünleri kaale almayın artık.
Bir hırs uğruna, bir kapris uğruna, bir takım, bir yarışma ve bir renk uğruna kırmayın birbirinizi...
Yıllardır sürdürdüğünüz ve aslında nedenini dahi bilmediğiniz, ‘kan davası’ gibi devam ettirdiğiniz ötekileştirmeyi bırakın bir tarafa...
Bakın; dünya kör, dünya sağır, dünya dilsiz.
Fransa’da kolkola girip yürüyenlerden bir tanesi geliyor mu Ankara’ya?
Onlar böyleyse, bizim de artık aynaya bakmamız, hatadan dönmemiz şart.
Önümüzde tarihi bir fırsat var, kaçırmayalım.
Sen Galatasaray taraftarı... Sadece 1 dakika sessiz kal. Emin ol, acılı çığlıkları duymayan dünyalı, senin sessizliğini duyacaktır.
Sen Fenerbahçeli futbolcu. Yapılmamışı yap, Umut Bulut ve rahmetli babasının fotoğrafıyla çık ısınmaya. Emin ol, patlayan bombaları görmezden gelen dünyalı, senin bu eylemini görecektir.
Sen derbinin hakemi. Dinleme kimseyi, inisiyatif al, maçı 5 dakika geç başlat. Emin ol, dilsiz dünyalı, seni konuşmak zorunda kalacaktır.
Bir şeyler yapmalıyız artık.
Bir olmalıyız.
Biz olmalıyız.
Lütfen...









































